08 Temmuz 2009

NEVZAT ÇEVİK



Myra Antik Kenti’nin limanı olan Andriake Limanı’nda bu hafta başlayan Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nevzat Çelik’in başkanlığındaki kazı çalışmalarında Roma İmparatorluğu’nun sırları gömülü...


“Kültürel emanetlerimizin öneminin farkında mıyız?” sorusunun cevabını bulmak üzere Demre’ye doğru yola çıktık bu hafta… Günün erken saatlerinde başlayan yolculuğumuzda Ulupınar’ da sabah kahvaltısı molası verdik. Yüzyıllık çınar ağaçlarının gölgesinde yeşilin her tonunu bulabileceğiniz, berrak bir nehrin kucağında güne başlamak tarif edilemez bir duygu yaşatıyor insana… Damağınızda kalan lezzetler doğanın büyüleyici görüntüsüyle birleşince unutulmaz bir anı oldu bizim için…




Demre’ye vardığımızda yoğun sıcağa rağmen Nevzat Hoca ve ekibinin yüzlerindeki gülümseme ve heyecanla anlatmaya başladıkları arkeolojik çalışmaları bizlere yeni bir Likya Müzesi’nin de müjdesini verdi.




Sadece akademisyen olmakla kalmayan aynı zamanda görkemli bir açılış organize ederek bu yılki kazı çalışmalarını başlatan Nevzat Çevik, çalışmalar tamamlandığında liman bölgesinin eşi benzeri olmayan bir müzeye dönüşmesi için çalışacaklarını ilk defa bizlerle paylaştı.




Myra Kenti yeraltı mezarlarının devamı niteliğinde olan bu çalışmanın görülmeye değer bir emek ve inanç işi olduğunu bir kez daha anladık. Üniversite öğrencilerinin oluşturduğu kazı ekibindeki heyecanlı çalışma bizleri de heyecanlandırdı.Gururlandık.




2 ay boyunca devam etmesi planlanan Andriake kazılarının ardından Myra Kenti’ni gezdiğimizde ise gördüğümüz manzara anlatılamayacak kadar büyüleyiciydi.




Bugünkü Demre ilçe merkezinde ve civarinda yer alan Myra Antik Kenti, özellikle Likya dönemi kaya mezarlari, Roma dönemi tiyatrosu ve Bizans dönemi Aziz Nichola Kilisesi ile ünlü… Her yıl 500 bin turistin geldiği Myra’da ilerleyen yıllarda bu sayının daha da artacağı düşünülüyor.




Kazı çalışmalarının yapıldığı Andriake Limanı 2 bin metrekarelik bir ticaret merkezini günümüze kadar getirmiş. Roma İmparatoru Hadrian ve karısı Sabina’nın büstlerinin bulunduğu görkemli giriş kapısı bugun bile ihtişamını korumakta…




Antik kentleriyle ünlü Antalya’nın kültürel zenginliği bizlere bir kez daha ne kadar şanslı bir coğrafyada olduğumuzu hatırlatmalı ve kültürel emanetlerimize sahip çıkmamız gerektiğini unutturmamalı






-Arkeoloji insana ne verir?




Bir bilim dalı vardır, insanın sadece dişiyle ilgilenir, bir bilim dalı vardır, insanın sadece saçıyla ilgilenir. Bir mimar sadece binayla ilgilenir. Arkeoloji öyle bir şeyki, herşeyle ilgilenir. Biz bir kenti kazdığımızda, burası evdir ya da hamamdır ben ilgilenmiyorum diyemeyiz. Çok fazla bilim adamıyla çalışmamızı gerektiren bir bilim dalıdır. Arkeologlar geçmiş kültürlerin ve sanatların ne olduğunun peşindedir.




-Şu ana kadar katıldığınız kazılarda bulunanlar arasında sizin için en önemli obje hangisiydi?




