04 Haziran 2009

HÜSEYİN SAMANİ- ÖMER MELLİ




Gazipaşa'dan Fethiye sınırına kadar 640 kilometrelik kıyı şeridiyle, bu şeride serpiştirilmiş, irili ufaklı, çoğunluğu beş yıldızlı turistlik tesisler... 550 bin yatak, sektörde çalışan 200 binden fazla insan... Yedi milyar dolara yakın gelir üreten, günlük 500'den fazla uçağın inip kalktığı paralel iki piste sahip dünyanın 98'inci büyük havalimanı... Her yıl yerli yabancı yaklaşık 11 milyon turistin gelip gittiği, Türkiye'deki yaş sebze ve meyve üretiminin yüzde 70'inin çıkarıldığı verimli topraklar... Bu yanıyla dev bir turizm kenti olan Antalya, yıllık binde 41'lik yani yaklaşık 55 bin kişilik nüfus artışıyla da ülkemizin önemli bölgesel göç çekim merkezi. Yüz bine yakın insanın okuma yazma bilmediği, 63 bin gecekonduda 365 bin kişinin yaşadığı, çevre illerden, Güneydoğu'dan kopup gelen yoksul, eğitimsiz insanların varoşları sıkıştırdığı... Bu yanıyla da sıradan bir Anadolu kenti Antalya...
29 Mart seçimleri, Antalya’da seçim öncesi çekişmeli bir rekabete sahne olurken seçimin üzerinden 25 gün geçmesine rağmen sular hala durulmadı. CHP’nin 30 bin oy farkla aldığı Büyükşehir Belediyesi Antalya’ya yeni bir yönetim anlayışı getirirken AKP’nin seçimi kaybetmesi bir anda Türkiye gündemine oturdu.
Seçim sonrası kulislerde iki parti arasındaki karşılıklı iddialar gündeme gelirken, bu hafta sorularımızı CHP ve AKP’nin il başkanlarına yönelttik. Merak edilenleri, vaadedilenleri ve bundan sonrasında yapılacakları konuştuğumuz sohbetlerimizde, sakin ve nazik üsluplarıyla dikkat çeken iki başkan seçim sonrasını bizler için değerlendirdi.
Devir teslim töreninde yaşananlardan dolayı hala kızgın olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) İl Başkanı Hüseyin Samani, kaybettikleri seçimin sonuçlarının iyi analiz edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Hizmete aynen devam edeceklerini belirten Samani, Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın da takipçisi olacaklarını belirtti.
Seçim sonrası yoğunluğun artarak devam ettiğini belirten Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İl Başkanı Ömer Melli ise hem haklarındaki iddialara cevap verdi, hem de çalışmalarını anlattı. Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’a güvenlerinin tam olduğunu belirten Melli, seçim sonrasında aldıkları sorumluluğun farkında olduklarını ve Antalya’ya hizmet için bütün söylediklerini yapacaklarını belirtti.


HÜSEYİN SAMANİ


- Menderes Türel’in seçimi kaybetmesinin sebebi sizce nedir?
Antalya tarihinde görmediği hizmetleri bu dönemde gördü. Yani Antalya’da geçen dönemde gerek Menderes Türel tarafından üretilen hizmetler olsun, gerekse hükümetimiz vasıtasıyla yapılan hizmetlerle tarihinde görmediği yatırımı almış oldu. Bunu Antalya’nın giriş ve çıkışlarında çok net görebiliyorsunuz. Belki Antalya’da yaşayanlar bunu göremiyor olabilirler ama özellikle Antalya’ya dışardan gelenler Antalya’da üretilen hizmetleri çok daha iyi görebiliyorlar. Şehrin bütün giriş ve çıkışları duble yol oldu. Kemer istikametinde görüyorsunuz. Üstelik bunlar düz ovada yapılan yollar da değil. Bunlar o bölgedeki kayaları keserek yaptığımız yollar. Finike-Demre arasındaki yol çalışması yada yapılan tüneller her şeyi anlatıyor. Ayrıca bir çok arıtma tesisi yapıldı. Bizden önce Antalya’da 60 olan mavi bayrak sayısı şu anda 162’ye çıktı. Çünkü Antalya’nın en önemli özelliği denizi, doğası, kültürü ve turizmiydi ve bunlara geleceğimiz adına sahip çıkmalıydık. Bunlara sahip çıkmak için de altyapı eksiği olmamalıydı Antalya’nın. Geçmiş dönemden kalan kanalizasyon meselesi olmamalıydı. Yağmur suyu drenajı sorun olmamalıydı. Antalya raylı sistemle tanışmış değildi. Bir çok şehir çok önceden kullanmasına rağmen bizde yoktu. Şehir merkezine insanlar geldiği zaman sobacıların arka tarafı olsun, Kaleiçi olsun, adeta ‘kent merkezi neresi’ diye sorulacak durumdaydı. Antalya’da iki önemli sektör var. Tarım ve turizm ve bu sektörleri koruyamazsanız bu adeta Antalya’nın çöküşü olurdu. Biz Antalya’daki insanları bu hizmetleri üretirken rahatsız edebileceğimizi düşünerek ama cesaretle bu işe girdik. Bu sıkıntılardan dolayı tepki alacağımızı düşünerek de olsa bu işe girdik, bu hizmetlerin yapılması gerektiğine inandık. Seçim sürecinde biz sadece hizmetlerimizi anlattık. Biz belediyeyi CHP’den devralmıştık. Seçim zamanı biz kendi dönemimizde şu hizmeti yapmıştık dediklerini duydunuz mu? Kampanyalarında böyle bir unsur yoktu. Genel Başkan Deniz Baykal Antalya’ya şu hizmetleri yaptı diyecekleri bir durum da yoktu. CHP zaten hizmet yoksunluğu demektir. Bizle bu konuda yarışamadılar. Bir iftira kampanyası ve yapamayacakları vaatlerde bulundular. Akaydın bedava elektrik dedi ama şimdi ‘ben panelleri söylememiştim’ diyor. Dolayısıyla bunun bir hayal olduğunu bunun geçersiz olduğunu Antalya şimdi anladı. Seçimden hemen sonra bunu anladık. Ben elektrik faturasını ödeyemeyen insanların Akaydın’a gitmesini rica ediyorum. Akaydın bedava elektrik dediği için faturaları ödemekle başlasın. En azından sıkıntılı olanların elektriğini bedavaya getirsin de diğerleri de başının çaresine baksın. 100 bin işçi dedi, istihdam yaratacağım dedi, işsiz insanlar da cevap bekliyor. Bunun gibi bir çok gerçekleştiremeyeceği vaatlerde bulundu Akaydın ve onun için biz bunları söylüyoruz. Bunların bir diğeri 100. Yıl’daki tesislerdir. Bu tesisleri yıkacağım demişti. Bekliyoruz. Antalya bu anlatılanları tercih etti, biz hizmet ortaya koymuştuk. Özetle biz bir çok hizmet ürettik sadece bunu anlattık. Polemik oluşturmadık, yapamayacağımız bir şeyin sözünü vermedik. İftira kampanyası yapmadık. Tüm bunlar karşılığında CHP halktan teveccüh buldu ve seçimi kazandı biz de demokratik olgunluk çerçevesinde kendilerini tebrik ediyoruz ve takipçileri olacağımızı söylüyoruz.
- Menderes Türel’in seçim sonrası bir kırgınlığı oldu mu?
Ak Parti’de kırgınlık olmaz. AKP’de halka ve halkın tercihine kırgınlık olmaz. Seçmeni bizi tercih etmediği için aşalayıcı tavır olmaz, küsmek olmaz. Şimdi CHP’nin bu konudaki tavrının ne olduğu aşikar ortadadır. Biz demokrasiyi içselleştirmiş bir partiyiz. Şu anda seçim kaybetmedik biz. Türkiye’de hala birinci partiyiz. CHP ve MHP’nin oy toplamı bizimki kadar yok. Biz yine Antalya’da en fazla il genel meclisi üyesi çıkaran partiyiz. En fazla belediye başkanı çıkaran partiyiz. Büyükşehir başta olmak üzere bazı belediyeleri kazanamadık. Fakat kazanamadığımız yerde de kazananları tebrik ettik. Geçtiğimiz dönemde seçimlerde de hep birinci parti çıktık ama CHP gibi şımarık tavır içine girmedik. Bu CHP ve AKP arasındaki demokrasi içselleştirme farkını gösteriyor.
- İl Genel Meclisi’ndeki son durum sizce Antalyalıya nasıl yansıyacak?
CHP ve MHP seçimden önce de bir çok yerde koalisyon oluşturdular. Seçim sonrası da bu koalisyonu sürdürüyorlar, sürdürmeye de devam etsinler. Sayın Yeşilyurt’u İl Genel Meclisi seçimlerinden önce aradım. AK Parti tabanı olarak MHP tabanıyla ortak çalışmalar yapabileceğimizi beyan ettim. Ama İl Genel Meclisi ve belediye meclisleri ile ilgili hiçbir talebimiz olmamıştı. Kendisi bana parti teşkilatı ile görüşüp ondan sonra bilgi vereceğini söyledi. Ama hiçbir şekilde bana geri dönmedi ve CHP ile ortak hareket etti. Biz iktidar partisiyiz ve geçmiş dönemlerde bir çok ilçede hizmet ettik ve bu dönemde aynı anlayışla hizmet üretmeye devam edeceğiz. Köylere yönelik ‘Köydes’ projesi, beldelere yönelik de ‘Beldes’projesi var. Bugün Antalya’da kaynak sıkıntısı olan birkaç köy hariç suyu olmayan hiç köy yok, asfaltı olmayan köy kalmadı. Yine biz iktidarız ve aynı şekilde hizmete devam edeceğiz. İl Genel Meclisi’nin bu ittifakla ortaya koyabileceği bir şey yok.
- Antkart’la ilgili geçtiğimiz günlerde basın açıklamanız olmuştu. Şu an son durum nedir?
Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın, seçimden önce Antkart’ı yırtıp atacağını söyledi. Bu şekilde anlattı ve seçim kampanyasını bunun üzerine yürüttü. Başka söylemleri de olmuştu elbette ama seçim dönemi en çok kullandığı çıkışlarından bir tanesi Antkart’tı. Antalya kamuoyu bir karar verdi ve Akaydın’ın bu çıkışlarını destekledi. Dolayısıyla Antalya Antkart’ın kaldırılmasına yırtıp atılmasına oy verdi. Şimdi biz Antalya’nın bu seçimlerde ortaya koymuş olduğu isteklerinin takipçisi olmalıyız. Akaydın’ın söz verdiği gibi Antkart’ı kaldırmasını istiyoruz. Çünkü biz geçen dönem Antalya’ya hizmet edebilmek için bütün alanlarda çok üstün bir gayret gösterdik. Bir çok hizmet ürettik. Antalya kazansın, Antalya Türkiye’nin dünyaya açılan vitrinidir düşüncesiyle hareket ettik. Antalya kazanımlarına devam etsin istiyoruz. Seçim öncesi verilen sözlerin yerine getirilmesini istiyoruz. Antkart’ın kaldırılmasını istiyoruz.
- “Mustafa Akaydın enkaz edebiyatı yapıyor” demeciniz olmuştu, bu konuya geri dönüş aldınız mı?
Yok almadım. Çok net ifade etmiştim. Kendisi bedava elektrik ve ucuz su demişti. Seçimlerden sonra da “Belediyede çok borç var, belediyenin geliri giderini karşılamıyor. Suya zam yapmamız lazım” dedi. Seçim öncesi vaat ettiklerinin tam tersinin olduğu açıklamalar mevcut. Bu da demek oluyor ki seçim öncesi “Ben profesörüm, hocayım, yaparsam ben yaparım” diyen Akaydın sözlerini tutamayacağını anladı ve “Belediyede çok borç var” diyerek bahane üretiyor. Nasıl profesörsünüz? Belediye’nin bütçesini ve gelir-giderini bilmeyen bir anlayış olabilir mi? Türkiye’de bütün belediyelerin borcu vardır. Borç olur. Bizden önce de borç vardı. Biz AKP olarak iktidara geldiğimizde Türkiye’nin hali ortadaydı. Ülke uçurumun kenarına gelmişti, gecelik faizler binli rakamlardaydı, hizmet üretemeyiz demedik. Enkaz edebiyatı yapmadık. Türkiye’nin tarihinde görmediği hizmetleri yaptık. Büyükşehir’de de durum aynıydı. Hiç sesimizi çıkarmadık. Akaydın vaatlerini yerine getiremeyeceğini gördü ve bu açıklamayı yaptı.
- Sayın Başbakan’ın Antalya’ya tatile gelmesi ‘Antalya’ya küs’ iddialarına cevaben miydi yoksa sadece bir tesadüf müydü?
Tesadüf değildi ama bir cevap da değildi. Aslında böyle bir şey hiç olmadı. Sayın Başbakanımızın Hatay’a gitmesi böyle yorumlandı. Antalya’ya gelmesi elbette ki bir cevap değildi sadece böyle bir iddianın hiç olmadığını gösterdi. Bizim hükümetimizin Antalya’ya olan ilgisi devam ediyor. Seçimlerden sonra Antalya’ya üç tane bakan ve başbakan geldi. Biz geçmiş dönem olduğu gibi bu dönemde hizmet etmeye devam edeceğiz ve Büyükşehir’i de takip edeceğiz.
- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Özellikle devir teslim dönemindeki olaylar çok çirkindi. Biz beş yıl önceki başkanı çiçeklerle ve alkışlarla uğurlamıştık. Beş yıl sonra AKP’li bir başkanı “yuh” sesleriyle uğurladılar. Demokrasiyi içselleştirme anlamında aramızdaki farkı ortaya koymuş olduk. Bu tavır AKP ile CHP arasında ne kadar büyük bir nezaket farkının olduğunu gösteriyor. İkincisi bu devir teslim töreninde acı bir olay daha yaşandı. Belediye binasının çatısında CHP’nin bayrağı vardı. O binanın tepesinde Türk bayrağı olmalıydı. Böyle bir şey olabilir mi? Eğer bunu AKP yapmış olsaydı çok farklı etkisi olurdu. İnşallah Antalya vermiş olduğu karardan dolayı kısa sürede pişman olmaz, sayın Akaydın, vermiş olduğu sözleri yerine getirebilir. Bundan biz de memnun oluruz. Seçim sonrası halk hemen ümitsizliğe düşmüş. “Mustafa Akaydın söz verdiği şeyleri yerine getiremeyecek” deniliyor. Bedava elektrik için oy vermiştim, şimdi panel kuracaksın deniliyor. İşsiz olanlar, ben işsizlikten dolayı oy vermiştim, iş istiyorum diyor. Antalyalı Akaydın’ın vaatlerini ilk sinyaller dolayısıyla yerine getiremeyeceğini düşünüyor. Biz gerçekten Antalya’da başımızı öne eğdirecek bir iş yapmadık. Hizmetlerimizle dimdik ayaktayız. Antalyalı sokağa her çıktığında, caddede her dolaştığında, her gittiği yerde AKP’nin yapmış olduğu hizmetleri görüyor. Akaydın’ın bir şey yapamayacağını gören halk bize sitemlerini iletmeye başladı.


