25 Mart 2010

NURİ ÖZTUNÇ

Bu haftaki sohbetimizi dünyanın bilinen en yaşlısı kabul edilen, elindeki ilk belgede 18 Ramazan 1302 doğumlu, Miladi takvime göre de 1 Temmuz 1885 doğumlu olan Nuri Öztunç ile gerçekleştirdik.

İnanması gerçekten zor aslında ama gerçekler insanı şaşırtabiliyor. Röportaj öncesi hesaplamalarımızda acaba Nuri Dede’nin yaşı gerçek mi diye epey kafa yorduk ama kendisini gördüğümüzde ve anlattıklarını dinlediğimizde “41 kere maşallah” demeden duramadık.

Benim yaşım, Nuri Dede’nin torununun torununa denk geliyor. Hal böyle olunca Nuri Dede’nin anlattıklarını dinlerken tarih kitapları dile geldi gibi hissediyorsunuz. Nuri Dede hayatını anlatırken, ben şaşkınlığımı gizlemekte zorlandım, yaşının aksine oldukça dinç ve hafızası gayet yerinde. Hikâyesini anlatmaya başladığında, benim gözümün önüne gelen tabloda 1800’lü yılları 15 sene yaşamış, 1900’lü yılları tamamen bitirmiş, 2000’li yıllardan da 10 seneyi gördüğünü anlayınca yüzümdeki şaşkın ifadeyi ve yaşadığım duyguyu inanın kelimelere dökmekte zorlanıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti 87 yaşında.

Nuri Öztunç’un yaşı ise 125…

Yani Nuri Öztunç, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden bile 38 yaş büyük.

Yıl 1885, Sultan II. Abdülhamit dönemi, 623 sene hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun otuz dördüncü padişahı… Ardından Sultan Mehmed Reşad ve Sultan Mehmed Vahdettin dönemleri…

Ya cumhurbaşkanları?

Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer, Abdullah Gül…

Ve sayısını hatırlamakta bizim bile güçlük çektiğimiz onca başbakan…

Nuri Öztunç, 3 padişah, 11 Cumhurbaşkanı ve 60 hükümet dönemini yaşadığı halde, maalesef hiç birini yakından göremedi. Çünkü 125 yıldır yaşıyor ama asıl doğup büyüdüğü yer, Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinin Boğazören Köyü…

Şırnak’ın dağ köyünde doğup büyüyen birinin, son yıllara kadar Cumhurbaşkanı veya Başbakan görmesi mümkün müydü?

Çanakkale Savaşı’nı çok iyi anımsadığını anlatan Öztunç, Atatürk’ü görmediğini, ancak Kurtuluş Savaşı’na katılan arkadaşlarından, Atatürk’e ve savaşa ilişkin anılarını köyünde büyük bir hayranlıkla dinlediğini belirtti.

Öztunç, uzun yaşamasında en önemli etkinin yaşadığı topraklarda saklı olduğunu, ‘tamamen yeşil ve doğal gıdalar tükettiğini’ ifade ederek, ‘Gençliğimde her işi yapıyordum. Çok dinç ve hareketliydim. Şimdi ise istediğim yemekleri değil, her şeyi yemek zorunda kalıyorum’ diyor.

100 yıldan fazla yaşayan insan neler hisseder?

Daha doğrusu, 100 yıldan fazla yaşayanlar mutlu mudur?

Akranları, arkadaşları kalmamış; kim bilir kaç dostunu, kaç yakınını, kaç çocuğunu ve torununu, elleriyle toprağa vermiş 125 yaşında bir dede…

Şırnak gibi bir yerde doğup, 25 yıl önceye kadarki hayatının tamamını Şırnak’ta geçirmiş, fazla gezip görmemiş bir insanın -125 yaşında olsa bile- renkli anıları olabileceğini sanmıyorduk.

Nitekim Nuri Öztunç’un bütün bildikleri de, arkadaşlarının anlattıklarıyla sınırlı… “Savaş döneminde bizim oralara kimse gelemezdi, yol yok, imkân yok, ne işgal etmek için ne de savaşa katılın diye kimse bizim köye gelmedi” diyen Nuri Dede Osmanlı dönemiyle ilgili para birimi olan Osmanlı altınını ve köye vergi almaya gelenleri hatırlıyor. Kurtuluş Savaşı’na da katılmayan Nuri Dede savaşa katılanlardan birçoğunun dönemediğini söyledi.

1945 yılında dayısı ihbar ettiği Nuri Dede, askere 60 yaşındayken gitmiş ve yaşından dolayı 6 ay askerlik yapabilmiş. 8 çocuğu, 150 tane torunu ve torununun torunu olan Nuri Öztunç, evlendiğinde 40 yaşın üzerindeymiş. Fakirlik yüzünden o zamanlar geç evleniliyordu diyen Nuri Öztunç’un babası da öldüğünde 110 yaşındaymış.

3 yüzyıl gören ve altıncı çeyrek asra “merhaba” diyen Nuri Öztunç bize “tarih yazmak” deyimi hatırlattı. Bu hafta 3 yüzyıl görmüş olan Nuri Dede’yle tarihi yazmak bana düştü. Hayatıyla ve anlattıklarıyla bize tarihimizi canlı dinleme fırsatı yaşatan Nuri Dede, Türkçe bilmediği için oğlu Lezgin Öztunç’dan yardım aldık. Bu haftaki ilginç sohbetimizde Nuri Dede’nin uzun yaşamasının kendince nedenleri ve ilginç yaşam öyküsüyle sizleri baş başa bırakıyorum.

-Nuri Dede, çocukluğun nerede geçti?

Benim doğduğum köy dağlık alandı. Bizim oralarda yol yoktu. O yüzden kimse işgal de etmedi, kimse bizim köye gelemedi de… 6 ayda bir yürüyerek Batman’a giderdik. 20 gün falan yürürdük. Pirinç ve şeker alır dönerdik. Onun dışındaki her şeyi biz köyde ekerdik. Kendi ektiklerimizi yerdik. O zamanlar Reşadiye ve Mecidiye vardı onunla öderdik. Kâğıt para o zamanlar yoktu.

-Osmanlı döneminde de vergi alınıyor muydu?

Evet, sadece vergi memurları gelirdi bizim köye, vergi olarak koyun verirdik. Elimizde bulunan ürünün onda birini vergi olarak alırlardı. Benim hayatımda gördüğüm devlet adamı iki kişidir. Bir yüzbaşı gelmişti birde Cumhuriyetten sonra Beytüşşebap’tan kaymakam geldi bizim köyü ziyarete… Birde Van bölgesine Cevdet Sunay’ın geldiğini duymuştuk.

-Nuri Dede, Antalya’ya ne zaman geldin?

Yirmi beş yıl oldu Antalya’ya geleli… Bana bir sene kalıp döneceğiz demişlerdi ama dönemedik. Ben gelmek istemedim ama kandırıp getirdiler. Bir daha da dönülmedi. Bizim oralar çok güzeldir. 10 sene öncesine kadar Antalya’da camiye de gidiyordum ama artık gidemiyorum. Köyümüzü korucular işgal etmiş. Ölmeden köyüme tekrar gitmek tek isteğim. Devletten tek isteğim beni köyüme göndersinler, çocuklarımın imkânları yok, o yüzden devletten istiyorum. Üç aylık 270 lira yaşlılık maaşım var, köyüme gidemiyorum. Başbakanımıza da buradan sesleniyorum, beni köyüme göndersinler. Dün akşamda rüyamda gördüm. Köydeydim, bütün koyunlarım, kuzularım vardı. Rüyamda memleketimdeydim, insan memleketini özlemez mi? Köyümü çok özledim.

-Denizi ilk defa Antalya’da gördün değil mi?

Bizim de Van gölü vardır. Aynı deniz gibidir. Deniz kıyısına, ilk geldiğimiz yıllarda 3 kere götürdü beni çocuklar ama ben sevmedim. (Burada oğlu devreye giriyor ve babasının denize girenlerden, güneşlenenlerden dolayı denizi sevmediğini söylüyor. Eski insanlar dinlerine daha bağlı o yüzden babam denize girenleri görünce günahtır, diye denizi sevmedi diyor.)

-Peki Nuri Dede, 125 yaşında bu kadar sağlıklı olman sizin köyün havasından mıdır?

Bizim oralarda her şey doğaldır. Ben burada sadece yoğurt, pekmez, peynir ve zeytin yiyorum. Bizim oraların eti başkadır, ektiklerimizi yerdik. Havası güzeldir. Gençliğimde her işi yapıyordum. Çok dinç ve hareketliydim. Şimdi ise istediğim yemekleri değil, her şeyi yemek zorunda kalıyorum. Bizim köyde sadece fakirlik vardı onun dışında bir şey görmedim. Sıkıntılarımız sadece fakirliktendi. O yıllar televizyon yok, elektrik yok, yol yok, her günümüz aynıydı. Fakirlikten de çok geç evlendim ben, eşim benden çok küçüktü. Askere de 60 yaşında gittim. O zaman askerlik 4 yıldı diye gitmedim. Dayım ihbar etmiş asker kaçağı diye, beni 1945’te askere aldılar. Gaziantep’te askerlik yaptım. Dayım arkamdan ağladı ama beni ihbar eden de oydu. Savaşları duydum, gidenlerden dinledim ama hiç savaşa katılmadım. Kazım Paşa çok iyiydi. Ben en çok Kazım Paşa’yı severdim.

-Nuri Dede, Kürtlerle Türklerin arasını bozan tartışmalara kızıyor musun?

Benim zamanımda bütün Müslümanlar birlikte savaşıyordu. Bu kan artık dursun. Biz Türklerle kardeşiz ve 30 yıl öncesine kadar hep beraber yaşadık. Şimdi ben bakıyorum kardeş kardeşini öldürüyor. Herkes birleşsin başkasına karşı savaşsınlar. Hepsi Müslüman’dır, niye Kürtlerle Türkler savaşıyor. Bizim bir vatanımız vardır, bir de bayrağımız vardır. Türk bayrağı altında, Türkiye bizim vatanımızdır. Biz yıllarca kardeş olduk, şimdi niye düşman olduk? Barış olsun artık. Hepimiz Müslüman’ız. Artık kavga olmasın. Zamanında ağabey, kardeş gibi yaşıyorduk. O zamanlar düşmanlık yoktu. Türkiye’de artık Türk- Kürt kavgası olmasın, tek isteğim bu. En büyük duam bu, Müslümanlar kavga etmesin, günahtır. Antalya o zamanlar İtalyanların elindeydi, biz birlikte kazandık burayı.

- Atatürk’ü gördün mü, Nuri Dede?

Ben görmedim ama çok duydum. Atatürk zamanında 6 çocuktan aşağı oldu mu kelle başına para alırlardı. Savaştan çıktığımız için, çok çocuk yapılırdı o zamanlar. Araba o zamanlarda da yoktu. Yolları kazmayla kürekle açardık. Pirinç ve şeker almaya ilçeye indiğimizde Atatürk’ü duyuyorduk. Savaştan dönenler anlatırlardı, hayranlıkla dinlerdim. Büyük insandı.

-1923’ten beri 60 hükümet kuruldu, en çok hangi hükümeti sevdin?

Ben en çok Recep Tayyip Erdoğan’ı sevdim. Kürtlerle Türkleri barıştırmak istiyor. Kardeşlik istiyor, bu kan dursun istiyor. Ben de böyle istiyorum. Sadece son seçimlerde gidemedim ama hep oy vermeye götürdüler beni.

-Nuri Dede, yaşadığın en bolluk bereket dolu zaman hangi yıllardı?