Bu soru aslında yanıtlaması en zor soru… Hepsi değerlidir ama önem sırası değişebilir. Bulduğum objenin ne olduğu ve ne anlattığı onun önemini belirler. Küçücük bir yüzük taşı bulursunuz üzerinde bir imparatoriçenin resmi vardır ve objenin bir anda anlamı değişir. Hikayenin büyük bir kısmını tamamlıyordur ve paha biçilemez ya da hikayede küçük bir noktayı tamamlıyordur ve önemi o na göredir. Geçen yılki kazı çalışmamızda bir oyukta bulduğum sağlam bir seramik eser 5 bin yıllıktı. ‘Tunç çağında sahillerde yaşam yoktu’ görüşünü savunan bilim adamlarının görüşü bulduğum bir objeyle çürütülmüş oldu. Böylelikle tarihin seyri değişmiş oldu. Arkeoloji bilinmeyenin peşinde olan ve bulunanlarla tarihe yön veren bir bilim dalı ve benim bulduğum bu eşya çok heyecan vericiydi.




-Hayalini kurduğunuz ve o bölgede kazı çalışması yapmak istediğiniz bir yer var mı?




Nemrut Dağında bir kralın mezarını kazmak isterdim.Çünkü ben mezar ve ölü gömme teknikleri üzerine çok uğraştım. Likya’da 45 tane mezar açtık. Beni en çok heyecanlandıran şey yer altı oda mezarları ve bu çalışmayı Nemrut Dağı’nda yapmayı çok isterdim.




-Arkeolojik kazılarda en çok bulunan obje nedir?




Seramik ve günlük mutfak eşyaları çok çıkar. En uzun dayanan madde ise altındır. Altın hiçbir zaman bozulmaz. Kolay işlenir ve saf altınsa binlerce yıl kalabilir.




-En çok zorlanılan kazı alanları neresidir?




En çok zorlanılan kazı alanları zemin suyu olan yerlerdir. Su ortada bir yerde olsa suyu tahliye edersiniz ama bir gölü ya da denizi tahliye etmek mümkün değil. Çıkarılan eserler suyun içinde bozulmuş olduğundan çalışması zordur. Mesela Limra ve Patara’da suyun içinde çalışıyorlar ve bu en zorudur.




-Binlerce yıllık tarihi bulgulara baktığımızda günümüzde de kullandığımız eşyalar var mı?




Mutfak eşyaları malzemesi ve niteliği değişmesine rağmen aynıdır. Çünkü ihtiyaç aynıdır. İhtiyaç aynı olduğu sürece 3 bin yılda geçse kullanılan objeler değişmez. İhtiyaç değişirse bir eşyanın formu değişir.




-Türkiye’nin arkeolojik kazılarda dünyadaki yeri nedir?




Arkeolojik kazılarda eski eser yasası, Osman Hamdi Bey zamanında 1800’lü yıllarda yeni yeni çıkmaya başlamışken Anadolu’da 40 yıl öncesinde arkeolojik kazılar başlamıştı. Yabancı bilim adamları o yıllarda bulduklarını ülkelerine götürdü. Yurtdışındaki müzelerin çoğu Anadolu’dan götürülen eserlerle dolu… Biz yasa yapıp bunu koruyana kadar gerçekten çok kaybımız olmuş. Anadolu’daki ilk hocalar teknolojiden uzaklardı. Yeterli imkanları yoktu. Finans sorunları vardı ve ekip hiç yoktu. Bu kazıları uzun yıllar yabancılar yürütmüş. Yeni nesille beraber bizlerin hiçbir yabancı teknolojiye ihtiyacı kalmadı. Yabancılarla sadece bilgi alışverişi yapmayı tercih ediyorum. Bir kazıyı sadece Türklerden oluşan bir ekiple tamamlamanın gururu çok daha başka…




-Kazı ekibi bir gününü nasıl geçiriyor?




