27 Nisan 2010

İSMAİL HANOĞLU



Havaların ısınması ve günlerin uzamasıyla şehir hayatı da üzerindeki kış rehavetinden kurtulmaya, yazlık mekânlar da yavaş yavaş açılmaya başladı. Televizyonlardaki magazin programlarına uzun yıllar ev sahipliği yapan Antalya gece hayatı, yerli ve yabancı turistlerin de ilgi odağı.

Birçok seçeneğin bulunduğu eğlence mekânlarıyla Antalya’da çok canlı bir gece hayatı olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle yaz aylarında, ödüllü marina ve civarında bulunan kulüp ve barlar, yerli ve yabancı turistler için son derece popüler mekânlar olarak karşımıza çıkıyor.
Nuri Alço filmleriyle bir döneme damgasını vuran diskotek kültürü de artık yerini gece kulüplerine bırakınca, cemiyet hayatının seçkin simalarını ağırlamaya başlayan, içkili eğlence yerlerinin de kendine göre kuralları bulunuyor. “Gece kulüplerine giderken ne giyilir? Ne yenir, ne içilir?” gibi sorular, gece eğlenmek isteyenlerin bilmesi gereken detaylar…
1997 yılında Doğu Garajı’ndaki balık pazarında 6 masası olan, küçücük bir balık lokantasıyla yiyecek sektörüne giren Antalya Balık A.Ş, 2001 yılından sonraki atılımlarıyla Antalya gece hayatının ve balık restoranı kültürünün en başarılı işletmelerine imza attı.
Gücünü, kaliteli ürünlerinden ve hizmetinden alan kurum, Club Arma Rome ile Antalya’daki en elit eğlence kompleksini müşterisinin hizmetine açtı ve sadece bir yıl içinde “Türkiye’deki En Güzel Mekânlar Araştırması”nda 2 kez dereceye girdi.
Club Arma Rome Antalya Kaleiçi Yat Limanı’na hakim konumu ve tüm Akdeniz’i kucaklayan panoramasıyla gece hayatının vazgeçilmezleri arasında yer alıyor. Club Arma Rome, 19. yüzyıl sonlarında İtalyanlar tarafından inşa edilmiş, bir süre gazhane olarak kullanılmış, daha sonra yıllarca un değirmeni, un deposu olarak hizmet vermiş. Mekânın mimari özellikleri, mekânı taşıyan sütunları oluşturan taşlar, özgün Antalya taşlarından oluşuyor. Kemerdeki tuğlalar da İtalyan orijinli...
Tarihin büyülü dokusunu günümüze kadar taşıyan mekânın atmosferi modern hizmet anlayışıyla birleşince ortaya muhteşem bir eğlence mekânı çıkıyor.
Kulüp işletmeciliğinde kışlık mekân olarak Clup Arma Lara’yı da (eski Shantel) geçtiğimiz Şubat ayında bünyesine katan şirket, kulüplerin işletmelerini kendisi yapmıyor. Bu sezona kadar farklı işletmecilere kiralanan Clup Arma Rome, kışlık mekânın da eklenmesiyle bu yıl her iki mekânı da uzun yıllar Antalya Balık A.Ş. bünyesinde çalışan İsmail Hanoğlu’nun yönetimine bıraktı.
Clup Arma Lara’da hafta sonu düzenlediği konserlerle ve hizmet anlayışıyla hemen farkı hissettirmeye başlayan Hanoğlu, bu yaz için de sürprizleri olduğunu belirtti.
24 Nisan Cumartesi pop müziğinin sevilen sanatçılarından olan Bengü’yü ağırlayacak olan mekânda, Cuma gecesi de DJ Barış eşliğinde eğlence devam ediyor.
Bir yandan Kaleiçi’deki Clup Arma Rome’u açılışa hazırlayan, diğer yandan Clup Arma Lara’daki organizasyona hazırlanan İsmail Hanoğlu ile Antalya eğlence hayatına dair eğlenceli bir söyleşimiz oldu.
Gece yarısına doğru hizmet vermeye başlayan gece kulüplerini gündüz açık yakalamak ve haliyle de işletmecilerini bulmak biraz zor olsa da İsmail Bey’e ulaştık ve 2 bin kişilik Clup Arma Lara’da bizleri ağırladı. Son derece şık konsepti ve mimarisiyle detaylı inceleme fırsatı da bulduğum mekânda ufak yenilikler yapan Hanoğlu, asıl değişimin önümüzdeki kış için yapılacağını söyledi. Bu haftaki keyifli sohbetimizin sonunda sıra fotoğrafları çekmeye geldiğinde, 2 bin kişilik mekânda 2 kişi olunca ortaya da eğlenceli görüntüler çıktı.

- Aniden Clup Shantel’i devralmanızla bu yıl sezona erken bir başlangıç yaptınız. Sonuç beklediğiniz gibi oldu mu?
Şimdiye kadar 3 konser düzenledik. Ziynet Sali ve Kıraç organizasyonlarından sonra geçen hafta da Fatih Ürek ve oryantal Didem’i ağırladık. Cuma günü de DJ eşliğinde kulüp olarak açığız. Bizim için ani bir değişim olsa da hızlı hazırlandık ve planlarımızda aksama olmadı. Yarın pop müziğinin sevilen sesi Bengü’yü, 1 Mayıs’ta da Demet Akalın’ı ağırlayacağız. Şu anki programımıza göre havalar müsaade ederse Demet Akalın bizim son konserimiz olacak ve Mayıs’ın ilk haftası Kaleiçi’deki yazlık mekânımızı açmayı planlıyoruz.
- Clup Arma Rome’da ne gibi değişiklikler yapıldı?
Bu yıl bar sayımızı 8’e çıkardık, şimdi barlarımızın işletmelerini ayarlıyoruz. Dekorumuzu yeniledik. Geçen yıl yaşanan ses problemini çözdük. Açılış için de değişik sürprizlerimiz olacak. Çok iyi iki konser planlıyoruz. Bu yılki hedefimiz 100 bin kişi ve tüm planlamalarımızı da bu yönde yapıyoruz.
- Gece kulüplerinin en büyük sıkıntısı olan ses sınırı sizi nasıl etkiliyor?
Ses sınırlamasında ilk yıllarda zorluklar yaşandı. Artık alıştık desem de ciddi bir sorun olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Turizmin kalbinin attığı bir şehirde eğlence konusunda biraz daha opsiyonel olunabilir. Çevrenin huzurunu ve asayişi bozmayacak şekilde bir düzenlemeyi tüm işletmeciler ister. Bizim sektörümüzde eğlence çok geç başlar. Yabancı turistlere acenteler bilgi verirken olması gereken neyse onu söylüyor. Gece kulüpleri gece yarısı açılır ve 03.00’e kadar açık kalır. Bu saatler düşünülünce ses sınırı bizi zorluyor. Kulüp içinde bir ambiyans yakalandığı anda sesi kısmamız tüm eğlenceyi bozuyor.
- Yerli ve yabancı turistlerin eğlence anlayışları ne gibi farklılıklar gösteriyor?
Artık bizim yabancılarla aramızda çok fazla fark olduğunu söyleyemeyeceğim. Yenilikleri ve gelişimleri takip ediyoruz ve çok çabuk adapte olabiliyoruz. Bizim vermiş olduğumuz hizmet kalitesi dışarıdan gelen turistlere çok cazip geliyor. Mekânlarımızın panoraması ve tarihi dokusu turistlere ve misafirlerimize çok çekici geliyor. Yabancılar bizim buradaki eğlence sektörümüze aşık olup gidiyorlar.
- Antalya gece hayatının en önemli sıkıntısı nedir?
Mekânlar olarak değil ama karşılaşılan genel sorunlar var. Öncelikle ses problemi, özellikle sezon açıldığında ciddi sorun oluyor. Kışlık mekânlarda da sigara olayı ciddi bir sıkıntı. Kulüpler gece yarısından sonra açık ve 18 yaş altındakilerin girmesi zaten yasak. Belki eğlence mekânlarına özel bir çözüm bulunabilir. Bu kadar yatırım yapan bir işletme eğer bir çözümü varsa mutlaka yapar. Aslında bizim insanımız da bu konuda oldukça uyumlu davranıyor. Ben bu kadar olacağını düşünmemiştim. Terası ve balkonu olmayan işletmeler yazın ne yapacak? Bu kadar yatırıma yazık değil mi? Sigara yasağı yüzünden ev partileri daha da çoğaldı. İnsanlar artık alternatif eğlence arayışına girdiler.
- Gece kulüplerinde en çok tercih edilen içkiler neler?
Bizlerin konsepti gereği öncelikle tüketim viski ve votka üzerine ama arada sırada bira içmek isteyen de oluyor. Fakat bizim yoğunluğumuz viski ve yanında da enerji içeceği diyebilirim.
- Peki bu içki konusunda geçen yıl yaşanan ve turizme ciddi zarar veren sahte içki olayında ne yapılabilir?
Bu çok ciddi bir sorun aslında çünkü bütün sektörü etkiliyor. Burada iş öncelikle işletme müdürünün sorumluluğunda. Kendi denetimlerini iyi yapmalı, alışveriş yaptığı firmaya dikkat etmelidir. Biz tek bir firmadan her şeyi alıyoruz. Stok kontrollerimiz çok önemli ve titizlikle inceleriz. En ufak bir değişimi fark ederim. “Müşterileriniz bu konuda ne yapabilir” derseniz de gittikleri mekânlarda eğer şüpheleniyorlarsa mutlaka şişelerde Tekel bandrolüne ve hologram olmasına dikkat etmeliler, şişelerin hepsinin altında kabartma damgalar bulunur. Eğer bunlar yoksa mutlaka sebebini sormalılar.

