12 Mart 2010

ERGÜN ERÜNAL



18 yıl önce Antalya’ya gelen Yüksek İnşaat Mühendisi Ergün Erünal, Bursa Uludağ’daki turizm işletmesini bırakarak Antalya’da tarım sektörüne girdi. 1993 yılında Türkiye’de ilk defa bilgisayar donanımlı yüksek teknoloji ekipmanlı seracılığı başlattı. 44 dönüm bilgisayar donanımlı Richel seralarında, sulama, gübreleme, nemlendirme işleri de tamamen bilgisayar kontrollü sistemlerle gerçekleştiriliyor. 18 yıl önce otomasyon sistemini yurtdışından getirerek üretime başladığı seracılık da otomasyona geçerek başarılı bir grafik yakalayan Erünal, o günleri tebessümle anıyor. “Ben tarıma girdiğimde, ‘aklı yok, parası çok. Deli bu adam’ dediler. Ama bir iki sonra bana gelip bize de bu sistemden kuralım diyenler oldu” derken sektördeki değişime öncülük etmenin de haklı gururunu yaşıyor.


1940’lı yıllardan bugünlere Türkiye’nin profilini değerlendirdiğimiz sohbetimizde sevecen tavrı ve içten konuşmasıyla tecrübelerini paylaşan Ergün Erünal okul projesini ve bu süreçte yaşadıklarını da anlattı.


Hayatı boyunca kazandıklarını Yeşilbayır mevkiinde yaptırdığı Erünal Sosyal Bilimler Lisesi’ne harcayan, öğrencilerin “Ergün Dedesi” Ergün Erünal halen okuldaki çalışmaları yakından takip ediyor.



1940'lı yıllarda Türkiye'de hiç bir şeyin olmadığını, birçok ihtiyacın karnelerle alınabildiğini anlatan Ergün Erünal, o yıllarda Türkiye'de zengin kimse olmadığının da altını çizerek, “Bu memlekette 'babam, dedem zengindi' diyenleri de bilirim ama Türkiye'de zengin de yoktu. Türkiye'de şimdi cebinde 3 kuruşu olan varsa bu memleketin topraklarından kazandı. Dolayısıyla bu memlekette kazandıklarımızla bu memleket için bir şeyler yapmamız lazım. Yapmamız gereken ilk şey eğitimdir. Tarımı iyi yapamıyor, memleketi iyi idare edemiyorsak, bu eğitimsizliktendir ”dedi.



Eşi ve kız kardeşiyle birlikte yaptırdıkları okulun öğrencileri de Ergün Dede’lerinin emeklerini karşılıksız bırakmayarak 2009 AB Liselerarası Bilgi Yarışmasında Antalya Bölgesi Şampiyonu oldu.


Avrupa standartlarında projelendirilen okulda bir yılı hazırlık toplam 5 yıl eğitim veriliyor. Erünal Sosyal Bilimler Lisesi'nin kendine özgü yönetmeliği ve ders çizelgesi var. Yurt dışındaki üniversitelerde sınavsız okuyabilmek için ikinci bir diploma daha veriyor. Ortaöğretim kurumlarındaki ortak derslerin yanı sıra 2. dil (Almanca) seçeneği, Sosyal Bilimler Çalışmaları, Osmanlı Türkçesi, Diksiyon ve Hitabet, Bilgi Kuramı, İşletme, Ekonomi, Uluslar arası İlişkiler, Halk Bilimi, Girişimcilik, Proje Hazırlama, Araştırma Teknikleri, Bilgi ve İletişim Teknolojisi, Yönetim Bilimi, Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi gibi farklı derslerle öğrencilere geçmişi tanıtmakla beraber çağın gerektirdiği eğitim verilerek geleceğe hazırlanması hedefleniyor.


Tam bir eğitim sevdalısı olan Erünal’ın sık sık yinelediği bir cümle de geleceğe ışık tutar nitelikteydi. “ Buradan nice valiler, kaymakamlar ve daha birçok meslek grubundan uzman yetişip ülkemize hizmet edecektir” diyen Erünal’ın gözlerinde, bu ülkenin geleceğini emanet edeceğimiz pırıl pırıl gençlerimizin bu yoldaki çabalarında katkı sağlamış olmanın mutluluğu hissediliyordu.