1984’den bu yana her şey çok kötüydü. İnşallah bundan sonra düzelir. 1984’den beri ölümler başladı. Çok ölüm yaşandı. Osmanlı döneminde çok fakirdik. Ardından savaş başladı, savaş sonrası da çok yokluk yaşadık. En güzel dönemimiz bölgeye asker girmeden önceki aşiretler zamanıydı. Bolluk içindeydik. Huzur vardı, iş vardı. Ama sonradan yine yokluk başladı. Bundan sonra barış olursa gene bolluk bereket olur. Barış sağlansın çünkü herkes kardeştir.

- Lezgin Bey babanızın sağlığı nasıl, doktora gidiyor mu?

Babamın bir tek ayağında problem var. Ayağı kırılınca yanlış kaynamış o yüzden şimdi yürüyemiyor. 115 yaşına kadar kendi kendine camiye giderdi. Birde bu aralar yeni dişleri çıkıyor, arada kaşınıyorlar diyor. Onun dışında hiçbir hastalığı yok. Babamı kontrole götürdüm. Koridorda bekliyoruz. Bir bayan geldi, tekerlekli sandalyede de annesi oturuyor. Bize dedi ki “ Annem çok yaşlı 90 yaşında acaba sıranızı bize verir misiniz”, ben de “ Tabii buyurun geçin ama benim babam da 125 yaşında” dediğimde kadın inanamadı. Babamı görünce doktorlar bile inanamadı. Maşallah hiçbir hastalığı yok. Aslında o yıllarda askerliğe geç gitsin diye nüfusa kayıt geç yapılıyormuş. Biz hesapladığımızda babamın yaşı 130’un üzerinde çıkıyor ama biz 125 yaşında olduğuna bile kimseyi inandıramıyoruz.

Nuri Öztunç kimdir?

Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinin Boğazören Köyü’nde 1 Temmuz 1885′te dünyaya gelen Nuri Öztunç 60 Hükümet, 3 Padişah ve 11 Cumhurbaşkanı gördü. 8 çocuğu, 150 torunu olan Nuri Öztunç halen Kuzeyyaka Mahallesi’nde oğluyla birlikte yaşamaktadır.


EMİN MÜFTÜOĞLU



Bir çocuğa "bisiklet nedir" diye sorsak, cevabı belli: O bir eğlence aracı. Hemen hemen her çocuğun, ailesine bir bisiklet aldırma çabası olmuştur. Kimileri karne gününü bekledi, kimileri harçlıklarını biriktirdi, kimileri de hayallerini büyüdüğü günlere erteledi…


Bisiklet kavramı, hayatımızın bir yerinde hep olsa da bisiklet sporuna ilgimiz son yıllarda artmaya başladı. Altyapı çalışmaları ve ekipman eksiklerinin giderilmeye başladığı yıllarda bisiklet milli takımımızın başarıları da konuşulmaya başlandı. Bisiklet sporundaki özverili çalışmalarıyla Alanya’nın ismini tüm dünyaya duyuran Emin Müftüoğlu’nu bu hafta memleketi Alanya’da ziyaret ettik.


En büyük hayalim, “yaşlandığımda Alanya’nın her yerinde bisikletli sporcuların antrenman yaptıklarını görebilmek”, insandan daha çok bisikletçinin geçtiği bir atmosfer yaratılmış olması en büyük isteğim, diyen Türkiye Bisiklet Federasyonu Başkanı Emin Müftüoğlu, Süper Lig hakemimiz Kuddusi Müftüoğlu’nun da ağabeyi…


Bu hafta Müftüoğlu kardeşlerle beraber sohbet etmek istemiştik ama lig devam ettiği için hakem Kuddusi Müftüoğlu izin alamadı. Ama ligin bitiminde Kuddusi Müftüoğlu ve teyzesinin oğlu Kamil Abitoğlu ile spor yaşantılarına dair bir söyleşinin sözünü şimdiden aldık.


30 yıl öncenin Alanya’sında yaşanan tüm imkansızlıklara rağmen spor tutkularından vazgeçmeyen Müftüoğlu ailesinin bireyleri spor camiasının önemli isimleri oldu.


Futbol ve basketbol oyunculuğuyla başladığı spor hayatını triatlon ve bisiklet sporuyla devam ettiren ve spora “yüreğini koyan” Emin Başkan’a en son ne zaman piknik yaptınız ya da sinemaya gittiniz dediğimde “ O kadar uzun zaman oldu ki, inanın hatırlayamıyorum” dedi. Aldığı sorumluluğu geceli gündüzlü bir çalışmayla sürdüren Emin Müftüoğlu, bölgenin tanıtımındaki rolü ve bisiklet sporuna sağladığı katkılarla Alanyalıların gözbebeği Başkanı…


Çocukluk yıllarından bugünlere yaşadığı sıkıntıları, Bisiklet Federasyonunun çalışmalarını ve gelecek projelerini bizlerle paylaşan Emin Müftüoğlu, samimi ve hoşsohbetiyle bizlere unuttuğumuz anılarımızı da hatırlattı.




-Avrupa Bisiklet Birliği toplantısı sonuçlandı. Beklediğiniz gibi geçti mi?


Beklediğimizden de güzel tepkiler aldık. Antalya’daki bisikletle ilgili en önemli organizasyon Avrupa Bisiklet Birliği kongresinin Alanya’da yapılmasıydı. Avrupa’daki tüm federasyon başkanlarını burada başka türlü toplama şansımız yoktu. Ülkemizdeki bisiklet sporunun gelişimiyle ilgili yapılan bu toplantıda gelecekte kamp yapabilmeyi ve Türk Milli Takımı’yla ortaklaşa yapılabilecek çalışmaları konuştuk. Türk Bisiklet Milli Takımı sporcuları, ilk kez dünya başkanı ile tanışma ve yüz yüze sohbet etme imkanı buldu ki bu onlar için büyük bir moral motivasyonu oldu.


-Türkiye Bisiklet Federasyonu’nun çalışmalarını Alanya’da organize etmesi ne gibi yenilikler getirdi?


Sezonun açılış yarışlarını Alanya’da yapıyoruz. Milli takım sezon açılış kapına Alanya’dan başlıyoruz bundan sonra sezonun ilk dağ bisikleti yarışı da Alanya’dan başlayacak. Daha önce Adana’dan başlıyorduk ama artık Alanya’dan başlayacak. Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu`nun Alanya’da yapılıyor olması da gerek ülke içi gerekse yurtdışından çok olumlu tepkiler aldı. Dünya Bisiklet Birliğinde, bisiklet kamuoyunda, geçmişte kaybolan imajımızı düzelttiğimizi düşünüyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın da bu organizasyona bizzat katılması bizim için büyük bir onurdu. Belek Avrupa futbolunun kamp merkezi haline geldiği gibi bisiklet takımları için de Alanya kamp merkezi olma yolunda hızla ilerliyor. 46'ncı Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu'nu bu yıl 11-18 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirileceğiz ve 123 ülkede 8 gün boyunca günde 2 saat canlı yayınlanacak.


-Bisiklet sporuna merakınız ne zaman başladı?


İlk bisikletle tanışmam ortaokula başladım dönemdi. Bisikletim olsun çok istiyordum ve dedemde okulda başarılı olursam bisiklet alacağını söylemişti. O yıl takdirname getirerek ilk bisikletime kavuşmuştum. O gün başlayan bisiklet heyecanım daha sonra triatlonla devam etti. Ben de Triatlon ve Bisiklet Federasyonu yönetim kurulu üyesi olarak göreve başladım. Gençlik yıllarımda futbol ve basketbol oynuyordum. 24 yaşında geçirdiğim bir kazadan dolayı futbola devam edemedim ama buda benim bisiklet sporuyla tanışmama vesile oldu.


1987 yılında ayağımı yaraladım ve buradaki bir ortopediste gösterdik. Antalyaspor’dan Mehmet Arıcıda olayı öğreniyor ve beni Antalya’ya götürmek istiyor. Ben ısrarla buradaki doktora güvendiğimi söyleyince arkadaşlarıma ulaşıyor. Gece yarısı apar topar gelip beni zorla Antalya’ya götürdüler. Antalya’da son andaki müdahaleyle ayağım düzeldi. Eğer Alanya’da kalmakta ısrar etsem ayağım kesilmek zorunda kalınacakmış. Bugün yürüyorsam bunu Mehmet Arıcıya borçluyumdur. Bu kazadan sonra bisiklet sporuna karşıda bir vefa oluştu bende ve ayağım iyileşene kadar bisiklet organizasyonlarında yardımcı olmaya başladım. Futbol ve basketbolu bırakıp bisiklet ve triatlona geçişim bu sebeple olmuştu.


-Türkiye’de futbol dışındaki spor dalları çok fazla ilgi görmüyor. Bisiklet sporu içinde bu geçerli mi?


Son 10 yılda ülkenin de gelişimiyle çok büyük ivme kazandı. Hatta Avrupa’da yaygın olan ama bizim ülkemizde olmayan sokaktan bisiklet kiralamanın Alanya’da hayata geçirilmesi çok büyük bir fark yarattı. “Şehir bisikletleri” projesiyle trafik düzenini rahatlatmayı ve çevre kirliliğini azaltmayı hedefledik. Şehir bisikletleri için, belediye sınırları içinde, sahil şeridi ve yayaların yoğun olduğu 20 nokta tespit edilerek istasyonlar yerleştirildi. Terminallerden, kentlilerin ve turistlerin faydalanması amaçlandı. Toplam 250 bisikletten oluşan projede, 1 saatlik sürüşün ücretsiz, ilk 1 saatten sonra her saatin 2 TL olduğu bisiklet turlarında günlük ücret 10 TL olarak belirlendi. Bir terminalden binen sürücü, bisikleti aldığı noktaya geri getirmek zorunda değil ve 20 noktadaki istediği bir terminale kredi kartını okutarak bisikleti kilitleyebiliyor. 1 saatlik sürüşten sonra bisikleti teslim eden kullanıcı, başka bir terminalden bir bisiklet daha alıp onu da hiç ücret ödemeden 1 saat kullanabiliyor. Geçtiğimiz hafta yapılan toplantıda hem Avrupa hem de Dünya Bisiklet Federasyonu Başkanları’na Belediye Başkanımız kendi kredi kartıyla bisiklet kiraladı. Bu proje sokakta bisiklet kullanımıyla ilgili en önemli projeydi. Ben inanıyorum Konya ve Kayseri gibi büyük şehirlerimizde bu proje çok ilgi görecek. Bisikletin halkın kullanımına açılmasında biraz yavaş ilerliyoruz ama inanıyorum yakın zamanda ilgi daha da artacak. Bisiklet her çocuğun hayalidir ve imkânlar arttıkça ilgide artacaktır. Hedeflerimizi doğru koyup bu yolda ilerlemeliyiz.


-Sizin gençliğinizde imkânlar kısıtlı olmasına rağmen spordan hiç kopmamışsınız. Şimdi imkânlar daha iyi olduğu halde gençlerin spora olan ilgisi daha az gibi görünüyor. Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?


