30 Mayıs 2011

TUNCA TOSKAY


Son aylardaki tek gündemimiz seçimler… Peki, ama kaset skandalıyla gündeme gelen MHP’nin seçim çalışmaları nasıl gidiyor? Bir milletvekili gözüyle Antalya’yı nasıl görüyor? Antalya’daki son durum nedir? ‘Türkiye’nin ekonomisi öldü’ söylemiyle ne demek istedi? Tüm bu soruları MHP Antalya milletvekili Tunca Toskay ile konuştuk.
MHP Antalya Milletvekili Tunca Toskay, iktidarın bütün devlet imkânlarını seçim kampanyasında pervasızca kullandığını, seçimler yaklaştıkça AKP ve Başbakan'ın büyük bir panik ve gerginlik içinde gittikçe hırçınlaştığını belirtti. Başarı için her şeyi mubah gören bir tutum sergilendiğinin altını çizen Toskay, hem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı hem de AKP’yi sert bir dille eleştirdi.
Kaset olaylarıyla gündemde olmaktan son derece üzgün olduklarını belirten Toskay, “Türkiye ekonomisi öldü. Kimse bunun aksini iddia edemez. Ama gündem gerçek sorunlarla tartışmaya açılmıyor” dedi. 39 yıldır Milliyetçi Hareket Partisi’nde olduğunu ve siyasi görüşün yanında, partisiyle arasında bir gönül bağı da olduğunu söyleyen Toskay, kaset olaylarıyla ilgili merak edilen tüm sorularımızı içtenlikle yanıtladı. "Seçimlerde MHP’nin şu andaki siyasi ortamda, siyasi tarihinin en başarılı sonucunu alacağını düşünüyorum” diyen Toskay, en çok merak edilen konulardan bir olan Türk-Kürt sorunuyla ilgili yaşananları da değerlendirdi.
Siyasetteki tecrübesi ve duruşuyla örnek alınan değerli siyasetçi Toskay, seçim arifesindeki tüm yoğunluğuna rağmen, samimiyetle sorularımız yanıtladı ve Türk Siyasi tarihine not düşülecek önemli mesajlar verdi.