Sabah 5.30’da herkes uyanır. Saat 6.00’da iş başı yaparız. Saat 10.30 gibi kazı evinde hazırlanan sandviçlerle ve çayla bir mola verilir. Yarım saatlik bir molanın ardından çalışmaya devam edip, saat 14.00’de arazideki çalışmayı bırakıp kazı evine geçiyoruz. Öğlen yemeğimiz 15.00’da, akşam yemeğimiz ise 20.00’de. Öğle yemeğinden sonra işçiler ertesi güne kadar serbestler ama bizim ekip bu sefer kazı evindeki atölye çalışmalarına başlar. Bulunan eserlerin temizlenmesi kayıt altına alınması gece geç saatlere kadar devam eder. Pazar günleri izin günüdür ama şehir dışına çıkmak yasak. Kazı ekibi tüm eşyalarıyla gelir ve iki ay burayı terketmez. Bu zor bir iştir. Kız çocukları evde tabak bile yıkamamıştır ama burada tozun toprağın içinde günde sekiz saat çalışıyorlar. Anneleri görse gözlerine inanamaz. Arazi çalışmaları meslek aşkı ve kendini tanıma açısından büyük önem taşır. Fiziki dayanıklılığın sınandığı yerler arazi çalışmalarıdır ve çocuklar buradan bambaşka dünya görüşüyle evlerine dönüyorlar. Dışardan çok farklı görünse de bizler adını koyamadığımız bir aşkla bu işi yapıyoruz.




-Arkeologların mesleki tehlikeleri nelerdir?




Birincisi akrep ve yılan gibi hayvanlar. Bu hayvanlar burada yaşıyor ve öğrencilerimize tembihliyoruz. Taşları kaldırmadan önce mutlaka kontrol ediyorlar. Kullanılan aletler tehlikelidir. Tahra,çapa gibi aletleri kullanırken dikkatli olunmak zorundadır. Güneş çarpması ve alerjik reaksiyonlar olabiliyor. Neticede arazi ortamında çalışılan tüm işlerle aynı tehlikelere sahibiz. En büyük duam hem sezon başında hem de sezon sonunda kazasız belasız bir çalışma ortamında bulunmak. Öğrencilere bir şey olacak diye ödüm kopuyor.




-Myra Antik Kenti ve Andriake Limanı ile ilgili öngörüleriniz nelerdir?




Bizi burada üç kademeli bir süreç bekliyor. Andriake Limanı’ndaki Granarium (Antik çağda pazarlar) limanın odağıdır ve esas mesele budur. Bunlar dev silolardır. Bu limanlara uğrayıp buradan İtalya’ya giden büyük tekneler var. Buradaki çalılıkların yerinde o zamanlar liman tesisleri var. Tekne yanaşıyor buraya bir şeyler bırakıp, kendi alacaklarını alıp ayrılıyor. Aynen bugünkü gibi… O anı hayal etmek bile insanı heyecanlandırırken birde bizler, o yıllara ait objelerin peşindeyiz. Arkeolojide birinci aşama kazıdır. Şu anda Granarium’da kazılar başladı. Sonra Plakomaya ( çarşı) başlayacağız. Kazı bu yıl Granarium’da bitecek ve ikinci aşamada restorasyon çalışmalarına başlayacağız. Son aşamada ise müzeleştirme projesini tamamlayacağız. Bu 2 bin metrakarelik dev çarşıyı benzeri olmayan bir Likya müzesi haline getirmek istiyoruz.




-Arkeolojik kazıların turizme katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?




Bizim için bilimsel bir amaç değil ama sonuçtur. Eğer bir kazı çalışması başlamışsa ve burada bir lira bile harcıyorsam bu entelektüel olarak ve gelir olarak hem halka hem turizme yansımalıdır. Bilimsel olarak da bilime yansımalıdır. Halk entelektüel olarak da kalkınmalı ve yükselmelidir.Kazılmamış bir kente turist gruplarını getirmeniz mümkün değildir. Bu yüzden bu çalışmaların iki yönlü önemi de çok büyüktür.