Bizim zamanımızda imkânlar gerçekten kısıtlıydı ama bizim aile bir istisnadır. Babam 7 kardeş, annem 6 kardeş olmasına rağmen sadece ben, Kuddusi, küçük kardeşimiz ve teyzemin oğlu Kamil Abitoğlu yetişti. İmkân verildiğinde ben herkesin başaracağına inanıyorum ama gençlere doğru yollar gösterilmelidir. Size bu konuyla ilgili bir örnek vereyim. 1985 yılında profesyonel takımda futbol oynuyordum ama ilçenin içinde eşofmanla sokakta yürüyüp sahaya antrenmana gidemiyorsunuz. Çünkü toplum iyi bakmıyor, eşofmanla sokakta yürümenin ayıp olduğu günlerden buralara geldik. Çektiğimiz sıkıntıları ve mahalle baskısını anlatmakla bitmez. Bugün en azından bunlar kalktı. Eğer doğru çalışılırsa ve hedefler konursa bölgemizden önemli sporcular çıkabilir. Bu konudaki en büyük sorun yatırım yapıldığında hemen başarı bekleniyor olmasıdır. Önce başarı isteniyor. Başarı varsa yatırım yapılıyor aslında yatırım varsa başarı gelir. Yani Kuddusi Müftüoğlu ve Kamil Abitoğlu çıkmasaydı, bugün kimse Alanya’da hakemlikle ilgilenmeyecekti. Gençlik yıllarımda sporla uğraşmamızı ve yatırım yapmamızı akıllı bulmuyorlardı. Çok zor dönemlerden geçerek bugünlere geldik. Başarıya giden yolda acı mutlaka vardır ama bizim bölgenin insanı acı çekmeyi sevmiyor. Ben futbola başladığımda ilçede sadece 6 tane futbol topumuz vardı. 11 kişiyle oynayamadığımız 9 kişinin sığdığı bir sahada antrenman yapıyorduk. Benim en büyük şansım evimizin o futbol sahasına bakıyor olmasıydı ama bakmam bile yasaktı, pencere kapalı olurdu. Kaçarsak dayak yerdik.


-Bisiklet kamp merkezi olabilmek için ne gibi eksiklerimiz var?


Bunun en güzel cevabını bisikletçi bir yere gittiği zaman ne ister sorusunu kendimize sorarak bulabiliriz. Alanya’da bisiklet markaları için bikes hop açılmalı, bisiklet parçalarının satıldığı mağazalar olmalı, veledromumuz yok, dağ bisikleti için yol güzergâhları belirlenip düzenlenmeli, bunlar yapılamayacak eksikler değildir.


-Son dönemde bisiklet sporunda en iyi durumda olan ülke hangisi?


Önceki yıllarda Fransa gibi gözükse de İtalyanlar çok ciddi bir atak yaptılar. İtalya hem altyapısıyla hem de takımıyla şuan en iyi ülke durumunda. Veledrom branşında Ruslar ve Almanlar iyi durumda, Belçika bisiklet konusunda iyi ülkelerden biri, Uzakdoğu bu konuda başarılı değil, sanılanın aksine…


-Türkiye’de bisiklet kullanımının en yoğun olduğu ilimiz hangisi?


Konya milli takımın çoğu sporcusunu yetiştiriyor. Konya bisiklet konusunda hala en iyi şehrimiz. Bisiklet kullanımı çok yaygın ve evde bisiklet konuşuluyor. Eğer bisikleti evlerde konuşulur hale getirirseniz, bisiklet kültürünüzün altyapısı zaten oluşuyor. Bisikleti evlerde konuşulur yapabilmek için Masterlar Yarışlarımız başladı. Bisiklet sporunu bırakmış sporcularımızın yarıştığı bu yarışlar evlerde tekrar bisikletin konuşulmasını sağladı. Bu yarışa katılan 60 kişinin üzerinde master sporcumuz var. Bisiklet sporuna başlamanın en ideal yaşı 12 yaştır. O yüzden çocuklarımızı geç olmadan yönlendirmek milli sporculukta çok önemlidir.


-Bisiklet sporu pahalı bir spor dalı mı?


Bisiklet sporu ekipmanları pahalı bir spordur. Bu yüzden de sponsorluklar çok önemli, eğer sponsorlarınız yoksa hiçbir şey yapamıyorsunuz. Milli takımımızın sponsorlar sayesinde bisikletlerini yeniledik, şimdi yıldız takıma da sponsorlar bakıyoruz. Türkiye futbol ligleri de bundan 20 sene önce çok sıkıntılar çekti. Şimdi 400 milyon avro ediyor ama bu kolay olmadı. Futbolun özelleştiği ilk yıllarda amatör takım paralarını ödeyemiyorlardı, hakem paralarını ödeyemiyorlardı. Ben inanıyorum ki federasyonumuz bu çalışmalarını sürdürürse yirmi sene


sonra çok iyi yerlere gelecek. Dünya’da ne varsa bizim ülkemizde de olmalı, benim ana hedefim bu… Bunun içinde önce kendimize güvenmeli ve kaynakları doğru kullanmalıyız.


Sistem değişmeden sonuç değişmez. Yani sistem aynı sistemse o sistemin içine altın koyun, altın alamazsınız, karışım alırsınız. Ama sistem değişirse ne koyarsanız koyun sonuç bellidir.


Avrupa’da milli bir sporcu 2-3 milyon avro kadar para kazanıyor. Neredeyse bir futbolcu kadar diyebiliriz. Standartlarımızı bizimde yükseltmemiz gerekiyor çünkü kaliteli bir yaşam, sağlıklı bir toplum oluşturur.


-Antalyaspor’un ve Alanyaspor’un bu yılki performanslarını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Alanyaspor ve Antalyaspor sporculuk yönünden çok gelişti ama seyirci yönünden gelişemedi. Benim ortaokul yıllarımda stadyum dolu olduğu için giremezdik. Üstelik herkes parasıyla girerdi. Geçen hafta Trabzonspor maçını izledim, tribünler dolu değildi. Aradan 30 yıl geçti Süperlig’de oynuyorsunuz ama stadyum dolmuyor. Seyirci açısından Antalya ve Alanya’nın böyle bir zafiyeti var. Spor bir yaşam biçimi olmalıdır. Bizim yaşam biçimimiz piknik olduğu için, sporu hayatımıza sokmuyoruz. Antalyaspor’da Alanyaspor’da bu yıl çok iyi gidiyor. Mehmet Özdilek, gerçekten takımda fark yarattı.






Emin Müftüoğlu kimdir?


1962 Alanya doğumlu olan Müftüoğlu, Alanya Lisesi’nden mezun oldu. Antalya Pil Spor’da basketbol ve futbol yıldız takımında oynayan Emin Müftüoğlu profesyonel futbol hayatına Alanyaspor’da başladı. Futbolu bıraktıktan sonra Alanyaspor Kulüp Başkanlığı ve yöneticiliği yaptı. Birçok federasyonda yöneticilik yapan Müftüoğlu son olarak 2005 yılından beri Türkiye Bisiklet Federasyonu Başkanlığı’nı yürütmektedir.

ORHAN TOLUNAY



18 yaşına geldiğinde, baba mesleği olan kuyumculukla esnaflık hayatına atılan Antalya Esnaf ve Sanatkarlar Odalar Birliği (AESOB) Başkanı Orhan Tolunay, hayatı boyunca birlik ve beraberliğe büyük önem verdi. Bu düşüncelerini kuyumcu arkadaşları ile paylaşarak, 1989 yılında Antalya Kuyumcular Derneği'ni kurdu.


Sivil toplum kuruluşlarıyla tanışması bu vesileyle başlayan Başkan Tolunay, iş hayatı süresince bir çok sivil toplum kuruluşunda görevler üstlendi. Halen Antalya Esnaf ve Sanatkarlar Odalar Birliği Başkanı olan Orhan Tolunay, 1 Mayıs 2010 tarihinde yapılacak olan birliğin seçimlerinde beşinci dönemi için tekrar aday olduğunu geçtiğimiz günlerde açıkladı. Yoğun bir seçim sürecine giren Orhan Tolunay’la bu hafta Antalya ve ilçelerdeki esnaf ve sanatkarların sorunları üzerine konuştuk.


“Türk ekonomisinin lokomotifi olan esnaf ve sanatkarımız, Antalya’da da önemli bir yere sahiptir. Ahilik Kültürü ile yetişen esnaf ve sanatkarımız, ülkemizin temel taşlarından birisi ve örnek kişileri arasındadır. Ülke ekonomisine olan katkılarının yanı sıra ilkeli, dürüst ve güvenilir kişiler olarak toplumda yer almışlardır. Biz esnaf ve sanatkar kuruluşları olarak, onları hak ettikleri yere getirmek, gelişen teknolojiye ayak uydurmaları, ekonomiden hak ettikleri payı alabilmeleri için elimizden gelen her türlü gayreti gösteriyoruz” diyen Başkan Tolunay bu seçimlere de hayli iddialı hazırlanıyor. Seçim sürecinde çalışmalarına yoğun bir şekilde devam eden Orhan Tolunay “Amacımız koltuk işgal etmek değil, hizmet etmektir” dedi.


Günümüzün esnaf ve sanatkarı atalarından yadigar kalan Ahilik kurumunu bugünlere kadar taşımış. Bu teşkilatın güzel değerlerini kendine ilke edinmiştir.


Ahilik, 13-19’uncu yüzyıllar arasında Anadolu’da yaşayan halkın sanat ve meslek alanında yetişmelerini sağlayan, onları ahlaki yönden geliştiren, çalışma yaşamını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenmedir.


Ahilik, iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir.Ahiliğin temelleri, o kadar sağlam atılmış, kuralları zamanının ve toplumun gereklerine ve gerçeklerine o kadar uyum sağlamıştır ki, bu sonradan, kent ve kasabaların belediye hizmetleri ve bu hizmetlerin denetimi için de örnek alınmış, narh ve nizamnameler ya da kanunnameler şeklinde resmileştirilmiştir.


Ahiler, özellikle Osmanlılar döneminde, standartlara uymayarak, düşük kaliteli mal ve hizmet üreten esnafa çeşitli cezalar vermişlerdir. Bu dönemde günümüzde bile tam olarak uygulanamayan kalite, standart, üretici-tüketici ilişkileri çok kesin kurallarla belirlenmiştir.



Ahilik kurumunun bugünlerde de devam etmesine öncülük eden Antalya’nın 71 bin aktif üyesi ile en büyük sivil toplum kuruluşu olan Antalya Esnaf ve Sanatkarlar Odalar Birliği, merkezde 38 ve ilçelerde 38 olmak üzere 76 meslek odasının üst kuruluşudur.


Antalya Esnaf ve Sanatkarlar Odalar Birliği Başkanı Orhan Tolunay’la başkanlık dönemini ve seçim sürecini değerlendirdik.



-Sayın başkan,görev sürenizi tamamlamak üzeresiniz. Bu süre içersinde bütün hedeflerinizi gerçekleştirebildiniz mi?


Esnaf ve sanatkarımıza sicil hizmetlerini ayaklarına kadar götüren bir sistem oluşturduk. Alanya, Manavgat, Serik’te her gün, gün boyu sicil memurumuz görev yapıyor. Diğer ilçelerimize ise esnaf yoğunluğuna göre haftanın belirli günlerinde memur göndererek, sicil hizmetini esnaf ve sanatkarımızın ayağına kadar götürüyoruz. İlçelerdeki üyelerimiz, işlemleri için Antalya’ya gelmek zorunda kalmıyorlar. AESOB bünyesindeki sicil büromuzda da öğle arasında bile hizmetleri sürdürerek, üyelerimizin işlemlerini en kıza zamanda tamamladık.


Ayrıca, hazırladığımız raporlar ve ziyaretlerimizle, Antalya’daki üyelerimizin sesi olmaya devam ettik, onların sıkıntılarını en üst makamlara kadar iletiyoruz. Göreve geldiğimiz gün hedeflediğimiz bütün projelerimizi hayata geçirdik.


-Antalya esnafının suçla mücadelede en önemli projelerinden biri de sizin döneminizde hayata geçirildi. Bu projeden verim alındı mı?


Antalya’da suçla mücadele ve suçluların kısa sürede yakalanması için başlatılan Toplum Destekli Polislik Hizmetleri kapsamında “Esnaf Kollama Projesi” hayata geçirildi. Emniyet Müdürlüğü, AESOB ve ATSO’nun işbirliği ile hayata geçirilen projede, esnaf ve sanatkara karşı işlenen suçların önlenmesi amaçlandı. Proje kapsamında, hazırlanan afiş, broşür ve stickerler esnaflara dağıtılarak, projeye destek vermeleri sağlandı. Esnafımız bu projeyi çok sevdi ve benimsedi. Suçla mücadelede önemli gelişmeler sağlandı. Esnaf Kollama Projesi’yle Antalya’da da bir ilki gerçekleştirmiş olduk.