İsmail Hanoğlu Kimdir?

Antalya doğumlu olan Hanoğlu, İşletme Fakültesi’ne devam ediyor. Uzun yıllar Antalya Balık A.Ş’de AR-GE müdürü olarak çalışan Hanoğlu, Şubat ayından itibaren Clup Arma Rome ve Clup Arma Lara’nın Genel Müdürü olarak görevine devam ediyor.

20 Nisan 2010

HAMDİ GÜNEŞ


Triatlonda hedef olimpiyatlar



Haydi Antalya Triatlon’a



Antalya bu hafta sonu 1. Antalya ITU Triatlon Avrupa Kupası'na ev sahipliği yapacak. Gözde Gürer, bu hafta Cuma Sohbeti’nde ‘Demiradam’ların yöneticisi Triatlon Federasyonu Başkanı Hamdi Güneş’i konuk etti




Triatlon yarışmalarının tarihçesi 1978 yılında başlıyor. İlk Triatlon yarışı 18 Şubat 1978’de Hawaii adalarında Waikiki plajında yapılmış. Triatlon, üç farklı disiplinin bir yarışta buluşması olarak kısaca açıklanabilir. Yarışın yapıldığı yere göre değişiklik gösterse de genel olarak triatlon yüzme, bisiklet ve koşu parkurlarının geçilmesiyle yapılıyor. Triatlerler genellikle 1.5 kilometre yüzerek başladıkları yarışı, 40 kilometre pedal çevirerek sürdürüyor ve son etapta 10 kilometre koşarak tamamlıyor. İşte bu yüzden triatlon sporunu yapanlara Ironman yani Demiradam deniliyor.


Triatlon sporu, kuvvet, dayanıklılık ve dayanıklılık becerilerinin çok iyi olmasını gerektirdiğinden ve çevresel koşullardan (rüzgâr, yağmur, dalga v.b) kolayca etkilenebildiğinden dolayı elde edilen derecelerde rekor kırma gibi bir süre kavramı bulunmuyor. Triatlon felsefi bir spor. Azimle çalışan, gereklerini yerine getiren herkes bir diğerini geçer, mutlak birincilik, ikincilik, üçüncülük çok uzun süreli devam etmez. Ama sağlam istikrarlı triatlet vardır. Hemen hemen mevcut tüm yarışmalara başarıyla katılan ve bitiren bir önceki derecesinden 1 saniye ve dakika önce bitiren minimum 10 yıl, maksimum 20–25 yıl triatlon sporuna gönül veren kişi gerçek triatlet gerçek şampiyon kabul ediliyor bu camiada.


“Triatlon” terimi bizim ülkemiz için de oldukça yeni bir kelime. Ülkemizde Triatlon ilk kez 1988 yılında Eskişehir’de o zamanki adıyla Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüğü’nün organizasyonunda gerçekleşmiş. Daha sonra Alanya’da sporun turizme katkısını, yurtdışında gören bir kısım sporseverin çabaları ile ilk olarak 17 Ekim 1991 tarihinde uluslararası boyutta bir organizasyon düzenlenmiş, bu organizasyonun yerli ve yabancılar tarafından olumlu eleştiriler almasıyla gelenekselleşmiş ve günümüze kadar giderek gelişen bir konuma ulaşmış.


Alanya’daki olumlu gelişmenin devlet desteğinde sürmesini sağlamak ve yapılan organizasyonun sadece Alanya Triatlonu ile sınırlı kalmaması için Triatlon sporu 1994 yılı sonunda Bisiklet Federasyonu’na bağlanmış ve 2001 yılına kadar faaliyetlerini Bisiklet Federasyonu bünyesinde sürdürmüş. Aralık 2001 tarihinden sonra “Türkiye Triatlon Federasyonu“ Bisiklet Federasyonu’ndan ayrılarak kendi faaliyetlerini üstlenmiş.


Şubat 2009’da yapılan Genel Kurul’da ise Triatlon Federasyonu’nun kuruluşundan beri camianın içinde olan ve sevilen isimlerinden Antalyalı Hamdi Güneş yeni dönemde başkanlık görevini devraldı.


2010 ANTALYA ITU TRIATHLON EUROPEAN CUP


Antalya son dönemlerde adını spor faaliyetleriyle de duyurmaya başladı. Antalyaspor Kulübü ve Antalya Büyükşehir Belediyesi ile Kepez Belediyesi basketbol takımlarımızın çabalarına artık bisiklet ve triatlon takımlarımız da eklenecek. Alanya’dan başlayan ve her yıl daha çok sporsevere ulaşan bisiklet müsabakalarımızın, üç aşamalı versiyonu olan Triatlon branşının kupa heyecanına bu yıl Antalya da ev sahipliği yapacak.


1. Antalya ITU Triatlon Avrupa Kupası'na 30 ülkeden 150 sporcu katılacak. Bu sayı yönetici ve antrenörlerle 300'ü bulacak. Müsabakalarda 40 hakem görev alacak. Triatlon aslında kişisel bir spor, sporcunun erişebildiği gücü zorlayan insanüstü bir çaba gerektiren, değişik yaş gruplarının yapabileceği bir branş diyebiliriz. Olimpik tarzda rekor denemelerinin yapılmadığı hava ve zemin koşullarına göre derecelerinin değişebildiği bir spor olması insanların bu spora ilgisini arttırıyor.


Triatlon Federasyonu Başkanı Hamdi Güneş, mütevazılığı ve diyaloğa açık yapısıyla tüm işadamlarımıza örnek olacak bir kişiliğe sahip. "Ben" duygusundan uzak; "biz"i benimsemiş karakteri kendisini daima başarılı kılacak. Sorumluluğunun farkında ve Antalyalı bir başkan olarak, Antalyamızı Triatlon’da en iyi şehirlerden biri haline getireceğine inanıyorum.