-Binlerce yıl önce binalar neye göre yapılıyordu?




2 bin yıl önce sismik değerler ölçülemiyor. Depreme dayanıklı bina yapmak yerine ölçemedikleri için ellerinden gelenin en iyisini yapmışlar. Bunun içinde en sağlam olan hammaddeyi yani taşları kullanmışlar. Onlar binalarının 2 bin yıl dayanacağını düşünerek yapmadılar elbetteki bu çalışmaları, ama tehlikeyi öngöremedikleri için sınırını bilmiyordı ve en sağlamını yaptıklarında da ortaya bu sonuç çıktı. O dönemki mimari, estetik ve mühendislik hesaplamaları inanılması zor işler… Bugünkü teknoloji bir sürü malzeme oluşturuyor. Demir, çelik, beton, tuğla gibi işlenmiş malzemelerin doğal taş kadar dayanıklı olması beklenemez. Dolayısıyla da o an işlerini halletmek için yaptıkları taştan yapılar bugün bizleri 3 bin yıl öncesine götürebiliyor.




-Antik mezarlar niçin özel ilgi alanınıza giriyor?




Mezarlar sadece ölüleri değil diriyide anlatır. Binlerce yıl öncesinden kalan eşyalara açık alanda ulaşmak çok zor ama eşyalarıyla ölüyü gömme gelenekleri bizlere, onların yaşamlarındaki alışkanlıklarını anlama imkanı yaratıyor. O yıllarda kullandıkları eşyalarına ulaşma şansımız oluyor. Ben bu antik mezarlar üzerinde hayatı anlamak adına çok duruyorum. Gerçektende çok değişik bulgularımız oldu. Bir hamam bulduğunuzda hamamın eşyalarına ulaşmanız çok zordur ama o döneme ait bir mezarda hamam takımını bulabiliyorsunuz.




-Peki hocam iki bin sene sonra bizi araştıran arkeologlar sizce ne bulacaklar?




Aslında onlarda kendilerince ilginç şeyler bulacaklar. Mesela orada mermer bir mezar taşında Nevzat Çevik, şu yılda doğmuş, şu yılda ölmüştür yazacak. Bizde hala o yazıtlara ulaşıyoruz. İkincisi mezarı açacak ve bomboş bir çukur ve üzerine toprak çökmesin diye engel konulmuş bir görüntü bulacaklar. Kemikler var ve başkada bir şey yok. O zaman diyeceklerki, iki bin yıl önce burada yaşayan dini müslüman olan adamlar öldüğünde yanına hiçbir şey konulmuyormuş. Bunu bulacaklar. Bu da bir keşiftir. Eğerki başka bir mezarda bir saat de bulursa, “Bu adamın kişisel isteği olmalı çünkü diğer mezarlarda saate rastlamadık” diyecekler. Şehirlerimizde bir şey bulamayacaklar. Çünkü eskiyi yıkarak yok ettiğimiz için belki en son yapılanı bulacaklar. Mesela 2 bin yıl sonra birisi kazı yapıyor ve bu dönemi araştırıyor. Ortada ne bina, ne eşya, ne insan kalmış. Onlarında bulacakları şeyler cd’ler, flash bellekler yada dijital arşivler… Onlarda bu bulduklarını kullanıp bizleri anlayacak bir alet geliştirmeye çalışacaklar. Çünkü şimdi cd olarak kullandığımız şeyler o yıllardaki cihazlarda çalışmıyor olacak. İki bin yıl sonra sayısal kazılar yapılacak. Sanal kazılar olacak. Buldukları nesneleri ancak dijital ortamda çözümleyebilecekler. İki bin yıl sonra arkeoloji yine var olacak ama “ileri teknoji kazılar” olacak. Ben Likyalıları bulmak için taşların ve objelerin peşindeyim. İki bin yıl sonra da beni bulmak için cd’lerin peşinde olacaklar. Biz şimdi nasıl heyecan duyuyorsak, iki bin yıl sonrada bizi araştıranlar için bizler heyecan verici olacağız.