-Görev sürenizde ağırlıklı olarak hangi konuyla ilgilendiniz?


Bu 4 yılda özellikle eğitim faaliyetlerine ağırlık verdik. Üyelerin mesleki anlamda kendilerini yenilemeleri, gelişen teknolojiye ayak uydurmaları için Avrupa Birliği fonları kullanılarak, çeşitli projeler hayata geçirdik. AESOB’un projesini hazırladığı, Avrupa Birliği tarafından finanse edilen, Büyükşehir Belediyesi, Mesleki Eğitim Merkezi ve Oto Tamirciler Odası’nın sosyal ortaklığında gerçekleşen Mesleki Eğitim ve Öğretimi Güzlendirme Programı (MEGEP) projesi, düzenlendi. Oto tamircisi esnafımız bu projede eğitim alarak, yeni cihazların kullanımını öğrendi. Böylelikle oto tamircisi esnafımızın yeni açılan ve son teknolojiyle hizmet veren servislerle rekabet etmeleri sağlandı. Berber, kuaför ve cilt bakım uzmanlarına yönelik Kuaförlük ve Kişisel Bakım Sektöründe Kalitenin Arttırılması Projesi kapsamında, cilt bakımından 24, kuaförlükten 22, manikür pedikür alanında ise 14 üye kursları başarıyla tamamlayarak, sertifika almaya hak kazandı. Bu kursa katılan berber ve kuaförlerimizden 6’sı Bulgaristan’da düzenlenen ve 10 ülkenin katıldığı yarışmada, bir dünya birinciliği ve iki ikincilik elde etti. AESOB’un hayata geçirdiği ve uyguladığı, Avrupa Birliği tarafından finanse edilen 3. projemiz ise “Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan ve Türkiye için İs Destekleme Programı” Projesi oldu. Projeye dahil olan 4 ülke, belirlediği konular hakkında ülkelerinin AB yasalarına uyum sağlayıp sağlayamadığı, neler yapması gerektiği konularında çalışmalar yaptı. Türkiye proje kapsamında çevre konusunu ele aldı.


-Önümüzdeki dönem ile ilgili projeleriniz nelerdir?


Antalya esnaf ve sanatkarı için kalıcı bir eser bırakmak amacıyla bir meydan projemiz var. Eski Demirciler içindeki bir alanı esnaf ve sanatkar meydanı olarak düzenliyoruz. Büyükşehir Belediyesi ile görüşmelerimizi yaptık. Bu alana Ahilik Teşkilatının kurucusu Ahi Evran’ın bir heykelini yaptıracağız. Bu alanı esnaf ve sanatkarımızı temsil edecek şekilde düzenleyerek, yerli yabancı misafirlerin ve halkın hizmetine sunacağız. 2010 yılı Ahilik Kültürü Kutlamaları, esnaf ve sanatkarımız kendi meydanında kutlayacak. Bu kalıcı eseri hayata geçirmek ve ahilik kültürünü gelecek nesillere aktarabilmek amacıyla yapacağımız bu çalışmanın tüm illere örnek olacağı kanısındayım.


-AESOB düzenlediği kültürel çalışmalarla da halkı ve esnafı bir araya getiren projeler üretti. Bu projeler devam edecek mi?


Ahilik Kültürü’nü yeni nesillere aktarmak, Ahilik geleneğini yaşatmak amacıyla göreve geldiğimiz ilk yıldan bu yana Ekim ayının ikinci haftasını “Ahilik Kültür Haftası” olarak kutluyoruz. Her yıl daha coşkulu kutladığımız bu hafta dolayısıyla, seminer ve paneller düzenliyoruz. Cumhuriyet Meydanı’ndaki programlarımız, esnaf ve sanatkarımızın yanı sıra Antalya halkı ve yabancı turistler tarafından da büyük ilgi görüyor. Ahilik Haftası etkinliklerinde iki yıl önce başlattığımız Antalya Yöresi Otantik Hediyelik Eşya Yarışması, büyük ilgi gördü. Turizm kenti olan şehrimizin tanıtımına katkı sağlamak amacıyla düzenlenen ve gelen turistlerin ülkelerine bir hatıra olarak götürebilecekleri eserlerin ortaya çıkması için düzenlenen bu yarışmaya, önümüzdeki yıllarda daha fazla katılım olacağına inanıyorum. Bu yıl turistlerin bir hatıra olarak yanlarında götürebilecekleri büyüklükteki eserlere ağırlık vermeyi planlıyoruz. Yine geçtiğimiz yıl ilk kez düzenlediğimiz, Kaybolmaya Yüz Tutmuş Mesleklerle ilgili fotoğraf yarışmasına da, bir çok ilden fotoğraf sanatçıları ve fotoğraf meraklıları katıldı. Yüzlerce eserin katıldığı yarışmada, dereceye giden eserleri Ahilik Haftası boyunca halkımızın beğenisine sunduk. Bu eserler şimdide AESOB fuayesinde sergilenmeye devam etmektedir.


-Antalya esnafının mesleki gelişimleri konusunda ne gibi katkılar sağlandı?


Antalya turizmin başkenti. Her yıl milyonlarca turist ağırlıyor. Turizm pastasından üyelerimizin hak ettiği payı alabilmesi, üyelerimizin ürününü satacak kadar bir yabancı dil bilmesi için Halk Eğitim Müdürlüğü ile birlikte yabancı dil kursları düzenledik. Talep gelmesi durumunda önümüzdeki yıllarda da ücretsiz olarak verilen bu kursları tekrar başlatmak istiyoruz. Bilgisayar artık günümüzün vazgeçilmez araçlarından birisi oldu. Bu amaçla, esnaf ve sanatkarımızda bilgisayar kullanımını yaygınlaştırmak amacıyla bilgisayar kursu düzenledik. Üyelerimizim ihtiyaçlarına cevap verecek kadar bilgisayar kullanmalarını sağladık. Haksız rekabetin önlenmesi için denetim ekibi oluşturduk. Bu denetim ekibi, ilçeler ve il merkezi olmak üzere sürekli denetimler yapıyor. Bu denetimlerdeki amacımız, gerekli yasal işlemlerini yerine getirmemiş, vizesi geçmiş işyerlerini denetlemek. Yasal sorumluluklarını yerine getiren üyelerimizin mağdur olmaması ve kayıt dışının önlenmesi amacıyla başlatılan bu denetimleri önümüzdeki yıllarda da sürdüreceğiz.


-KOSGEB bürosunun bünyenizde de hizmet vermesi için girişimleriniz olmuştu. Bu konuda ne aşamaya gelindi?


Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) tarafından verilen kredilere esnaf ve sanatkarımızın daha hızlı ulaşabilmesi için Antalya’daki sadece ATSO bünyesinde bulunan Sinerji Merkezi’nden, AESOB bünyesine de kurulması için girişimlerde bulunduk. Önümüzdeki günlerde KOSGEB Bürosu birliğimizde de olacak. Bu sayede, KOSGEB kredisi kullanmak isteyen üyelerimiz, birlik binamızdan gerekli işlemlerini yaptırabilecekler. Ayrıca, KOSGEB Bölge Müdürlüğü’nün Antalya’ya kurulması için de girişimlerimizi sürdürüyoruz.


-Antalya ve ilçelerinde hizmet veren esnafın sorunları ve beklentileri farklılıklar gösteriyor mu?


Antalya bir turizm şehridir. 10 milyon civarında turistin geldiği sanayi ve ticaretin yanında turizmin geçim kaynağı olduğu bir şehirde sorunlar ve beklentiler genellikle ilçelerde de benzer şekilde yaşanıyor. En büyük sıkıntı esnafın geçtiğimiz yıllarda kazandığı parayı günümüzde kazanamıyor olmasından kaynaklanıyor. Bu konuyla ilgili gerek çarşıların hizmet kalitesinin yükseltilmesi gerekse görselliğinin arttırılması konusunda yerel yönetimlerle işbirliği içersinde çalışmamız gerekmektedir. Gelişen şartlara uyum sağlayabilmeleri,


Teknolojiyi kullanmaları konusunda da çalışmalar yürütüyoruz. Özellikle sahile uzak olan ilçelerimizin sorunları daha farklı, o bölgeler kendi yağıyla kavrulan, ticaretin yoğun olduğu bölgeler… Turizmin yoğun olduğu ilçelerde son yıllarda faaliyet göstermeye başlayan alışveriş merkezleri bölgedeki küçük esnafın işlerini olumsuz etkiliyor.Bu konuda sadece Antalya’nın değil Türkiye’nin de ciddi yasal düzenlemelere ihtiyacı vardır. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bu ay içersinde böyle bir çalışmayı yaptı. Başbakanlıkta Bakanlar Kurulu kararıyla meclise sevk edilmeyi bekleyen yeni bir kanuni düzenleme var. Şehir içinde de özellikle marka satan bu tip büyük alışveriş merkezlerinin yapılması çarşı esnafının rekabetini engelliyor. Raylı sistem döneminden sonra da Şarampol Caddesi,Ali Çetinkaya Caddesi ve İsmet Paşa Caddesi gibi caddeler yer yer boşalmış durumda. Raylı sistemin bir an önce devreye girmesi ulaşımın düzenlenmesi gerekiyor. Bu bölgelerin ticari potansiyelinin bir an önce arttırılması gerekiyor. Şehrin kültür ve sanat hareketleriyle canlandırılması, ışıklandırılması gerekiyor. Canlı bir şehre hem halkın hem de turistlerin ilgisi yoğun olacaktır. Özellikle yaz aylarında esnafın akşam da dükkanlarının açık kalmasını sağlayacak etkinlikler ve düzenlemeler şehre dinamizm katacaktır.


-Kaleiçi’nin mevcut durumu bölge esnafını nasıl etkiliyor?


Kaleiçi elimizdeki en önemli hazinedir. Bu bölgenin altyapısı son derece iyi yapıldı ama o bölgenin tamamının restorasyonu için bir proje üretilmesi gerekiyor. Kredi kullanımı kolaylığı sağlanarak, mülk sahiplerinin binaları kullanılır duruma getirmeleri sağlanmalıdır. Getirmeyenler içinse gerekli işlemler yapılmalıdır. Belediyeler ya da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından organize edilecek bir kredi programıyla Kaleiçi’ni yaşatmak kültürel mirasımıza olan borcumuzdur. Bir bölgeyi tamamıyla güzelleştirmediğiniz takdirde o bölgeden verim almanız mümkün değildir. Kaleiçi’ni açık hava müzesi haline getirmek, Kalekapısı, Güllük, Şarampol ve Işıklar Caddelerinin de pilot bölge olarak düzenlenmesini işyerlerinin akşam ticaretini de yapmasını sağlayacaktır. Kaleiçi’nde sanat sokağı olarak düzenleme yapılması hem halkın hem de turistlerin ilgisini çekecektir.


-1 Mayıs seçimlerini alamamanız durumunda ne yapmayı planlıyorsunuz?


Seçime girdiğiniz zaman alamamak gibi bir durum düşünülmez. Biz şu ana kadar yaptığımız hizmetlere, üyelerimizin sağduyusuna güveniyoruz. Tabii referansta kendimiziz. Bizi bir başkasının sunmasına gerek olmadığına inanıyorum. Şu ana kadar üyelerimizin elimizden geldiğince bir dediklerini iki yapmadık. Onların bizden beklentileri neyse, hiçbir ayrım yapmadan, hiçbir siyasi ayrıma girmeden, hiçbir art niyet gözetmeden yaptık. Herkesi kucakladık. Zaten birlik olmanın da anlamı budur. Biz birlik olma geleneğini ahilik kültüründen aldığımız terbiyeyle devam ettirdik. Bundan sonrada birliğe ihtiyaç vardır. Bizim yolumuz doğrudur, çizgimiz nettir. Amacımız koltuk işgal etmek değil, hizmet etmektir. Biz bu işi hiç bir şey beklemeden severek yapıyoruz, tek beklentimiz takdir edilmektir. Esnafımızın ve oda yönetimlerimizin desteğini şimdiden hissediyorum. Bu da benim için en büyük onur kaynağıdır.