Bu haftaki keyifli söyleşimizden anladığımız kadarıyla hayli eğlenceli ve heyecanlı bir spor dalı olan Triatlon’da “1. Antalya ITU Triatlon Avrupa Kupası” ev sahipliğinde bizlere de iş düşüyor, üzerimize düşeni yapmalı sporcularımızı yalnız bırakmamalıyız.


Haydi Antalya, 18 Nisan saat 10.00’da Konyaaltı’nda, Avrupa Triatlon Kupası’na!


- Bu yıl nasıl bir organizasyon takvimi belirlendi?


Müsabakalarda milli sporcularımızdan başarılı sonuçlar bekliyoruz. Federasyonumuzun 2010 yılı etkinlikleri 1. Antalya ITU Triatlon Avrupa Kupası ile Antalya'dan başlıyor. Son etkinliğimizi ise Ekim ayında Alanya'dan sonra Kaş’ta yapacağız. Türkiye'de henüz tanınmayan triatlon sporu, Alanya ilçemizde 19 yıldır yapılıyor. Antalya'da ise triatlonda ilk kez uluslararası bir organizasyon gerçekleşiyor.


- Yarışmanın parkuru nasıl olacak?


Konyaaltı Kent Meydanı'nda başlayacak yarışlar, kategorilerine göre mesafeleri değişmek üzere önce yüzme, ardından bisiklet ve son olarak koşu ile tamamlanacak. Koşu ve bisiklet yarışı Kent Meydanı ile Mini City kavşağında gidiş - dönüş olarak gerçekleşecek. Müsabakalar genç erkek, bayan, büyük erkek ve bayan kategorilerinde olacak. Yüzmede gençler 750 metre, büyükler ise 1500 metre yüzecek. Büyükler daha sonra 40 kilometre bisikletle yarışacak ve son olarak 10 kilometre koşacak. Gençler ise 20 kilometre bisikletle gidip, 5 kilometre koşacak. Dereceye giren sporculara aynı günün akşamı düzenlenecek törenle ödülleri verilecek. Yarışmayı izleyecek 2 bin kişiye de çeşitli hediyeler dağıtılacak. Türkiye'de triatlon sporunu yaymak ve sevdirmek için çalışmalarımız sürüyor. Şu anda 17 ilde triatlon sporu yapılan 43 kulüp var. Bu sayıyı arttırmak istiyoruz. Antalya Muratpaşa Belediyesi de triatlon bölümünü oluşturdu.


- Triatlon hikâyeniz nasıl başladı?


90’lı yıllardan beri değişik federasyonlarda görev aldım. İlk Halter Federasyonu’yla başladım. Daha sonra Herkes İçin Spor Federasyonu’nda görev aldım ve Engelliler Federasyonu’yla devam ettim. Şimdi de bir yıldır Türkiye Triatlon Federasyonu başkanlığı görevindeyim. Aslında spor olarak halter ya da triatlon yaptığım sporlar değil ama yönetici olarak görev almaktan çok mutluyum.


- İlk defa yapılan organizasyonlar daha zordur. Sizin çalışmalarınız nasıldı?


Bu yıl bir ilke daha imza attık. Sayın Valimizin desteğiyle Antalya’dan start verdiğimiz, Triatlon müsabakalarının finalini de Alanya’dan sonra 29 Ekim’de ilk defa Kaş’ta yapacağız. Kaş ilçesinin coşkuyla geçen Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında bu yıl farklı bir heyecan daha yaşanacak. Sayın Valimiz ve Turizm Konseyi ile yaptığımız görüşmeler sonucunda Antalyalı işadamlarımızın çok büyük desteğini aldık. Antalyalı işadamları ve kamu kuruluşları büyük bir özveriyle organizasyona sahip çıktı. Yönetim olarak hedefimiz olimpiyatlarda başarılı sonuçlar almak. Ancak, bu hedefimize ulaşabilmemiz için güçlü bir bütçeye sahip olmamız gerekir. İşte bu konuda içimizde bir burukluk var.


- Triatlon Federasyonu’nun bütçesi hedefleriniz için yeterli mi?


Geçen yıl 225 bin lira olan Federasyon bütçesini bu yıl Spor Toto'nun katkısıyla 300 bin liraya yükselttik. Şunu ifade etmeliyim ki geçen yıl sadece uluslararası kimlikli Alanya Triatlon Şampiyonası 200 bin liraya mal oldu. Ama biz 7 ayrı organizasyona imza attık. Borçluyuz, ancak borç yiğidin kamçısıdır felsefesi ile çalışıyoruz. Bu anlamda Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüzden bütçemizin yeniden gözden geçirilmesini talep ediyoruz. İnanıyoruz ki bize hak ettiğimiz destek verilecektir. Bu inançla 2010 yılı programımıza daha çok faaliyet koyduk. Triatlon, futbol, basketbol gibi popüler bir spor olmadığı için sponsor bulmakta zorlanmaktayız. Ama Antalya’nın bu sporda ismini duyuracağına inanıyorum. Kamp organizasyonlarıyla özellikle kış aylarında hareketlilik sağlayabiliriz. Bir de Antalya’nın kapalı ve açık bir olimpik yüzme havuzuna ihtiyacı var. Spor tesisleri yenilendiği takdirde başarmamamız için bir sebep yok.


- Müsabakanın sonucuyla ilgili bir tahmininiz var mı?


Antalya dünyanın her yanından gelen misafirlerini ağırlayıp mutlu bir şekilde göndermekte, yetiştirdiği tarım ürünleri ile bu güzelliğe lezzet katmakta ve temiz sanayisi ile emin adımlarla yükselmekte iken artık spor alanında da kendini üst sıralara taşımaya kararlı. Bu kararlılığa Antalya’da iş yapmış yaşamış ve bugün de görevim gereği yöneticisi olduğum ve çok sevdiğim Triatlon Federasyonu ile bir katkıda bulunabiliyorsam mutlu olacağım ve yaşadığı kente borcunu ödemeye çalışmanın gururunu taşıyacağım. Ben şimdiden bu organizasyonu uluslararası düzeyde başarıyla tamamlayacağımıza inanıyorum. Türk milli takımı 9 erkek ve 6 bayan sporcu ile temsil edilecek. Tüm Triatlon dostlarını ve özellikle de Antalya’da yaşayan herkesi 18 Nisan’da Konyaaltı sahiline izlemeye doyamayacakları bu güzel sporumuzu görmeye davet ediyorum.



Hamdi Güneş kimdir?



1960 yılında Antalya’nın Kemer ilçesinde doğan Güneş, ilk öğrenimini Kemer, orta ve lise eğitimini Antalya’da tamamladı. Uludağ Üniversitesi İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesi’ndeki öğrenimi sonrası babası ile birlikte işe başlayan Güneş, 1982 yılında yaş sebze ve meyve toptancılığına bilfiil atılmış oldu. Sebze meyve komisyonculuğu ile iş hayatına başlayan Güneş, turizm sektörüne tedarik ve servis hizmeti, hiper ve süpermarketlere tedarik hizmeti, ihracat ve son 5 yıldan buyana da 60 dekarlık topraksız kültür sebze üretimi yapılan teknolojik modern sera kurarak üretime de başlamıştır. TÜRKONFED tarafından 2008 Kobilerde Dönüşüm, Küçük Firmaların Büyük Başarıları yarışmasında 24 firma arasında seçilme hakkını kazanmıştır.