Doğma büyüme İstanbullu olan Erünal, 3 yıl yurtdışında yaşadıktan sonra önce Bursa’ya oradan da Antalya’ya yerleşti. 1957 ‘den beri iş hayatında olan Ergün Erünal 50 yıllık birikimini halen yaşamakta olduğu Antalya’ya bırakarak Türkiye’nin 13. Sosyal Bilimler Lisesi’ni bizlere kazandırdı. “Doğduğun kadar, doyduğun şehir de memleketindir” sözünün en güzel örneklerinden biri olan hayırsever işadamı Ergün Erünal, dileriz gelecekteki güzel projelerin de öncüsü olur.


-Antalya’ya gelişiniz nasıl oldu?


Eşimle beraber 1980 yılına kadar Bursa Uludağ’da Ergün Oteli işlettik. Bizimki tam bir aile işletmesiydi. 80 İhtilalinden sonra dağ turizmi yapanlara sahilde yer verme, sahilde olanlara dağ turizminde yer verme projesi başladı. İstihdamı 12 aya yayma projesiydi. O zamanlar böyle karaborsa falan değildi. Yalvarıyorlardı, gelin yol paranızı karşılayalım, gezdirelim sizleri diyorlardı. Sene 1982. O yıllarda turizm Antalya’da değildi. Alanya’daydı. Alanya’da birkaç otel vardı. 1982 yılında yol yoktu zaten. Alanya’dan Antalya’ya gelecek yol yoktur. Kemer’e gidemiyordunuz mesela, yolu yoktu. Teknelerle denizden gidip geliniyordu. Antalya’ya ilk gelişimiz böyledir. 1990 yılında Körfez savaşıyla birlikte Uludağ turizminin tadı kaçtı. Uludağ’a kumarhaneler girdi. Kumarhaneler girince mafya, uyuşturucu işin içine girdi ve bizde orada aile işletmesiydik. Dolayısıyla başka bir iş yapalım dedik. Körfez savaşının ardından Yugoslavya savaşıyla yol kapandı ve zaten turizmi de henüz bilmiyorduk. O yıllarda tarım değerlendirmesi yaptık ve 1992’de Ayer Tarım’ı kurarak seracılığa başladık.


-Daha önceden tarımla ilgili tecrübeniz var mıydı?


Ben aslında Yüksek İnşaat Mühendisiyim. 1960–1961 yıllarında Paris, Ecole National des ponts et chaussees de ön gerilimli beton ihtisası yaptım. Tarım tecrübem yoktu ama mühendislik eğitimimin bu işin teknik kısmına çok faydası oldu. Bu sektöre girmeden önce İsrail’i, Hollanda’yı ve kuzey ülkelerini gezdik. Soğutma konusunda İsrail’den, aydınlatma ve ısıtma konusunda da kuzey ülkelerinden yararlanabileceğimizi gördük ve Türkiye’de ilk defa bilgisayar donanımlı yüksek teknoloji ekipmanlı seracılığı başlattık. Türkiye’ye ilk defa hazır fideyi getiren de biziz.


- Antalyalı çiftçiler sizin bu yatırımlarınızı nasıl karşıladı? Yeniliklerden memnun oldular mı?


1992’de bir seranın maliyeti ne kadarsa bizim kurduklarımız 3 katına mal oldu. Hayatım boyunca hep teknolojinin ve yeniliklerin takipçisi oldum. Ne kadar ucuza yaparım yerine, daha kaliteli nasıl yaparım diye araştırdım. Kaliteyi yakaladığınızda marka oluyorsunuz. Markalaşmak için kaliteyi yakalamak yeterlidir. Benim birçok unvanım oldu, okulu yaptırdıktan sonra bu unvanlara bir de “hayırsever” unvanı eklendi ama asıl lakabım 'deli'dir. Ben tarıma girdiğimde 'aklı yok, parası çok. Deli bu adam' dediler. Tarım sektörü gelenekçi bir yapıya sahiptir. Bu dünyada da böyledir. Hollanda’da çiftçilik babadan oğla geçiyor. 200 senedir sadece domates ya da salatalık yetiştiren aileler var. Başka bir şeyde deneyelim demiyorlar ama sadece domates yetiştiriyor ama en kalitelisi için uğraşıyor. Nesilden nesile aktarılan tecrübeler ve uygulamalar var. Devletin tarım politikası da başarılı olduğu için tarımda öncüler ama gelenekçiler. Bizlerde böyleyiz. Tarımda denenmemişi kabul ettirmek zordur. Denenir ve başarılı olduğu gözlemlenirse diğer çiftçiler tarafından uygulanır. Antalya’da öncülüğü biz yaptık ama şimdi birçok firma bizi örnek alıyor. Sebzenin yanında topraksız gül yetiştirmede de öncülüğümüz oldu. Şu anda gül üretimimiz tamamen topraksız tarımla sağlanıyor.