Ortaya atılan bu kaset görüntülerinin sadece muhalefete ait olması sizce de tesadüf mü?
Toplumda yaşayan insanların güven duygusu sarsıldı. Hiç alakası olmayan telefon görüşmelerinin montajlanarak bambaşka bir hale getirilmesi fikri bile son derece yanlış. Halkımız kendi telefon görüşmelerinin bile bir gün internette yayınlanmayacağının güvenini hissetmek istiyor. Arkadaşlarınızla plajda, otelde, bir ortamda eğlenirken oradaki görüntülerinizin çok değişik şekilde yorumlanarak internette yayınlanmayacağından emin olamazsınız. Düşünebiliyor musunuz, bütün toplum böyle bir fobi içindeyse, o zaman hangi demokrasiden bahsedebiliriz? Avrupa Birliği’ne yaklaşan demokratik standartlarımız edebiyatını bıraksınlar, önce bizim en temel anayasal hakkımızı korusunlar. Bu kasetlere prim verilmesi sonrasında yerel seçimlerde herkes birbirinin arkasından neler yapar, bunu düşünmek bile son derece acı ama mevcut durum böyle devam ederse ihtimal dâhilinde gibi görülüyor. Hükümetin çok kararlı bir şekilde bu olayın üstüne gidip, yapanı bulup, cezasını vermesi lazım… Sayın Başbakan, CHP’deki kaset olayında ilk iki gün son derece doğru bir tavır içindeydi ama sonrasında bunu istismar etti. Şimdide aynı söylemleri yaptığı bütün mitinglerde MHP’deki kaset olayı ile ilgili yapıyor. Bu yöntemlerle siyasette başarılı olunamaz, olunsa bile ondan hayır gelmez.
Siyasi açıdan değerlendirdiğinizde, kaset skandalıyla ilgili görüntülerin kişilerin siyasi kariyeri bitirmesi doğru mu?
Nereden bakarsanız bakın üzücü bir olay. Ancak bizler siyasetçi olarak meseleye şöyle bakarız. Bu olay hangi hukuki çerçevede değerlendirilmelidir? Siyasetçiler ve ülkeyi yönetenlerin de meseleye bu açıdan bakmaları gerekir. Öte yandan bu hadiseyi yaşayan arkadaşlarımızın kendileri bir sosyal bedel ödeyecekler. Bunda şüphe yok. Böyle bir olay ortaya çıktığı zaman Türkiye’yi yönetenler ve hukuk sistemi ne yapmalıdır? Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi’nin 8. maddesi ve buna dayanarak yazılmış olan anayasanın 20. maddesi özel hayatının mahremiyetinin ihlal edilemeyeceğini bir anayasa hükmü olarak koyuyor. Bunu siz ihlal edemezsiniz diyor. TCK’da bu konuda, özel hayatınız mahremiyetiniz size aittir. Bunu hiç kimsenin deşifre etmemesi gerekir diyor. Hatta kimseye söylemese bile üçüncü şahısların bilmemesi gerekiyor. Eğer birisi sizin mahremiyetinize girip, bilgi edinirse, herhangi birisine söyleyip söylememesine bakılmaksızın bu durum suç teşkil ediyor. Eğer bu bilgileri sesli ve görüntülü olarak tespit etmişse ceza çok daha artıyor. 1 yıldan 3 yıla kadar çıkabiliyor. Bu tespit ettiğiniz sesli ve görüntülü belgeleri medyaya vermeniz durumunda ise ceza daha da yükseliyor. Yaşananları göz önüne aldığımızda, hükümete düşen görev hukuk sistemini çalıştırıp bu işi bir an önce çözmek olabilir. Bu olayın çok profesyonelce olduğu söyleniyor. Çok sistemli hazırlandığı konuşuluyor. Ankara’da bu kadar insan varken sadece MHP’nin üst düzey bürokratlarına odaklanılmış, başka kimsenin evine gidilmemiş. Yalnız MHP’lileri takip etmiş her kimse. Bu yüzden de sistemli ve kurgulanmış bir komployla karşı karşıya olduğumuz hissiyatındayız.
Bunun gibi özel hayat ihlalleri sizce gelecekte de kullanılabilir mi?
Bizlerin yaşanan bu olayları savunmak gibi bir durumu yok. Ama Türk hukuk sistemine göre suç teşkil eden bir fiil var. Bu fiilin kimler tarafından yapıldığını bulup yargıya teslim etmek görevi de iktidara ve Türk yargısına ait. Eğer bu yöntemler Türk siyasi hayatında bu kadar kolay ve takip edilmeyecek şekilde uygulanmaya başlanırsa önümüzdeki dönemde Türk siyaseti ne hale gelir siz tasarrur edin. Böyle bir araç böyle bir yöntem çok tehlikeli bir yöntem ve siyasi kazanç sağlamak için kullanılmaması gerekir.
Yaşananlardan sonra halkın sempatisini kazanan bir MHP gündemde... Siz de bu görüşe katılıyor musunuz?
Uygar hiçbir toplumda böyle bir yönteme izin vermez ama ben sevinerek iki hususu belirtmek istiyorum. Türk halkı buna gereken cevabı verecek. Ben halkın içinde olan biriyim ve halkla beraber siyaset yapıyorum. Geçtiğimiz hafta Burdur, Isparta mitinglerine de katıldım. Antalya mitingine de katıldım. Tüm samimiyetimle belirtmek istiyorum ki, bir vatandaşımız da çıkıp bana “Sayın hocam, sayın milletvekilim bu nedir? Böyle şey olur mu?” tarzında bir tek soru bize yöneltmedi. Aksine bunu kınayan ve buna sert tepki koyan vatandaş sayısı çok fazla. Demokratik sistemin iyi çalışması için bizim vatandaşlarımızın gerçekten sağlıklı değerlendirmeler yapıp, sağlıklı karar vermeleri gerekiyor. Siyasetçiler olarak bizim de, başta iktidar olmakla birlikte diğer siyasetçilerin de halkımıza sağlıklı değerlendirmeler yapacakları ortamları sağlamamız gerekiyor. Mesela, ülkeyi sanal gündemlerle meşgul etmemiz gerekiyor.
Halkımız oy verirken bu skandalları düşünür mü sizce? Yoksa geçim derdi daha ön plana mı çıkar?
Türkiye’nin gerçek sorunlarını konuşalım. İşçinin ve memurun ücretlerini konuşalım. Sosyal güvenliğini konuşalım. Antalya’daki çiftçinin ürününün para edip etmediğini konuşalım. Ben biraz evvel festival çarşısındaydım. Oradaki esnafın niçin siftah yapıp yapmadığını konuşalım. Yapamıyorsa sebebinin ne olduğunu araştıralım ve hepimiz bununla ilgili çözüm önerilerimiz koyalım. Esnaf kimin çözümünün gerçekçi olduğuna karar verir ona göre oy kullanır. Ama biz şimdi sabahtan akşama kadar Başbakan’ın meydan meydan gezip “bir gün öyle, bir gün böyle” bu kaset olayını ele almasını dinliyoruz. Bu hoş bir şey değil. Sayın Başbakan’ın kaset olayı üzerinden MHP’ye hücum etmesi hiç centilmence değil, uygar bir politika da değil. Sanki bütün günahkârlar muhalefette siyaset yapıyor, bütün melekler de AKP’de siyaset yapıyor gibi bir tablo çıkıyor ortaya. Tabi bu işin latifesi ama bu yaşananlar gerçekten çok üzücü ve bu bile bu işin hem planlı hem de az çok dayandığı yerleri göstermesi bakımından enteresan…
Seçim sürecinde yaşanan her türlü çirkinlik, ilk defa oy kullanacak olan gençleri sizce nasıl etkiler?
Bu yıl ilk defa oy kullanacak olan gençlerimizin moralini bozan, ileriye dönük umutla bakmalarını engelleyen bir olay bu. Bu olayın dışında gençlerin moralini bozan başka olaylar da var. Mesela üniversite sınavının durumu, KPSS’nin durumu, ALES’in durumu ama bunların hepsi ben geliyorum diye diye geldi. İlk önce Polis Koleji sınavlarıyla başladı. Medya bunu ele aldı iktidardan tek bir reaksiyon yoktu. Peki, neden acaba, polis kolejinin sınavından başlayıp ALES’e kadar devam eden bu zincir şimdi yaşanıyor? Önceki yıllarda ne siyaset de ne de eğitim camiasında böyle zincirleme skandallar yaşanmadı? Sayın Başbakan cumhuriyet tarihinin rekorlarını kırdığını her fırsatta söylüyor ya; gerçekten latife bir yana bir gencimizi düşünün ki daha lise birinci sınıfta bu sınavın stresini yaşamaya başlıyor. Bütün aile yıllarca çocuğunun üstüne titrer, dişinden tırnağından arttırarak dershaneye gönderir sonra bir sınav skandalıyla bütün hayaller yıkılır, emekler boşa gider. Bu konu çok büyük bir konu… Sadece sınavın iptal edilmesi ya da şifrelenmesi meselesi değil bu. Bu gençlerin devlete güveni kalmıyor, topluma güveni kalmıyor, hukuka güveni kalmıyor. Kendisini yönetenlere hiç güveni kalmıyor. Çocukların hayallerinin yıkılması çok daha önemli bana göre. Bunun ne kadar büyük bir problem olduğunu gidin onların ailelerine sorun. Hala çocuklarını rehabilite etmeye, psikolojilerini düzeltmeye çalışan aileler var.
Basına yansıyan bu görüntülerin bilinçli olarak mı hazırlandığını düşünüyorsunuz?