Hüseyin Samani kimdir?


1964’te Antalya’da doğdu. 1983-84 yıllarında Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde okudu. 1989 yılında Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ni bitirdi. Tarımsal girdi ticareti ve seracılıkla uğraşıyor. Türkiye Sebze Üreticileri ve Süs Bitkileri Birliği Merkez Başkanı. 2007 yılından beri AKP İl Başkanı olan Samani evli ve 3 çocuk babası.



ÖMER MELLİ


- Seçim sonrası çalışmalarınız nasıl gidiyor?
Seçim sonrası çalışmalar gayet iyi gidiyor. Programsız bir yönetim anlayışının dışında henüz bitmemiş olan yatırımların kiraya verilmesi, sözleşme yapılması, elektriğinin bağlı olmaması gibi şikayetler geliyor. Aceleyle yapılan, “Ben yaptım, oldu” mantığıyla hayata geçen yatırımların sorunları devam ediyor. Mutlaka düzelecek. Büyükşehir Belediyemiz uzman insanlarla kentte sorun yumağı haline gelen her bir köşeyi bu işin uzmanlarıyla birlikte irdelemekteler, araştırmaktalar. Bizim görevimiz Antalya’da yaşayan herkesin yaşam standartını ve rafahını yükseltmektir. Bu anlamda CHP sosyal demokrat belediyecilik anlayışı doğrultusunda önce “insan” odaklı, insanı faktörünü çalışmalarının merkezine koyarak halkın huzurunu ve rahatığını sağlamak koşuluyla ve kamu yararını korumak koşuluyla çalışmalarına devam edecektir. Henüz yeni bir belediye ve 20 günlük bir çalışma içerisindeler. Kentin envanterini çıkartmakla meşguller. Kentin röntgeni 20 gündür çekiliyor. CHP olarak seçim öncesi başlayan bu çalışmalar büyük bir hızla devam ediyor. Antalya halkının ciddi bir iktidar baskısı altında olduğunu biliyorduk. CHP’ye olan güvenin ve sosyal demokrat belediyeciliğe olan güvenin takipçisi olacağız. Halkımızdan sadece birazcık hoşgörü bekliyorum. Çünkü belediye gerçekten bir kördüğüm halinde. Ama bu çözülecektir. Bu konuyla ilgili kent içinden ve dışından uzmanlardan ve danışmanlardan gerekli katkıyı alıyoruz. Gönüllü danışmanlık yapan pek çok bilim insanı arkadaşlarımızla birlikte bu sorun yumağını çözme gayretindeyiz.
- Büyükşehir Belediyesi’nde CHP’ye geçilmesi bir iktidar baskısı oluşturdu mu?
Başbakan seçimden hemen sonra 28 defa Antalya’ya geldiğini ifade ederek, Antalya seçmenine mesajını verdi. Bu durum içerisinde iktidardan ekstra bir katkı almanın mümkün olmadığı görülüyor. Üstelik bu hınç devam ettikçe Antalya’nın hakettiğinin de zorlamalarla alınacağı bir nokta diye algılıyoruz. Bunun en somut örneği de şu: 6 ay önce Vakıflar’ın Büyükşehir Belediyesi’nden bir alacağı nedeniyle icra kararı çıkmış. Ama 6 aydır bu işleme getirilmiyor. Ama 29 Mart seçimlerinden hemen sonra uygulamaya konuluyor. Bu, öç alma anlayışının önümüzdeki süreçte de devam edeceğini gösteriyor. Bunlardan korkmuyoruz. Biz seçime girerken, Antalya’nın Ankara’ya ihtiyacı yok derken şunu ifade etmiştik. Antalya’nın hal gelirleriyle, ihracatıyla, çiçekçilik üretimiyle, Antalya’daki işadamlarının, turizmcilerin katkılarıyla burada üretilen katma değerin geri döneceğini söylemiştik. Antalya’nın zenginliği bu ve bunu kimsenin engellemesi mümkün değildir.
- Devir teslim töreninde yaşananlarla ilgili bir yorumunuz var mı?
Kesinlikle organize bir hareket değildir. Orada yüzlerce insan var ve o insanların CHP üyesi olduğu garantisi yok. Antalya’da yaşayan insanlar, böyle bir şöleni izlemek isteyen insanlar, heyecan duyan insanlar, AKP yönetiminden memnun olmayan insanlardı. Münferit olarak birkaç kişinin Sayın Menderes Türel’e sözlü sataşması beni de üzdü. Bunlar olmamalı ama toplumumuzda bu tür olaylar hoşgörü kültürümüz arttıkça ve eğitim durumumuz arttıkça azalacaktır. Bu kentin tüm insanlarını kucaklamakla yükümlüyüz, bu olay benim de hoşuma gitmedi ama kesinlikle CHP’nin özel bir organizasyonu değildir. Kaldı ki oradaki organisazyonu ev sahipliği niteliğinde olan geçmiş yönetim yapmıştır, kendilerine de teşekkür ediyorum. Bunun üzerinde durulmaması gerekir diye düşünüyorum. Çatıdaki CHP bayrağını görmedim ama evet, Antalya Büyükşehir Belediyesi Cumhuriyet Halk Parti’li bir belediyedir. Bunun özellikle üstünü vurgulayarak söylüyorum ama hizmet anlamında Antalya’da yaşayan herkesin, sadece Antalyalıların da değil, Antalya’ya gelip yerleşmiş burayı seven herkesin hizmetindedir. Bunu önümüzdeki süreçte herkes görecek.
- Sayın Mustafa Akaydın’ın projelerini uygulayamayacağı yolunda iddialar var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sayın Başkanı’ma, meslektaşıma, Sayın Samani’den bir kez daha seçim bildirgemizi dikkatlice okumasını rica ediyorum. Antalya Belediyesi’nin ciddi bir borcu olduğunu biliyorduk ama net bir rakam bilmiyorduk. Defalarca sormamıza rağmen ifade etmediler. 600 milyon lira civarındaki rakamları duyduk ama şimdi yaptığımız araştırmalar bize bu borcun 1 milyar 200 milyon lira civarında olduğunu gösterdi. Bu rakam iki kat artmış durumda. Kaldıki Antalya’nın 2032 yılına kadar hal gelirlerinin yüzde 50’si, ASAT gelirinin bir miktarı raylı sistemle ilgili olarak borçlandırılmış bunu gündeme getirmiyoruz. Bunun dışında mevcut esnafa, işçiye, kredi için bankalara 1.2 milyon lira borçlanılmış durumda. Büyükşehir Belediyesi gelirlerinin hovardaca harcandığını söyleyebilirim. Antalya kısa zamanda bunları görecek. Bunlara rağmen söz verdiğimiz her şeyin arkasındayız hayata geçireceğiz.
- Bedava elektrik kullanımı ve ucuz su kullanılacağı vaad ettiğiniz söyleniyor. Bu iddialar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir güneş kenti Antalya oluştuğunda her site, her kurum kendi tükettiği enerjiyi kendi binasından çatısından hatta yan duvarlarından panel sistemi yapılarak karşılayabiliri ifade ettik. Bu şüphesiz mega bir projedir. Bu projede hükümetin vatandaşlara ve kurumlara katkı koyması gerekir hem de yerel yöneticilerin bu yatırımı yapacak insanlara gerekli kolaylığı ve yatırımı sağlaması gerekir. Biz bunun önünü açıyoruz. Türkiye’nin de buna ihtiyacı var. Enerji sıkıntımız var, bütçemizin çok büyük bir bölümü dışarıya gidiyor. Ama CHP bu enerji projesinde ülkenin doğal kaynaklarının ön plana çıkarılması lazım demektedir. Bu doğal kaynaklar, hidroelektrik santralleri, varsa jeotermal araştırmaların yapılması, bor madeninin kullanılması, güneşten faydalanılması ülkemize ciddi kazanç sağlayacaktır. Bu olmalıdır. Bu sadece Antalya’nın projesi değil, Türkiye’nin ekonomik kalkınmayla ilgili yapacağı çok ciddi bir adımdır. Bir yılda 300 günü bulutlu geçen Almanya’da, Hollanda’da bile bu proje uygulanıyorken yılın neredeyse tamamı güneşli olan Antalya’da bu projenin uygulanmamasının hiçbir sebebi yok. Bu proje için sadece belediye değil, hükümetin de aynı fikirde olması dahilinde yapılabilecek bir projedir. Belirli kurumlar bu tür yatırımları yapmak mecburiyetindedir. Zannediyorum ki Büyükşehir Belediyemiz herhangi bir parkta aydınlatmayı bu tür panellerle yaparak halka ön ayak olacaktır, liderlik yapacaktır. Belki de yeni belediye binamızda ya da yeni yapılacak kültür merkezlerinde bu tür uygulamalar yapılacaktır. Antalya’da bunu yapmalıyız ve desteklemeliyiz. Bu olaya “Elektrik faturalarını ödeyemeyen vatandaşlar Akaydın’a gitsin” diye bu kadar yüzeysel ve yavan bakmamak lazım. Bu teknik bir konudur. Bunu Antalya halkı anladı ve anladığı için bize 30 bin oy fark verdi.
- 100. Yıl projesinde son durum nedir?
100. Yıl projesinde plan iptali kararı var. Bu son derece hoş bir karardır. Ben bu anlamda adaletin yerine geldiğini düşünüyorum. Orada yapılacak stadyum ve kapalı spor salonu Antalya’nın ihtiyacıdır, stadyumun yeriyle ilgili çekincelerimiz vardır. Ama yönetimler devamlılık ister. Bu kadar karşı çıkmamıza karşın atılan adımlar var. Verilen sözler var, yapılan anlaşmalar var. Ve de spor alanlarının ticarete çevrilmesi diye yanlış bir plan var. Bu mahkeme kararı kısmen de olsa elimizi rahatlattı. Ancak sanıyorum hukukçularımız sözleşmeleri yatırımcılarla birlikte tekrar masaya yatıracaklar, stadyumdan vazgeçilemiyorsa bile ticari alandan vazgeçilmesi gerektiği ümidini taşıyorum. Orası Antalya’nın malıdır. Orası kamunun malıdır. 100. Yıl spor alanıdır. Yatırımcıya bir başka yerde belki de çekim merkezi yaratılabilecek bir alanda 40 bin metrekare olmasa da, değer tespiti yapılarak daha da fazlası da verilebilir.
- Antkart’ın kaldırılması söz konusu mu?
“Antkart’ı yırtacağız” temsili bir söylemdir. Hepimiz kredi kartları yada firma kartları kullanıyoruz. Antkart şüphesiz modern bir uygulamadır. Buradaki uygulama tüketicinin, ulaşım ihtiyacını gören herkesin cebinden usulsüzce, diğer kentlerle orantılı olarak bakıldığında fahiş bir miktar alınmasıdır. Antkart’ı yırtıp atacağız derken yüzde 13’lere varan kesintinin diğer illerde olduğu gibi yüzde 2’lere çekilmesi gerektiği gayretindeyiz. Firmayla belediyenin bir uzlaşı içerisinde olduğunu, bu sorunu nasıl çözeriz diye gayret gösterdiklerini sevinerek duyuyorum. Antkart halkın menfaatleri doğrultusunda, minibüs esnafının çıkarları doğrultusunda karşılıklı olarak yeniden düzenlenecektir. Yani uygulamadaki aksaklıklar giderilecektir. Gerekiyorsa kart kaldırılabilir de ama yönetimlerin devamlılığı ilkesinden yola çıkarak uzlaşma konusuna öncelik verdiğimiz görülmektedir.
- İl Genel Meclisi’ndeki son durumu değerlendirir misiniz?
Geçen beş yıl boyunca çok büyük bir farkla İl Genel Meclisi’nde hakimiyet kurmuşlardı. CHP, MHP ve DP’ye hiçbir söz hakkı tanımamışlardı. Şimdi İl Genel Meclisi’nde DP’nin bir üyesi var. Bir üye olmasına karşın onları görevlendirdik. AKP’ye de kanunlar çerçevesinde ne deniyorsa verdik.
- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Şu anda envanter çalışmaları içinde belediye ve pek çok yanlışı ve usulsüzlüğü görüyoruz. Yanlış ve gereksiz ihaleleri görüyoruz ama en fazla gözümüze çarpan hem raylı sistemle hem de köprülü kavşaklarla Antalya’nın ulaşımının keşmekeşe çevrildiği açıktır. Şu anda ulaşım konusunda çalışmalar yapılmaktadır. Sanıyorum 2- 3 ay içerisinde gözle görülür bir rahatlık sağlanacaktır. Güzel günlerin Antalyalıları beklediğini görüyorum ve biliyorum. Antalya’nın doğal güzelliklerine ve doğal kaynaklarına sahip çıkacağımız bir beş yılı müjdeliyorum şimdiden. Seçim öncesi sunulan halkın yararına olan her proje devam edecektir. Biz Antalya’yı bir bütün olarak görüyoruz. Aksu’yla, Kepez’le bir bütündür. Hizmeti belli bir bölgeye vermek söz konusu değildir. Bu kentte yaşayan vatandaşlarımız Antalya’nın genel refahından hak ettiklerini eşit oranda alacaklardır.


Ömer Melli kimdir?


1955’te Antalya’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Antalya'da tamamladı. Karadeniz Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nden 1978 yılında Makine Mühendisi olarak mezun oldu. 1980-1984 yıllarında Makine Mühendisleri Odası Antalya Temsilciliği yaptı. Aktif siyasi hayatına 1983 yılında başladı. 2001-2003 döneminde CHP İl Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Halen CHP İl Başkanı. Evli ve iki çocuk babası.