Orhan Tolunay Kimdir?


Antalya Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Orhan Tolunay, 1958 yılında Burdur'un Bucak ilçesinde doğdu.


İlk Orta ve Lise tahsilini Bucak'ta tamamladıktan sonra Antalya'ya yerleşerek, 18 yaşında baba mesleği olan kuyumculuğa başladı.


Bir yandan mesleğini yürütürken diğer yandan da eğitimine devam ederek, Antalya Meslek Yüksekokulu Muhasebe bölümünü bitirdi.


Birlik ve beraberliğe büyük önem veren Orhan Tolunay, bu düşüncelerini kuyumcu arkadaşları ile paylaşarak, 1989 yılında Antalya Kuyumcular Derneği'ni kurdu. İki yıl dernek başkanlığı görevini yürüttükten sonra derneğin meslek kuruluşu haline gelmesinde bizzat çalışarak 1991 yılında Antalya Kuyumcular Odası'nın kuruluşunu arkadaşları ile birlikte gerçekleştirdi. Kuyumcular Odası Başkanlığı'na 1994 yılında 1,5 yıl ara veren Orhan Tolunay, çalışkanlığı ve üretkenliği nedeniyle kuyumcu esnafı tarafından tekrar Başkanlığa getirildi ve bu görevini başarı ile devam ettirmektedir.


Bu dönem içerisinde Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) 'da 4 yıl meslek komitesi başkanlığı yaptı. 1996 yılında gerçekleştirilen Antalya Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği seçimine aday olan Orhan Tolunay, Birlik Başkanlığına seçilmiş ve halen bu görevi sürdürmektedir. 1999 yılında gerçekleştirilen ATSO seçimlerinde çalışmaları ile dikkati çeken Tolunay, tüccar ve sanayicilerin de tam desteğini alarak, Meclis Başkanlığı görevine seçilmiş ve bu görevi 2005 yılına kadar başarı ile sürdürmüştür.


Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK) Yönetim Kurulu üyeliğini de 2 dönemdir sürdüren Orhan Tolunay, evli ve 2 çocuk babasıdır.


NAZIM KENDİROĞLU MOTORLU 112 ACİL



BAŞKALARININ CANI İÇİN CANLARINI ORTAYA KOYANLAR



Öyle üç rakam söyleyin ki, yardımı, acıyı, üzüntüyü, sevinci, korkuyu, hızı, vefayı, cefayı, uykusuzluğu 24 saat 7 gün kesintisizliği çağrıştırsın.


Yaşamla ölüm arasında gidip geldiğimiz sabrı sözcüklerden sildiğimiz o kritik anda “her şey dursun, her şey bizim için varolsun” isteriz. İşte o kritik anda 112 Acil vazgeçilmez sağlıktır.


Ani ve acil gelişen hele sağlıkla ilgili durumlar hayatımızın dönüm noktalarıdır. Geçirilen bir kazanın ardından yıkılan yuvalar, yok olan gelecekler, farklı ve zorlu dönemler şahit olduğumuz durumlardır. Kaza ve hastalık durumlarında konunun seyri, bu duruma şahit olanların yapacaklarıyla çok ilgilidir. Hiç tanımadığımız biri hayatımızın en önemli insanı olabilir. Ya da biz biri için çok önemli biri haline gelebiliriz. Nasıl mı? Sağlık ile ilgili bozulmaya neden olan her türlü kaza, hastalık ve benzeri durumların düzeltilmesinde birinci adım, hastanın en hızlı ve sağlıklı şekilde müdahale edilebilecek sağlık kuruluşuna nakil edilmesidir. Şartlar uygunsa hasta nakil edilirken tıbbi yardım alması en doğrusu olacaktır. Bu yardımın sağlanmasında en hızlı ve güvenilir destek için aranacak numara “112”…



AB uyum yasaları çerçevesinde Antalya'da kurulan ilk 'akıllı' 112 Acil Çağrı Merkezi, geçtiğimiz Ağustos ayında faaliyete başladı. Modern yapısı ve kullandığı teknolojiyle adeta bir uzay üssünü anımsatan 112 Acil Çağrı Merkezi, Avrupa'da gerçekleştirilmekte olan tek acil yardım numarası güvenlik, sağlık, itfaiye ve benzeri kurumlara vatandaş erişiminin Türkiye'deki ilk örneği…


112 Acil Çağrı Merkezi'nde, modern bir kentin ihtiyaç duyacağı bütün nitelikler mevcut. Antalya'nın suç haritası, şehirdeki tüm telefon numaraları, ilçeler de dâhil tüm sokaklar akıllı haritalar yöntemiyle sokak veri tabanına yüklenmiş durumda. Merkezdeki görevli, sabit telefondan acil çağrı aldığında, sistem çağrı yapan kişinin adını ve adresini gösterecek. 112 Acil Çağrı Merkezi'ni arayan kişi cep telefonundan sadece sinyal gönderse dahi, sistem beş-on metre yanılma payıyla da olsa kısa sürede sinyal gönderilen yeri belirleyebilecek ve olay yerine ekip gönderilmesine sağlayacak. Müdahaleyi çabuklaştırmak amacıyla 155 Polis İmdat, 156 Jandarma, 154 Trafik, 110 İtfaiye, 177 Orman Yangını, 186 Sahil Güvenlik hatları, 112 Acil Çağrı Merkezi adıyla tek hatta bağlandı.



112 Acil Çağrı Merkezinde görevli personelin en büyük sorunu, can güvenliği ve gidilen vakalardaki emniyet önlemleri açısından kimi zaman yaşanan aksilikler… Acil ve Afetlerde Sağlık Hizmetleri Şube Müdürü Hakan Çetin “Çoğu zaman vakaya giden ekip azarlanıp, tartaklanmakta, “Neden gelmediniz”, “Niye geç geldiniz” gibi sorulara maruz kalmakta. Bir sorun da “normal hasta” nakli ile “acil hasta” naklinin ayrılamaması sorunu. Ne acil, ne değil bunun halka anlatılması gerekiyor. Bir diğer sorun da “telefon sapıkları”. Bunun için tutanak tutuluyor, işlem yapılıyor, savcılığa gidiliyor” dedi.



Başkalarının canını kurtarmak adına kendi canlarını tehlikeye atarak çalışan 112 Acil sağlık personeli için adrenalin hayatlarının vazgeçilmezi olmuş. Kimi zaman da ambulansların karıştığı kazalar atlatan ekipler neyse ki şuana kadar can kaybı yaşamamış.



Şubat ayında Antalya’da bir ilke daha imza atıldı. Şuan için üç motosikletle başlanan projede, 112 Acil Motorize ekiplerini de sokaklarda görmeye başladık. Yunus polislerle benzer kıyafetleri olan ve motosikletleri kullanan hekimler, görmeye alıştığımız “beyaz önlüklü doktor” imajını da bu sayede değiştirdi.



Her motorda bir hekim ve bir sağlık personeli görev yapıyor. Şuanda Antalya’daki istasyonlarda iki hekimin görev yaptığını belirten Hakan Çetin “ Bu ekiplerde görev almak için sadece hekim olmanız yetmiyor. Büyük motor kullanma konusunda tecrübeli de olmanız gerekiyor. Üzerindeki malzemelerle birlikte 300 kiloyu bulan motor ambulansları kullanmak hiçte kolay değil” dedi.



Antalyalıların ambulansların geçiş üstünlüğü konusunda trafikte daha bilinçli davranmaya başladıklarını da belirten Çetin “ Eskiden ambulansın arkasına takılanlar, yol vermeden önünden gitmek isteyenlerle karşılaşılıyordu. Son yıllarda bu olaylar azaldı” dedi.


Antalya trafiğinin son hali de düşünüldüğünde özellikle trafiğin yoğun saatlerde belki de bizlere çok daha fazla iş düşüyor. Ölümle yaşam arasında, saniyelerle yarışılan bir yolculukta trafikte bir ambulansla karşılaştıysanız, yol vermek insanlık vazifesidir.



Trafiğe çıktığı ilk günlerde meraklı bakışlarla karşılaştığını gülümseyerek anlatan 112 Acil Motorize ekibin doktoru Nazım Kendiroğlu “Trafikte yol verme konusunda benim işim daha kolay, arabanın geçemediği durumlarda bile benim geçmem için yer açılabiliyor” dedi.


Adrenalin ve tehlikenin sınırlarını zorlayan bir görevde olan Nazım Bey, hem motor ambulansın şoförü hem de doktoru…


Küçük bir ambulansta olan her malzemenin portatif boyutlarını motor ambulansında taşıyabilen Kendiroğlu’nun motorunda, otomatik canlandırma cihazı, seyyar oksijen, el aspiratörü, travma ekipmanları, boyunluk, yanık seti, acil ilaç ve serum gibi malzemeler bulunuyor.



Motosikletli ekipler, trafiğin yoğun olduğu yerlerde saniyelerin bile önemli olduğu acil vakalara anında müdahale edebiliyor. Kara ambulanslarının giremediği dar sokaklarda da ilk müdahaleyi onlar yapacaklar. Motor ambulanslar, çoklu yaralanmaların oluştuğu büyük yangınlar, trafik kazaları, patlama gibi olağanüstü durumlarda da olay yerine ulaşarak yaralılara ilk müdahaleyi gerçekleştirecek. Ayrıca triajını (müdahale ve nakil önceliğini belirleme) yapacak, hastaneye sevk edilmesi gereken kişileri, nakle hazır hale getirerek, kara ambulanslarına teslim edecekler.



Acil ve Afetlerde Sağlık Hizmetleri Şube Müdürü Doktor Hakan Çetin ve motor ambulansların iki hekiminden biri olan Doktor Nazım Kendiroğlu ile bu hafta 112 Acil’de yaşananları ve tecrübelerini konuştuğumuz keyifli bir söyleşimiz oldu. “Biz Antalya ve ilçelerde 330 kişilik kocaman bir aileyiz” diyen Acil Sağlık Personeli’nin, canları pahasına görev yaptıkları adrenalin yüklü yaşam öykülerini hekimlerimizden dinledik.



-Antalya’da şuan kaç motorlu ekip görev yapıyor?


Hakan Çetin:Şuanda üç motorumuz var. 18 Şubat’ta 6 kişi göreve başlamıştı ancak tayinler nedeniyle şimdi iki motorumuzda iki hekimimiz görev yapıyor. Araştırmalarımız devam ediyor. 12 kişilik bir ekip kurup üç motoru da aktif halde kullanmayı hedefliyoruz. Bu ekipte görev yapmak gönüllülük esasına dayanıyor. Motor kullanmayı iyi derecede bilen, seven ve acil bakımından deneyimi olan doktor ve yardımcı sağlık personeli arayışımız var.


-112 Acil Sağlık geçen yıl toplamda kaç vakaya müdahale etti?


Hakan Çetin:Toplam vaka sayımız 38 bin vakadır. Çok ciddi bir rakam ve maalesef trafik kazası müdahale sıralamasında Antalya, Türkiye sıralamasında üçüncü sıradadır. 2009 yılı içersinde 9 bin civarında trafik kazasına müdahale edilmiş. Her bir vakanın direk insan hayatı olduğu düşünülürse olayın ciddiyetinin daha iyi anlatılacağını düşünüyorum. Özellikle ilçelerde motosiklet kazalarının çok fazla olduğunu söyleyebiliriz. Hızlı araç kullanma sonucu meydana gelen trafik kazaları da hayli yüksek.