-Bu yılki hava şartları sizin otomasyonlu seraları da olumsuz etkiledi mi?


İstatistikleri tamamen bilgisayar ortamında tutuyoruz. Bu yıl 18 senedir ilk defa en karanlık kış ayını geçiriyoruz. Önceki yıllarda ışıktan faydalanma oranımız yüzde 75 civarındayken bu yıl yüzde 47 ye düştü ve bu da aydınlatma için ne yapmalıyız konusunu gündeme getirdi. Işık az olduğu için bitki zor yetişiyor. Önümüz Sevgililer Günü ama kesme çiçek üretiminde sınırdayız. Kötü hava şartları ilerde sıkıntı yaratabilecek düzeyde etkisini göstermeye başladı.


-Bu sektöre sıfırdan başlayan bir seracısınız. Bu sektördeki en önemli tecrübeniz nedir?


Tarımda bir tane doğru yoktur. Tarım bir harmonidir. Biz gül yetiştirmeye başlayacağımız zaman Fransa’ya gittik. Fransa’da üç tane büyük gül yetiştiricisi vardır. Hepsinle tek tek tanıştık. Hiçbiri mezata mal yollamıyor. Hepsinin özel müşterileri var. 100 dönüm arazileri olan insanlar. Yetiştirme, sulama, dikim gibi konularda bize bilgi veriyorlar. Elimizde kâğıt kalem not alıyoruz. Dedik ki üç kişiden iki tanesi aynı şeyi söylerse onların dediklerini yaparız. Üçte iki çoğunluk kararıdır diyelim dedik ama hiç ortak noktaları olmayacağı aklımıza geldik. Hepsiyle tek tek konuştuk not aldık, bir tane bile ortak nokta olmaz mı? Yok. Bu ne demek, demek ki bir harmoni var. Ama içinden bir tanesini değiştirmeye kalktığınız zaman her şey altüst oluyor. Herkesin kendine göre bir tarzı var ve kimsenin ki birbirine benzemiyor. Dünyaca ünlü İsrailli gül yetiştiricisi Naftali vardır. Dünya’nın önemli üç üniversitesinde de kürsüsü olan bir bilim adamı aynı zamanda. Onun bir seminerine katıldık. Dediklerini not aldık geldik uyguladık, gül üretimimiz azaldı. Bu da gösteriyor ki tarımda herkesin doğrusu kendi doğrusudur.


-Okul yaptırmaya nasıl karar verdiniz?


Eşimle birlikte düşündük ve dedik ki, bu kadar yıl kazandık yatırım yaptık, biz öldükten sonra miras tartışmaları yaşanacak, belki kimseyi memnun edemeyeceğiz en iyisi bir okul yaptıralım ve bu ülkeye bir faydamız olsun istedik. Bu memleketin bize verdiği imkânları biz de bu memleket için kullanmalıyız diyerek yola çıktık ve asıl niyetimiz bir tarım lisesi yapmaktı. Tarımda bu kadar ilerde olan bir şehirde tarım lisesi yok. Yapmamız gereken ilk şey eğitimdir. Tarımı iyi yapamıyor, memleketi iyi idare edemiyorsak, bu eğitimsizliktendir. Ziraat fakülteleri her yıl yüzlerce mezun veriyor ama çocuklar yetersiz. Erzurum’dan mezun olmuş bir mühendis kızımız vardı. “Kışları 10 santim karın altındaydık, yazları memleketimizde, bizler hiç yeşil bitki görmeden, toprağa dokunmadan mezun olduk. Benim için burası ikinci okul oldu” derdi. Bu cümle üzerinde çok ciddi düşünülmesi gereken bir tespittir aslında. Ziraat mühendislerinin çoğunun durumunu en iyi özetleyen açıklamadır. Biz bu sıkıntıyı liseden başlayarak çözmeye çalışalım istedik ve Tarım Lisesi yaptırmaya karar verdik.


-Proje neden değişti?