ZAFER KÖKEN



Bu hafta Antalya’da Türkiye’nin dördüncü büyük barosu olan Antalya Barosu’nun Olağan Genel Kurul seçimi yaşandı. 20 senedir avukatlık yapan Zafer Köken açık ara farkla başkanlık koltuğuna oturdu.


İnsanoğlu tabiat olarak, kurtulmak istedikleri sorunlardan büyük hızla uzaklaşmak ister. Hayatımızın vazgeçilmezleri olan avukatlar adalet anlayışının toplumdaki en önemli temsilcileri… İyi avukatlar tanıdım, mesleklerini ifada iyiler, insanlıklarında iyiler, kötü avukatlar tanıdım mesleklerini ifada kötüler, insanlıklarında kötüler… İyi ya da kötü kavramı insana has, mesleğe has değil elbette…


Türkiye’de ki adalet zincirinin en önemli halkalarından biri olan Baro Başkanları şehirlerin gündeminde de önemli rol oynamaktadırlar.


İlkeli meslek anlayışı ve mücadeleci yapısıyla yeni Başkan Köken, Antalya Barosunda da yenilikler yapacağını söyledi. Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde olduklarının altını çizen Köken, Antalyalının ve Antalya’nın yanında olacağının da sözünü verdi.


Elbette kimse suçlu doğmaz. Ama herkeste suç işleme potansiyeli mevcuttur. Bu potansiyelin ortaya çıkmasına neden olan ise hayatın kendisidir, yani bu yaşam içinde var olan her şey etkendir. Her suçlunun da savunulmaya ihtiyacı vardır. Yılların deneyimi olan avukatlar her durumda en büyük kurtarıcımız olma görevlerini yerine getirirken, onlarda mesleki sorunlarla uğraşıyorlar ne yazık ki… Fiziki ve psikolojik birçok kötü davranışa maruz kalan adaletin temsilcileri kendi sorunlarında da yine meslektaşlarına başvuracaklar önümüzdeki günlerde… Avukat Hakları Merkezi kurulması için çalışmalar başlatacağını söyleyen Köken, “Biz avukatların sorunlarını çözmede yine avukatların devreye gireceği bu önemli proje meslektaşlarıma daha iyi koşullarda çalışma imkânı sağlayacaktır” dedi.


Antalya Barosundaki hedeflerini, Baronun Antalya’nın siyasi ve sivil hayattaki etkilerini konuştuğumuz sohbetimizde Antalya Barosu’nun yeni Başkanı Zafer Köken’i daha yakından tanıdık.



-Baro seçimlerinde aday olma sebebiniz neydi?


Bu benim üçüncü adaylığım. Daha önce üç farklı başkanımızın yönetiminde yer almıştım. Avukatların mensup olduğu bir meslek kuruluşunda ilkeler çok önemlidir. İlkesiz kişiler nasıl yorumlanıyorsa, ilkesiz kurumların da aynı biçimde yorumlanacağı doğaldır. Kaldı ki, hukuk kurumu olarak tekdüzeliğe, tek adamlığa, ağalığa, fırsat eşitsizliğine en fazla baroların karşı çıkması gerekmektedir. Türkiye Barolar Birliği Delegesi olduktan sonra Antalya Barosunda da önemli yenilikler olması gerektiğine inandığım için aday oldum.


-Öncelikli ele alacağınız konu nedir?


Avukatların meslek sorunları her geçen gün daha da kötüye gitmekte… Örneğin icra ve hacizlerde bir sürü sorunla karşılaşılıyor. Fiziki darpa kadar giden örnekler mevcut. Öncelikle bu konuyu ele almayı düşünüyorum. Avukata avukat gibi davranılmayan yerler var. Avukatın saygınlığının artık bir an önce ele alınıp gerçekten hem diğer çalışanların gözünde hem adliye, hâkim, avukat üçgeninde hem de Antalyalının gözünde saygınlığını yükseltmek için çaba göstereceğiz. Antalya’da haciz sırasında bacağından vurulan, dövülen darp edilen hatta kulağından ısırılan avukat arkadaşlarımız var.


-Bu konuda nasıl önlemler alınmalı sizce? Şiddet artık toplumumuzun bir sorunu değil mi?


Elbette şiddet olaylarında son yıllarda artış yaşandığı gerçek… Bunun için kurumsallaşılması gerektiğini düşünüyorum. İlk olarak Avukat Hakları Merkezi kurulması için çalışmalara başlayacağım. Avukatlarında savunulması gerektiği durumlar oluyor. Daha kurumsal anlamda avukatları da yine avukatlar savunacaklar. Adliye ve duruşma salonlarında da sorunlar yaşanıyor. Bu durumda da bu merkezde görevli avukatlar hemen müdahale edip gerekli tutanakları tutup işlemleri başlatma yetkisine sahip olacaklar. Bu çalışmanın daha önce İstanbul’da bir örmeği vardı. İkincisini biz kurmayı hedefliyoruz. Özellikle her hangi bir saldırı anında direk avukatların müdahale edeceği bir merkez birçok sorununda önüne geçecek.


-Sizin yaşadığınız böyle bir olay oldu mu?


Haciz davlarında en sık karşılaştığımız sıkıntı evlere hacze gittiğimizde yaşananlar… Kapıyı çalıyoruz açmıyorlar. Polis eşliğinde kapıyı açtırıyoruz. Hâlbuki şahıs evdeymiş. Siz benim evime nasıl girersiniz diye türlü saldırılarda bulunuyor. Tehditler de aldığımız oldu ama sonuçta o tehditlerin hiç birisi bizi mesleğimizden geride bıraktıramaz.


-Yeni dönem hedeflerinizin nelerdir?


Öncelikle duruşma saati gerçekten önemli… Ağır Ceza Mahkemesinde bir duruşmanız olur. Sabah 9’da duruşmaya gidersiniz akşam saat 5 ‘de duruşmaya girersiniz. Ben kendimden biliyorum. Akşam saat 8’de duruşmaya girdiğim günler oldu. Mesai falan bitti. Yeni dosyalarda 20 tane tanık oluyor. Hâkimde kaç saat süreceğini kestiremediği için akşam saatlerine sarkıyor. Hatta birkaç sene önce bir meslektaşıma akşam saat 23’de telefon açtığımda hala duruşmadaydı. Saat 23.30’da bitti o geceki duruşma… Böyle durumlarda Ağır Ceza Mahkemelerini sabahtan ve öğleden sonra diye ayırabilirsek herkes için çok daha sağlıklı bir çalışma ortamı yaratılmış olacak.


- Baronun Antalya ile bütünleşmesi adına Sivil Toplum Kuruluşlarıyla bir projesi gündemde mi?


Avukatlık bir kamu görevi ise de, Antalya Barosu aynı zamanda yapı ve işleyiş olarak sivil toplum örgütüdür. Birincil amacı avukatların birlik ve dayanışmasını sağlamak, sosyal ve ekonomik düzeyini yükseltmek olarak düşünülmelidir. Bu birincil amacını gerçekleştirirken Antalya Barosunu kent ve ülke gündeminden soyutlamak olası değildir. Baronun kent ve ülke gündemine yabancılaşması kendisini inkâr etmesidir. İlericiliğin, çağdaşlığın öncüsü ve temsilcisi olması gereken Baro sadece avukatlara ruhsat veren bir kalem olarak düşünülmemelidir. Antalya Barosu saygınlık düzeyini düşürmeden, ucuz siyasete alet olmadan, kent çevre ve ülke gündeminde söz sahibi olacaktır. Antalya Barosu, bu sıfatı ile kent gündemini takip etmeli ve kent gündeminde öncelikli söz sahibi olacaktır. Kent dinamiklerinin gelişimi ve Çevre sorunlarında Baro, fiili ve fikri katkılar sunacaktır. Sonucu gerçekleşmeyen toplantılar yerine sözde değil, özde kente sahip çıkarak “Meslek Odaları Eşgüdüm Kurulu” ve “Kent Konseyi” ile verimli çalışmalar yapılacaktır. Biz bu yola “Rüyaları gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır” sloganıyla çıktık. Bana göre öncelikle farkındalık şarttır.


-İnternet ve web sayfası yani bilişim dünyasının yeniliklerini Antalya Barosu takip ediyor mu?


Yeni bir tebligat yasası çıkıyor. Eğer e-mail adresiniz varsa o adrese mail yoluyla yapılacak tebligatlar geçerli sayılacak. Halka böyle bir yasa uygulanırken bizde internet sayfamızı güncelleyip hem meslektaşlarımızın hem de halkımızın kolay ulaşabileceği bir hale getirmeyi planlıyoruz. Günümüzde internet artık hayatımızın bir parçası haline gelmiş durumda… Bu gerçeği yok saymak ya da ihmal etmek yerine gerekli gelişimi takip ederek zamana ayak uydurmak hem zamandan hem de iş gücünden de tasarruf sağlayacak. Yeni değişen kanunların takibinin de yapılabileceği bir platform kurmayı hedefliyoruz. Yeni TCK ile hepimiz tekrardan ders çalıştık. Yeni kanunları yeni düzenlemeleri öğrendik. Mesleğe yeni başlayan stajyer arkadaşlar içinde çok faydalı olacağını düşündüğümüz bu internet yapılanmasını en kısa sürede hayata geçireceğiz.


-Sizce Antalyalılar kendi özlük haklarının bilincinde mi ya da yasaların ne kadar farkındalar? Toplumsal bilincin yükseltilmesi için çalışmalarınız olacak mı?


Kanunlarda sürekli değişiklikler oluyor. Biz bile bazen yetişemiyoruz. Avukatlar bile yeni TCK ‘yı daha yeni özümseyebildiler. Yapılan değişiklikler bizi bile zorladı ama şunu söyleyebilirim ki Antalyalıların en çok kullandığı ve farkında olduğu yasa “Tüketiciyi Koruma Kanunu” Çünkü onu hepimiz bir ucundan yakaladık. En azından kredi kartlarına alınan aidatların durdurulması için bu yasayı hepimiz kullandık. Şimdiye kadar hiçbir yasa Türkiye’de bu kadar kullanılmamıştı. Halkın en gözde yasası bu yasa oldu.


-Toplumda suç işleme yaşının düşüyor olması yeni önlemleri de beraberinde getirecek mi?


Antalya’da suç işlenme oranları düşüş gösterse de toplumun genelinde suç işleme yaşında da bir düşüş söz konusu. Yeni adliye binasında çocuk mahkemeleri açılıyor. Çocukların yargılanması özel durumlara gereksinimi arttırdı. Çocuk mahkemelerinin açılması mutlak ki suç işleme yaşında ciddi etki sağlayacaktır. Birçok çocuk yargılanmayacağını bildiği için suça itiliyor ya da kendi isteği ile karışıyor. Bu konuda yapılacak çalışmalarda çocuk mahkemelerinin ve o mahkemelerde görevli olan meslektaşlarımızın ciddi katkılar sağlayacağı inancındayım.


-Çok uzun süren davalarınız oldu mu? Bu süreç nasıl ilerliyor?


Antalya’da olmasa bile Türkiye’de birçok örneği olan zaman aşımı sonucu kapanan davalar çok önemli sonuçlara yol açıyor. Geciken adalet, adalet değildir diye bir söz vardır. Bu halkın adalet sistemine olan güvenini de zedeliyor ve halk kendi adalet anlayışını kendi uygulamaya başlıyor. Bu son derece yanlış bir durumdur. Adalet sadece adliyelerde sağlanabilecek bir olgudur. Kimsenin kimseyi cezalandırmaya hakkı yoktur. Benim 98 yılından beri Serik Adliyesinde devam eden bir tazminat davam var. Ölümlü bir trafik kazasının tazminat davasıydı. Çocuk babasını kaybettiğinde 6 yaşındaydı şimdi 17 yaşına geldi. Duruşma 2009 yılına sarktı ve hala da devam ediyor. Bu kadar uzun süren davalar halkta güvensizlik yaratıyor. Çocuk ufacıktı davayı açtığımızda, şimdi sokakta görsem tanımam. Hatta belki bu tazminatı alırsa üniversite eğitimine harcayabilir. Benim şimdiye kadar en uzun süren davam bu oldu.


-Antalya’daki dava sayılarını göz önüne alırsak en belirgin artış hangi davalarda yaşandı?


Boşanma davalarında müthiş bir artış olduğu kesin… İnsanların ekonomik sorunlarından dolayı ailelerde tahammülsüzlükler ortaya çıktı. Kadınların kendi ekonomik özgürlüklerini yaratıyor olması da boşanmalarda bir başka etken… Sağlıksız bir ortamda çocuğu yetiştirmek yerine ekonomik gücü bulunan kadınlarda boşanma kararı daha hızlı alınıyor. Mahkemelerin duruşma günleri yoğunluktan dolayı 2- 3 ay sonrasına veriliyor. Diğer suçlarda da gözle görülür bir artış mutlaka vardır ama bunu ilerleyen aylarda istatiksel bir çalışmayla kamuoyuyla paylaşmayı düşünüyoruz.


-Adaletin sağlanması adına adliyede bulunan insanların kavga çıkarması size nasıl yansıyor?


Bizim başsavcılığımız ve emniyetimiz gerekli önlemleri alıyor ve bizlerde bu konuda çaba gösteriyoruz. Adalet sarayı denen yerde bir kavga çıkması işin ahengini bozuyor. Orada farklı bir yargılama yapılıyor öte yanda kavga edilmesi bizce de birbiriyle örtüşmeyen bir durum… Antalya Adliyesi’nde bu olaylar çok çok az yaşanır. Ekonomiye dayalı tahammülsüzlük toplumun her kesiminde etkisini gösterdiği gibi yaşanan çoğu olayında kaynağını oluşturmakta… Biz Antalya olarak bu konuda şanslıyız. Adana Adliyesinde basına yansıyan olaylar hiç de hoş değil elbette…


-Günümüz teknolojisi bilişim suçlarını da beraberinde getirdi. Antalya’da durum nasıl?


Günümüz suçlarında bilişim suçları da çok popüler… Bu aralar kontör hırsızlığı Antalya’da bile etkisini gösterdi. Antalya’da o kadar tanınmış insana yapıldı ki birçok kurumun başkanına bile yapıldı. Uşak’ da bir hâkim arkadaşımızı arıyorlar. Urfa’dan sizi arıyorum, Emniyet Müdürlerini arayacağız diyerek kontör istiyorlar. Arkadaşımız telefonun numarasından yeri tespit ettiriyor. Hattın sahibi olarak bulunan kişi nüfus cüzdanını kaybetmiş ve onun kimliğiyle alınan bir telefon hattıymış. Bu olay son dönemde dikkat edilmesi gereken bir konu… Devletin polisi, savcısı, hâkimi kontörlü telefonla iş görüşmesi yapmayan insanlardır. Buna dikkat edilip tuzağa düşülmemelidir.