SURURİ ÇORABATIR



Belediyeler vizyonlarını yenilemeli



Belediyeler turizmi yok sayıyor



Turizm sezonunun resmi olarak başladığı günlerde AKTOB Başakın Sururi Çorabatır’ı ağırladık. Çorabatır, en çok turizmi düşünmeyen, 3 kilometre arayla sıralanmış vizyonsuz belediyelerden şikayetçi



Sancılı geçen 2009 sezonunu başarıyla atlatan Antalya’da bu yılın manşetlerindeki haberleri şimdiden görür gibiyim. “Turizm patladı” ve “Bu yıl rekor kıracağız” manşetlerinin devamında turist sayısındaki artıştan bahsedilse de aslında kazancımız ve kayıplarımızın masaya yatırılması gerekiyor. Salt turist sayısına endeksli bir tablonun gerçeği yansıtmadığını 2009 sezonunda bizzat yaşadık. Krizin etkilerinin azalmasıyla birlikte canlanmalar da kendini hissettirdi ama bundan sonrasını nasıl planlayacağız?


Akdeniz Turistik Otelciler ve İşletmeciler Birliği’nin (AKTOB) dinamik ve güler yüzlü Başkanı Sururi Çorabatır, turizmde çok rastlamadığımız ve alışık olmadığımız bir söyleşiye imza attı. Düşüncelerini SABAH Akdeniz okurları için dobra dobra açıklayan Başkan, tespitlerini cesaretle dile getirdi.


Pembe gözlüklerle bakmaya alışık olduğumuz turizm sektörünün gerçeklerini samimiyetle masaya yatıran Çorabatır, bu konuda alınması gereken önlemleri de sıraladı. 2010 ve 2011 yıllarının bizim için çok önemli olduğuna dikkat çeken Başkan, bu yılların Antalya turizmindeki dönüm noktası olduğunu belirtti.


Antalya’nın tüm dünyadaki bilinirliğinin en az İstanbul kadar olduğunu söyleyen Çorabatır, asıl önemli olanın marka değeri olduğunu da bir kez daha hatırlattı.


Antalya’daki tanıtım ve yatırımın bugüne kadar devletin ve derneklerin desteğiyle yapıldığını, oysa ki turizmde çok önemli bir yeri olan bankacılık sektörünün bu tanıtım ve yatırım planlamalarına niçin katılamadığını merak ettiğini açıkladı. “Örneğin bankalarımız tarihi yerlerimizin restorasyonunda sponsor olabilirler, kültürümüze sahip çıkmamız, kültür ve turizmi beraber düşünmemiz gerekir. Kültür ve turizm birbirinden ayrılamaz” diyen Sururi Çorabatır, sadece doğal güzelliklerimizi pazarlayarak bu sektörü yaşatamayacağımızı, kültürümüzü de tanıtmamızın turizmin devamlılığı açısından önemli olduğunun altını çizdi.


Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hiç şüphesiz ki Antalya, dünyanın en güzel yeridir” cümlesini hatırlatan Çorabatır, “Antalya’ya sahip çıkmak ve onu hak ettiği yere getirmek sadece işimiz değil, bize bu toprakları bırakanlara olan vicdani sorumluluğumuzdur, vefa borcumuzu ancak bu şehre sahip çıkarak ödeyebiliriz” dedi.


2010 sezonu için hazırlıkların tamamlandığı bölgemizde, sezon öncesinde Antalya turizmine dair notların alındığı, mevcut durumumuzu ve beklentilerimizi masaya yatırdığımız keyifli sohbetimizin sonunda, öncelikle kendi elini taşın altına koyan turizm sevdalısı Sururi Çorabatır’la ortak bir dileğimiz var, “Turizm patladı” ve “Bu yıl rekor kıracağız” manşetlerinin sektöre nazar değdirmemesi…



- AKTOB 2010 kışını nasıl geçirdi?


Turizmciler olarak çok çabuk bir araya gelip önemli kararlar alabiliyoruz. 1990 ve 2000 seneleri arasına baktığımızda gerek Antalya gerek Türkiye olarak birçok sıkıntı ve kriz atlattık. Turizm sektörü tüm olumsuzluklardan en çabuk etkilenen sektör. Kriz ortamında bir masanın etrafında çok çabuk toplanabilme ve krizi yönetilme becerisine sahip olmamıza rağmen krizin ardından çok çabuk rehavete kapılıyoruz. Antalya’nın yurtdışındaki bilinirliğini arttırmaya yönelik fuar çalışmalarımızdan çok iyi geri dönüşler alıyoruz. Sadece profesyonellerin katıldığı fuarlara değil, tüketicinin katıldığı daha küçük fuarları da ekleyerek bu yıl 35 fuara katıldık. Birebir tüketiciyle görüşme ve tanıtım imkânımız oldu. Pazar çeşitliliği açısından önemli ilerlemeler sağladık. Profesyonellerin bir araya geldiği fuarlar prestij fuarlarıdır ve çok önemlidir ama tüketici fuarları da atlanmaması gereken fuarlar.


- Geçtiğimiz sezonun olumsuz etkilerini bu yıl silebilecek miyiz?


Döviz bazında gelirlerimizde gerileme olurken, giderlerimizin yükselmesiyle kazançlarımız düştü. Döviz kurundan dolayı Türk lirası gelirimizde artış olmasıyla kazanç sağladığımızı söyleyemeyiz. Antalya havalimanından geçtiğimiz sezon 9 milyon turist giriş yaptı ve yüzde 2’lik düşüş gösterdik. Turist sayısı bazında güzel bir gelişme ama bununla birlikte Antalya’nın kayıpları oldu. Bunları telafi etmek çok önemli. Ne yazık ki bununla ilgili hem biz hem de diğer sivil toplum örgütleri bir planlama yapamadık. Sadece 2009’u stabil bir şekilde geçirebilmek için çalışmalar yaptık ama 2010 ve 2011 sezonu öyle değil. Bunun hazırlığını çok detaylı yapmamız gerekiyor. Turizmi 12 aya yaymamız gerektiğini Sayın Başbakan bile söylerken, biz bu konuda ne yapıyoruz? Hiçbir şey yapmıyoruz. Sadece bunu istiyoruz. Hedefe gitmek, çalışmakla olur. Sadece isteyerek yapmamız mümkün değil.


- Antalya Kongre Bürosu’nun yeni planlamaları yapıldı mı?


Antalya'nın kent ve destinasyon olarak turizmdeki geleceğinin daha sağlıklı şekillenebilmesinin en önemli adımı turizm etkinliklerinin yılın tamamına yayılmasıdır. Antalya bölgesindeki otellerde önemli bir kongre ve toplantı altyapısı bulunuyor. Ancak bu potansiyelimizi yeterince değerlendiremedik. Hedefimiz Kongre Bürosu ile bu potansiyelimizi yurt içi ve yurtdışında daha etkin tanıtarak, önemli organizasyonları Antalya'ya çekmek. Kongre ve toplantı turizminin gelişmesi ile hem bölgemizin düşük sezonu hareketlenecek, turizm 12 aya yayılacak, hem de yüksek gelir gruplarından insanlar bölgemize çekilebilecek. Böylece otellerden başlayarak tüm tedarikçi zincirinin, istihdam edilen personelin, kısaca bölgemizde ve kentimizde yaşayan tüm insanların refahının artmasına katkıda bulunulacak. Antalya Kongre Bürosu (ACB), bünyesinde çalışmaları yürütecek profesyonel bir ekip kurulması, önümüzdeki yurt dışı fuarlara katılım sağlanarak, etkin bir tanıtım yapılması konusunda çalışmalara başladık.


- Antalya’daki hizmet-fiyat-kalite üçlemesini dengeli buluyor musunuz?