Tarım Lisesi için kontejyanları kaldırmışlar. Milli Eğitim İl Müdürü Osman Nuri Bey ve Sayın Valimiz Alaaddin Yüksel bu konuda çok özverili ve çalışkanlar, çok önemli işlere öncü oluyorlar. Biz 1 milyon dolarlık bir bütçeyle yola çıkmıştık. Kendi içinde serası olan bir Tarım Lisesi için yeterliydi. Ama sonradan Sosyal Bilimler Lisesi’ne ihtiyaç olduğunda karar kılındı ve bir de 200 kişilik pansiyon eklendi. Eşim ve kız kardeşimle konuştuk ve bazı yatırımları ertelersek, bazılarını da iptal edersek bu okulu yaptırabileceğimize karar verdik ve protokol imzalandı.


-Bu lise planlarınızda ne kadar değişim yarattı?


4’er kişilik 60 oda, her odada tuvalet, banyo, çalışma masaları, dolaplar, her katta bilgisayarlı etüt salonu, TV izleme salonları, 180 kişilik yemekhane, bahçe, botanik bahçe, 14.000 m2 alan basketbol, futbol, voleybol sahaları, revir, doktor odası ve ana bina dâhil 3 milyon dolara yapıldı. Birçok yatılı okulda ısıtma ve sıcak su sorunu yaşandığını öğrendik ve bunun içinde özel bir proje geliştirdik. Enerji tasarruflu 24 saat sıcak su ve bilgisayar programlı ısıtma sağladık. İnşaata başladığımızda ne kadar yardımsever bir millet olduğumuzu da bir kez daha görmüş oldum. Planlarımız ciddi değişikliğe uğramıştı ama gelişmeler bizi sevindirdi. Elektrik tesisatı 90 bin TL tutmuştu, ama hayır için yapıldığını öğrenince elektrikçi sadece 50 bin TL aldı. Kazan yaptırdık. Kazanı yapan usta, 'çorbada bizim de tuzumuz olsun' diyerek, bizden para almadı. Biz böyle bir ülkeyiz. Bu okulda nice valiler, kaymakamlar ve daha birçok meslek grubundan uzman yetişip ülkemize hizmet edecektir bu yolda bizimde katkımızın olmasının mutluluğunu anlatmak inanın zor. Çocuklarda bu emeklerin karşılığını veriyor. Hepsi birbirinden akıllı, AB Liselerarası Bilgi Yarışmasında Antalya Bölgesi Şampiyonu oldular. Şimdi Türkiye derecesi için çalışıyorlar.


-Gençlere hayatla ilgili bir tavsiyeniz olsa ne tavsiye edersiniz?


Yurtdışında katıldığım toplantılardaki bir gözlemimi paylaşmak isterim. Dört kişi oturuyorsunuz diyelim. Ortaya bir fikir atılır, ilk başta ‘aman ne saçma fikir’ derseniz ama o fikre herkes kendinden bir şeyler ekler ve toplantının sonunda size ‘Hay Allah bu fikri ben niye düşünemedim’ dedirten bir sonuç ortaya çıkar. Bu benim hayattaki sloganımdır ve öğrencilerle de bunu paylaştım. “Akıllı adam aklını kullanır ama daha akıllı adam başkalarının aklını kullanır” derim. 50 yıldır iş hayatındayım ve bu ülkede krizler gördük, ihtilaller yaşadık iyi günlerimiz de kötü günlerimiz de oldu. Gençlere öğüt verdiğinizde faydası olmuyor ama benim yapmayı planladığım bir projem daha var. Kendime bir web sitesi


açmayı düşünüyorum. “Ergün Dede’den Masallar” başlığında tecrübelerimi paylaşabileceğim, çocuklarında hem sıkılmayacakları hem de isteklerini iletebilecekleri bir ortam olsun istiyorum. Kazandığın, yaşadığın, yetiştiğin ülkeye okul yaptırabilmek tarifsiz bir mutluluk, eğer imkânım olsa bir okul daha yapardım.



Ergün Erünal kimdir?