ZAFER KÖKEN kimdir?


1960 yılında Antalya Korkuteli’nde doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. 1996 yılında Antalya Barosu Yönetim Kurulu üyeliğine seçilerek üç dönem art arda görev yaptı. 2004 yılı yapılan Baro Seçimlerinde, Antalya Barosunun Türkiye Barolar Birliği Delegesi seçildi. İngilizce bilen Köken, Çevik ve Doğa isimlerinde iki çocuk babasıdır. Eşi Av. Tülay Köken’de 13 senedir Antalya Büyükşehir Belediyesi avukatlığını yapmaktadır.

YILMAZ SEVGÜL



Doğayla iç içe olmaktan, adrenalin içeren sporlardan hoşlanıyorsanız denge, estetik, esneklik ve gücü bir araya getiren bu sporlarda doğaya rağmen değil, ona uyum sağlayarak ilerleniyor. Fiziksel güç ve zekayı aynı anda kullanmak gerekiyor. Bir nevi insan kendi kendine meydan okuyor. Son zamanlarda dağlarda da durum şehirlerden farksız. Kazalar, peş peşe gelen ölüm olayları, kafalarda soru işaretleri bırakmaya başladı. Tamam dağlarda belki kapkaççılar, katiller, dolandırıcılar yok ama orada da, ‘Tabiat Ana’nın sözü geçiyor. Doğayla başbaşaysanız dikkatli düşünmek ve ani karar vermemek zorundasınız. Pratik ve aynı zamanda zeki hareketlerde bulunmak gerek… En önemlisi de bir çok şeyi aynı anda düşünmek zorundasınız.


22 senedir dağları ve doğayı yaşam tarzı haline getirmiş olan Yılmaz Sevgül, doğa ile buluşulduğu an en önemli olan şeyin eğitim ve teknik bilgi olması gerektiğinin altını çizdi. Sadece spor amaçlı değil, doğayla yaşamanın da bazı kuralları olduğunu vurgulayan Sevgül, öngörülerin doğada hayatta kalabilmek için en önemli özellik olduğunu vurguladı. Doğada yaşanan bir çok kazanın ya da ölümün öngörülerin yetersizliğinden ve bilgisizlikten kaynaklandığını belirten Yılmaz Sevgül, özellikle filmlerden etkilenen gençlerin bilinçsizce maceraya atılmalarının geri dönüşü olmayan sonlara yol açtığını ve bunun en büyük üzüntüsü olduğunu söyledi.


Geçtiğimiz günlerde çığ altında kalan kafile ile tekrar gündeme gelen dağ kazalarında gerekli önlemlerin alınmamasının ve bu işin standartlarının olmamasından kaynaklanan trajik olayların ölümlere yol açtığını belirten Sevgül, insan hayatının bu kadar kolay riske edilir bir durum olmadığını da önemle vurguladı.


Uzmanlık alanı kaya tırmanışları olan Yılmaz Hoca, bugüne kadar sayısız öğrenci yetiştirmiş ve eğitimin doğada hayatta kalabilmek için en önemli etken olduğunu öğrencilerine aktarmaya devam ediyor.


AKUT Arama Kurtarma Derneği’nin de Antalya Sorumlusu olan Sevgül, bugüne kadar katıldığı operasyonlarda, şartlar ne olursa olsun başkalarına faydalı olabilmek için öncelikle kendi risklerini gözden geçirdiklerini söyledi. Bizim kendi aramızda kullandığımız bir söz vardır diyen Yılmaz Sevgül “En iyi dağcı en uzun yaşayan dağcıdır” derken aslında bir çok kuralı da bu sözle özetlemiş oldu. Bugüne kadar bir çok operasyona katılan ve “Bizim için öncelik insan olmakla birlikte asıl hedef tüm canlılardır. Eğer kurtarılması gereken başka bir canlı varsa onu da asla es geçmeyiz”diyen Sevgül, yüklendikleri misyonun öneminin farkında olduklarını belirtti.


Doğa sporlarının amacının doğayla mücadele etmek olmadığı söyleyen Yılmaz Sevgül, “Bu işin yasal standartları oluşturulmadığı sürece dağa gidenlerin sayısının artmasıyla kazaların sayısı da artacaktır” diyen Sevgül yaptıkları envanter çalışmalarında özellikle yabancı turistlerin kaybolması vakalarının en çok yaşanan olaylar olduğunu belirtti. Bölgemizin coğrafi yapısı ve turistik özelliği nedeniyle daha çok dağ arama kurtarma konusunda uzmanlaşan AKUT Antalya Birimi, hareketli ve dinamik yapısıyla bir çok dağ arama kurtarma çalışmasına katıldı, büyük bölümü yabancı turist olan çok sayıda kazazedeyi kurtardı.


Doğa tutkunu ve kaya tırmanışları eğitmeni Yılmaz Sevgül’le dağ kazalarından, gönüllü organizasyonlara, Antalya’daki doğa sporlarından anılarına uzanan keyifli sohbetimizde samimi ve ilginç tespitleriyle doğa sporlarının hayatımızdaki yerine farklı bir pencereden baktık.



-Doğa sporlarında bu konudaki filmlerin etkisi, gençlerin ilgisini arttırıyor mu?


Filmler özellikle gençler üzerinde çok etkili. Geçtiğimiz yıllarda Görevimiz Tehlike filmi ya da Dikey Limit filmlerinden sonra birkaç gencin sırf macera uğruna hayatlarını tehlikeye attıklarının farkında olmadan yaptıkları tırmanışlar kendi hayatlarına ya da yaralanmalara sebep oluyor. Eğitimsiz birinin dağ ya da kaya tırmanışı yapması hele de gerekli ekipmanı yoksa resmen ölüme davetiye çıkarmaktır. Filmlerde özel teknikler kullanarak çekilen sahneler gerçekmiş gibi görünse de aslında gerçek hayat da olaylar hiç de filmlerdeki gibi olmuyor. Gençlerin ‘bende yaparım ne varki bunda’ diye yola çıktıkları maceralar çok üzücü olaylara sebep oluyor ve hala da olmakda… Bu filmler bizim başımızı çok ağrıttı. Türkiye’de bir ay içinde ipsiz tırmanan 4- 5 kişi kayalarda mahsur kaldı bazıları da düştü. Gençlerin her izlediklerinden etkilenmemesi için gerekli uyarıların da sık sık tekrarlanması gerekiyor.


-Doğa sporlarında en sık yapılan hata nedir?


Biz Türkiye’de eğitimi çok ciddiye alan bir toplum değiliz sorun buradan kaynaklanıyor. Bir alanla ilgili yeterli eğitimi almadan yarım yamalak hareket ediyoruz. Bunun doğaya yansımaları gerçekten çok trajedik… Son birkaç olay bize bunu çok net gösterdi. Biz bu alanla ilgili sorumlu birim olarak yıllardır insanları uyarmaya çalışıyoruz. Ama özellikle yabancı turistler ve gençler bu konuda en sık problem yaşayan gruplar.


-Geçtiğimiz günlerde yaşanan çığ faciasıyla tekrar gündeme gelen dağ kazaları için neler yapılmalıdır?


Pazar günü beni çığ uzmanı olarak NTV’de canlı yayına bağladılar. Ben çığ uzmanı değilim aslında. Sadece doğayı ve konuyu bilen biriyim. Yayında bana “Bu olayda ihmal var mı?” diye soruldu. Aslında o sorunun ne yeri ne zamanıydı. Olay olalı 3 saat olmuş ve bizim orada konuşmamız gereken buna neyin sebep olduğu… Ben biliyordum ki olayın üzerinden 3 gün geçtikten sonra bu olayda ihmal var mı yok mu bunu sorgulamayacaklardı. Öyle de oldu. Aslında o ekipde iyi dağcılarda olmasına rağmen, öngörü eksikliği bu faciaya davetiye çıkarmış. Zemindeki karın ıslak kar olması tabandan kaymalara sebep olur. 16 kişi nerden baksanız 1 ton 300 kilo civarındadır. Vadi yatağındaki birikmiş karı öngörebilselerdi bu baskıyı aynı anda yapacaklarına ya oradan geçmezlerdi mecburen geçmeleri gerekiyorsa teker teker büyük adımlarla geçerlerdi. Hepsinin aynı anda uyguladığı kuvvetin tabanda kaymaya neden olduğunu düşünüyorum. Çok detaylı bilgileri olsaydı ıslak karı gördükleri anda durmaları gerektiğini de biliyor olurlardı. Doğanın şakası yoktur. Eğer gerçekten gerekli bilgi ve ekipmana sahip değilseniz doğada hayatta kalmanız gerçekten şans eseri bir durumdur.


-En sık aldığınız ihbarlar nelerdir?


AKUT envanter çalışmamıza göre söylemeliyim ki en çok alınan ihbar kaybolma ve kayalardan düşerek yaralanma ihbarları. Antalya’da turizmle bağlantılı olarak problemler çok yaşanıyor. Antalyalılardan çok gelen turistlerin doğaya çıkıp başlarını belaya sokmalarıyla çok uğraşıyoruz. Çünkü bilmediği bir doğaya gelen turist çok rahat kayboluyor veya başı derde giriyor. Ayrıca bu konuda çok cesurlar şahsen ben bile yurtdışında bilmediğim bir ülkenin doğasına hemen çıkmaya cesaret edemem. Ayrıca bu sporları ticari olarak yapanların bir çoğu rehberlere az para veriyorlar ve eğitimli eleman çalıştırmıyorlar. Bu yüzden de organizasyona katılan kişiler bütün risklere açık oluyorlar. Ticari kaygıyla bu işi yaparsanız gerçekten insanların hayatıyla oynamış olursunuz. Bunun çok ciddi yaptırımlarının olması lazım.


- Bu konuyla ilgili gerekli yasal düzenleme nedir?


Yasal düzenlemelerde çok ciddi eksikler var. Belirli kriter ya da standartlar eksik. Bu sporları yaptıran kişilere bir sertifika verilmiyor. Onları denetleyen bir sistemde yok. Kar amaçlı çalışmaların başlarına ne gibi işler açabileceğinin farkında değiller. Şirketler kendi elemanlarını çok disiplinli bir şekilde çalıştırıp güvenlik sistemlerini öğretmeleri gerekiyor. Mesela riskli bir yerden geçiyorsanız profesyonel çalışan rehberlerin bütün güvenlik önlemlerini maksimum düzeyde almaları lazım. Birinin başına bir şey gelirse onu kurtarabilecek maksimum önlemlerinde öncesinde düşünülmesi planlanması lazım. Her profesyonel eğitmenin mutlaka bir B planı olmalıdır. Disiplin, güvenlik ve bilgi üçlemesi olmayan bir aktivitede hayatda olmanız gerçekten şans eseridir. Benim planladığım tüm parkurlarda önceden kendim en az iki kere o rotadan geçer tüm riskleri hesaplar gerekli önlemleri alır sonra öğrencilerle birlikte giderim. Doğada zor şartlar altında yapılan bu sporlar




önceden planlanmamışsa sadece yapılan işi şansa bırakmaktır. Sonuçta bilginizin yetmediği bir noktada başka birine hayatınızı teslim ediyorsunuz.


-Antalya’daki ekoturizmin canlandırılması için neler yapılmalıdır?


Kaya tırmanış rotalarının, trecking güzergahlarının projelendirilmesi lazım. Nerede su var, nerede risk var bunların bilinmesi lazım. Yazın en çok karşılaşılan sorun dehitrizasyondur. (vücuttaki su kaybı) Bunların bir sisteme oturtulması gerekiyor. Bütün bu kazaların önüne geçilmesinin en güzel yolu belirli kurallara oturtulmasıdır. Bunun yanında ekolojik sistemi de tehdit etmememiz gerekiyor. Doğal güzellikleri yok ederseniz, kaynakları tüketirseniz ekoturizm potansiyelini de yok edersiniz. Mesela taş ocakları bunun en güzel örneğidir. Ya da rant uğruna portakal bahçelerinin, sahillerin tüketildiği bir ortamdayız. Siz bu kaynakları yok ederseniz yarın, bir gün turizm biterse oturup binalar mı yiyeceksiniz? Verimli topraklar üzerine bina yapılıyor. Yağmur yağdığında dağlardan Antalya’ya baktığınızda liman bölgesi kocaman bir göle benzer. Orası su toplama havzası ve günlerce yağmur yağarsa orası göl oluyor ve o gölün üzerinde şu anda binalar var. Doğa intikamını bir şekilde alıyor. Gelecekte olacak doğal afetler için zemin hazırlıyorsunuz. İmar planlarında doğal kaynakların verebileceği riskleri hiç hesaplamamışlar. Her yer beton olduğunda su nereye gidecek? Birikecek ve bir yere saldıracak bu da sel olarak adlandırılacak. Küresel ısınma sebebiyle dünyada örnekleri olan öyle şiddetli sağanaklar yağar ki altyapı kaldırmaz.


-Bugüne kadar sizi en korkutan ve en gururlandıran tırmanışlarınız hangileri oldu?


Ben hep tedbirli bir insandım. Bu yüzden çok fazla tehlike atlatmadım. Bizde bir kural vardır. En iyi dağcı en uzun yaşayan dağcıdır denir. Bu direk bakış açınızla ilgili riski minimuma indirmenin mutlaka yolları vardır. Ben hep güvenlikten yana kullandım tercihimi. Ama öngöremediğiniz objektif riskler var. Güzeller Kuzey Duvarında 7 metre kontrolsüz bir düşüşüm oldu ve gerçekten kontrolsüz bir düşüştü. 600 metrelik dimdik bir duvara malzemeyle ilk defa çıkıyoruz. İlk defa çıkılan bir rota ve yukarısı geçit vermiyor. Islak bir zemine geldiğimde kaydım ve düştüm aşağı… Birinci malzeme kayadan çıkıp suratıma vurdu dudağımı parçaladı, ikinci malzeme beni tuttu ama çok aşağı gittim. Bir uçurumun kenarında tamamen boşlukta başaşağı dönerek sallanıyorum ve ağzımdan kan boşluğa akıyordu. Bu beni ürperten bir olaydır. Burada en büyük şansım kırığımın olmaması, o zaman kesin hayatımı kaybederdim. Neticede bu tür trajediler bu işin doğasında var. Bunun aksine bir başka tırmanışta Nasuh Mahruki ile tırmanıyoruz. 600 metrelik bir duvara kış koşullarında tırmanıyoruz. Hava -30 derece ve bir gece de duvarın üzerinde geceledik. O kadar acılı bir tırmanış ki, Kuzey Duvarı güneş görmez ve inanılmaz soğuktur. Duvarı bitirip o güneşi gördüğümdeki ısınma ve mutluluk hem tırmanışı bitirmiş olmamız hem o sıcaklık benim en çok mutlu olduğum anlardan biridir. Çünkü biz zor mutluluğu yakaladık.