Sayın Başbakan, her konuşmasında herkesten farklı olduğunu söylüyor. Rekorlar onun döneminde kırılıyor. Hiç yapılmamış şeyler onun döneminde yapılıyor. Sanki 1923 yılında kurulmuş bir cumhuriyete sahip değiliz de bu devlet veya bu millet 2002’den bu taraf var. Böyle bir zihniyetle Türkiye’yi yönetemezsiniz. Türk milleti de buna izin vermez. Vatandaşımızı bu konuda son derece bilinçli görüyorum. Bu yaşananlar seçim güvenliğini de tehlikeye atan hadiselerdir. Başka bir iktidar gelirse ve bu yaşananların AKP’nin başına gelmesi durumunda ortaya neler çıkar düşünebiliyor musunuz? Bana 336 tane milletvekilimiz melek diyebilirler mi? Bu kadar belediye başkanımız da melek. Onları da takip ediyorlar ve hiçbir şey bulamıyorlar mı? Bunu kime söyleseniz inandıramazsınız. Ankara’da biz 40 kişiyiz. Herkes birbirini bilir. Bir tabir vardır; “Biz birbirimiz biliriz”
MHP’nin Antalya mitingi medyada da günlerce konuşuldu. Bu coşkuyu bekliyor muydunuz?
MHP’nin mitinglerinin bir özelliği var. Biz parayla adam getirmeyiz ve getiremeyiz de öyle bir gücümüz yok. Biz kimseye yevmiye falan veremeyiz mitinge katıl diye. Lise öğrencilerine cep harçlığı verip mitinge çağıramayız. Kamu görevlilerini mitinge katılmazsan şöyle olur, böyle olur diye tehdit edemeyiz. Çünkü iktidar da değiliz. 3 bin tane polis getirmemiz de mümkün değil. Kalabalık görülsün bir taraftan da güvenliği sağlasın diye. Yabancı plakalı araçları bizim miting alanımızda göremezsiniz. Bizim mitinglerimiz böyle olur. İnsanlar coşarak, “Ses ver Türkiye” derler. Tüm bu yaşananlardan sonra Antalya mitingindeki coşku hepimize moral oldu. Dilerim bu coşku seçim sandıklarına da yansıyacak.
Heyecanın genel anlamda biraz düştüğünü gözlemliyorum. Sizce vatandaş seçimlerle ilgili ne düşünüyor?
Siyasi arena da sokaktan yansıyan tepkilerde, ben en çok hanımları beğeniyorum. Açıkça söylemek gerekirse, hanımlar erkekler gibi sözü kıvırmıyorlar. Net konuşuyorlar. Esnafa soruyorsunuz, adamın halinden belli omuzları düşmüş ama yine de çaktırmıyor. “nasılsınız?” diyorsunuz “Allaha şükür” diyor, boynunu büküyor. Hanımlara sorduğunuzda düşüncelerini pat diye söylüyorlar. Kızıyla birlikte manifaturacılık yapan bir hanımefendinin dükkânına girdim; “nasılsınız hanımefendi, işleriniz nasıl?” dedim, gözümün içine bakarak “Allaha şükür çok kötü” dedi. Demek ki, bu kadar zor durumda olan esnafımızın bile “Allaha şükür” demesine bir tepkisi var. Esnaf hanımın, “Allaha şükür çok kötü” sözü uzun süre hafızamdan silinmedi. Yine bir başka hanım önümü kesti, şu şu sebeplerden hayatımda MHP’ye oy vermedim, hiç de vermeyeceğimi düşünüyordum ama “eşime rağmen gidip, inadına bu seçimde MHP’ye oy vermeyi düşünüyorum” dedi. Bunlar çok gerçek tepkiler ve insanlar artık bugününün değil geleceğinin peşinde.
MHP’nin seçim sürecinde kendisini yeteri kadar ifade edebildiği düşünüyor musunuz?
Ülke gündemi iki seçimdir, meşgul edilerek konuşulması gereken konular engelleniyor. 2007 seçimlerinde de Cumhurbaşkanlığı seçimleri yüzünden gerçek gündemi konuşamadan seçime giren bir MHP vardı. AKP’liler ellerinde mendillerle, bize Cumhurbaşkanı seçtirmiyorlar diye yollara düşüp ağlaya ağlaya seçimi kazandılar. Bu seçimde de kaset olayları yüzünden gerçek sorunları konuşamadan seçime giriyoruz. Sayın Başbakanımız, Ortadoğu’nun büyük lideri bir tarafta kasetler var. Lübnan’a gidiyor işleri hallediyor, Suriye’ye gidip Beşar Esad’a ne yapması gerektiğini söylüyor. Mübarek’e “direnme çekil” diyor ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olduğunuz zaman, ABD Ortadoğu’da ne yapmak istiyorsa size onu yaptırır. ABD’nin Ortadoğu’da Müslüman bir enstrümana ihtiyacı var. Sayın Başbakan’da bunu kabul etmiş görünüyor. Beşar Esad’a şimdi ne diyor “ya reform yap, ya çekil”. Nerede kaldı dostluğun? Demek ki, bir ayda adamı satabiliyorsun. Bu da bir yapı ve karakter meselesi…
Dış politika’yı ve bölücü terör olayını yeteri kadar masaya yatırabildik mi seçim öncesinde?
Türk-Kürt ayrımı, çok kötü akıl almaz derecede Türkiye’ye zarar verecek bir dış güç operasyonudur. Orada anketler yapılıyor. Güneydoğudaki ve doğudaki anketlerde bizim vatandaşımız terör örgütüyle devletin arasına sıkışıp kalmış olmasına rağmen yüzde 90’ı “benim bağımsız bir Kürdistan gibi bir problemim yok, ben milletime, vatanıma, toprağıma bağlıyım. Benim başka problemlerim var. Devlet bu problemlerin çözülmesine katkıda bulunsun” diyor. Bu da son derece demokratik ve haklı bir istek… Türkiye Cumhuriyet’i devleti olarak bizim görevimiz onu yapmak. Ama küçük bir azınlık oturmuş, bu söylediğimiz masum insanları da baskıya alarak ayrı bir devlet kuracağım diye tutturmuş. Bizim Başbakan’ımız da terör örgütüyle resmen Türkiye Cumhuriyeti devletini müzakere ettiriyor. Ortada “ya benim taleplerimi kabul edersiniz ya da 15 Haziran’da Türkiye’yi kana bularım” tehditlerini savuran bir örgüt var. Bunu kim diyor? Alıp, bir adaya hapsettiğin bir terör örgütünün başı söylüyor. Başbakan’ın yanındaki bürokratlarda adamı yumuşatmak için gayret sarf ediyorlar. Ben böyle bir onursuzluğu Türk vatandaşı olarak kabul etmek istemiyorum.
MHP’de asla böyle bir onursuzluğu kabul etmez. Biz terörle güvenlik güçleri aracılığıyla sadece mücadele ederiz. Terörle müzakere olmaz. Doğu’daki güvenlik güçlerinin devletin arkalarında olup olmadığıyla ilgili şüpheleri var. Bu durumda bu endişeyi taşıyan güvenlik güçleri istenilen mücadeleyi veremiyorsa, sebebinin ne olduğuna bakılmalı. Terör örgütünün ekonomik, siyasi ve lojistik kaynaklarını keserseniz, sizinle mücadele etmeleri söz konusu olamaz. Koskoca 2002 yılındaki şehit sayımız 6. Şimdi bu terör olayları niçin yine yükselişe geçti? Bu adamlar Türkiye’nin her tarafında nasıl her istedikleri eylemi yapabiliyorlar?
Benim esnafım Hakkâri’de güvenlik sebebiyle dükkânını açamıyorsa, bunun sorumlusu Sayın Başbakan’dır. Esnafın güvenliği sağlamak devletin görevidir. Bunu sağlayamayan bir başbakanın o koltukta oturmaması gerekir.
Seçim öncesinde asıl konuşulması gereken ülke sorunumuz ne olmalıdır?
Türkiye’de yoksulluk sınırı 13 milyonu geçti. Türkiye ekonomisi kimin için iyi? İstanbul’daki büyük holdingler için çok iyi, yabancı sermayeli ve yabancı sermaye ortaklı kuruluşlar için çok iyi, bankacılık sektörü için çok iyi, Başbakan’ın etrafındaki yandaşları için harika…
Şimdi dönelim gerçeklere; memurun durumu iyi değil, işçi olarak çalışanların durumu iyi değil, emeklinin durumu iyi değil, ülkenin en talihli çiftçisi Antalya’dadır ama çiftçi bunalmış vaziyette… Bankalara borçlar yığılmış, üretilen hiçbir şey para etmiyor daha evvel alınan kredi borçlarını ödeyemez hale gelen bir üretici var. Peki, bu ekonominin neresi iyi?
Ülkenin işsizlik rakamları kayıtlı olan 3 milyonken ümidini kesmiş ve iş aramayanlarla birlikte 6 milyona yaklaştı. Başbakan’da diyor ki, “İstanbul borsası ne kadar iyi”. Ben de soruyorum Kumluca’daki çiftçiye “sizin İstanbul İMKB’de hisse senediniz var mı?” diye… Suratıma şaşkın şaşkın bakıyorlar. “Ne hisse senedi, borçtan gözümüzü açamıyoruz” diyorlar. Halkımız artık sadece canının peşimde.
Yabancı basının Türkiye ekonomisini öven haberlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yabancı kredi kuruluşları Türkiye’nin notunu yükseltiyor diyen bir Başbakanımız var. Doğru yükseltiyor ama neden? Türkiye’de 110 milyar dolar civarında bir sıcak para var. Para giriyor, yüksek faizden yararlanıyor. Dünya’nın hiçbir yerinde elde edemeyeceği geliri elde ediyor. Karşılığında da istediği tek şey, döviz fiyatlarında oynama olmaması çünkü Türk Lirasına çevirdiği para çıkarırken zarar etmesin istiyor. Bunun yanında da olası bir terslikte Merkez Bankası’nın döviz rezervleri yüksek olsun ki döviz talebi arttığı zaman banka bu talebi karşılayabilsin. Merkez Bankası rezervlerim 95 milyar dolar ve Türk Lirası benim onurumdur diyen Başbakanımızın bu cümlesini iktisatçı olarak tercüme edersek, demek istediği şu; “Siz sıcak para olarak gelin, burada parayı bozdurun, Türk Lirası’nın değeri düşmeyecek. Yani dövizin fiyatı yükselmeyecek. Hiç merak etmeyin. Eğer kritik duruma düşerseniz ben Merkez Bankası’nın rezervinde 95 milyar dolar para tutuyorum” diyor. Oysa, Türkiye ekonomisi öldü! Kimse de bunun aksini iddia edemez.