1932 Yılında Kadıköy-Suadiye'de doğdu. İlköğrenimini Erenköy 38.İlkokulda (1943–1951), Liseyi Saint-Joseph de tamamladı (1943–1951). İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesini (1951–1956) bitirdi. 1960 yılına kadar Taşeron-Müteahhit olarak çalıştı.1960-1961 yıllarında Paris, Ecole National des ponts et chaussees de ön gerilimli beton ihtisası yaptı ve Fransa’da A.S.T.E.F. Stajyeri olarak muhtelif şantiyelerde çalıştı. 1961-1964 yıllarında Almanya’da değişik alanlarda çalıştı. 1964 ‘de Bekol Kollektif Şti.’ni 2 sınıf arkadaşı ile kurdular. Merbalit sun’i mermer tesisini işletirken muhtelif yol ve köprü işleri yaptılar. 1974 ‘de Orman Yüksek Müh. İkbal Şenol ile evlendi ve Uludağ’da Ergün Otel, Teleski, Kafeterya işletmeleri ile turizm işletmeciliğine başladı. 1983 de de Antalya Beldibi’nde Erman Turizmi işletmeye açtı. 1992 de Uludağ Tesislerini devrederek Antalya’ya yerleşti. 1993 de Ayer Tarımı kurarak Türkiye’de ilk bilgisayar donanımlı yüksek teknoloji ekipmanlı seracılığı başlattı.

NURİ ÖZKUL

Ülkemizde ve dünyada “İnsan Hakları” uygulamalarının bir kolu olarak oluşum sağlayan Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği (HAYAD) hastaların seslerini duyurmalarına yardımcı oluyor.

Türkiye’deki merkezi Antalya’da bulunan ve 10 yıl önce eczacı Nuri Özkul tarafından hayata geçirilen dernek, hasta ve yakınlarının sağlık hizmeti alırken kullanmaları gereken haklar konusunda toplumda duyarlılık yaratmaya çalışan sivil bir örgütlenme olarak kurulmuş.

Derneğin kuruluş amacında ülkemizde yaşama hakkının dahası sağlıklı yaşama hakkının gerektiği gibi tüm yurttaşlara sağlanamamasından yola çıkılmış. Ülkemizde yaşayan insanların çoğu sağlıklarını korumak ve geliştirmek bir yana hastalık hallerinde yararlandıkları sağlık hizmetlerinden hoşnut değiller. Hizmetin sunumu sırasında bireylerin pek çok hakkı göz ardı edilmekte, değişik biçimlerde hak ihlalleri yaşanmakta ve bunlardan kaynaklanan mağduriyetler ortaya çıkmaktadır. Bunların bir bölümü sağlık sisteminden ve olanaksızlıklardan kaynaklanmaktadır. Ancak sorunların önemli bir bölümü de bu hizmet sırasında, hizmetten yararlanma durumunda olan bireylerin bu alandaki haklarının, hizmeti veren sağlık personelince yeterince bilinmemesi nedeniyle oluşmaktadır. HAYAD bu bilgi eksikliğini ortaya koymak, hakları talep etmek ve hatırlatmak üzere gönüllü bir kuruluşun görev üstlenmesi gerekliliğinden yola çıkarak kurulmuş.

Aynanın diğer yüzündeki hekimler ve onların çalışma şartları ise ayrı bir sohbet konusu elbette ki… Zor şartlar altında özveriyle çalışan sağlık personelinin açısından da durum ayrıca değerlendirilmelidir. Bu sivil örgütlenmenin sağlık personeline karşı bir oluşum olmadığının özellikle altını çizen Nuri Özkul “Biz sadece hastalar ve sağlık personeli arasındaki köprüyüz” dedi.

En yoğun şikâyet konusunun bilgi eksikliği ve güler yüz eksikliği olduğuna değinen Özkul “Hastanın ilk ve en önemli hakkı bilgi almaktır. Hastanın, hastalığıyla ilgili bilgilerinin hastayla paylaşılması, hastaya güven veriyor ve hasta ikna oluyor. Hasta-hekim diyalogunun kesilmesinin yanı sıra, hasta konuşulanları anlamıyor ve hasta yeterince bilgilendirilmiyor” dedi.

Hastalar ve hekimler arasındaki iletişim eksikliğinin bizim gibi sıcakkanlı bir toplumda yaşanması ve bu boyutlarda olması da hayli ironik bir durum… Yine de bir hekimin başarısının hastayla kurduğu ikili iletişime bağlı olduğu yadsınamaz bir gerçektir.

Çevrecilikte, siyasette ve eczacılıkta ki başarısını “hasta haklarını arama” konusunda da gösteren Nuri Özkul’a duyarlılığın ve yardımın Antalya’daki simgesi diyebiliriz. Kendi imkânlarıyla başlattığı bu sivil toplum hareketinde 200 üyesi bulunan bir dernek haline gelen HAYAD’ın 12 ilde de şubeleri bulunmaktadır.