Gündemde iyi şeylerle kalmak elbette ki çok önemlidir. Biz bunu başardığımıza inanıyoruz. Geçen sene sektör fiyat-kalite dengesini iyi ayarlayarak bu pax sayıları oluştu. Diğer sektörlerle karşılaştırdığımızda iyi bir sonuç aldığımız ortada. Fiyatların 2009’da geriye gelmesiyle 2010’daki dengeyi şöyle sağladık. 2009’un kontrat fiyatlarını 2010’a yansıttık. Bazı oteller fiyatlarıyla ilgili yükselen oynamalar yaptı ama bunu sektöre mal edemeyiz. Genelimiz, ben de dahil olmak üzere 2009 kontrat fiyatlarını kullandık. Ama Antalya’daki 16 milyar dolarlık yatırıma baktığımızda, karşılığı bu mudur? İşte bunun tartışılması lazım. Bu güzelim tesisler, kalite, hizmet, havaalanımız ve şehrimizi düşünürsek bunun değeri bu fiyatlar değildir?


- Antalya bilinirliği olan ama marka değerini ortaya koyamamış bir şehir, bu fiyatları etkiliyor mu?


Marka değeri hakikaten çok önemli bir konu, yerel yönetimler ve sivil toplum marka değeriyle ilgili adımlar atmaya çalıştılar ama sabun köpüğü misali kaybolup gitti. Bir anlık alevlenmeler bizi sonuca götürmüyor. Antalya bilinirliği en az İstanbul kadar olan bir şehir ama markalaşma çok farklı. Turizmi 12 aya yayıp, bırakılan gelirin yükselmesi, istihdamın istikrarındaki en önemli adım marka sürecidir. Eğer Antalya’yı markalaştıramazsak, Paris, Roma, Barselona gibi olamazsak sadece doğal kaynaklarla ileriye gitmemiz mümkün görünmüyor. Sayın Kültür ve Turizm Bakanımızın da önemle üzerinde durduğu Antalya’nın tarihini marka değeriyle ilgili çalışmalarda birleştiremezsek, kültür ve tarihe yönelik bir müşteri kitlesi oluşturamazsak önümüzdeki senelerde Antalya kaybedecek.


3 KİLOMETRE ARAYLA BELEDİYE VAR


- Bölgenin turizm politikasında nasıl bir yol izlenmeli?


Antalya’nın destinasyon markası olma yönünde çalışmaları yapılırken alt bölgeleri de unutulmamalıdır. 640 kilometre sahili olan bir şehirde Gazipaşa’yı da Oymapınar’ı da Kaş’ı da konuşmak zorundayız. Bunun için komple bir plan yapılmalıdır. Çok rahatsızlık duyduğumuz konulardan birini açıkça söylemek isterim. Kimseyi gücendirmek istemeyiz ama 640 kilometrelik sahil içinde sayısını bilemeyeceğimiz kadar belediye var. Kendi bölgemde bile ilçe belediyesinin altında 3 kilometre arayla belde belediyeleri var. Turizm yapılan bir şehirde bu kadar belediyeyle iş yapmak, proje hazırlamak, masaya oturmak mümkün değil, bir de parti farklılıkları var. Böyle olunca master planlama yapılamıyor. İmar müdürü olmayan bir belde belediyesinde 30-40 milyon liralık yatırım yapacak bir yatırımcıya nasıl yön vereceksiniz? Nasıl kontrol edeceksiniz? Biz turizmciler yatırımlarımızı yaptık, işletiyoruz da ama dışarı çıktığımızda görülen manzara çok yetersiz. Antalya merkeze neden turist gelmiyor diye soranların aslında belediyecilik hizmetlerini incelemesi lazım. Turistlik bir bölgede veya ilçede sadece kaldırım ve festival yapmak turizm açısından yeterli değil. Bu konuda belediyelerin vizyonlarını yenilemesi lazım.


- Peki, belediyeler özel ve farklı bir proje hazırlayıp, size altından kalkamayacaklarını ve destek beklediklerini iletseler cevabınız ne olur?


Ben Manavgat bölgesinin otelcisiyim. Kendi bölgem için konuşursam, 10 tane belediye var. Bugüne kadar herhangi bir proje getirmediler. Farklı partilerden 10 belediyeyi aynı çatı altında bir araya getirmek zor olsa da böyle bir proje gelse desteklerdik. Sayın Antalya Valimiz belediyecilik çalışmalarını yakından takip ediyor ama bunun yanında bizim bunları bir araya getirmemiz lazım. Gelen misafirler sadece otellere gelmiyor. 14 gün bir insanı otelde tutmanız mümkün değildir. Bu projeleri hazırlarken bizlerin de aralarında bulunduğu komisyonlar olmalı, bu kadar yatırımı yapmışız, turizmle ilgili koordinasyonu sağlayacak projelere destek mi vermeyeceğiz? Cazibe merkezi projeleri yaptınız da yapmayın mı dedik. Birbirini taklit değil, ayrı ayrı bölgelerde farklı temaların işlenmesi lazım. Maalesef yerel yönetimlerin seçildikleri günden itibaren yaptıkları tek şey bir sonraki seçimde nasıl oy alabiliriz hesapları yapmak. Geçtiğimiz günlerde bir yılını dolduran belediyelerimizin çalışmalarına baktığımda, üzülerek belirtmeliyim ki bir yılda turizmle ilgili hiçbir proje yapmadıkları gibi, turizmin gelecekteki projelerinde de yer almadığını gördüm. Bu şehirde turizmi yok sayarak bir şey yapamazsınız. Yerel yönetimler bana, sezon nasıl olacak, kaç kişi gelecek diye soruyor ama kimse ne yapabiliriz diye sormuyor.


SEZANO GİRERKEN YAPILACAKLAR


- 2010 sezonu öncesinde yapılması gereken son denetimler nelerdir?


Hizmet kalitemizi 2009’dan daha iyi yapmamız lazım. Arıtmalar ve altyapı hizmetlerinin deniz kirliliğine neden olmaması için tekrar gözden geçirilmesi gerekli, inşaatların 15 Mayıs’a kadar bitmesi ve etrafının toparlanması lazım, su sporlarının düzenlenmesi lazım, sahilde hizmet veren yatların ve tur şirketlerinin denetlenmesi lazım, ören yerlerinin acil bir şekilde gözden geçirilip müşterinin en basitinden tuvalet problemi yaşamaması lazım, pazar yerlerinde ve dükkânlarda mutlaka fiyat etiketlerinin olması lazım, oteller ve tedarikçi firmalar gıda kalitesine ve içki denetimlerine çok dikkat etmeliler, havalimanı, anketlerimizde en çok övgü alan yerlerden biri, bu yılda aynı başarıyı göstermemiz lazım, Antalya’nın her şey dahil sistemindeki standartlara dikkat etmesi, aile ve çocuklara yönelik etkinliklerin arttırılması gerekli, havai fişek gösterilerinin ve hanutçuluk olaylarının denetlenmesi gerekiyor. Hala müşteriyi kolundan tutup çekenler var. En önemli eksiklerden biri, şehrimizin haritası yok. Tabelalar ve ilan panoları acayip bir görüntü kirliliğine sebep oluyor.


- Antalya, tanıtımı için yeterli imkân yaratılıyor mu?


Kriz dönemi olmasına rağmen Bakanlığın 2009 ve 2010 ile ilgili tanıtım çalışmaları hakikaten çok büyük başarı sağladı. Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız tanıtım ihaleleri için TÜROFED’den temsilci aldı. O masanın etrafında biz de oturduk. Fuarlar hariç 45 milyon dolarlık bir bütçenin planlanmasında bizlere de yer verildiği için teşekkür ediyorum. Farklı koldan tanıtımlar yerine tek elden tanıtım yapılması için “Cebimizi ve gücümüzü birleştirelim” sloganıyla Tanıtım A.Ş’nin kurulması gündemde. Böylelikle yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri daha etkili tanıtım yapabileceğiz. Rusya fuarında toplamda 50 milyon dolarlık bir bütçeyle bulunmamıza rağmen istediğimiz etkiyi alamadık. Tanıtım A.Ş. ile ortak bir tanıtım politikasında birleşip daha kalıcı sonuçlar elde edebileceğiz.