-AKUT Antalya Biriminin çalışmaları nasıl gidiyor?


Türkiye’nin neresi olursa olsun, eğer dağ arama kurtarma çalışması gerekliyse biz her yere gidiyoruz. Bizim ekibimiz dağ arama kurtarma üzerine deneyimli. Ağrı dağlarına ya da Ala dağlardaki dik duvarlarda mahsur kalanları almamız gerekebiliyor. Büyük bir afette her yere gidiyoruz. Pakistan bölgesinin arama kurtarma liderliğini ben yaptım ve en zor görevlerden biriydi. Birleşmiş Milletlerin ilk AKUT bölgeye alınsın talimatını ilk duyduğumuzda yadırgadık ve altında ne var acaba dedik ama sonradan öğrendikki AKUT tüm dünyadaki tek tam gönüllü hizmeti veren sivil toplum kuruluşuymuş. Diğer STK’lar yarı gönüllü olarak çalışıyorlarmış. Biz bu işi hiçbir ücret almadan yapan dünyadaki tek organizasyonuz. Ama buna rağmen 99 yılındaki depremden sonra yapılan yoğun bağışlar şimdilerde neredeyse durdu. Bizim sadece başımıza bir şey gelince aklımıza yardım etmek geliyor. Oysa biz sürekli bir şeyler yapıyoruz. Ama bunların çoğu basına yansımıyor. En son basına yansıyan çalışmamız Adrasan yangınındaki desteğimiz. Bizim yangın bilgimiz olmamasına rağmen insan gücü olarak biz bile şaşırdık orada nasıl müdahele ettiğimizi düşününce… Gönüllülük böyle bir şey işte, ihtiyaç olunduğunda canınızı malınızı düşünmeden yardıma koşuyorsanız siz gerçek bir gönüllüsünüzdür. Biz keçi bile kurtarıyoruz ara sıra, sonuçta kurtarılan şeyin canlı olması bizim için tek kriter, bunu insan ya da hayvan diye ayırmıyoruz. Dil,din, ırk gözetmeden yardıma koşmak bizim ilk ilkemiz ve kuruluşumuzun da kurulma amacıdır.




YILMAZ SEVGÜL KİMDİR?


09.06.1969 Tunceli’de doğdu. 1993’de Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi Spor Öğretmenliği’nden mezun olan Sevgül halen Akdeniz Üniversitesi BESYO öğretim üyesi ve AKUT Antalya Birim Sorumlusu olarak görevine devam etmektedir. Bir çok ilk tırmanışın sahibi olan Yılmaz Sevgül sırasıyla 1993-Niğde Aladağlar Direktaş Kuzey duvarı 500m.solo ilk türk çıkışı,1994-Antalya Sivri dağ Doğu duvarı 1050m. solo ilk türk çıkışı, 1994-Antalya Tahtalı Dağı Güney batı 600m Solo ilk kış çıkışı, 1995-Niğde Aladağlar Demirkazık Kuzey batı sırtı600m İlk solo çıkış, 1996-Antalya Kızlar sivrisi Kuzey yüzü ilk kış solo çıkışı 1000m, 1997-Niğde Aladağlar Direktaş Kuzey Doğu Diyadreli ilk solo türk çıkışı 500m., 1997-Antalya Sivri dağ Sinema perdesi ilk sportif rota 160m.,


1998-Antalya Dastaratacağı(Kaplan Kapanı)Dağı Doğu duvarı İlk çıkışı 800m, 1998-Niğde Aladağlar Güzeller kuzey duvarı ilk kış çıkışı 600m., 1998-Antalya Delik dağ Doğu duvarı 1200m ilk solo çıkış, 1999-Antaly Finike Sarı kayalar Doğu duvarı 900m, 2003-Antalya Dastaratacağı(Kaplan kapanı)Doğu duvarı yeni rotalarının ilk çıkışlarının sahibidir.

SERPİL SUNAY AKTAŞ- YILDIZ ÇANKAYA


Türkiye’de turizm 1980’li yılların ortalarında başladı ve özellikle son yıllarda çok ciddi ilerleme kaydetti. Bu süre içinde taşlar yavaş yavaş yerine oturdu. Sektörel altyapı eksikliği bir çok alanda kendini hissettirse de, zamanla sistem kendi işlevine göre yürümeye başladı. Özellikle Antalya’da turizmin oturmuş bir sektör olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz.


Turizm değişime ihtiyacı olan alanlardan birisi de animasyon programları oldu. Günümüz turizminde daha oturmuş, daha profesyonel, daha branşlaşmış bir animasyon sistemi yaratılması amacıyla kurulan Activelife Entertainment şirketi sektöre yeni bir soluk getirdi.


Activelife Entertainment Genel Müdürü Serpil Sunay Aktaş ve koreograf Yıldız Çankaya’nın hazırladığı, Türk motifli bir event olan “ Saraydaki Cin” müzikali Antalya’da hazırlanan ilk profesyonel müzikal olma özelliğini de taşıyor.


Provalarına başlanan ve Mayıs ayında izleyiciyle buluşması hedeflenen bu farklı proje Antalya’daki turizm sektörü için de yeni bir alternatif oluşturdu.


“Tesisleri, önceden yapılmış event ve entertainment programı ile tur operatörlerine sunmak , o tesisin diğerlerinden bir adım öne geçmesini sağlamaktadır” diyen Serpil Aktaş, sahne şovlarının tatilciler için çok önemli bir ayrıntı olduğunun da altını çizdi.


Daha önce Sultan’s Of The Dance ve Hürrem Sultan gibi dev prodüksiyonlarda görev yapan koreograf Yıldız Çankaya ise otellerdeki mevcut Türk Gecesi konseptinin Türkiye’yi yansıtmadığını ve bu yanlış organizasyondan duyduğu üzüntünün bu projede görev almasındaki en büyük etken olduğunu belirtti.


Serpil Sunay Aktaş ve koreograf Yıldız Çankaya ile turizm ve animasyon sektörüyle başlayan ve hazırlanan yeni projelerin ayrıntılarından oluşan keyifli sohbetimizde turizmdeki eğlence anlayışını farklı bir pencereden ele aldık.



-Antalya turizmindeki animasyon anlayışı yıllar içinde ne gibi değişiklikler gösterdi?


Serpil : Turizmdeki değişim ve şekillenme eğlenceyede yansıdı ve basit animasyon günümüzde profesyonel entertainment anlayışına dönüşmüştür. Animasyon Dünya şovlarının amatörce taklitleri anlamına da gelebilir. Müzikallerde Mama Mia, Cat’s, West Side Story, Starling Express gibi ünlü Brodway eserleri en fazla taklit edilen eserlerdi. Dünyaca ünlü bu gösteriler, yaz tatillerini değerlendirmeyi,eğlenerek para kazanmayı amaçlayangençlerden oluşangruplar tarafından sahnelendiğinde ortaya sempatik ama komik görüntülerin çıkması da kaçınılmaz oluyordu. Zaman içerisinde turizmde yaşanan gelişme eğlence sektörüne de yansıdı. Eğlence sektöründeki kişiler hem kendilerini geliştirdiler, hem de teknoloji ve iletişimde ki yenilikleri, kendi alanlarında kullanmaya başladılar. Bütün bunlar eğlence anlayışının önümüzde ki günlerde interaktif,görsel ve profesyonel açıdan daha da gelişmesine neden olacaktır.


-Eğlence sektöründeki bu değişimin sağlıklı olabilmesi için sizce ne yapılmalıdır?


Serpil : Herhangi bir konaklama gece şovlarını kendi bünyasinde çözmeye kalktığı taktirde, profesyonel dansçıları, koreografları, kostümcüleri, teknik ekipmanları ve yöneticilerini kadrosuna katmak zorunda kalır. Konsevatuvar eğitimli yabancı uyruklu bir dans grubunun maliyeti azımsanmayacak buyutlara ulaşmaktadır. Bu maliyetlere konaklama, çalışma izinleri de eklenince tesisin üzerindeki yük daha da artmaktadır. Bu yükü sırtından atmak isteyen bir işletme, profesyonel çözüm ortaklarıyla çalışmak zorundadır. Animasyon gibi turizm sektörü açısından ciddi önem taşıyan işlerin, turizmde marka olmuş bir çok bölgede olduğu gibi Antalya’da da profesyonel ve bu işi “iş” edinmiş insanlara bırakılması gerektiğini düşünüyorum. Bir tesisin hem bunca maliyetten kurtulması, hem profesyonel bir hizmet sunması, hem de değişen şovlarla ve dans grupları ile misafirlerine güzel Antalya geceleri yaşatabilmesi, ancak bu yolla mümkündür. Turizmde eğlence alanının sadece normal animasyonlarla değil, yurtdışından gelen sanatçılarında katıldığı eventlerle renklendirilmesi de gerekmektedir. Bu programları otellerin satış unsuru olarak kullanabilecekleri aşikardır. Turizmin marka olduğu bölgelerde, event ve entertainmentlar o bölgenin satışına destekleyici unsur olarak kullanılmaktadır. Hatta tüm tesislerin birleştiği dev festivaller yapılmalı, bunlar geleneksel hale getirilmeli ve tüm şehir bu dev festivalin konseptine uygun aksiyonlarla satışa sunulmalıdır.


-Peki sizin bu konuyla ilgili yeni projeleriniz var mı?


Serpil : Türk folklorunun inanılmaz zenginliğinden yararlanıp kendi değerlerimizle global turizme katkıda bulunmak en önemli ideallerimizden biri. Bu sezon için Gloria Golf Otelleri için hazırlanan ve tamamen Türk motifleriyle süslü yeni bir müzikal hazırlığımız var. Bu organizasyon sunuşu ve ağırlaması ile bir bütün halinde Anadolu kültürünü yansıtacak. Korografisi, dansları, müziği ve kostümleri tamamen Türk motiflerinden oluşacak bu gösteri turizmde eksikliğini hissettiğimiz ulusal ayağın tamamlanmasını sağlayacak. Daha önce Sultan’s Of The Dance ve Hürrem Sultan gibi dev prodüksiyonlarda görev yapan koreograf Yıldız Çankaya’nın hazırladığı bu müzikalde, profesyonel dansçılar görev aldı. Gösterinin müziği, kostümleri, dekoru kendi alanında isim yapmış sanatçılar tarafından hazırlanan bu event turizm sezonunun en önemli süprizlerinden biri olacak.


-Bu müzikal Antalya’da hazırlanan ilk müzikal olma özelliğini de taşıyor değil mi?


Yıldız : Evet bu müzikal senaryosunu benim yazdığım tamamen Anadolu motiflerini yansıtan büyük bir proje olarak hazırlandı. “Saraydaki Cin” ismiyle hazırladığım bu müzikal de Türkiye’nin yedi bölgesinden alınan yöresel özelliklerin ve müziğin yansıtıltıldığı bir görsel şölen hazırlığındayız. Provalarına başladığımız eserimiz için tamamı yabancı profesyonel dansçılardan oluşan bir ekip kurduk. Bulgar dansçıların yer aldığı bu proje üzerinde bir yıldır çalışmaktaydım. Türkiye’nin yansıtıldığı böyle bir müzikalin olmaması beni bu projede daha da özenli çalışmaya zorladı. Antalya için bir ilk olacak olan Saraydaki Cin müzikali kostümlerinden müziğine kadar en küçük ayrıntısıyla bile titizlikle ilgilenilen özel bir çalışma. Türkiye’nin yedi bölgesinden gelen hocaların çalıştırdığı bu müzikali izleyenlere Türkiye’nin tamamını gezdirmiş olacağız.


-Turizmdeki mevcut eğlence anlayışını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?


Yıldız:. Animasyonu yanlış uyguladığınız takdirde turistler üzerinde yanlış bir imaj bırakılmış oluyor. Halk danslarımız aslında 10 bin senelik altyapısı olan bir derya kuyusu ama uygulama hataları olduğu takdirde bu Türkiye’nin ve Antalya’nın imajını da zedeliyor. Dünyada yapılan halk dansları yarışmalarında da Türkiye genellikle birinci olur bu da motiflerdeki ve müziklerdeki zenginlikten kaynaklanır. Bir çok ülkenin yöresel dansları sadece birkaç adımdan oluşur.


-Bu proje nasıl ortaya çıktı?


Yıldız: 11 yaşında başladım dans hayatıma. Dans bir hayat biçimi aslında. Dansçı olunamayacağına dansçı doğulacağına inanıyorum. Üretken bir yapım olduğu için çok büyük organizasyonlarda çok önemli görevlerle yer aldım ve bir yıl önce bu konudaki birikimimi kullanmak amacıyla Saraydaki Cin müzikalinin senaryosunu yazmaya başladım. Bu projeyi hayata geçirmek gündeme geldiğinde Serpil ile çalışmak benim adıma da büyük bir şans. Bu projenin yapılabileceğini hayata geçebileceğini öğrendiğimde bir hayalimi gerçekleştirmiş olmanın mutluluğunu yaşadım ve ilk olan bu proje benim üzerime de daha farklı sorumluluklar yükledi.


-Peki en büyük hayaliniz nedir?


Yıldız: Bir konservatuvar kurmak istiyorum. Kimsesiz olan ama yetenekli olan çocukların yetiştirilebileceği bir kurum kurmak en büyük hayalim. Dünya’ya Türkiye’den yetenekli sanatçıların yetiştirilebileceği bir konservatuvarın yetenekli olan ama keşfedilmemiş sanatçıların yetişmesinde büyük rolü olacağına inanıyorum.


-Projenin sanatçı kadrosunu Türk dansçılar mı oluşturuyor?