Tunca Toskay Kimdir?
Tunca Toskay, 8 Ocak 1939'da İstanbul'da doğdu. Baba adı Vahit, anne adı Bedriye'dir. İktisatçı ve Öğretim Üyesi; İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. Aynı fakültede doktorasını tamamladı. Hür Berlin Üniversitesi'nde araştırma yaptı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak ders verdi. 1969'da doçent, 1979'da profesör oldu. Uluslararası Turizm Uzmanlar Birliği'ne üye olarak kabul edildi. İstanbul Yıldız Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi ve Eskişehir İktisadi İlimler Akademisi'nde ders verdi. Radyo Televizyon Yüksek Kurulu'na seçildi. TRT Genel Müdürlüğü, Asya Pasifik Yayın Birliği Başkan Yardımcılığı, Başbakan Başmüşavirliği ve Başbakanlık Özel Çevre Koruma Bölgeleri Koruma Kurumu Başkanlığı görevlerinde bulundu. Türkiye ekonomisi, turizm ve çeşitli konularda kitap, makale, araştırma ve tebliğleri bulunmaktadır. 19. Dönem İstanbul, 21. Dönem Antalya Milletvekili. 57. Hükümet'te Devlet Bakanlığı yaptı. Almanca ve İngilizce bilen Toskay, evli ve 1 çocuk babasıdır.