BANKALARA SİTEM VAR


- Bölgenin kültürel mirasının devamlılığı için neler yapılabilir?


Turizm sektöründe milyar dolarlık yatırımların hepsi öz kaynakla olmadı. Muhakkak finans desteği aldık. 90’lı yıllarda Kalkınma Bankası desteğiyle ilerledik, ondan sonrasında özel bankalar da sektöre girdi. Fuarlara katılıyoruz, bütün banka bölge müdürleri de bizlerle beraber oradalar. Yatırımlarla ilgili verdikleri kredi desteklerini kriz dönemi de dahil olmak üzere yasal faiziyle birlikte geri ödüyoruz. Bu konuda bir sitemde bulunmak istiyorum. 2009 yılında birçok bankanın Yönetim Kurulu Başkanlarıyla, birçok görüşmelerde bulundum. Hepsi, “turizme kredi anlamında nasıl destek verebiliriz? Nasıl kredi kartı verebiliriz?” diye sordular. Yatırımları destekledikleri için teşekkür ederiz ama mesela bu hafta iki tane özel bankanın üst düzey yöneticilerinin katılacağı toplantılar Antalya’da yapılacak. Hatta birinde Sayın Günay da yer alacak. Bankacılarımıza sormak istiyorum, tanıtıma hiç destek oldunuz mu? Sponsorluk çalışmalarında herhangi bir destekleri niçin olmuyor? Mesela niçin “Perge’nin restorasyonunu biz üstleniyoruz” diyen bir banka çıkmıyor? İstanbul’da Genel Merkezi bulunan tüm bankaların Manavgat’ta da bir şubesi bulunuyor. Eğer turizm sektöründen bankalar kazanç sağlamıyorsa neden bu kadar çok şube açıyorlar? Eğer siz de bu sektöre dahilseniz o zaman neden sadece ticaret yapıyorsunuz da elinizi taşın altına koymuyorsunuz?



KUTU



ÜÇ ÖNEMLİ TEŞEKKÜR



- Kriz yılı sonrasında işler iyi görünüyor. Bu anlamda bundan sonra ne yapmalıyız?


Kriz sonrası dönemlerde ivmeyi iyi kullanmak yerine, rehavete düşülüyor. Bir krizi iyi yönetmek kadar, kriz sonrası rehaveti iyi yönetebilmek de önemli. Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın da gayretleriyle bu sefer kriz sonrası dönemi daha iyi değerlendireceğiz. Artık dinlenmek yerine 2011’i planlamalıyız. Bakanımızın da katılacağı bir Turizm Danışma Kurulu’yla, bundan sonrası için destinasyonlar bazında 10 yıllık planlar yapmalıyız Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Antalya Valisi Alaaddin Yüksel ve Kültür ve Turizm Tanıtma Genel Müdürü Cumhur Güven Taşbaşı Antalya için çok önemli kararlar alıyor ve bizleri destekliyorlar, sektörümüz adına kendilerine bir kez daha teşekkür ediyorum.

06 Nisan 2010

ANTALYA OTİSTİK BİREYLER SPOR KULUBÜ DERNEĞİ


Birçoğumuz onlarla ilgili ilk bilgiyi “Rain Man-Yağmur Adam” filminde Dustin Hoffman`ın oynadığı Raymond karakterinden öğrendik. Kimi Raymond gibi matematik dâhisi kimi de müziğe olağanüstü yetenekli bu çocukların savaştığı hastalığın adı otizm. Doğuştan gelişen, beynin ve sinir sisteminin farklı yapısından ya da işleyişinden kaynaklı, nörolojik bir bozukluk olan otizmin nedeni, genetik veya çevresel faktörlere bağlansa da tam olarak bilinmiyor. Dünyada her 150 çocuktan biri otistik doğuyor ve Antalya’da da bilinen 730 otizmli birey var. Sosyal iletişimleri diğer çocuklara göre zayıf, kendi dünyalarında olmayı seviyorlar. Ancak verilen eğitim ile bunu aşmaları mümkün ve zaten tek tedavi yöntemi de bireysel ve grup eğitimleri.

Cenk 17 yaşında otizmi olan bir gencimiz, anne, babası ve 11 yaşındaki kardeşiyle birlikte sadece kendi dünyasında yaşıyor. Cenk bu haftaki yazımızı okuyamayacak hatta ona okusalar da anlayamayacak ama ben bu hafta Cenk’i ve onun yaşadıklarını anlatmaya çalışacağım sizlere… Otizmli çocukların kimilerince anlamsız bakışları, yersiz davranışları, basit duyguları var. Zekâ seviyesi düşük, 2–3 sözcükten oluşan cümleler kurabilen, belki size göre ''önemsiz'', belki ''engelli'', belki de insani özellik ve davranışları taşımayan diyebilirsiniz ama bana göre “özel” çocuklar… Koşulsuz sevginin en güzel anlatımını yaşatan aileleriyle “özel” çocuklar…

Otizmli çocukların en bilinen ortak özelliği öğrenme güçlüğü çekmeleri ve tekrarlanan davranışları unutmaları olsa da otizmli gençlerin hepsi doğuştan yüzme biliyor. Hepimizi şaşırtan bu özellikleri onlara verilmiş bir hediye belki de…

İki yıl önce bugün, Birleşmiş Milletler tarafından “2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü”, Nisan ayı da “Otizm Farkındalık Ayı” olarak ilan edildi. Bu özel günde bizlerde Antalya Otistik Bireyler Spor Kulübü Derneği’ne konuk olduk. Otizmli çocuklar ve aileleriyle tanıştık, sohbet ettik. Otizmli bir çocuğun annesi, babası ve kardeşi olmayı onlardan dinledik. Hayatlarındaki tüm zorluklara, tüm çaresizliklere rağmen hepsinin gözlerinde umut vardı. Zor ve yorucu bir hayatları ama kocaman sevgi dolu yürekleri var. “Yaşadığınız ufak tefek zorluklara, aksiliklere takılmayın, hayatın size nasıl sürprizler hazırladığını gördüğünüzde bunu daha iyi anlıyorsunuz” diyen ailelerin azmi ve inançları karşısında söylenecek bir söz kalmıyor.

Tedavisi olmayan bu sorunla boğuşan binlerce çocuğu nasıl bir gelecek bekliyor? İyi haber şu: Erken yaşta uygun bir eğitim alabilenlerin yarısına yakını birkaç yıl içinde bu sorundan büyük ölçüde kurtuluyor. Geri kalanlar da az ya da çok ilerliyor. Kötü haber de şu: Böyle bir eğitimin 3–4 yaştan önce başlaması, haftada en az 40 saat olması ve çok özel yöntemlerle yürütülmesi gerekiyor. Yapılan araştırmalar, böyle bir eğitimin uygulamalı davranış analizine (ABA) dayalı olması gerektiğini de gösteriyor. Ama ülkemizin imkânları henüz yeterli değil.