Yıldız: Proje için seçilen dansçılar sadece bu proje için geldiler. Tamamı Bulgar dansçılardan oluşan bu ekip bale ve modern dans altyapısı olan aynı zamanda da halka dansları konusunda profesyonel olan dansçılar.


-Türk gecelerinin Türkiye’yi yansıttığını düşünüyor musunuz?


Yıldız: Yıllardır gözlem yapıyorum. Otellerde uygulanan Türk gecelerinin dejenere olduğunu düşünüyorum. Türk gecesi denildiğinde arap müziği çalan dansözlerin oynadığı, sultanların kötü talkit edildiği bir Türk gecesi anlayışı var. Ekonomik şartlardan dolayı bilgisiz elemanların kullanıldığı, yanlış oyunların oynandığı kalitesiz Türk geceleri yapılıyor. Akademik eğitimli bir dansçı olarak sektördeki bu hataları yıllardır görüyorum ve bu beni üzüyor. Bu aslında Kültür Bakanlığı’nın bir politikası olmalı. Bu çalışmalara bir standart getirilmeli. Bir yönlendirme olmalı ve profesyonel kurumlar tarafından denetlenmeli. Bu projenin içinde olmayı istememin asıl sebebi de bu. Eğlence, kültür ve sanat bir ülkenin vitrinidir. Bunlar yanlış uygulandığında yanlış bir imaj ortaya çıkıyor. Bizim arap müziğiyle hiç alakamız yoktur. Modernize edilmiş bir müzikal hazırladım. Asıl amaç Türkiye’yi doğru tanıtmak. Bu sadece bu projeyle çözülecek bir sorunda değil. Bu işlerle uğraşan kurumların bunun için daha hassas olması gerekiyor.


-Activelife Entertainment’ın bünyasinde başka hangi çalışmalar bulunuyor?


Serpil: Son yıllarda yurt dışından gelen grupların eğlence sektöründeki etkinliğini arttırdığını görüyoruz. Profesyonelliğin, dans ile bütünleşmesinden doğan performansı farklı gösterilerle sunuyoruz. Akrobasi ve komedinin birleştiği Bravissimo şovu, Kenyalı akrobatların nefes kesen gösterilerinin izlenebileceği Panbazuko Akrobasi Grubu, Afrika’nın kendine özgü neşeli ve ritm dolu danslarının olduğu Afrika şovu, Shaolin öğretisinin esrarengiz performansının sergilendiği Shaolin Monks grupları bünyemizde bulunan şovlardan sadece bir kaçı. Bu gruplarımızın tamamı yurtdışından gelen ekipler ve profesyonel dansçılar.


-Sektörel sorunlar içinde kalifiye personel sorunu da yaşanıyor mu?


Serpil: Sektörün günümüzde eskisi gibi donanımlı animatör yetiştirmekte zorlandığı gerçeği çok ciddi bir sorun aslında. Bu duruma tesis bazında çözüm bulunduğu takdirde tam bir karmaşanın da yaşanacağı bir gerçektir. Zamana ve değişime ayak uydurmakta zorlanıldığı bir gerçektir. Sezonluk çalışan eğitimsiz elemanlar yüzünden sezon ortasında birçok sıkıntı yaşanmakta bu da hem işletmeyi hem de turistleri zor durumda bırakmaktadır. Eğlence sektöründe faaliyet gösteren kişiler, kendilerini geliştirdikçe profesyonnelleştikçe ve bir bütün halinde hareket kabiliyeti kazandıkça düzenlenen organizasyonlar ve aktiviteler hayal dünyasının sınırlarını zorlayacak, tatilciler için başlı başına bir çekim alanı yaratacaktır.



Serpil Sunay Aktaş Kimdir?
1974 Almanya doğumlu olan Aktaş, Dokuz Eylül Üniversitesi Turizm ve Otelcilik Bölümünü bitirdi. 2003 yılına kadar bir çok otelin eğlence bölümü yöneticiliğini yapan Aktaş şuanda Karyaevents ve Activelife Entertainment şirketlerinin Genel Müdürlüğünü yapmaktadır. Evli ve iki kız çocuğu annesidir.

Yıldız Çankaya Kimdir?
1974 Bulgaristan doğumlu olan Çankaya, 1989’da ailesiyle birlikte Türkiye’ye göçtü ve Ankara’ya yerleşti. Ankara Konservatuvarı Bale Bölümü’nü bitirdikten sonra Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuvarı’nda modern dans eğitimi alan Çankaya, yüksek lisans eğitimini de Sofya Devlet Konservatuvarı’nda gerçekleştirdi. Sultan’s Of The Dance’ın yaratıcı kadrosunda yer alan Çankaya, daha sonra Hürrem Sultan’ın baş kareografı ve senaristi olarak çalıştı. Çankaya halen Devlet Halk Dansları Topluluğu’nda kareograf olarak çalışıyor.

VAHDET AFŞİN KARACAN

Hayata birde burdan bakın! Ciğerlerimiz yanıyor… Günlerdir nefeslerimizi tuttuk ve çoşkuyla ilerleyen alevlerin arasından hayata bakmaya çalışıyoruz. Dumanın siyahlığı tüm benliklerini kapladı, ciğerlerine dolan is kokusu onları, çaresizliğin kollarında seyirci bıraktı. Biz doğanın canını yaktık o da bizimkini… 2 canımızı da yuttu alevler… Köyleri, evleri, ahırları, tarlaları, hayvanları da… Önüne geleni sildi geçti acımasızca…

Simsiyah dumanlarla uyanan köyler, bir günde yok oldu. Köylülerin gözlerindeki acı ve çaresizliğin fotoğrafı kazındı hafızalarımıza… Umudunu, geleceğini, ekmeğini kazandığı toprakları yutan alevler karşısında, sevinemediler canlarını kurtardıklarına… Bütün birikimleri bir anda yok olup giden yöre halkı, Antalya tarihinin en büyük orman yangınından geriye kalan küllere gömdü umutlarını da… Yaşanan dramı ve bir gecede değişen hayatların acı hikayesini kelimelerle anlatmak keşke mümkün olabilse…


Serik’den, Manavgat’dan, Olimpos’dan alevler yükseldi birbiri ardına… Bu hafta “Antalya” yandı. Bizler sadece üzüldük, ağladık belki de… Ama alevlerin içinde, ölümle-yaşam arasında kalan hayatların acısını yaşamadık. Ciğerlerimize is kokusu dolmadı, alevlere karşı zamanla yarışmadık, evleri gözlerinin önünde alevlere teslim olan köylülerin gözlerindeki yaşı akıtamadık hiçbirimiz…


Bir hafta sonunda soğutma çalışmaları başlayan yangın bölgesinden geriye 12 bin hektarlık bir alana yayılan siyahlık kaldı. Yüzlerce kişinin denetiminde yürütülen çalışmaların sonuna gelindi. Peki ya bundan sonrası? Yeni bir yangına ne kadar hazırız?


Türkiye’nin en büyük orman alanı olan, ikinci sıradaki bölgesi Akdeniz… Her yıl yaşanan ve yaşanmaya da devam edecek olan orman yangınlarından en az zararla nasıl kurtulacağımızı öğrendik mi acaba?


Antalya gibi orman yangınları açısından riskli bir şehirde, hala yangınlar karşısında yeterli teknik müdahalede bulunulmaması ve yeterli önlem alınamamasının nedenlerinin de ortaya konulması son derece önemlidir.


Orman Mühendisleri Odası Batı Akdeniz Şube Başkanı olan Orman Yüksek Mühendisi Vahdet Afşin Karacan ile orman yangınlarının teknik boyutlarını, geleceğe dair alınması gereken önlemleri ve halka düşen görev ve sorumlulukları konuştuk.



-Serik’de başlayan yangında sizde bölgedeydiniz. İlk gözlemlerinizi paylaşır mısınız?


280 tane arazöz, 9 tane helikopter, 7 tane uçak, 45 tane iş makinası,150 kişi teknik personel, 2000 işçi ve 300 memurun görev aldığı bu çalışmada bilgi eksikliği yoktu. Akdeniz Orman Teşkilatı bilgi birikimi yönünden gerçekten donanımlılar. Çok sık orman yangını ile karşılaştıkları için deneyimliler ve araziyi çok iyi tanıyorlar. Isparta, Mersin, Muğla, Burdur’dan gelen ekiplere araziyi tanımadıkları için kılavuzluk yapılması gerekti. Tüm ekipler günlerce uykusuz çalıştı. Bu çalışmaları görmezden gelmek ya da karalamaya çalışmak haksızlık olur.


- Çevre bilincimiz yıllar içinde sizce nasıl bir gelişme kaydetti?


Bir yangını çıkmadan önlemek zor olan ama yapılması gerekende bu aslında… İnsanları bilinçlendirmek için birçok çalışmalar yapılıyor. Ama duyarsızlık hala devam ediyor. Eski yıllara göre ilerleme var. Daha hassas yaklaşılmaya başlandı ama yeterli değil. Bir sigara izmaritinden ne olacak diye düşünülmesi onlarca hektar ormanın bir gecede yok olmasını sağlıyor. Akdeniz bölgesindeki aşırı sıcaklar bir cam kırığından bile yangın çıkmasını sağlıyor. Bu önlemlerde herkesin kendisinin bekçisi olması gerekli… Bu cümleler yıllardır duyduğumuz, önemsemediğimiz cümleler ama sonuçları o kadar ağır oluyor ki yaşandıktan sonra üzülmek ya da pişmanlık duymak hiçbir şey ifade etmiyor.50 bin dönüm yaklaşık 16 milyon adet Kızılçam ormanı kaybımız var. Bilinçli ya da kasıtlı çıkan yangınlar çok çeşitli. Aynı anda birçok yerde yangın çıkabiliyor ve müdahale zorlaşıyor. “Bir şey olmaz” zihniyetimizi öncelikli olarak değiştirmeliyiz.


- Orman yangınlarında halk olarak tehlikenin boyutlarının farkında mıyız?


Bu yıl yaşanan orman yangınlarında Antalya’nın 50 yılı yandı. Yangın söndürülüp, soğutma çalışmaları bittiğinde ortaya çıkan manzara dehşet verici… Bir gün önce yemyeşil olan orman arazisi bir gecede tanınamayacak hale geliyor. Tehlikenin boyutlarının farkında değiliz henüz… Sadece doğaya verilen zarar değil, yaşanan can ve mal kayıpları olayın ciddiyetini ortaya koyuyor aslında… Önlemlerin arttırılması ve teknik ekipmanın geliştirilmesi için böyle acı tecrübelerin yaşanmasını beklememeliyiz. Bu son yangından sonra belki de çok ciddi değişiklikler yapılacak ama ödediğimiz diyet bunun kat be kat üzerinde…


- Acil olarak alınması gereken önlemler sizce ne olmalıdır?


En önemli ve en acil örgütlenme sağlanması gereken konu insanların bu konudaki eğitimleri… Özellikle yöre halkı başta olmak üzere herkese orman yangınlarının çıkış sebepleri konusunda akılda kalıcı çalışmalar yapılmalı… Kontrolsüz anız yakmaları birçok yangının sebebi, yangınların büyük çoğunluğu önce tarlalarda başlayıp oradan ormana sıçrama yapıyor, mesire yerleri yerine ormanlarda mangal yakılması, doğa sporları amaçlı her isteyenin ormana girebiliyor olması yangınların çıkışında tetikleyici olabiliyor. Orman alanlarının daralmasına, amaç dışı kullanımına yönelik yasalar yürürlükten kaldırılmalı, orman mülkiyet sınırlarının belirlenerek kafes telden çit çekilmeli, orman alanlarındaki piknik yapma amacıyla olan giriş çıkışlar kontrol edilmelidir. Şuana kadar çıkan bütün yangınlar %94 insan, %6 doğal(yıldırım düşmesi) kaynaklı. Bu kadar ciddi bir rakamı insanlar oluşturuyorsa önce onları eğitmeliyiz. Ormanlara giriş-çıkışı yasaklamak çözüm değil. Buralar tarla değil yüz ölçümü yüksek yerler. Tel çekiliyor ama vatandaş teli kesip giriyor. Hayvanlarını otlatanlar çiti devirip üzerinden geçiyor. Eğer alternatif üretemiyorsanız sadece yasak getirmek hiçbir şeyi çözmüyor. Keçiyi ormana sokup keçiden para kazanacağına köylüye öyle bir yol gösterilmeli ki keçiyi bırakıp ormanı korusun ama cebine de para girmeli. Köylü dağı çok iyi biliyor. Alan kılavuzluğu konusunda köylülerden faydalanılmalı…


- Orman yangınlarında söndürme çalışmaları hep eleştiri alıyor. Bu eleştiriler ne kadar doğru?


Orman yangınlarında ilk sırayı ihbarlar alıyor. Erken haber verilmesi kontrol etmeyi kolaylaştırıyor. Orman gözetleme kuleleri ve kameralar olsa da yangının çıkış anı söndürme çalışmaları için çok önemli… Orman yangını geç haber verildiğinde müdahale edilene kadar yangın büyüyor ve kontrol altına almak zorlaşıyor. Orman yangınlarına müdahale etmek dışarıdan görüldüğü kadar basit değil… Yanan bir ormanın sıcaklığı 600 dereceye kadar çıkabiliyor. Asfalt yolda 10 dakikada alacağınız mesafeyi yanan arazide o kadar kolay alamıyorsunuz. Serik yangınında hava 45 derece, ekipmanınız var ve 600 derece ısı yayan bir yangına müdahale edildi. Ağaçlar çok sık ve arazi engebeli. Çok özverili bir çalışma ortaya kondu. Ayrıca arazi şartlarına uyumlu personel çalıştırılması da önemli faktörlerden bir diğeri. Belli bir enerjiye sahip, belli bir yaştaki personel araziyi de biliyorsa çok daha faydalı oluyor. İşçi alımlarında belli kriterler getirilmeli. Yaş, boy, kilo, fiziki kondisyona dikkat edilmeli…


- Orman yangınlarında en büyük engel hava şartları mıdır?