22 Mayıs 2011

MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU - STRASBOURG RÖPORTAJI


Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ne Türkiye 1949 yılında katılmış ama parlamentonun son bir buçuk yıldır bizim için ayrı bir önemi daha var. 25 Ocak 2010’da Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM)'nin en genç başkanı olarak göreve başlayan Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu, bu göreve gelen ilk Türk ve Müslüman parlamenter… 65 yıldır üyesi olduğumuz ve 2004 yılına kadar ikinci sınıf ülke konumunda bulunduğumuz bir parlamentoya Türk başkan seçilmesi son derece gurur verici...


Avrupa Konseyi 1949 yılından beri toplanan, Avrupa çapında başta hukuk ve insan haklarının korunması, eğitim, kültür alanlarında anlaşmalar kabul eden, hükümetler arası bir kuruluş. Avrupa Birliği'nden farklı bir örgütlenme... Türkiye 65 yıldır Avrupa Konseyinde söz sahibi ve konseyin kurucu üyeleri arasında…
Konsey’de ülkelerin nüfuslarına göre belirlenen milletvekilleri çalışıyor. Türkiye’den de toplam 12 milletvekili konsey çalışmalarını yürütüyor. 2 CHP, 2 MHP ve 8 AKP milletvekilinden oluşan grup Türkiye’nin konseydeki temsilcileri…
Konsey'in çalışma alanları, insan hakları, medya, hukuki işbirliği, sosyal dayanışma, sağlık, eğitim, kültür, spor, gençlik, yerel demokrasiler, sınır ötesi işbirliği, çevre ve bölgesel planlamadan oluşuyor. Kurum AB ile ilişkisi olmayan uluslararası bir teşkilat ancak AB ile yakın işbirliği içinde çalışıyor.
Geçtiğimiz hafta Antalya Milletvekili ve AKPM Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bahar dönemi oturumunu takip etmek amacıyla Strasbourg’daydım. Böyle bir davet almış olmak kendi adıma son derece onur duyduğum bir durum. Bir hafta boyunca yaşanan tüm gelişmeleri yerinde takip etme şansım oldu.

Avrupa’da Türk Olmaktan Türkiye'li Olmaktan Gurur Duydum

Avrupa Konseyi’ndeki Avrupalıların Türklere bakış açısında çok ciddi değişimler olmuş. Bize son derece saygı duyuyor milletvekillerinin konuşmalarını dikkatle takip ediyorlar. Mevlüt Çavuşoğlu’nun konseydeki ofisinde profesyonel bir grup tüm çalışmaları organize ediyor. Ankara’dan kendisiyle beraber gelen genç danışmanları da yaşları genç olmasına rağmen bilgileri ve yetenekleriyle farkı hissettiriyorlar. Zehir gibi genç bir ekiple Avrupa’da bulunan Çavuşoğlu’nun yoğunluğu görülmeye değerdi.