“Bugünümüzü çalıp götüren, yarınımızın kaygısıdır” diyen Antalya Otistik Bireyler Spor Kulübü Derneği Başkanı Perihan Bal, çocukların ve ailelerin bir araya gelmesi ve ortak bir noktada buluşulması için bu derneği kurduklarını söylüyor. “Otizmlilerin kalacağı yaşam evleri kurmalıyız. Belediyelerin geniş imkânları var. Bir bina kiralanıp orada çocukların bireysel olarak yaşayabileceği mutfak, banyo ve yatak odası yapılır, ortak kullanacakları yemekhane, revir, oturma odası kurulabilir. Otistikler çok ayrıntıcıdır. Çok iyi kütüphaneci olabilirler veya bir restoranda çalıştırabilirler” diyen Bal, hayırsever Ramazan Savaş Bey’in yapacağı Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi ve İş Okulu’nu sabırsızlıkla beklediklerini belirtti.

Bugüne kadar kendilerine destek olan herkese minnettarlıklarını defalarca dile getiren Dernek Başkanı Perihan Hanım, otizmli çocuklarımız için bağış yapmak isteyenlerin Ziraat Bankası Şarampol Şubesi IBAN No: TR50 0001 0005 9553 8639 5250 01 numaralı hesaba bağış yapabileceklerini ekledi.

Cenk Bal’ın annesi Perihan Bal- kardeşi Onurcan Bal, Tarıkcan Börekçi’nin annesi Psikolojik Danışman Gülnur Börekçi, Abdullah Yaman’ın annesi Hülya Yaman, Ayşenur Çankaya’nın annesi Sevda Çankaya, Fatih Emre Karaağaç’ın babası Muharrem Karaağaç ve Dernek Başkan Yardımcısı Zeki Baran’la bu hafta “özel” çocuklarımızın hayatlarını ve geleceklerini konuştuk.
Hani derler ya, “Damdan düşenin halinden ancak damdan düşen anlar!” İşte yaşananlar aynen böyle… Ailelerin acılarla yaşamayı öğrenen yürekleri o kadar sevgi dolu ki, ortak dileklerinde “keşke imkânımız olsa da çocuk esirgeme yurtlarındaki çocuklardan birinin de koruyucu ailesi olsak” dediklerinde, gözyaşlarımı içime akıtarak bize hatırlattıkları duyarlılıktan dolayı önlerinde saygıyla eğilmek istedim.
Bu hafta kelimelerin konuşurken boğazımda düğümlendiği, mücadelelerini hayranlıkla dinlediğim, kimi zaman gülümseten kimi zaman hüzünlendiren bir sohbet gerçekleştirdim. Otizmli çocuklarımızın gözlerindeki umut dolu çığlığa şahit oldum ve unutmayın ki otizm onların tercihi değil. Otizme bir eksiklik olarak değil, farklı bir yetenek olarak bakmaya çalışın, “evet, sohbet sırasında gözlerinize bakmıyor olabilirler ama yalan söylemediklerini, oyunlarda hile yapmadıklarını, arkadaşlarınla dalga geçmediklerini, insanlara önyargılarla yaklaşmadıklarını hiç fark etmediniz mi?” sorusunun cevabı, hepimizin yüreğinde saklı…