Serik yangınında en büyük talihsizlik hava şartlarının olumsuzluğu oldu. Rüzgarın şiddeti ve nem oranının azlığı çalışmaları güçleştirdi. Ağaçlardan fırlayan kozalaklar düştüğü bölgeyi yakmaya başladı. 12 bin hektarlık bir alanda bölge bölge 5-6 bin hektarlık bir arazi tamamen yanmış durumda. Köylerde tam bir panik hakimdi. Köylüler evlerini ve eşyalarını kurtarabilmek için ellerine ne geçse yangına müdahale etmeye çalıştılar. Ama alevlerin büyüklüğü ve rüzgarın şiddeti bölgeyi tam bir enkaza çevirdi. İkinci gün bir an Orman Şube Müdürlerinden biri ile gözgöze geldik. Dumandan simsiyah olan müdür bey işçilerle birlikte arazözden hortum çekiyor ve yangına direk müdahale ediyordu. 500 metrelik hortumla yanan bölgeye girdiğini gördüğümde yaşadığım duyguyu tarif edemeyeceğim. Bölgede tam bir kenetlenme söz konusuydu. Tüm teknik ekip ve işçiler 2 saatlik uykularla 5 gün çalıştı. Beş gün arazide yangını kontrol altına almaya çalışanların halini anlatmak mümkün değil ancak orada olup görmek gerekirdi.


- Teknik destek eksikliğimiz hep gündemde ama çözülemedi. Siz ne düşünüyorsunuz?


En önemli ekipman eksiğimiz yangın söndürme uçakları… Bunlar özel dizayn ve sadece bu iş için kullanılıyor. Çok pahalı ama olması da şart… Uçak alımı için çok daha ciddi hasarlı yangınlar ve can kayıpları olması beklenmemeli… İnsan hayatı öncelikli olmakla beraber hiçbir canlının yaşam hakkına maddi değer biçilemez… Gece görüşü olmadığı için bu yangında kullanılan uçaklar hava kararana kadar çalışabildi. Hava kararınca sabaha kadar beklediler ve onca emek boşa gitti. Sabaha kadar yangın tekrar şiddetini arttırdı. 6 günde akşamları 8 saatlik kayıp sayarsak toplamda 48 saat hava müdahalesi yapılamadı. Buda iki tam güne eşit. Bu kadar büyük yangınlarda bir saat bile bu kadar önemliyken bu ciddi bir eksikti. Orman teşkilatının bunu da öncelikleri arasına alması lazım.


- Gece görüş sağlansa daha kısa sürede söndürülebilir miydi?


Elbette etkisi olurdu. Ama bu yangında başka bir sorunumuz daha vardı. Yerleşim birimlerine sıçradı. İnsan hayatı mı, ağaç mı gibi bir düşünce kimsenin aklına gelmedi. Olması gerekende buydu zaten… İnsan hayatı önceliğinden dolayı yerleşim yerlerine müdahale edilmesi ormandaki yangın çalışmalarını geriletti. Karataş Köyü’nde başarılı olunamadı ama diğer köylerde durum daha iyiydi. Orman idaresinin planlaması çok büyük faciaları önledi. Bir ağacı 50 senede kazanırsınız ama insan hayatının tekrar kazanılması mümkün değil…


- Serik yangınının Antalya’ya verdiği zarar ne kadar?


Olayın ciddiyetinin farkındayızdır umarım. İlk tespitlere göre 658 çiftçinin 2 milyon YTL’lik sera ve tarım arazisi yandı. Bu sebze- meyve fiyatlarını etkileyecek. Yerleşim yerlerindeki maddi kayıp çok daha fazla… İnsanlar bir gecede bütün mal varlıklarını, evlerini, ahırlarını kaybettiler. Bunun acısına ve zararına parasal değer biçmek mümkün değil.. Tam bir dram söz konusu… 16 milyon ağaç, sayısını bilmediğimiz yabani hayvan, bitki örtüsü kayboldu. Bu kaybı parasal olarak değerlendirmek çok zor… Küresel ısınmanın tetiklediği kuraklık orman yangınlarıyla daha da artıyor. Ekolojik dengeyi bozuyoruz ve bu ilerde başka sorunlarda doğurabilir.


- Yaşanan acılardan yeterince ders çıkarmıyoruz. Unutmak daha kolayımıza mı geliyor?


Bu olayın unutulmaması gerekir. Bu olayı basın kuruluşları ve sivil toplum örgütleri sürekli hatırlatmalı ki geleceğe dair önlemler alınsın. Yoksa bir sene sonra sadece o bölgeden geçenler yanan araziye bakıp “Yazık oldu, burası da geçen yıl yanmıştı” diyerek geçip gidecekler. Aynen bundan önce olduğu gibi… Ormanlar konusunda bütün sorumluluğu Orman Müdürlüğü’ne bırakmak adil değil… Halkın özellikle orman köylerinde yaşayanların çevre konusunda daha bilinçli olmaları gerekiyor. Bu konuda eğitimler verilmeli. Bizim ülkemizde ülke gündemi o kadar hızlı değişiyor ki, yaşanan acı olaylar tecrübe olmadan unutulup gidiyor. Yangın sezonu öncesinde bir önceki yaz yaşananlar hatırlatılmalı ve görsel çalışmalar hazırlanıp basında yer almalı…


- Mevcut yasalar sizce yeterli mi?


Mevcut orman yasaları gerçekten çok ağır. Üstelik ormana karşı işlenen suçların affı da yok. Cezalar son derece ağır. Yangınlarda eğer faili meçhul değilse verilen cezalar gerçekten çok ağır. Nesli tükenen bir hayvanın avlanması sonucu avcı yakalanırsa bununda cezası, kaçak avlanmadan çok daha fazla… Kanuni yapılanmadan çok, ihbarlar konusunda hassas olunmalı. Eğer suçlu bulunamazsa yanan yandığıyla, ölen öldüğüyle kalıyor. Suçlu yok çünkü ortada… Yapanın yanına kar kalmaması için çevremize karşı biraz daha duyarlı olmalıyız.


- Orman yangınları acaba rant amaçlı mı yakıldı sorusunu da beraberinde getiriyor. Yasal düzenleme bu konuda nasıl işliyor?


Ormanların rant amaçlı yakılma ihtimali bana pek doğru gelmiyor. Yanan ormanlar ağaçlandırma planında ilk sıraya alınır ve Antalya’da öylede yapılıyor. Şimdiye kadar olan yangınların arazileri ağaçlandırıldı. Orman arazisinin imara açılması söz konusu olamaz. Taş ve maden ocaklarına da gelince, onlar zaten istedikleri yeri alabiliyorlar. Her yerde verilmesi doğru mudur? Bunu tartışmalıyız. İstenen arazi orman arazisi çıkarsa yasaya bakılıyor. Yaban hayatını koruma arazisi bile olsa yasa diyor ki “Gerekli tedbirlerin alınarak arazinin verilmesi” Şimdi hangi tedbiri alacağız biz bu konuda… Endemik türler var, koruma altına alınmış bölgede taş ocaklarının verdiği zararı ağaçları tek tek yıkayarak önleyemeyiz herhalde… Bu konuda sivil toplum örgütlenmeleri yapılmalı ve yasanın değişmesi sağlanmalı… Gerekli tedbirleri alın yerine “Uygun değilse arazi vermeyin, başka yer gösterilsin” cümlesi arasında ciddi farklar var. Bu konuda çalışılmalı. Biz doğaya karışmazsak o kendi dengesini ayarlıyor. Onun dengesini bozan sadece insan faktörü…


- Ormanlardaki ikinci büyük sorun sizce nedir?


Özellikle yaban hayvanlarıyla ilgili çok büyük kaçak avcılık söz konusu. Her ağacın her yolun başına bir kişi konması mümkün değil. Avlanmanın yasallaşması lazım. Av turizmi yapan acentaların yaygınlaşması lazım. Ben aynı zamanda yaban hayatı envateri de yapıyorum. O yüzden birçok olaya şahidim. Dağlara çıkmamış birinin bu konuda fikir yürütmesi bana doğru gelmiyor. Ben dağlardaki yaşamı biliyorum. Bir yabani hayvanı avlamayı av sporu olarak uygulayabilirsek hem o yöredeki köylüler hem acentalar hem de devlet kazanacak. Kaçak avlanma birçok hayvanın neslini tüketiyor. Biz avlanma için envanter çıkarıyoruz ama kaçak avlanma bu çalışmayı sıfırlıyor. Genç mi, yaşlı mı? Dişimi, erkek mi? Hiç dikkat etmeden kaçak avlanma yapılması ciddi tehlike oluşturuyor. Bir envanter çalışması sırasında çevirdiğimiz bölgede bizde bir kaçak avcı yakaladık. Bunun çözümü ilk sırada ele alınmalı…


- Antalya’da koruma altına alınan Ala Geyiklerin son durumu nedir?


Düzlerçamı’nda bir üretme çiftliği var ama çiftliğin içinde de balık çiftliği ve restoran var. Böyle bir bölgeye halk elini kolunu sallayarak girememeli. Alageyik tüm dünyaya Antalya’dan yayılmıştır. Ama biz şu an elimizdekileri korumakta zorlanıyoruz. Böyle bir koruma alanı yapılmışsa buraya giriş çıkışın kontrollü olması lazım. Yaklaşık 40 sene önce Alageyik koruma altına alınmış. O zaman 8-10 bireylermiş üzerinden 40 sene geçmiş şuanda 66 birey resmi sayım sonucu var. 40 senedir koruyoruz daha on katına yeni çıkartabilmişiz. Vatandaşa rağmen devletin koruması gibi bir şey söz konusu değil. Vatandaş bunu korursa koruyacak, Korumazsa devlet ne kadar uğraşırsa uğraşsın işte sonuç ortada. Koruma yapılacaksa vatandaşı yanımıza almalıyız. Yine burada da eğitim eksikliğimiz ortaya çıkıyor. Orada çalışanlar Alageyikleri koruma konusunda elinden geleni yapıyor ama vatandaş o bölgeye elini kolunu sallayarak girebildiği sürece kontrolü sağlamak neredeyse imkansız…


- Orman arazilerinin golf sahasına dönüşmesi konusundaki fikrinizi paylaşır mısınız?


Şüphesiz bu sorunun cevabı benim açımdan tek. Orman arazilerinin golf sahası olarak kullanılması bana göre de yanlış. Golf sahası bir ihtiyaçsa ki öyle olduğu söyleniyor. Buna en iyi çözüm orman alanından ziyade kullanılmayan yerlerin çorak toprakların değerlendirilmesi. Eğer turist golf oynamak için geliyorsa sahaya gitmek içinde biraz yolculuk yapmayı göze alır. Biz hem en ucuz hizmeti veriyoruz hem de en iyi hizmeti verelim diyoruz. Turist otelden çıksın hemen golf sahasına geçsin diye bir şey yok. Antalya’daki sahil şeridi oteller tarafından kapatılmış durumda, orman arazilerini de golf sahasına çeviriyoruz. Biz bize ait olan şeyleri kullanamıyoruz. Golf sahası içinde masraf yapılıyor. Yeşillenmesi için emek harcanıyor ama söz konusu olan ağaç, yabani hayvan ve bitki örtüsü kaybıysa orman yangınıyla, golf sahası yapmak için o bölgeyi kullanmanın hiçbir farkı yok. Birinde keserek diğerinde yanarak kayıp yaşanıyor. Ama kayıp aynı… Denize sıfır otelde kalmak herkesin hoşuna gider ama amaç sporda yapmaksa gösterilen bölgeye gitmek konusunda kimsenin sorun çıkaracağını sanmıyorum. Golf sahaları için verimsiz araziler değerlendirilmeli…



Vahdet Afşin Karacan Kimdir?


1978 Ankara doğumlu. Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra Ankara Gazi Üniversitesi Orman Ekonomisi bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Yaban Hayatı Envanter çalışmalarını da yürüten Karacan Orman Mühendisleri Odası Akdeniz Şube Başkanı.

ÜMİT OKUR


Tunceli’den sahnelere uzanan renkli bir yaşam öyküsü… Türkiye’de animasyonun duayenlerinden olan deneyimli oyuncu Ümit Okur, 28 yıllık meslek hayatında sahnelerden kopamamış bir animasyon sevdalısı…


Tatil köylerinde izlenen şovların büyük kısmı ‘Ümit Okur’ imzasını taşıyor. Yıllarca sektöre emek veren ve tesadüfen keşfedildiği sinema dünyasında da fark yaratan Ümit Okur renkli yaşam öyküsünü bizlerle paylaştı.


Kahpe Bizans filminin “Teodorakis”i, Hemşo’nun “Taksici Kemal”i, Güneşi Gördüm filminin “Sokak Kabadayısı” olan Ümit Okur, bir çok filmde ve dizi de görev aldı. Alkış seslerini duymayı bırakamayacağını ve sahnelerde ölmek istediğini söyleyen Ümit Okur “Alkış seslerini duymazsam yaşayamam, ne olursa olsun animasyonu bırakmam” dedi.


Sektörel yıpranmanın en çok hissedildiği animasyon camiasında farklı konseptler geliştiren ve işletmenin marka değerini arttırmaya yönelik çalışmalar yaptığını belirten Okur, çalışmalarıyla mevcut animasyon anlayışını değiştiriyor. Dünyanın önemli tatil merkezlerinden olan Bahama Adaları, Küba, Kanarya adaları, Mayorka Adaları, İtalya, Tunus, Taylant, ve Maldiv Adalarında uzun yıllar animasyon şefliği yapan Ümit Okur tecrübelerini Antalya turizmi için kullanıyor. Bir çok animatör ve animasyon şefi yetiştiren Okur, animasyon dünyasının “Ümit Abisi”…


“Benzer animasyonlar sunan tatil köylerinden sıkılanlar için değişik eğlence konseptleri geliştirdik, oteller artık git gide birbirlerinin aynı oldu” diyen Okur, şu anda revaçtaki sistemin temalı partiler olduğunu belirtti.Yakın zamanda eğitim amacıyla gittiği Orlando Disneyworld’den bir çok yenilik getirdiğini söyleyen Okur’un en büyük üzüntüsü yıllardır emek verdiği sektörde ilerlemeler yerine yıpranmalar yaşanması ve bunun da turizm anlayışını etkilemesi...


Eğlence dünyasındaki gelişmeleri yakından takip ettiğini söyleyen sanatçı, mevcut durumdan şikayet etmektense çözüm yollarına gidilmesinin işletmelere ve turizm sektörüne önemli ayrıcalıklar kazandıracağını belirtti.


Renkli kişiliği, esprili ve içten konuşmalarıyla dikkat çeken, on parmağında on marifet olan sanatçı Ümit Okur’la anılarından, sektörün geleceğinden ve meslek hayatından konuştuğumuz keyifli sohbetimizle turizm sektörünün eğlence dünyasına adım attık.




-Mesleğe nasıl başladınız?