Güler yüzlü ve içten anlatımıyla sorularımızı samimiyetle yanıtlayan Nuri Özkul ve Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği’ne (242) 237 16 99 numaralı telefondan ve hayad07@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz. Gülümseyen yüzlerle sağlıklı günlere…

Hasta Hakları nedir?

Bir Sağlık Kuruluşuna, sağlık hizmeti almak için başvuran herkesin;

1. Hizmetten genel olarak faydalanma: Adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde sağlıklı yaşamanın teşvik edilmesine yönelik faaliyetler ve koruyucu sağlık hizmetlerinden faydalanmaya,

2. Eşitlik içinde hizmete ulaşma:
Irk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınmadan hizmet almaya,
3. Bilgilendirme:

Her türlü hizmet ve imkânın neler olduğunu öğrenmeye,
4. Kuruluşu seçme ve değiştirme:
Sağlık kuruluşunu seçme ve değiştirmeye ve seçtiği sağlık kuruluşunda verilen sağlık hizmetlerinden faydalanmaya,
5. Personeli tanıma, seçme ve değiştirme:
Sağlık hizmeti verecek ve vermekte olan tabiplerin ve diğer personelin kimliklerini, görev ve unvanlarını öğrenmeye, seçme ve değiştirmeye,
6. Bilgi İsteme:
Sağlık durumu ile ilgili her türlü bilgiyi sözlü veya yazılı olarak istemeye,
7. Mahremiyet:
Gizliliğe uygun olan bir ortamda her türlü sağlık hizmetini almaya,
8. Rıza ve İzin:
Tıbbi müdahalelerde rızanın alınmasına ve rıza çerçevesinde hizmetten faydalanmaya,
9. Reddetme ve durdurma:
Tedaviyi reddetmeye ve durdurulmasını istemeye,
10. Güvenlik:
Sağlık hizmetini güvenli bir ortamda almaya,
11. Dini vecibelerini yerine getirebilme:
Kuruluşun imkânları ölçüsünde ve idarece alınan tedbirler çerçevesinde, dini vecibelerini yerine getirmeye,
12. Saygınlık görme:
Saygı, itina ve ihtimam gösterilerek, güler yüzlü, nazik, şefkatli sağlık hizmeti almaya,
13. Rahatlık:
Her türlü hijyenik şartlar sağlanmış, gürültülü ve rahatsız edici bütün etkenler giderilmiş bir ortamda sağlık hizmeti almaya,
14. Ziyaret:
Kurum ve kuruluşlarca belirlenen usul ve esaslara uygun olarak ziyaretçi kabul etmeye,
15. Refakatçi bulundurma:
Mevzuatın, sağlık kurum ve kuruluşlarının imkânları ölçüsünde ve tabibin uygun görmesi durumunda refakatçi bulundurmayı istemeye,
16. Müracaat, şikâyet ve dava hakkı:

Haklarının ihlali halinde, mevzuat çerçevesinde her türle başvuru, şikâyet ve dava hakkını kullanmaya,
17. Sürekli hizmet:
Gerektiği sürece sağlık hizmetlerinden yararlanmaya, hakkı vardır.

-Hastaların haklarını arama fikri nasıl gündeme geldi?

Bu fikir yirmi yıl öncesine dayanmaktadır. Ben sağlıkçı bir babanın, eczacı oğluyum ve 10 sene önce gerek babamdan dinlediklerim gerek de benim eczaneme gelen hastalardan bizzat şahit olduğum şikâyetler doğrultusunda böyle bir oluşumun gerekliliğine inandım ve derneğimizi kurduk. Sağlık skandalları, tedavi problemleri, yanlış teşhisler, komplikasyonlar ve iletişimsizlik sonucu oluşan şikâyetlerde hepimizi ilgilendiren bir konu vardı ama monolog bir yaşamdı. Hep doktorun konuştuğu, karar verdiği, sağlık personelinin otoriter olduğu bir süreç yaşandı yıllarca. İnsanoğlu kendisini iyileştiren kişilere minnettardır ve muhtaçlığından dolayı da ne söylenirse inanmıştır. Geçmişte güvene dayalı bir tedavi hizmeti vardı ama son yirmi beş yılda hastaneler ticari bir işletmeye dönüştü. Teknolojiyle sağlık araç ve gereçlerinin gelişmesi, departman sayısının artması ve bunlara bağlı olarak hasta-hekim diyaloğunun kesilmesi ve hastaların bilinçli olmamasından ötürü haklarını yeterince arayamamaktadırlar. Hastanın ilk ve en önemli hakkı bilgi almaktır. Hastanın, hastalığıyla ilgili bilgilerinin hastayla paylaşılması, hastaya güven veriyor ve hasta ikna oluyor. Hasta-hekim diyaloğunun kesilmesinin yanı sıra, hasta konuşulanları anlamıyor ve hasta yeterince bilgilendirilmiyor. Ağırlaşan çalışma şartları hekimlere hastaların birer kimliği olduğunu unutturdu.