-Otizm Farkındalık Ayı etkinliklerinizde neler planladınız?
Perihan Bal: Valimizi, İl Milli Eğitim Müdürümüzü ve Büyükşehir Belediye Başkanımızı ziyaretlerle başlayacak olan Nisan etkinliklerimizde, ANSAD’da resim sergimiz, otistik çocuklarımızın okuduğu okullarda kaynaştırma ziyaretlerimiz, 8 Nisan saat 10.00’da Doç Dr Esin Özatalay’ın konuşmacı olduğu “Otizm ve Otizm de Tedavi Yaklaşımları” konferansımız olacak. Ay sonuna doğru da Tanışma çayımız ve annelerimiz için moral yemeğimizle Nisan ayı etkinliklerimizi sonlandıracağız.
-Derneği kurma süreciniz nasıl gelişti?
Perihan Bal: Derneği kurma aşamasında çok zorlandık. Kendi imkânlarımızla yola çıktık. Kimimiz bilgisayarını verdi, kimimiz dolaplarını, kimimiz koltukları… Yine de bir sürü sorunla karşılaştık. Küçük adımlarla büyük hedeflere doğru yola çıktık. Otizmden etkilenen herkesi bir çatı altında toplama isteğimiz, bizlere güç verdi. Derneğimizi kendi ayakları üzerinde duran bir konuma getirmeyi amaçladık. Böylelikle desteğe ihtiyacı olan daha çok kişiye yardımcı olabileceğiz.
-Otizmli çocuklarda eğitim süreci ne zaman başlamalı?
Gülnur Börekçi: Araştırmalar göstermiştir ki, beyin gelişiminin en hızlı olduğu diğer bir deyişle bağlantıların en fazla yapılabildiği dönem, yaşamın ilk beş yaşına kadardır. Bu gelişimsel özellik çocukların öğrenme yeteneğini doğrudan etkilemektedir Çocuk eğitimcileri, çocuklarda okul öncesi eğitimin yani 3–5 yaş dönemi eğitiminin okul başarısına olumlu etkilerini kanıtlamışlardır. Çocuklar için önemle vurgulanan 3–5 yaş dönemi eğitimi; beyin yapısında yukarıda belirtilen farklılıkları olan ve bundan dolayı özel eğitime ihtiyaç gösteren otistik özellikleri olan çocuklar için daha da önemlidir. Bu nedenle otizmin tanısının 3 yaşından önce konması ve eğitime başlanması, çocuğun öz bakım becerilerini geliştirmesi, toplum içinde yer alması ve eğitimine örgün eğitim sistemi içinde devam etmesinin sağlanması bakımından çok büyük önem taşır. Otizm, yaşam boyu süren bir bozukluktur ve bu nedenle tam olarak iyileşme bugünkü bilgilere göre mümkün değildir. Ancak; bireyin toplumla kaynaşması, aile ve sosyal yaşama uyum sağlaması, okulda kaynaştırma programına katılması, bağımsız yaşam becerilerini geliştirmesi gibi olumlu gelişmelerden söz edilebilir.
Yapılan araştırmalar, özellikleri ve gereksinimleri hangi düzeyde olursa olsun her vakada erken tanı, erken yoğun tedavi ve eğitimin olumlu etkisini kanıtlamıştır. Otistik özellikleri olan çocuklar ve bireylerdeki gelişmeler değerlendirildiğinde, otizmin tanımında yer alan, “sosyal ilişkilerde güçlük”, “iletişimde zorluk”, “sınırlı ilgi, yineleyici ve rutin davranışlar” alanlarının her birinde eşit düzeyde olumlu gelişmeler gözlenmeyebilir. Birey bir alanda çok hızlı gelişme gösterirken, bir diğer alanda ilerleme göstermeyebilir ya da zaman içerisinde, herhangi bir alandaki gelişme duraklayıp, bir diğer alandaki gelişme hız kazanabilir.
—Peki, çocuklar kaç yaşına kadar eğitimlerine devam edebiliyor?
Gülnur Börekçi: Otizmi yaşayan çocuklarımızın eğitiminde devamlılık çok önemlidir. Yaz tatili olduğunda bütün öğrendiklerini unutabiliyorlar. O yüzden okullar kapandığında yaz okulları ve yaz kampları ile eğitim sürecini destekleyebilirsek çocukların ilerlemesine büyük katkısı olacaktır. Otizmi yaşayan çocuklarda özellikle su terapisi oldukça önemli ve fark yaratan bir uygulamadır. Bizlerin aile olarak en önemli sıkıntısı çocuklarımızın şuan 14 yaşına kadar eğitim alabilecek imkâna sahip olmaları, Milli Eğitim bünyesindeki Otistik Çocuk Eğitim Merkezi’nin dışında da yapılacak olan yatırımlar çok önemli, okullarda otizmli çocuklar içinde sınıflar oluşturulabilir. Ramazan Savaş Bey’in yaptıracağı merkez bu sebeple çok önemli ve bizler heyecanla bekliyoruz. Çocuklarımızın eğitimlerine 14 yaşlarından sonrada devam etmesine olanak sağlayacak olan bu merkezdeki etkinliklerle çocuklarımıza daha iyi bir gelecek hazırlayabileceğiz.
-Otizmle yaşamayı öğrenmek aile içi ilişkileri ne yönde etkiliyor?
Zeki Baran: Benim oğlum da 17 yaşında ve 17 senede öğrendiğimiz en önemli şeyin aile içi dayanışma olduğunu söyleyebilirim. Annesi, ben ve kızımız hayatlarımızı oğluma adadık. Maalesef her aile bizler gibi şanslı değil, otizmle yaşamak zorunda kaldıklarını öğrendiklerinde boşanmalar yaşanıyor. Birkaç arkadaşımızın evliliklerine devam etmelerini sağladık ama otizm yüzünden yaşanan ayrılıkların sayısı hayli fazla. Oysaki otizmle yaşamda en önemli şey aile bireylerinin dayanışması. Anne ve babaya ortak sorumluluklar düşmekte. Çocuklarımızın 24 saat bakıma ihtiyaçları var ve bu hayatı yaşamak aile olarak bile hiçte kolay değil, bu hayatı yalnız yaşamaksa çok çok daha zor. Kızım abisine çok düşkün, ona ablalık yapıyor sanki hatta kendi sınıfındaki bir başka otistik arkadaşını da anne şefkatiyle koruma altına almış durumda. Ne yazık ki çocuklarımızın çoğu otizmli arkadaşlarıyla uyum sorunu yaşıyor. Kızımın sınıfında da böyle bir sorun vardı bir de baktık ki kızım arkadaşını adeta koruma altına almış. Yaşananları öğrendiğimde kızımla çok gururlandım.
-Otizmle yaşamda yasal anlamda yapılması gerekler nelerdir?
Zeki Baran: İhtiyaçlar ve yapılması gerekenler çok ama öncelikle ailesine inanılmaz maddi zararlar açabilen otistik bireyin evde bakım ücreti için kanundaki: “Ailenin toplam gelirlerinin fert başına net asgari ücretin “üçte ikisi” standardı, çok genel kalmaktadır. Evinde yangına sebep olanlar, kırıp dökenler, iş ve ikamet değişikliği yapanlar hatta depresyon nedeniyle boşananlar… Özetle, otizmin hasarı ağır olduğundan bu maddenin değiştirilmesi için gerekli çabayı sarf etmeliyiz.
-Çocuğunuzun otizmle yaşaması gerektiğini öğrendiğinizde neler hissettiniz?
Perihan Bal: Canınızdan değerli yavrunuzun iki-üç yaşlarına doğru diğerleri gibi davranmadığını fark edersiniz. Ancak anormal bir takım tanımlamaları ona konduramazsınız. Yaş büyüdükçe acı gerçek zemheri ayazı gibi önce yüzünüzü, sonra kalbinizi dağlamaya başlar. Yüreğinizden kopan parçaların büyüklüğünü ve çaresizliğinizi anlatmaya kelimeler bulamazsınız. Bazen de iyi anlatıp anlaşılamadığınızı ve yalnız bırakıldığınızı düşünürsünüz. Çare adına müthiş bir kaos başlar. “Neyi, nasıl yapsak? Kime gitsek? Nasıl davransak? Ne yedirsek? Ne zaman iyileşir?” 1990’lı yılların başıydı. O dönemde üniversiteler de sadece “Tedavisi yok, özel eğitim gerektirir” denir mübaşir edasıyla ya da ateş düştüğü yeri yaktığından size öyle gelir. Oysa Türkiye’de her 150 çocuktan birinin otizmli olduğunu yeni öğrenmişsinizdir. Önce olguyu reddetme ve isyan, sonra kabullenme, ardından yeterince güçlendiğinizde “Ne yapabilirim?” evresi başlar.
-Zaman zaman hayattan mola isteğiniz olmuyor mu?
Perihan Bal: Otizmle yaşamayı öğrendiğinizde hayatınızın akışı tamamen değişiyor. Biz 4 kişi beraber bir yere gittiğimizi hatırlamayız. Birimiz mutlaka evde oğlumla kalır. Eşimle en son ne zaman yalnız kaldık hatırlamıyorum bile… Elbette çok yorucu bir süreç ve bizlerde zaman zaman en azından 24 saat bile olsa bir mola arıyoruz. Ama ülkemiz şartları buna uygun değil maalesef. Özellikle gençlik çağına gelmiş otistik birey sahibi ailelerin en büyük sıkıntısı geçici ve ya uzun süre çocuğunu güvenle bırakabileceği bir yaşam ünitesi sorunudur. Ebeveynin hastalığı, yakın cenazesi, düğün merasimi gibi durumlarda zorluk yaşanması bir yana pek çoğumuz uzun yıllar eşimizle alışverişe ve yemeğe gidemiyoruz.

Kendi küçük ama sözleri büyük

Küçük Onurcan Cenk’in 11 yaşındaki kardeşi ama ailede ağabey rolünü çoktan üstlenmiş. Kendinden beklenmeyen bilmiş lafları, gamzeli yanakları ve yaşının üzerindeki sorumluluk duygusuyla sohbetimize renk kattı, hepimizi gülümsetti. Ağabeyiyle beraber Onurcan’a uzun ve mutlu bir yaşam diliyorum. Cenk bu kadar tatlı bir kardeşi ve fedakâr bir ailesi olduğu için gerçekten çok şanslı bir genç, dilerim tüm otizmli çocuklar bu şansı yakalar.

-Onurcan bize biraz kendinden bahseder misin?
Onurcan: Biraz heyecanlandım. Ne söyleyeyim bilemedim şimdi, siz sorun ben cevap vereyim.
-Peki, o zaman, ağabeyinle nasıl vakit geçiriyorsunuz? En çok ne yapmayı seviyorsunuz?
Onurcan: Ağabeyimle aramız çok iyi, iletişimimiz çok kuvvetli, genellikle ben ona ağabeylik yapıyorum. Ağabeyimle bugüne kadar hiç kavga etmedik, ben ailede daha pasif olduğumu düşünüyorum. Aldığım sorumluluktan dolayı kendimi olgun hissediyorum. Ağabeyimi bu aralar bilgisayara alıştırmaya çalışıyorum. Genellikle top oynamayı ve dışarıda koşturmayı seviyoruz. Ağabeyim genelde evde zıplamayı seviyor. Annemler geleceğimiz için endişeleniyor ama ben ağabeyimi asla yalnız bırakmayacağım. Onunla beraber yaşayabilirim. Benim kendi sınıfımda da otizmli bir arkadaşım var. Diğer arkadaşlarım onu hırpaladığında karşılarında beni buluyorlar. Ona zarar vermelerine asla izin vermiyorum. Bu arada ben bir şey fark ettim onu da söyleyebilir miyim?
-Elbette söyle, ne fark ettin?
Onurcan: Otizmli olan çocuklara bakıyorum da hepsinin bedenleri çok güzel, erkekler çok yakışıklı, kızlar çok güzel oluyor. Hepsi çok güzel çocuklar, güzellik onlara biraz fazla gitmiş, dışarıdan otizmli oldukları hiç belli değil. Mesela ben ağabeyimle dolaşırken kızlar hep ağabeyime bakıyorlar.
-Sen daha küçüksünde o yüzden ağabeyine bakıyorlardır. Sen büyüdüğünde sana da bakarlar. Gerçi sen büyümüş de küçülmüş gibisin…
Onurcan: Teşekkür ederim.