Konseyde İki Önemli Gündem Maddesi Tartışıldı

Avrupa Konseyi’nde haftanın en önemli tartışma konusu “devletlerin aşırı borçlanmasının, demokrasi ve insan hakları için bir tehlike olduğunu” konusunun tartışıldığı oturumdu.
AKPM Genel Kurulu “borç dengelenmesi ve müteakip azalma konusunda belirlenecek stratejileri" görüşmek üzere konseye üye olmayan Avrupa hükümetlerini de çağırdı. Ülkelerin "dış borçlanma halkın yaşam standartları ve vatandaşın sosyo-ekonomik haklarında erozyonu içerir" görüşü üzerinde fikir birliğine varan genel kurul üyeleri ‘devletler borçlanma öncesinde vatandaşlarının yaşam standartlarını ve demokratik haklarını onlara garanti etmelidir, halkın karşısında borçlanmanın etkileri mutlaka anlatılmalıdır’ dedi.
Ekonomik krizin insan haklarına etkileri konulu raporunu paylaşan Pieter Omtzigt "Ekonomik kriz döneminde uygulanan sertlik politikaları, vatandaşların yaşam koşullarını daha da zorlaştırır ve insan hakları ihlallerine zemin hazırlar” görüşünü savundu.
Kurul ayrıca, demokrasi korumak için devlet hesaplarının tam şeffaflığın sağlanması gerektiğinin önemini vurgulayarak, İzlanda ve Yunanistan örneği üzerinde durdu.
İkinci oturumda ise Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan siyasi gelişmeler sonrası Avrupa’ya yönelik göçmen akını acil gündem maddesi olarak ele alındı. Hollandalı raportör Tineke Strik tarafından hazırlanan ve AKPM Genel Kurulu tarafından kabul edilen raporda; Kuzey Afrika ülkelerinde meydana gelen siyasi değişimler sonrası, Avrupa’nın özellikle güney kıyılarına başlayan göçmen ve siyasi sığınmacı akınlarına karşı bütün Avrupa ülkelerinin sorumluluğu paylaşması gerektiği ifade edildi.AKPM tarafından alınan kararda Avrupa’nın güneyinde yer alan ve göçmenlerin ilk ulaştıkları Avrupa ülkeleri olan Malta ve İtalya gibi ülkelerin bu alanda şu ana kadar gerçekleştirdiği insani çabaların memnuniyet verici olduğu ifade edilirken, diğer Avrupa ülkelerinin de uluslararası sorumluluklarına sadık bir biçimde göçmenlerin ihtiyaçları için dayanışma içinde olmaları gerektiğinin altı çizildi. Libya’da Kaddafi rejiminden kaçan insanların Avrupa’ya göçmen akınını önemli ölçüde artırdığı ifade edilen raporda, göçmen ve siyasi sığınmacıları korumak için Avrupa Birliği’nin geçici koruma hükümleri alması gerektiği belirtildi. Kuzey Afrika ülkelerine ekonomik olarak yatırım yaparak ve demokratik reformları destekleyerek, Avrupa ülkelerinin bu ülkelerden göçmen akınına neden olan asıl problemlerin çözümüne yardımcı olması gerektiği de raporda vurgulandı.

Strasbourg’da Mevlüt Çavuşoğlu ile söyleşi yapma imkanım da oldu. Keyifli sohbetimizde başkanlık döneminin çalışmalarını ve başkanlığını devretmesine altı ay kala yapmayı planladığı çalışmaları bizimle paylaşan Çavuşoğlu’nun bu özel demecini sizler için kaleme aldım. . Antalya yerel basınından genç bir gazeteci olarak konseyde yaşadığım gurur ve onurdan dolayı bende beni destekleyen tüm meslektaşlarıma öncelikle teşekkür ediyor ve sözü Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı ve Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’na bırakıyorum.