-112 Acil Sağlık departmanı olarak ne gibi sıkıntılar yaşıyorsunuz?


Hakan Çetin:En başta trafik sıkıntısı yaşandığını söyleyebilirim. Araçlarımızın olay yerine gidişi ya da olay yerinden aldığı hastayı hastaneye yetiştirmede geçen sürede en büyük sıkıntımız trafik. Geçmiş yıllara baktığımızda, son yıllarda halkımız bir ambulans sireni duyduğunda yol veriyor. Eskiden yol vermezlerdi, aracın arkasına takılırlardı. Bu olaylar yine yaşanıyor ama eskisi kadar yoğun değil. Vatandaşlarımız ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorlar. Kavşakta durup trafiği kesenler oluyor, arabaları yönlendirenler oluyor. Ambulansların trafik kuralları çerçevesindeki geçiş üstünlüklerine daha duyarlı davranılmaya başlandı. Bunun yanında adres verme konusunda da sıkıntı yaşanabiliyor. Göç alan bir şehir olmamız, turizm merkezi olmamız telefonda adres verme konusunda sıkıntı yaşatıyor. Bu da vakaya ulaşmamızda gecikmelere yol açabiliyor. Antalya’da yaşayanlar bile adres vermek gerektiğinde adresi veremiyorlar. Operatör arkadaşlarımız son derece deneyimli oldukları için arayanı yönlendiriyorlar. Acil bir durumda en önemli şey soğukkanlılığı koruyabilmek ve doğru adres vermektir. Bizim hedefimiz çağrı geldikten sonra en geç 7 dakika içinde vakaya ulaşmaktır. Çağrı geldiği anda kimse beklemez, oyalanmaz. Acil bir durumda belki bizlerde adres vermek zorunda kalsak, ne yaşarız bilemiyorum ama sakin olmak gerektiğinin yinede altını çiziyorum. Ambulansın gelmeme gibi bir durumu söz konusu olamaz. Yeter ki bize haber verilsin. Bir kaza yerinde genelde en yaygın düşünce “nasıl olsa biri 112 Acil’i aramıştır” fikri oluyor ve kimsenin aramadığı durumlar yaşanabiliyor.


-Ambulans kazaları da en sık yaşanan olaylardan biri. Antalya’da yaşananlar nelerdir?


Hakan Çetin:Geçiş üstünlüğümüz var ama geçiş üstünlüğü demek tüm trafik kurallarını hiçe saymak değildir. Kırmızı ışığı kontrol etmeli, kavşakları kontrollü geçmelidir. Diğer araçlar size izin verdiği takdirde geçiş üstünlüğü vardır. Trafik kurallarının hepsi bizim içinde geçerlidir. Neyse ki şu ana kadar merkezde maddi hasarlı kazalar zaman zaman olsa da can kaybı yaşanmadı. Biri yol verirken diğer araç görmüyor ve kazalara sebep olabiliyor. Ambulans sireni duyduğumuzda daha dikkatli olmamız gerekiyor.


-Acil Sağlık görevinin en zor yanı sizce nedir?


Hakan Çetin:Acil sağlık hizmetleri hata affetmiyor. Sizden canını kurtarmanızı isteyen vatandaşınızdır. İlk müdahaleyi bizim yapmamız gerekiyor. Tıbbi bilginizin çok iyi olması lazım, el becerilerinizin çok iyi olması ve soğukkanlı olmanız, olayları doğru yorumlayabilmeniz gereklidir. Hastanın nesi olduğuna karar verip hastaneye gidene kadar hayatta tutmanız gerekiyor. Saniyelerle yarış, beyin ölümü 5 dakika da gerçekleşir ve 5,5 dakika da giderseniz beyin ölümü gerçekleşmiş oluyor. Ama 4,5 dakikada giderseniz kurtarma şansınız oluyor. O yüzden “60 saniye” bile çoğu zaman hayat kurtarıyor.


-Sizce halkımız ilk yardım konusunda bilgili mi?


Hakan Çetin: İlk yardım eğitimleri Antalya’da yaygın olarak devam ediyor. Merkez ve ilçeler olmak üzere beş yılda yaklaşık 10 bin kişi Sağlık Bakanlığı’ndan sertifikalı ilk yardım eğitimi aldı. Bunu göz önüne alarak en azından bir kaza anında yerde yatan bir kişiye dokunmuyoruz. Polislerimiz bu konuda tecrübeli ve ilk yardım eğitimleri bulunuyor. Halkımızın eğer ilk yardım bilgisi yoksa kesinlikle yaralıya ya da hastaya müdahale etmemesi gerekiyor. Hiç dokunulmaması bizim için daha iyi olabiliyor. Vatandaşımızın yanlış yaptığı bir müdahalenin geri dönüşü bazen mümkün olmuyor. Tabiî ki tek tük vakalar oluyor. Bir araba kazasında yaralıyı arabadan dışarı çıkarmaya çalışılanlar oluyor ama etraftan da “dokunmayınız” müdahaleleri geliyor. Kaza vakaları dışında ev hastalarında da telefonda ambulans isterken arayan kişi bilgilendiriliyor. Hastanın durumuna o anda faydalı olabilecek bir şey varsa söyleniyor ya da bunları yapmayın diye uyarılıyor.


- Yanlış ihbarlar ve telefon sapıkları rahatsızlığı halen devam ediyor mu?


Hakan Çetin: Acil çağrılar tek merkezde toplanmadan önce daha da sıkıntılı bir durum vardı.


Günde 5 bini geçen çağrı alıyorduk ve bu çağrıların sadece 100- 120 tanesine ambulans gönderiyorduk. Geri kalan çağrılar rahatsızlık amaçlıydı. Yeni alınan telefonlar 112 aranarak deneniyordu, dertleşmek isteyenler, çocuklar arıyor, eğlence olsun diye arıyorlardı. Şimdi bu sorun azaldı diyebiliriz. Yeni acil çağrı merkezinde uydudan takip edilen dijital haritalar var. Çalışmalar bittiğinde arayan kişinin adresini ekranda görebilecekler, cep telefonlarından arandığında da o bölgeyi tespit edebileceğiz. Kişinin bilgilerinin görünür olmasının, gereksiz çağrıları engelleyeceğini düşünüyoruz.



-Motorlu ekibe geçmeye nasıl karar verdiniz?


Nazım Kendiroğlu Acil sağlık, zorlukları çok olmasına karşın en hızlı cevap veren, sonuçları en çok mutlu eden bölümdür. Yaklaşık 10 yıldır aktif olarak büyük motor kullanıyordum ve bu göreve gönüllü oldum. Motor ambulans hekimi olmaktan çok mutluyum. Motorlu 112’lerin kurulmasıyla hayatta en çok sevdiğim iki şeyi bir arada yapma fırsatı buldum. Adrenalin zaten bizim mesleğimizin içinde olmazsa olmaz bir etkendir. Şimdi bir de buna bir de buna motor kullanmak eklendi. Kullandığımız motorlar üzerinde malzeme olmadığında 276 kilo, malzemelerle 300 kiloyu buluyor. Motorları böyle bir hizmet için kullanmak, günlük hayatınızda motosiklet kullanmaktan çok daha farklı. Çok önemli bir amaca hizmet ediyoruz.


-Motorlu ekibe geçtikten sonra vakaya müdahaleniz oldu mu?


Nazım Kendiroğlu: Evet vakam oldu. Ev hastasıydı. Önce ben ulaştım. Ambulans gelene kadar ben müdahaleyi bitirmiştim. Zamanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha yaşadık. Acil çağrı geldiği anda yola çıkılır. Biri ya da birileri yardım istiyordur. Nereye ve kime gittiğinizi bilmeden gidiyorsunuz. Zaman zaman tatsız olaylar yaşanıyor elbette. Erkek, bayan ayrımı olmadan her saat görevde olduğumuz için tehlikeyle omuz omuza çalışıyoruz. “Ben nereye gidiyorum?” diye hiç birimiz düşünmeyiz. Biri yardım istiyor ama kimdir, nedir bilmiyoruz. O kadar çok şey yaşanıyor ki, “Adamı vurdum başında bekliyorum, gelin” diyende oluyor, gittiğimiz yerde bize taş atan, silah çeken de oluyor ama kurtardığımız hayatlar bunların hepsini unutturuyor.


-Halktan nasıl tepkiler aldınız?


Hakan Çetin: Polis olmadığımız farkına varanlar soruyor. Merak ediliyor, nasıl müdahale yaptığımızı merak edenler oluyor. Kıyafetlerimiz trafikte fark edilmek için gereken standartlarda ve yunus polislerinkine benziyor. Ama siren çaldığımızda fark ediliyoruz ve trafiği açıyorlar. Trafikte yol verme konusunda benim işim daha kolay, arabanın geçemediği durumlarda bile benim geçmem için yer açılabiliyor.







Hakan Çetin kimdir?


1969 Sinop Boyabat doğumlu olan Çetin, 1992 yılında Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. 2002 yılında Antalya Sağlık Müdürlüğü’nde göreve başlayan Hakan Çetin, 2004 yılından beri Acil ve Afetlerde Sağlık Hizmetleri Şube Müdürü olarak görev yapmaktadır. Eşi de doktor olan Çetin, bir çocuk babasıdır.



Nazım Kendiroğlu kimdir?


1971 Mersin doğumlu olan Kendiroğlu, 1998 yılında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 2003 yılında Antalya 112 Acil Sağlık Hizmetlerine gelen Kendiroğlu, 18 Şubat’dan beri 112 motorize ekip hekimi olarak çalışmaktadır. Eşi de doktor olan Nazım Kendiroğlu, 12 yıldır acil yardım hekimi olarak görev yapmaktadır.





AYLA ÇEKİÇ

Yıllar önce eşinin aracılığıyla Antalya’da şubesi açılan Cen Ajans’ın devamlılığı için işin başına Ayla Hanım geçer. Antalya’da yaşamaya devam etmek istediği için işlerin başına geçen Ayla Hanım’a eşi Bülent Bey “Sen reklamdan anlamazsın “ diyor ve bu söz üzerine ajansın ortağı olan Ayla Çekiç, Cen Ajans’taki başarısıyla ödüllü reklam ajanslarımızdan biri olarak hizmet vermeye devam ediyor. Bakımlı, havalı, güzel, girişken, samimi, dobra bir iş kadını olan Ayla Çekiç sadece iş kadınlarının değil, iş adamlarının da en güçlü rakibi oldu. Bu nedenle çekemeyenler çok. Onun, işini yaparken takındığı tavrı anlamıyorlar. Oysa bu tavır, yaptığı işi başarma hırsından kaynaklanıyor. Başarısızlığa tahammülü yok. Aldığı her işi en iyi şekilde yapmak istiyor. Onu yakından tanıyanlar, bunu çok iyi bilir.

Ayla Çekiç sadece firmasıyla değil, ismiyle de Antalya’ da marka olmuş bir iş kadını. Reklam ajansı ve yayıncılığın dışında turizm işletmeciliği ve inşaat sektöründe de başarılı firmaları olan Ayla Hanım, Antalya iş dünyasında yirmi beşinci yılını yaşıyor. İş dünyasında kadın olmanın zorluklarını fazlasıyla yaşadığını belirten Çekiç, hakkında merak edilenleri tüm samimiyetiyle yanıtladı.