-Türkiye’deki arkeolojik tahribat ne durumda?




En ciddi sorunumuz şu anda budur. Bir kenti en iyi koruma yolu kazmaktır. Kazıldığı zaman koruma altına alınıyor. Ülkemizde kağıdın üzerinde bir sürü sit alanı vardır ama üzerleri yerleşim yeri ya da tahribat mevcut. Dağlarda yüzlerce antik kent var ama defineciler başta olmak üzere halkımızda yerle bir etmiş. Ülkemizdeki arkeolojik tahribat ciddi boyuttadır. Güzellik ve zenginlik başa beladır. Türkiye antik kentleriyle böyle bir ülkedir. Bunu korumak inanın çok zor ama imkansız değil… Kaçak kazılar ciddi anlamda önlenmiş durumda ama höyüklerin (eski bir yerleşme yerinin zamanla toprakla örtülüp tepe biçimine gelmiş hali) tahribatını henüz engelleyebilmiş değiliz.




-Yıllardır arkeolojik çalışmalar yapan bir bilim adamısınız. Bütün tecrübelerinizi ve akademik kariyerinizi göz önüne alırsak sizce biz tarihten ders alıyor muyuz?




Ünlü tarihçi Tarih Ne İşe Yarar kitabının yazarı Marc Bloch’a oğlu sorar. “Baba tarih ne işe yarar?” Henüz oğluma bile tam olarak anlatamamışken, ben bir kitap yazmaya başladım diye anlatır Marc Bloch… Tarih, ders alalım bir daha o hatayı yapmayalım demektir. Bu doğrudur. Ders alırsanız o hatayı yapmazsınız ama ders alındığına da tarih şahit olmamıştır. Bu nedenle Ortadoğu’da hala kan durmaz, hala ülkeler arası barış sorunları vardır. Tarihden ders alırsanız olur ama alındığını görmedim henüz… Yinede geleceğe bakabilmek için kesinlikle geçmişi bilmek zorundayız.




-Unesco’nun “Dünya Kültür Mirası Listesi”nde olmanın bizim için önemi nedir?




Myra ve Andriake Liman’ı listeye son giren yerler içindedir. Bu aslında önemli birşeydir. Bu listeye giren yerler, dünyadaki en önemli korunması gereken öncelikli eserler oluyor. Kültür ve tarih kişinin yada bir ülkenin değildir. Bu bir dünya mirasıdır. Asya’daki Acropol’de dünya mirasıdır. Bunları korumak boynumuzun borcudur. Ben bu miras lafını da sevmiyorum aslında. Miras kelimesi Tükçe’de aileden kalan para ya da malın dilediğince harcanması ve kullanılmasıdır. Bu kelimeyi ingilizcedeki “inherited” kelimesinden örnekle kullanıyoruz ama asıl olması gereken miras değil emanettir. Bizim geleneksel değerlerimize göre kutsal olan ve önemle bakılan şey miras değil emanettir. Tarihimizden kalanlara miras değil emanet gözüyle bakarsak korunabileceğini düşünüyorum. Bu yüzden ilk iş olarak ‘kültürel miras’ yerine ‘kültürel emanet’ tanımı kullanılmalıdır.


Nevzat Çevik Kimdir?

1962 yılında Malatya’da doğan Prof. Dr. Nevzat Çevik, Akdeniz Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölüm Başkanıdır.Uzmanlık alanları, Likya, Eskiçağ Mimarisi, Roma Mimarisi, Kaya Mimarlığı, Ölü Gömme Gelenekleri ve Mezar Mimarisi, Alan Arkeolojisi, Müzecilik Urartu’dur (Protohistorya Önasya) Bugüne kadar bir çok kazı başkanlığı görevini başarıyla tamamlamış olan Çevik şuan Myra ve Limanı Andriake Kazıları Kurucu Başkanıdır.