-Başkanlık döneminizi basından takip ettiğim kadarıyla oldukça yoğun geçirdiniz. Bu süre içerisinde neler yaşandı?
Çok yoğun bir 1,5 yıl geçirdik. Yapılması gereken işler çoktu. Her şeyden önce Türk bir başkan olmanın sorumluluğu var. Türk dış politikasına uygun bir şekilde hareket etmek gerekiyor. O nedenle önceliğimizi birçok ülkenin siyasi sorunlarını çözmeye verdik. Boykotlar oluyor, Cumhurbaşkanı seçemiyor, anayasasını değiştiremiyor, Bosna Hersek, Moldova ve Arnavutluk’la birlikte önceliği Rusya ve Gürcistan’a verdik.
Bunların dışında Avrupa’da yıllardır dondurulmuş itilaflar var. Mesela Karabağ problemi bunlardan biri, bir diğeri Kıbrıs problemi… Bunlara Moldova, Rusya ve Gürcistan’da eklendi. Bu problemlerin özellikle insani boyutlarını ele alıyoruz. Çatışmalar, savaşlar ve işgallerden dolayı göçmenler, mülteciler var, kendi ülkesinde göç etmek zorunda kalanlar var, geri dönemeyen insanlar, kayıp kişiler derken bu alanlara ağırlık verdik açıkçası. Bu konuların çözümüne yönelik geçici komisyonlar kurdurduk. Raporlamalar ve planlamalar devam ediyor.
-Avrupa Birliği ülkelerinde yapılan bir araştırmada halen birçok ülkede yabancı düşmanlığın yapıldığı ortaya çıktı. Sizin gündeminize bu konu nasıl yansıdı?
Avrupa’da hızla yükselen bir ırkçılık sorunu var. Yabancı düşmanlığı ve İslama Fobya var. 11 Eylül 2001’den bu yana dünyada büyük bir değişim yaşanmaktadır. Bu gün Avrupa ve ABD’de İslam’a karşı korku, tepki ve öfke temaları işlenmekte, hatta bu düşünceler toplumlara pompalanmaktadır. Bu akıma İslama Fobya denmektedir. Bu sorunlar gerçekten Avrupa’nın istiktarını tehdit edecek düzeye geldi. Özellikle son zamanlarda ırkçı partilerinden ulusal meclislerde ve Avrupa Parlementosu’nda milletvekili sayısının giderek arttığını görüyoruz. Diğer taraftan merkez partilerin bile bu ırkçı partilerin söylemlerini kullanmaya başlaması bizi daha da dehşete düşürdü. Aşırı sağın ve solun sosyoekonomik alanda yaşanan krizden faydalanarak ırkçılığı makul bir zemine oturtmaya çalıştığı gözlemliyoruz. Mesela Romanların Fransa’da Sarkozy tarafından sınır dışı edilmesinin yegâne sebebi buydu. Irkçı ve radikal oylarını alabilmeye yönelik bir eylemdi. Öncelikle bununla mücadele etmemiz gerekiyor. Bununla mücadele etmek için ülkelerin liderlerinin ve sağduyulu insanların desteğine ihtiyacımız var. Bunun dışında sivil toplum örgütleri, medya kuruluşları ve de dini liderlerle bir araya geliyoruz. Özellikle dini liderlerin verdiği mesajları çok önemsiyoruz. Şimdiden tedbir almazsak ve bir şey olmaz dersek 1. ve 2. Dünya savaşının benzerlerinin yaşanmasına zemin hazırlanmış olur.
-Arap dünyasında yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arap dünyasında yaşayan insanların daha demokratik toplumlar inşa etmek için ortaya koydukları meşru çabalarını destekliyoruz. Öte yandan yaşanan devrimlerin trajik sonuçlar yarattığını inkâr edemeyiz. Libya başta olmak üzere birçok ülkede yaşanan devrimler bizim içinde sürpriz olarak nitelendirilen sonuçlar ortaya çıkardı. Bütün bu gelişmelere rağmen insanlığa karşı işlenen suçlara karşı önlem almaya çalışıyoruz ve bu ülkelerden gelen göçmenlerin sorunlarına çare bulmaya çalışılıyor. Ayrıca gündemimizde Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya başlayan göçmen akını konusu önemli bir yer tutuyor. Avrupa Konseyi hızlı reaksiyon gösterip Tunus ve Fas’ın yeni anayasa yapım süreci ve adil seçimlerin gerçekleştirilmesi alanlarında önemli katkılar sağladı. Buna bağlı olarak Arap dünyasında yaşanan gelişmeler ile ilgili kapsamlı bir rapor ile birlikte, Fas ve Tunus ile ilgili iki ayrı rapor Haziran ayında düzenlenecek AKPM Genel Kurulu’nda görüşülecek.
-AKPM’nin önümüzdeki döneme yönelik planları neler?
Bir kurumun başına geçtiğinizde olumlu izler bırakmak gerekiyor. O yüzden bu kurumun reformu için yoğun bir çaba içerisindeyiz. Daha güçlü ve etkili olabilmesi için bu kurumun bir reforma ihtiyacı var. Bu konuyla ilgili komisyon kurduk ve çalışmalar devam ediyor Bu yılsonu itibarıyla bunu tamamlayacağız ve 2012 yılına AKPM, yeni bir tüzükle yeni bir yapılanmayla başlayacak. Bu konuda olumlu bir iz bırakacağımızı düşünüyorum. Diğer taraftan Türkiye’nin de destek verdiği İnsan Hakları mahkemesinin reformuyla da ilgileniyoruz. Avrupa Birliği’nin İnsan Hakları Mahkemesine üyeliği için çalışıyoruz. 2011 yılında 45 tane resmi çalışma ziyareti yaptık. Temmuz ve Ağustos’u saymazsanız ayda 4 tane resmi ziyarette bulunuyoruz. Bunun yanında 51 yerde ulusal meclislere hitaben konuşmalar yaptık. Üniversitelerde konferanslar veriyoruz. Bu kurumun görünürlüğü arttırmak için her türlü çabayı gösteriyoruz.
-“Demokrasi için Ortaklık” adlı bir program başlamıştı. Bu konuda hangi aşamaya gelindi?
Demokrasi’nin gelişmesi için Avrupa Konseyi’ne üye olmayan komşu bölgelerdeki ülkelere yönelik olarak 2009 yılında “Demokrasi için Ortaklık” adı altında bir program kabul ettik. Bu projeyi başlatmakta bugün herkes açıkça görüyor ki çok haklıymışız. AKPM üyesi olmayan ve komşu coğrafyalarda yer alan ülkelerin AKPM'nin tecrübelerinden faydalanarak demokratik standartlarını yükseltmesini amaçlayan bu program özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerindeki temel özgürlükler ile demokratik kurumların güçlendirilmesi yönünde önemli çalışmalar yürütüyor. Bu programa şu ana kadar Fas ve Filistin’den resmi başvuru geldi. Tam üyelikten farkı oy kullanamıyorsunuz ama birçok haklardan yararlanabiliyorsunuz. Bu süreç çok daha önceki yıllarda başlasaydı o ülkelerdeki kanlı olayların birçoğu yaşanmayabilirdi. Şuanda Tunus’a yardımcı oluyoruz. Filistin de yine rapor hazırlanıyor, Kazakistan bu konuyu değerlendiriyor. Kırgızistan’ın girmesini biz istiyoruz. Yine Lübnan, Ürdün, Cezayir gibi ülkelerin ilgisi var.
-AB sürecinde başkanlığınızın olumlu etkileri olduğunu söyleyebilir miyiz?
60 yılda burada 8 ülke dışında ilk kez bir başka ülkeden başkan çıktı. Bu başkanlık o nedenle Türkler kadar Çekler için de, Slovaklar için de, Ruslar için de önemli. Başkanlık ilk defa 8 batı Avrupa ülkesi tekelinden çıktı. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve Avrupa Birliği’nin kriterleri birbirine çok yakındır. Meclis Başkanlığı’na seçilmiş olmam Türkiye’nin standartlarını bir kez daha değerlendirmemizi sağladı. Düşünülenin aksine Avrupa Birliği’ne uzak bir ülke değiliz. Bizden daha uzak ülkeler üye yapıldı. Şimdi sıra bize geldi.
AB'nin içine kapanık, sadece kendi refah ve mutluluğunu gözeten bir oluşum olduğuna inanmıyorum. AB'nin ortaya koyduğu değerler, evrensel niteliktedir. Öte yandan günümüz dünyasında hiçbir oluşumun kendini dışarıya kapatarak refahını sürdürmesi de mümkün değildir. Türkiye'nin AB'ye yük olmayacağını, AB'nin yükünü alan bir ülke olacağını başkanlığım süresince ispatladık.
-Antalya’ya stadyum kazandırma konusunda da ciddi çalışmalarınız vardı. Son olarak size bu konudaki gelişmeleri sormak istiyorum.
2013'te Türkiye'de düzenlenecek U20 Dünya Kupası öncesinde, Antalya'ya 30 bin kişilik stadyum kazandırma kararlılığındayız. Antalya'ya daha önce yapılması planlanan ve mahkemeler tarafından iptal edilen stat projesi yüzünden Antalya stadına kavuşamamış 2010 yılında düzenlenen Dünya Basketbol Şampiyonası'nın Antalya ayağını Kayseri'ye kaptırmıştı. Uluslararası alanda yapılacak 20 Yaş Altı Dünya Kupası'nın bir ayağının Antalya'ya verilmesi bizleri tekrar umutlandırdı. Kayseri de bizim şehrimiz ama Antalya'nın bu sebepten dolayı kaçırması üzüntü vericidir. Antalya'da bu gibi tesislerin yapılamaması çok büyük ayıptır. Bu tür şeylerin engellenmesi veya engellenmeye çalışılması da gerçekten ayıp… Birkaç alternatif bölge var. Bunlar Dokuma, Döşemealtı ve Pınarlı gibi semtler. Fakat stadyumun çok fazla da şehir dışında olmaması gerekiyor. Şuan teknik çalışmalar yapılıyor. Hangi bölge uygun olacaksa bir an önce sonuçlandırılıp, kazmayı vurmayı planlıyoruz.
-Alanyalılar merakla il olacakları günü bekliyorlar. Bu konuda gelişme var mı?
Alanya’nın il olması konusu tamamen siyasi bir iradeye bağlıdır. Alanya il olmayı hak ediyor mu? Elbette hak ediyor. Antalya çok büyük bir coğrafi bölge… Bir uçtan bir uca 640 km ve bu da Ankara- Antalya karayolundan bile 100 km daha fazla demek oluyor. Hükümet il yapmaya karar verecek mi vermeyecek mi bu tamamen siyasi bir karardır. Bu konuda zaman zaman değişik görüşler oluyor ama bir şey var biz bu il konusunu hiçbir zaman suistimal etmedik. Bize oy verirseniz Alanya’yı il yapacağız gibi söylemlerden hep uzak durduk. Zamanı geldiği zaman gereken yapılır. Bu konuda çeşitli çekişmelerin ve yanlış haberlerin yer alması son derece üzücü. Bu karar iktidarın vereceği bir karar ve şu anda kesinleşmiş bir karar olduğunu söyleyemem. Biz yine bu seçimde de bu konuyu siyasete malzeme etmeyeceğiz. Seçim vaatlerimizin içinde il olma sözünü vererek halkı yönlendirmek bize uygun değil…
Ak Parti 2007 seçimlerinde Antalya’dan birinci çıkmıştı. Bu seçimlerde de Antalya’dan birinci çıkarız diye düşünüyoruz. Bundan hiç şüphemiz yok. Ama önemli olan daha çok milletvekiliyle Ankara’ya gitmemizdir. Halka hizmet ederseniz karşılığını alırsınız. Halkımız hizmet edeni görüyor ve karşılığını veriyor.
-Türkiye’de siyasi arenada ayakta kalmak ve siyaset yapmak gerçekten zor mu?
Siyasette bu işi kaliteli yapan insanlarda var, bu işin kalitesini düşüren insanlarda var işin doğrusu. Bu 30 yıl önce de vardı. 40 yıl önce de vardı işin doğrusu… Ama artık halk çirkin siyasete oy vermiyor. Kavgaya, dövüşe oy vermiyor. Bu tür gerginliklerin bedelini zamanında çok çektik. Hem halkımız hem ülkemiz olarak bedelini çok ağır ödedik. Askeri darbelerle, ciddi ekonomik krizlerle, batan bankalarla bu bedel çok ağır ödendi. Dolayısıyla ucuz siyaset yapanları görünce insan üzülüyor. Bu kendi partisinde de oluyor insanın başka partilerde de oluyor. İftirada oluyor, yalan da oluyor. Kısa vadede kazanıyor gibi görünseler de uzun vadede kaybediyorlar. Bu tür ucuz yollara tenezzül edenler hiçbir zaman halkın gözünde yer bulamazlar. Neticede siyasetinde siyasetçilerinde kalitesini halkın gözünde arttırmamız lazım.