Ayla Çekiç, hayatında her zaman siyah ya da beyaz rengin hakim olduğunu, gri tonlarında yaşamadığını anlatırken, dostluklarını, iş tecrübelerini, kısaca yaşamını bizlerle paylaşırken kendisini üzen tek şeyin kendisini tanımadan konuşanlar olduğunun da altını çizdi. Yaşama dair tecrübelerini “Canım dediklerim bugün düşmanım olmaz. Dün nefret ettiklerim bugün canım olmaz Hatırı vardır sevdiklerimin ya da sevmediklerimin. Sildiklerim de vardır... Onlar hatalarımın ve keşkelerimin sonucudur. Adlarını anmam, hatırlarını sormam, dertlerinin peşinden koşmam… Kalbimle hareket edip sevdiklerimde karakter ararım. Bazen de yanlış seçimler yaparım, karaktersizleri de sevdiğim olmuştur. Anlamazdan gelişlerim, salağa yatışlarım, kaybetme endişesinden değil, yine mi yanlış seçtim korkusundan gelir. Şerefsize, şerefsizliğinin hakkını vermek lazımdır. Havlayan köpek ısırmaz demeyin. Sabrını yitirmiş insanın ne yapacağı belli olmaz” cümlesiyle özetledi.

Antalya’yı çok sevdiğini belirten Ayla Hanım, yıllar önce basında çıkan yanlış bir haberde kendini ifade edemediğini, bu yüzden de yayıncılık sektörüne girdiğini belirtti. “Ben bu şehirde yaşıyorum ve bu şehirde yaşlanmak istiyorum. Öldüğüm güne kadar yayıncılık yapacağım ve herkesin kendisini doğru ifade edebileceği, kendisine doğru haberin verileceği ve etik kurallara uygun yayıncılık yapacağım dedim ve öyle de oldu. Bakın gazetecilik yapacağım demiyorum. Yayıncılık yapacağım dediğim içinde yayınımın her karesine bakarım, gerekirse müdahale ederim”

Ayla Hanım, bir yandan da sözünün dinlenmesi için hukuk okuması gerektiğine karar vermiş ve sınavlara hazırlanıyor. Başarılı ve güçlü bir iş kadını olan Ayla Çekiç’le birçoğuna bu sayfada değinemediğim çok hoş bir sohbetimiz oldu. Sohbete başlarken medya sektöründeki iki kadın bir araya geldiğinden, ikimizde heyecanlıydık. Antalya reklam sektörünü, yayıncılığı ve iş hayatını konuştuğumuz keyifli sohbetimizde 25 yılın birikimini bu hafta Ayla Çekiç’ten dinledik.

-Antalya dergi sektöründe doyum noktasına gelindi mi?

Yayıncılık sektöründe onuncu yılıma giriyorum ama asla kendimi gazeteci olarak yansıtmadım. Yayıncı olarak konuştum. Herkes bu işi yapabilirim diye düşünerek yayıncılığa başlıyor. Başladıktan sonrada ucundan köşesinden bir yer buluyor. Yer bulduğu için de yazılı medya sayımız bu kadar fazla. Bu fazlalığı yaşatan da, sonlandıracak olan da okuyucudur. Ama bu sadece medya sektörüne özel bir durum da değildir. Ben aynı zamanda inşaat sektöründe de çalışıyorum. Geçen sezon tedarikçinin bölge müdürü olarak çalışan biri, bir yıl sonra karşınıza taşeron olarak rakip çıkıyor. Hiç kimse bilançosunu, referanslarını sormuyor. Dolayısıyla banka ilişkileri de öyle… Bankalar bir gecede kredileri kapattılar. Eskiden üç yıllık bilançoya bakılmadan kredi verilmezdi. Şimdi her isteyene hatta istemeyene bile zorla kredi verdikleri bir tablo oluştu. Bu aksaklıklar uzun vadede sıkıntıya sebep olan aksamalardır. Kriter yok. Bizim sektörde de öyle, herkes gazeteci…

- Yayıncılık sektörüne cemiyet dergisi kavramı High Life ile girdi. Bu dergi nasıl oluştu?

Yayıncılık sektöründe benim ilk göz ağrım Antalya Life dergisidir. Dergi sektöründe bir çığır açtı. Yaşam dergisi olarak gerçekten bir sektör oluşmasına öncülük eden bir yayın oldu. Hep doğru, düzgün ve etik yayıncılık yapmaya çalıştım. Kişisel duygularımı asla yayınlarıma karıştırmadım. Mümkün olduğunca Antalya’yla ilgili yaşanan her türlü sorunu ve güzelliği yansıtmak istedim. Ama maalesef ki okuma alışkanlığımız olmadığı için resim ağırlıklı şeylere dikkat ediyoruz. High Life dergisini de bu yüzden çıkardım. Okuyucum bana çok saygı duydu ve poz verdi. Hayatlarını, evlerini, işlerini açtılar. Bana saygı duydukları için, yayınıma saygı duydukları için bana güvendiler. Eskiden yerel eklerin ikinci sayfalarında mankenler ya da sanatçılar olurdu. Antalya Life ve High Life yayınlandıktan sonra cemiyet hayatı gazetelere de yansıdı. Gazeteci arkadaşlarımızın işlerini daha rahat yapmalarını sağladı. Fakat bunu doğru algılamayanlar da var.

-Cemiyet hayatı değişmiyor ama bu hayatı yansıtan yayınlar her geçen gün artıyor. Bu rekabet standartları düşürmüyor mu?

Ben bu konuyla ilgili hiç muzdarip değilim. Çünkü benim yayınımda hep, düzgün, özel hayatı insanları ilgilendirmeyen cemiyet dışı çok az haber görünür bende. Dolayısıyla bugün bir iş adamı benim yayınımda çıkmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz. Türkiye geneline baktığınızda sanat camiası basın sayesinde popülaritesini sağlıyor ve ekmeğini kazanıyor. Ama bizim Antalya cemiyet hayatında böyle bir şeye ihtiyaç yok zaten. Samimiyetimle söylüyorum ki, masa başında oyun oynayan hanımlar ve erkekler, dergilerden ve internet haberciliğinden daha fazla dedikodu yapıyorlar. High Life magazin olarak algılansa da aslında cemiyet dergisidir. Olayı bunun dışına çekmeye çalışan bir kitle var ama o kitle de beni ilgilendirmiyor.

-Antalya reklam ajansı sektörünü benimsedi mi?

Antalya’da reklam ajansı olmak çok zor… Reklam ajansı denildiğinde sadece gazete reklamı yapıldığını düşünüyorlar. Hukuk Müşavirliği ve Mali Müşavirlikten sonra üçüncü sırada reklam ajansları gelir. Bu işinde ciddiyeti vardır. Yarım, çeyrek, tam sayfa diye milli piyango bileti alır gibi gazete ilanı almayı reklam ajansı olmak zannediyorlar. Aldığım deneyimlerin sonucunda şunu anladım ki, aynı sektörde iki firmaya bakmamak gerekiyor. Eğer bir hastaneye bakıyorsam, bir diğerini almam, bir hava yolu şirketine bakıyorsam diğerini almam. Çünkü stratejileri farklıdır. İki rakip firmanın işlerini yapıyorsan problemlisin demektir. Biz çözüm ortağıyız, pazarlamacı değiliz ki…

-Yaşanan kriz sizi nasıl etkiledi?

1985 yılından beri vergi mükellefiyim. Ben bir iş kadınıyım. Yayıncılık dışında pek çok iş yapıyorum ama ortaya koymuyorum. Yaklaşık 10 yıldır Kaleiçi’ndeki Marina Oteli işletiyorum. Kaleiçi’nin her türlü sorunlarına rağmen ayakta kalmak için çalışıyorum. Turizm sektöründe 40 odayla 400 oda arasında hiçbir fark yoktur. Hizmet aynıdır. Herkesten daha fazla mağdur olmamıza rağmen en az ağlayan biziz. İnşaat işinin en zor kısmı olan izolasyon sektöründe iş yapıyorum ve hala tahsil edemediğim işlerim var. Yüksek bilanço ve öz sermayesi ile şirket faaliyetlerime devam ediyorum. Muhatabım olan ve iş yaptığım firmalardan para alamamış olmamın yarattığı finansman açığını ise kendi imkânlarımla kapatıyorum. Antalya çok çabuk büyüdüğü için, çok hızlı gelişti ve anlaşılamayan bazı şeyler var. Antalya yatırım ve rant şehri oldu ama çalışanların durumu da ortada. Aslında doğal güzelliklerinin ve yatırımlarının yanında maaşlı çalışan kesimiyle fakir bir kent Antalya… Nüfus çok hızlı artıyor ama gelir dağılımı azalıyor. Antalya’nın 10 yıllık planının şimdiden yapılması gerekiyor. Antalya’da yapılan yanlış yatırımlar yanlışlıklarıyla, insanlarda sadece seçilmedikleriyle kalıyorlar. Tek çare yapan insanı tekrar seçmemek oluyor. Ama yapılan hata o haliyle kalıyor. Ben bu şehri çok seviyorum ve rant uğruna geri dönüşü olmayan hataların yapılmamasını diliyorum.

-Geçtiğimiz seçimlerde Genç Parti’den birinci sıra milletvekili adayıydınız. Bu seçimlerde de sizi siyasette görecek miyiz?

Adaylık ve aday olmak ve o işin içerisinde savaşmak çok zormuş. Dışarıdan başka bir sahne, içeride başka bir sahne var. Ben bir kere asla siyasetçi olamayacağımı, politik davranamayacağımı kanaatine vardım. Benim için iyi bir deneyim oldu. Çünkü ben susamam, susmam gereken yerde eğer bir yanlışlık varsa ben onu söylerim. Bu kadar dürüstlükle de siyaset yapmak zor. Yerel yöneticiler iş hayatlarında da iyi bir tüccar olmak zorundadır. Eğer bir şirketi iyi yönetemiyorsanız bir şehri de iyi yönetemezsiniz. Dolayısıyla mecliste de hakkınızı doğru savunamazsınız. Antalya için projeler yapılması gerekiyor. Ama bizde işler “Hamili kart yakınımdır” işleriyle yürüdüğü için bir şey yapılamıyor. Antalya’da küçük esnafın durumu her geçen gün kötüye gidiyor. İmar yanlışlıkları yüzünden şehir planlamasında sorunlar oluştu. Bu konuların öncelikle çözülmesi gerekiyor. Eğer seçilseydim öncelikle bu konuları çözmek için uğraşırdım.

-Antalya’da başarılı bir markasınız. Kadın olarak iş hayatında var olmanın zorlukları nelerdir?

25 yıldır iş hayatındayım. Bu yirmi beş yılın ilk yılını çok üzülerek geçirdim. Çünkü çok gençtim, çok heyecanlıydım, çok çalışkandım, çok aktiftim. Dolayısıyla benim sektörümde çalışmak zordu. Otellerin endüstriyel mutfak işlerini yapıyordum. Benim sektörümde bayan olmadığı için çok zorlandım, birileriyle yakıştırıldım. Yanlış anlaşılmalar yaşadım. Arkadaşlarım üniversitedeyken, ben erkek egemen bir camiada erkek işi yapar pozisyonundaydım. Bu geçtiğimiz zaman içersinde Antalya’da kadın olarak iş yapmak gerçekten çok zordu. İstanbul, Ankara bu ayrımı aşmıştı ama Antalya’da son 10 senedir kadınlar iş hayatında aktifleşti. Ticarette kadınsanız hele bir de anne olduğunuz zaman daha da zor. Haydi, iş yapıyoruz, akşam yemeğe gidelim deme şansım yok. Güçlü bir kadınsanız, duruşunuz sağlamsa zaman içinde feminenliğinizi ister istemez kaybediyorsunuz. Feminenliği baskılamak zorunda kalıyorsunuz ve bu bir süre sonra tarzınız haline geliyor. Kolay yürümek yerine ben hep zor yoldan yürümek zorunda kaldım. Hep karşıma zorluk çıktı, bir erkekle yapmadığı pazarlığı benle yapar oluyorlar, başkasından beklemediği hizmeti benden bekliyorlar, bende en ufak bir hataya tahammülleri yok. Benimle ilgili de ekstra bir önyargı var zaten çünkü ben işimi ikili ilişkilerimle götüren biri değilim. İşimi işimle götürüyorum. Bu bazılarının işine yaramıyor elbette ki ama ayaklarım üstünde dimdik bu sayede kaldım.