-En yoğun şikâyeti hangi konularda alıyorsunuz?

Yapılan şikâyetlerde hastalar en çok görevlilerin kaba davranışı ve eşit hizmet alamamalarından şikâyetçi. Yeterli hizmet alamamalarının yanında, hastanelerdeki temizlik ve hijyenin yetersiz oluşundan şikâyet eden hastalar, ayrıca doktorların kullandığı dil ve yazılarından rahatsız. Doktorlar konuşurken tıp terimleri kullandıkları için hastalar ne söylendiğini anlamıyorlar. Dünya’daki ölüm oranlarının en başında yanlış tedaviden kaynaklanan ölümler ilk sırada gelmektedir. Bu konuya dikkati çekmek gerekmektedir. Hastane enfeksiyonu, yanlış tedavi ve komplikasyonlardan dolayı çok ciddi rakamlarda ölümler yaşanmaktadır.

-Sağlık hizmetlerinin özelleşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sağlık hizmetlerine ulaşımın kolaylaşması elbette ki çok olumlu bir adımdır ama özel hastanelerinin ticari bir kimlikle işletilmeleri etik sorunlara yol açmaktadır. Bazı hastanelerin özel servis araçlarıyla ücretsiz check-up (sağlık taraması) yapmak için mahallelerden hastaları topladığını öğrenmiş bulunmaktayız. Bu son derece yanlış bir uygulamadır. Bir tekstil firması belli bir alışveriş limitine ücretsiz check-up hediye ediyordu. Sağlık hizmetlerinin promosyonu olmaz. Tedavi harcamaları ülkemizde 2002 yılında 4.2 milyar lira iken şimdi 20.2 milyar liraya yükselmiştir. Gereksiz ilaç kullanımının artması bu rakamı 5.2 milyardan 15.6 milyara çıkarmıştır. Para kazanmaya dayalı bu anlayış hasta üzerinde gerekmeyen tedaviler yapılmasına yol açtı.

-Bu konuda şikayet alıyor musunuz?

Geçtiğimiz ay emekli bir vatandaş başvurdu. Geçen ay hastaydım hastaneye gittim, emekli maaşımın yarısını sağlık harcamalarına kesmişler. Ben bu maaşla şimdi nasıl geçineceğim diye soruyor. O kadar üzücü tablolarla karşılaşıyorsunuz ki, vatandaş hasta mı olmasın evine mi bakmasın? Biz aynı zamanda “akıllı hasta” profili de oluşturmaya çalışıyoruz. Kendini ifade edebilen, hakkını arayan, tedavisini anlayan bir hasta profili oluştuğunda şikâyetlerde de azalma olacaktır. Hekimlerinde daha güler yüzlü ve ilgili olmaları durumunda şikâyetlerin hayli azalacağı düşüncesindeyiz. Size bir başka örnek veriyim. Hasta muayeneye gider. “Dizim, karnım ve omzunda ağrı var” diyor hekim de “ Bana sadece dizini söyle, ben karna bakmıyorum ” demiş. Yani böyle bir anlayış da var. Hekimlerin bazılarında bir bıkkınlık gözlemliyoruz. O kadar çok hastaya bakıyor ki, yeterli ilgilenecek vakti bulamıyorlar.