Almanya’da eğitimimi tamamladıktan sonra Tunus’da gittiğim bir tatil köyünde, club şefinin ricası üzerine misafirlerin yaptığı komedi şovuna katılmıştım, beni çok beğenmişler ve ‘Animasyonda çalışır mısın?’ dediler, o günden sonra ver elini dünya, hep güneşi takip ettim güneş hangi ülkede ben orada oldum. Hayatım hep hoş tesadüfler sonunda yön değiştirdi. İşinizi doğru ve severek yaparsanız mutlaka biri sizi fark ediyor. Sinemayla tanışmam da bir tesadüf sonucu keşfedilmemle olmuştu.


-Tatil köylerinde animasyonun yeri nedir?


Sunulan tatil konseptine göre değişir. Animasyonu olmayan konseptlerde vardır ve bunlar içinde ayrı bir aktivite programı gereklidir çünkü eğer insan iki haftalığına cennete bile gitse üçüncü günden sonra canı sıkılır bu sefer aktiviteyi dışarda arar. Kanarya Adaları’ndaki bir çok otel bu animasyonsuz konsepte örnektir insanlar otellere sadece yatmaya gelir sokaklar barlar ve diskolarla doludur. Aslında animasyon bir üründür bu ürünü iyi yapıp, güzel pazarlarsan senin tesisin diğerlerinden ayrıcalıklı olur. Deniz ve güneş tüm tesislerde var eğer işletme kendi tesisini diğerlerinden daha iyi yapmak isterse yemeğine ve eğlencesine önem verir. Müşteri çekmede daha başarılı olur, turist odasına sadece yatmadan yatmaya gider. Turistler günün büyük çoğunluğunu havuz başında, yemekte ve eğlencede geçiriyor ve bu unsurları çekici kılarsak turist o tesise tekrar gelir. Devamlı müşterilerin artar. Ayrıca diğer yan tesislerle aynı olmaması o tesisinin ruhu olur marka değeri artar o yüzden iyi bir animasyon ekibinin tesise faydaları çoktur. Turizmde herşey değişir ama eğlencesiz turizm asla düşünülemez.


- Sizin için iyi bir animatör nasıl olmalıdır?


Sululuğu animasyon zanneden bir çok kardeşim var. Ben çalışkan ve saygılı insanı severim. Animatör bir ev sahibidir bir ev sahibi nasıl olmalı ise animatör de öyle olmalıdır. Gerektiğinde spor hocası gerektiğinde misafiri dinleyen dert ortağı gerektiğinde dans kavalyesi gerektiğinde misafiri eğlendiren kaliteli bir şovmen olmalı, bunun içinde animatörde genel kültür, yabancı dil bilgisi, terbiye ve becerileri olmalı ve insanları kendine hayran bırakmalı. Kesinlikle dans, oyunculuk ve spor konusunda yetenekli olmalıdır. Grup çalışmasına yatkın kişiler olmalıdır. Kısacası özel insanlar olmalı….


-Sinemayla tanışmanız nasıl oldu?


Bir akşam otelde şovdan sonra bir genç adam yanıma geldi, ‘Barda bir şeyler içelim mi?’ dedi. Oturduk bir şeyler içip sohbet ediyoruz, birden ‘Benim filmim de oynarmısın?’ dedi. Kendi kendime, adam sarhoş benimle kafa buluyor diye düşündüm. ‘Yok, sağol, Hollywood’dan teklif geldi de kabul etmedim’ dedim. Neyse adam bir daha konuyu açmadı, çok keyifli birisiydi bayağı eğlendik, sohbet ettik. Daha sonraları bir kaç kez daha geldi ve en son gelişinde önüme bir senaryo attı ve ‘Bunu oku’ dedi üstünde Kahpe Bizans yazıyordu. Yarın hemen işi bırakıyorsun ve İstanbul’a kostüm provalarına gidiyorsun demez mi? İşte o zaman adamın gerçek kimliğini öğrendim. Meğer bana oyunculuk teklif eden Arzu Film’in sahibi Ferdi Eğilmezmiş. Onun sayesinde Türk sinemasına dahil oldum.


-Sinema sektöründe bir hedefiniz var mı?


Ben animasyonu asla bırakmayı düşünmüyorum. Yıllarımın emeği var, bütün ömrüm sahnelerde geçti. Hazırladığım şovlar, taklitler, organizasyonlar, partiler hepsi benim çocuğum gibi, insan çocuğundan ayrılabilir mi? Beni en çok mutlu eden şey, izleyenlerin alkışları… Alkışlarla besleniyorum diyebilirim. Ama sinema da başka bir tat, çok sevdiğim dostlarım var ayrıca… Sinemada da kendimi kanıtlamak istiyorum. Robert De Niro, Al Pacino gibi karakter rollerinde oynamayı amaçlıyorum. Her projede kendimi değil de farklı karakteri canlandırmak istiyorum. Zaten bana göre Türk sinemasının ilerleyememesinin tek sebebi de bu. Çünkü herkes kendini oynuyor. Bu nedenle de belli bir yerde tıkanıp kalıyorlar. Hollywood’da oyuncuların yaşı ilerledikçe daha da değerli olurlar. Bizde böyle olmaması üzücü bir durum. Demek ki, kalıcı olabilmek için her rolün adamı olmak çok önemli. İnsanlar sürekli kendilerini oynadıkları zaman asla ilerleyemezler. Benim yapmak istediğim kalıcı şeyler. İki gün sonra unutulacak projelerde yer almak istemiyorum. Bir başka projem de animasyonla ilgili ardımda bir şeyler bırakmak. Bir süredir bir özel üniversite için hazırladığım animasyon ders kitabı üzerinde çalışıyorum. Bu konudaki birikimimi gelecek nesillere aktarmak benim içim bu mesleğe olan vefa borcum. Tecrübelerimi paylaştıkça, bu mesleğe yeni animatörler yetiştirdikçe manevi huzur buluyorum.


-Sizi en çok etkileyen unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?


Olmaz mı? Ben Türkan Şoray hastasıyım. Kendisine karşı platonik bir aşk duyuyorum. Ortaokul sıralarındayken bir gün Yeşilköy Havaalanı’nda Türkan Şoray’la Murat Soydan’nın film çekimleri olduğunu duydum ve gittim. Kenardan onları izlerken birden Türkan Şoray’ın beni farkedip yanıma gelmekte olduğunu gördüm. Bana “Burada ne yapıyosun?” dedi. İnanılmaz heyecanlanmıştım, aklıma gelen ilk yalanı söylemiş bulundum. “Dedem hacdan gelecek onu bekliyorum” dedim. Aradan birkaç saat geçti ve yine yanıma gelerek; “Ne oldu? Deden gelmedi mi?” dedi. Heyecandan aklıma yalan gelmedi ve ağzımdan “Dedemi karantinaya almışlar” sözleri çıkıverdi. Benimle gerçekten çok ilgilendi ve beni okuluma bıraktı. O zamanın parasıyla tam 30 bin lira verdi. İnanılmaz sevinmiştim. Hayran olduğum bir sanatçının arabasına binmiştim. Bu benim için büyük bir olaydı. Ondan sonra bir daha Türkan Hanım’la hiç karşılaşmadım. Karşılaştığımda bunları mutlaka anlatmayı düşünüyorum.


-Animasyon sektöründeki değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?


Bundan 4 yıl öncesine kadar olan süreçte, ekip hazır olur. O sezon sahnelenecek şovların provaları Şubat ayında biterdi. Mart 15’de ilk şovlarımıza başlardık. Misafir Mart 15’de otele giriş yapardı. Şimdi Mayıs 15’de açılıyor otellerin bir kısmı ve daha ekiplerini almayan oteller var. Şimdi bu durumda animasyon diye bir sektör kalır mı? Türk turizmi pastayı büyütmedi. Gelecek olan kişi sayısını yeni ürünlerle çoğaltmadılar. Eski ürünlerle devam ettiler. Ama eski ürünün paylaşanları yeni açılan tesislerle çoğaldı. Bu yansımayı ilk hisseden sektör animasyon ve eğlence sektörüdür. Yıllar içinde animasyon dünyası çok yıpratıldı. Bu durumda hangi adamı yetiştireceksiniz? Hangi ürünü oluşturacaksınız? Zamanında çok önemli kişiler yetişti animasyonda… Benim yetiştirdiğim bir çocuk vardı mesela. Evren Pekgelegen. Bu işi o kadar sevdi ki, Hamburg’a gitti orada dans eğitimi aldı ve şu anda Almanya’nın gözde müzikallerinde başrol oyuncusu. Böyle insanlar yetişti bizlerin elinde…


-Sektörün geleceği için çözüm öneriniz nedir?


Bu işi ilk günden beri ciddi yapan tesisler var. Mesela bugün bizi ağırlayan Marco Polo oteli bunlardan birisidir. Bu gibi oteller var ama otel sayısını göz önüne alırsak oldukça azınlıktalar. Animasyon müşteriyi otele bağlayan ve repeat müşteri oluşturan önemli bir bölümdür. Bunun farkında olan tesisler zaten şu anda farklı konumdalar. Tesislerdeki aynılığı öncelikle değiştirmemiz lazım. Birbirinin aynısı konseptler ya da şovlar artık misafiri memnun etmiyor. Misafir memnuniyetini arttırmak misafir sayısında ve sezon uzamasındada katkı sağlar. Dünyanın önde gelen acentalarından olan TUI Travel’in yaptığı anket aslında bir çok şeyi belirliyor. Tatil seçeneklerini belirlemede güvenlik ve hizmet- hizmet bedeli dengesi söz konusu olduğunda Türkiye ilk sıralarda yer alırken, eğlence tercihinde sonlarda yer alıyor. Buradan da turistlerin eğlenmek için Türkiye’yi tercih etmedikleri ortada… Halbuki bizim imkanlarımızın Ibiza’dan, Kanarya Adaları’ndan farkı yok. Sadece animasyonun bir ürün olduğunu görüp doğru kullanmamız gerekmektedir. Ben bu konuda fikir ya da yardım isteyen tüm işletmelere seve seve yardım etmeye hazırım. Animasyon bir sanatdır ve bunun farkında olan işletmeler hep bir adım önde oldu ve hala da öyleler.


-Animasyon ve animatörler neden popüleritesini yitirdi?


Türkiye’de 1994 yılında ilk hizmet içi seminer yapan ve uzun yıllar çok önemli kişiler yetiştiren de benim. Şimdi notlarım çoğu okulda ders olarak kullanılıyor. Kimler geldi, kimler geçti? Gümüş dizisinden tanıdığınız Songül Öden benim animatörümdü. Engin Koç, Ozan Orhon animatörlerimdi benim… Bu gidişat yüzünden doğru insanlar meslekten soğudular. Animatörlere şaklaban gözüyle bakılmaya başlandı ki bu iş bir sanatdır ve bu işi hakkıyla yapanlarda birer sanatçıdır. Artık iyi animatörler yetişmiyor. Ucuz iş gücü ve yabancı grupların sektöre girmesi kalifiye eleman sorununu doğurdu. Ben bunlar olmasın demiyorum ama bunlar sadece sektör içindeki bir renk olmalıydılar. Halbuki şu an sektörü ele geçirmiş durumdalar. Bu durumun zararları gelecekte daha da hissedilir boyutlara gelecek ve bizim kendi yeteneklerimiz zaman içinde kaybolup gidecekler. Bizler animasyon Don Kişotları olarak hala umutluyuz ve pes etmedik. Hala yeni konseptler belirleyip hala eğitim alıyorum. Dünyadaki eğlence anlayışını yakından takip ediyorum ve trendleri Antalya’da da uygulamak istiyorum.


-28 yıllık meslek hayatınızda keşkeleriniz oldu mu?


Ben tekrar dünyaya gelsem gene animatör olurdum. Profesyonel tiyatro eğitimim olmasına rağmen hiç yapmadım ve hiç pişman olmadım. Bu iş bana çok şey kazandırdı. Bütün dünyayı gezdim. Farklı kültürleri farklı dilleri öğrenme fırsatım oldu. Dünyaca ünlü starlar dostlarım oldu. Eğlenmek için gelen eğlendiğini hissettiğiniz insanların size olan hayranlığı ve takdirini hiçbir mesleğe değişmem. Ben işimle evlendim. Aile hayatı kuramadım ama yaşadığım anılar her şeye değerdi. Ben kişilik olarak da insanları eğlendirmeyi seviyorum. Bunca birikimden sonra istiyorum ki mesleğe bir katkım olsun. Vefa borcumu ödeyeyim.


-Siz tatile giderken nelere dikkat edersiniz?


Elbette eğlenceye dikkat ederim. Ayrıca mutfağı benim için önemlidir. İyi yemek yiyebileceğim ve kaliteli eğlenebileceğim tatili tercih ediyorum. Kaliteli eğlence ve yemek sunan yerler her zaman pahalıdır. Ama eğlenemek isteyen kişilerde fiyatı umursamazlar. Ama verilen hizmet alınan ücretin altındaysa işte asıl sorun budur.



Ümit Okur Kimdir?



Elazığ, Mersin, İstanbul ve Bursa'da tamamladı. Bu arada Bayer ilaç fabrikalarında bir yıl staj görmüştür. Daha sonra Achen Teknik Üniversitesi'ne bağlı Atom Tekniği fakültesine başladı, fakültenin son yılında karar değiştirerek tiyatro bölümünü bitirip oyunculuğa başlamıştır. Sırası ile Köln,Wubertall şehir tiyatroları ve Westfalen bölge tiyatrolarında aktör olarak çalışıp "Kanaken","Sınıf Düşmanı" gibi önemli eserlerde başrolde oynamıştır. Daha sonra dünyayı tanımak amacı ile oyunculuğu bırakarak animasyona başlayıp Bahama, Küba, Kanarya Adaları, Mayorka, İtalya, Tunus, Tayland, ve Maldiv Adaları’nda bulunan çeşitli tatil köylerinde animatör ve animasyon şefi olarak çalışmıştır. Kemer'de bulunan Marco Polo Tatil Köyü'nde çalışırken tanıştığı film yapımcı Ferdi Eğilmez'in dikkatini çeken Ümit Okur sinemaya atılarak "KAHPE BİZANS", "HEMŞO" gibi filmlerde önemli rollerde oynamıştır.
İngilizce, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, ve az olarak da Fransızca bilen Okur, yazları animasyon, kışları ise oyunculuk yapmaktadır.