- Antalyalıların “Antalya, Ankara’da hak ettiği gibi görülmüyor” söylemlerinde olumlu yönde ciddi değişimler oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Antalya’nın son sekiz yıldır önemini bilen ve Antalya’ya her türlü yatırım desteğini veren bir iktidar var. Çünkü Antalya artık turizmde, tarımda ve ihracatta dünyanın gözbebeği bir şehir oldu. Antalya ciddi bir dünya markası oldu. Antalya’ya yaptığınız her 1 liralık yatırım 10 lira olarak Türkiye ekonomisine geri dönüyor. 2002 yılında Türkiye gelen turist sayısı 8 milyondu bugün 28.6 milyon. Sadece Antalya’ya gelen turist bile 10 milyona çok yaklaştı. Dolayısıyla bu çerçevede biz seçildiğimiz zaman Antalya’nın doğru düzgün arıtması yoktu, kanalizasyonu yoktu, altyapısı yoktu. Kundu, Lara ve Belek bölgesinde arıtma yoktu. Kundu bölgesine yol yoktu. Aksu’dan sapıyor aşağıya doğru iniyordunuz. Şimdi duble yollarla gidiliyor. Yine Kemer bölgesine açılan tüneller çok doğru bir yatırımdı. Alanya- Antalya yolu ölüm yoluydu bu sorun çözüldü. Şimdi hızlı trenle gidiş için yollar konuşuluyor.