-Türkiye’nin genel sağlık politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sağlık reformu ne aşamaya gelecek bilemiyoruz ama şuanda çok ciddi bir karmaşa yaratıyor. Hastalarla eczacılar ve hekimler karşı karşıya bırakılıyor. Deneme yanılma yöntemiyle sonuca ulaşmaya çalışıyoruz. Ben artık değişiklikleri takip etmekten vazgeçtim. Yönetmelik ve uygulama bazındaki değişiklikler çok sık değişiyor. Ama bunun da devlete öngörülmeyen bir masraf boyutu var. Sağlık hizmetlerinin şuanda neredeyse yarısı paralı hale geldi ve kamu kuruluşu hastanelerdeki talep tekrar artmaya başladı. Katkı payı ödememek için acile giden hastaların sayısında da artış oldu. Özellikle televizyonlardaki yayınlarda konuşan hekimler hem bitkisel ilaçların hem de ilaç tüketiminin bilinçsiz çoğalmasına neden oluyorlar.

-“Bu kadar da olur mu” dediğiniz bir şikâyet aldınız mı?

Elbette, bir hastanenin polikliniğinde doktor, hemşire ve bir ilaç mümessili hasta muayene ediyorlar. Hastaların tansiyonunu hemşire ölçünce normal çıkıyor ama doktor hemşireyi bekletip, tansiyon ölçme işini mümessile devrediyor. Mümessilin tansiyonunu ölçtüğü her hastanın da tansiyonu yüksek çıkıyor ve doktor tansiyon ilacı yazmaya başlıyor. İlaç firmalarının arasındaki rekabet o kadar çoğaldı ve muadil ilaçlar o kadar arttı ki artık mümessillerin kotalarını doldurabilmeleri için doktorları ikna etmeleri yetmiyor adeta vaka yaratmaya başladılar. Bu olay hem dünyada hem ülkemizde en ciddi ilaç sömürüsüdür. Çok ciddi bir sıkıntıdır.

-Sağlık personelinin sizlere karşı yaklaşımı nasıl?

Dernek olarak sanki bizler sağlık personeline karşıyız, sürekli onların kusurlarını arıyoruz gibi bir tablo yaratılmaya çalışılıyor. Bu kesinlikle haksız bir ithamdır. Hekimlerin zor şartlarda çalıştıklarını ve kutsal bir meslekleri olduğunun hepimiz farkındayız. Bize karşı olan önyargılı tutumlara çok üzülüyoruz. Bizim adil bir vicdanımız var. Gecenin ilerleyen saatlerinde bir hastanenin nöbetçi doktoruna gidin de görün bir ne şartlarda çalışıyorlar. Biz sadece hastalarla hekimler arasındaki köprü olmaya çalışıyoruz. Aralarındaki iletişimsizliği çözmeye çalışıyoruz. Tanıştığımız ve ne yaptığımızı anlatabildiğimiz hekimler bile derneğimize üye olabiliyor. Hassas bir konuda önemli bir noktada durduğumuzun farkındayız o yüzden de çok dikkatli hareket ediyoruz.

- Bu yıl planladığınız projeleriniz nelerdir?

Seminerlerimiz ve bilgilendirme toplantılarımız bu yılda devam edecek. SGK Müşaviri Ali Tezel’in uzmanlığında bir seminer hazırlıyoruz. Dernek olarak Hasta Hakları Kanunu’nun çıkartılması için uğraşıyoruz, üniversitede Sağlık Hukuku Enstitüsü’nün kurulmasını çok istiyoruz ve ulusal anlamda yayın yapacak bir Hasta Hakları dergisi çıkarmayı planlıyoruz. Bu yıl bu projeleri hayata geçirmek için çalışacağız.

Nuri Özkul Kimdir?

1959 yılında Isparta ili Şarkıkaraağaç İlçesi Çiçekpınar Kasabası’nda doğdu. Orta ve lise öğrenimimi Şarkıkaraağaç’ta tamamladı. 1978 yılında Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesini kazandı. 1983 yılında Fenni Gözlükçü eğitim programına katılıp, 1984 yılında hem eczacı hem fenni gözlükçü diplomasını aldı.

2001 yılında Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği’nin kuruluşunu gerçekleştirip, kuruluşundan bu yana Yönetim Kurulu Başkanlığını yapmaktadır. Antalya Valiliği İl İnsan Hakları Kurulu, Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hasta Hakları Kurulu üyesidir.
Atatürkçü Düşünce Derneği, Antalya Tenis İhtisas Kulübü, Yerel Gündem 21 Kent Konseyi üyelikleri devam etmektedir. Meltem’deki Mert Eczane- Optik, Konyaaltı İlçesi Altınkum mahallesindeki Mert Optik ve Özdilek AVM’deki Mert Optik’in sahibidir. Evli ve iki çocuk babasıdır.