-Dergi reklamlarında en sık karşılaştığınız sorun nedir?

Bizim fiyatlarımızda, standartımızda bellidir. Başka bir yayın aynı fiyata hem sayfalarca haber, hem reklam, hem röportaj veriyorlar. Bir firmaya 7-8 sayfa ayırıyorlar. Firma o yayını tercih etse de benim sektördeki yerim ve etkim belli olduğu için verim alamayınca gene bize geliyor. Bu zamanda herkes her işi yaptığı için herkes dergi çıkarmanın kolay olduğunu düşünüyor ve bu işe giriyor. Ben her sektörün içersinde çok fazla insan tanıyan biriyim, yayınlarımdaki etik anlayışını ortaya koyduğum için, bilmiyor da yazmıyor diye düşünülüyor. Yayıncılık bu kadar ucuz olmamalı, insanlar bildiklerini birbirlerine tehdit unsuru olarak kullanıyorlar. İnsanların ayrımı iyi yapmaları gerekiyor, bildikleriyle tehdit edip iş almaya çalışanlara prim verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Okuyucularda herkesi aynı sepete koymasınlar. Ben parasal olarak bir beklentim olduğu için yayıncılık yapmıyorum. O yüzden de bir sayfa reklam için prensiplerimden ödün vermem. Bazen de “dergiyi kapatıyormuşsun diye duyduk” diyenlerle karşılaşıyorum ve çok şaşırıyorum. Kesinlikle böyle bir şey yok, bu sorununda altı ayda bir bana sorulmasına gerek yok. Yayıncılığa devam ediyorum, okuyucumdan da karşılığını alıyorum.

-Tüm bildiklerinizi ve tecrübelerinizi bir kitapta toplamayı düşündünüz mü?

Belki bir 10 yıl sonra tüm birikimlerimi ve bildiklerimi yazacağım bir kitap olabilir. Yıllarca edindiğim tecrübelerden ticaretle uğraşmamam gerektiği fikrine vardım. Yaptığım işlerde ne kadar kazanacağım hep ikinci planda oldu. Öncelikle kiminle çalıştığıma ve ne yaptığıma odaklandım. Yanlış insanlara güvendiğim için bu özelliğim bana zarar veriyor. O yüzden artık ticaretle uğraşmak istemiyorum. Zaman hepimiz için planlayamadığımız ya da ummadığımız olaylar yaşatabiliyor. Kimi zaman güçlü kimi zaman yalnız ve güçten düşmüş olabiliyoruz. Gerek kendimiz gerekse çevremizdekiler için yaşanabilecek bu gelişmelerde önemli olan ne olursa olsun asaletini ve adamlığını koruyabilmektir.

SADIK BADAK



Antalya siyasetinde proje denilince akla gelen ilk isim Antalya Milletvekili Sadık Badak. 20 yıldır çok sayıda dernek ve meslek kuruluşlarında, ülke ve yöre sorunları üzerinde konuşmalar yapan ve birçok projesini başarıyla hayata geçiren Badak, hem ülke gündemini hem de bölgenin değişimini yakından takip ediyor.

Antalya sanayisinin turizme dayalı olduğunun önemle altını çizen Sadık Badak, bugün gelinen noktayı da oldukça başarılı buluyor. Antalya’da sanayi sektörünün gelişimde önemli rol oynayan Badak “Antalyalı tüccara madalya vermek lazım” diyerek zorluklara rağmen alınan mesafede sanayicinin kendine olan güveninin büyük rol oynadığını vurguluyor.

Antalya fuar alanının yapımında yoğun emek harcayan Badak “ Anfaş 90’lı yıllarda çalışmasına başlanan önemli bir projeydi. Anfaş’ın yapılmasının altında World Expo’ya bir gün talip olacağımız fikri yatıyordu. Biz bu fikri o zamanlar kimseyle paylaşmadık ama Anfaş tecrübesi olmasa World Expo’yu alamazdık” diyen Sadık Badak, 2005 yılında Expo’yu incelemek için bir ay Japonya’da kaldığını belirtti.

2007 Ekim’den itibaren Parlemento’da yaptığı çalışmaları özetleyen Antalya Milletvekili Sadık Badak, tek amacının 2023 yılında Türkiye’nin Gayri Safi Milli Hasıla içindeki kentimiz gelirlerinin yüzde 5’e ulaşmasını istediğini ve bölgenin sosyo- kültürel gelişimine katkıda bulunmak olduğunu belirtti.

Geçtiğimiz yıl Elmalı Hazineleri’nin Antalya’ya getirilmesi çalışmalarını tamamlayan Badak, kültürel projeler kapsamında sahil belediyesi festivallerinin yüksek sezon dışına alınması, Antalya’da film endüstrisinin geliştirilmesi, Selçuklu Sanat Müzesi ve Su Medeniyeti Müzesi kurulması için de çalışmalarına devam ediyor.

World Expo 2016’nın Antalya’ya alınması için de önemli çalışmalara imza atan Sadık Badak, bunun yanında 12 Bakanlık’da elliye yakın konu başlığını takip ediyor. Hem ülke sorunlarına hem de bölge sorunlarına titizlikle yaklaşan Sadık Badak, çalışmalarıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.



- World Expo 2016’nın Antalya’nın vizyonunda ve tanıtımında önemli katkılar sağlayacağını biliyoruz. Peki, Expo’nun bunun dışında Antalya’ya kazandırdıkları neler olacak?

1000 dekar alanda yapılacak ve 6 ay süreyle açık kalacak olan “çiçek ve çocuk” temalı World Expo 2016’ya 8 milyon ziyaretçi bekleniyor. Dışişleri Bakanlığı Antalya’da Büyükelçi düzeyinde daimi bir temsilcilik açacak. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 70 yıllık İzmir Enternasyonal Fuarı sebebiyle 200 ülke ile olan bağlantı tecrübelerini Antalya komitesi ile paylaşacak. Bu yıl çalışmalar Tarım ve Köyişleri Bakanlığının organizasyon desteğiyle yürütülecek. Karayolları Genel Müdürlüğü Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü, DLH Genel Müdürlğü ve Büyükşehir Belediye Başkanlığı plancılarıyla EXPO alanının çevre ulaşım planları ve uygulamaları gözden geçirilecek. Antalya’ya modern Kruvazör Liman yapılması için çalışmaları yakından takip ediyorum. Buna bağlı olarak Gazipaşa’dan Kemer’e kadar olan bölgede deniz ulaşımının 2016’ya kadar tamamlanması, yoğun trafiğin kısmen denize alınması için önemli bir projedir. Alanya – Antalya demiryolunun da projesi hazırlandı ve 1 Ağustos1999’da ihaleye çıkıldı. Talip çıkmadı. Yine World Expo 2016 sürecinde Eskişehir-Antalya ve Konya hattındaki hızlı demiryolu projesinin bir hattının tamamlanması Antalya’ya gelecek olan turistin yüzde 20’sinin Konya-Nevşehir-Ankara hattını da kullanabilmesini sağlayacaktır. 2016’ya uzanan süreçte Antalya’ya bir kongre merkezi planlanması gerektiğini düşünüyorum. 10 bin kişilik bir kongre merkezine kesinlikle ihtiyacımız var.

- Kalkınma Ajansları kurulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kalkınma Ajansları’nı çok önemsiyorum. Çünkü 1998 yılında buna benzer bir yapılanmayı iş hayatında ilk konuşanlardan biri benim. Türkiye’de 26 büyük il oluşması kanaatindeyim. Ve sosyo- ekonomik kalkınmalarını bu 26 havza kendi sinerjisini de koyarak sağlayabilmeli, bu kamunun yaptığı çalışmalara daha itici bir yeni enerji sağlayacaktır. Nitekim Kalkınma Ajansları kuruldu. Geçen hafta Antalya’nın genel sekreteri oldu. Ak Parti iktidarının yaptığı yüzlerce iyi uygulamadan bir tanesi de bu Kalkınma Ajanslarıdır. Buna bağlı olarak da başarılı meslek sahibi hemşerilerden oluşacak bir Kalkınma Meclisi kurulmasını öneriyorum. Planlama teşkilatına gerekçeleriyle birlikte bu konuyu sundum ve takip etmekteyim.

-Geçtiğimiz yıl da yoğun bir gündeminiz vardı. Türkiye genelindeki çalışmalarınızdan sonuçlananlar oldu mu?

İlimizden yapılan domates ve elmaya tonda 50 dolar ihracat teşviği verilmeside geçen yıl sonuçlanan çalışmalarımdan biridir. Yine çok önemli gördüğüm BBC World benzeri 7 gün 24 saat İngilizce yayın yapacak olan bir televizyon kurulmasının, Türkiye’nin ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. Bu konuyu TRT’yle görüşmekteyiz. İç İşleri Bakanlığı nezlinde nüfusları artan ve azalan ilçeler üzerinde bazı çalışmalar yaptım. Ülkemizde kabaca 1000 ilçemiz var. Bu ilçelerin 260 tanesinin nüfusu 5 binin altındadır. Ama 50 tanesinin nüfusu da 50 binin üzerindedir. 1 milyon nüfusu olan ilçe var. Pursaklar, Gaziosmanpaşa gibi… Bizim mülki idari yapımızı masaya yatırmamız gerektiği kanaatindeyim. Son 30 yılda meydana gelen sosyo-ekonomik gelişmelerde iç göçler nüfus değişimlerine yol açtı. Alanya ve Manavgat bunun en güzel örneğidir. Bütün ilçelerimizde SWOT analizleri yapılması gerekmektedir. Kent Konseylerinin yönetmelik değişiklikleri konusu da gündemdeydi bu konuyu da 6 ay önce tamamladık.

-Antalya’da deniz trafiğinin oluşturulması konusunda ne aşamaya gelindi?

Antalya Serbest Bölgesi ve Limanı master planı çalışmalarını daha da geliştirerek bu konuyu tüm sahili içine alacak şekilde genişlettik. Yine Mersin sınırından Muğla sınırına kadar bütün Akdeniz sahilinin mevcut durumunu tespit ettiriyoruz. Bu sahilde uluslar arası standartlara göre nelerin yapılmaması lazım ya da nelerin yapılması lazım bunları tespit ettirerek planlama yapıyoruz. Kemer, Gazipaşa arasındaki trafiğin önümüzdeki 10 yıl içinde bir kısmının yaz aylarında denize aktarılmasını sağlamak istiyoruz. Eskişehir- Antalya arası hızlı tren ihalesinin yanı sıra, Konya-Beyşehir- Taşağıl-Antalya demiryolu etüd planlamaları yaptırıyoruz. Ayrıca Beyşehir - Antalya karayolunun ihalesinin tamamlanmasını da bu yıl yapacağız sanıyorum. Taşağıl, İbradı, Konya, Alanya Karaman karayolu yapımı da takip ettiğimiz konulardan biridir.

-Antalya’nın ticari hayatı için yeni önerileriniz neler?

Yeni sektörler kazandırılması gerektiğine inanıyorum. Bunlardan birininde lojistik olduğunu düşünüyorum. Kara, deniz, demiryolu ve hava yolu lojistiği oluşturulması için çalışıyorum. Dünyada son 10 yılda modern lojistik köyler kavramı oluştu. Ulaştırma Bakanlığı Türkiye’nin muhtelif noktalarında 11 yerde lojistik köyler kurmaya karar verdi. Demir yollarının geldiği yerlerde başlayan bu çalışmayı görünce ben Antalya’yı da dâhil etmek istedim. Bizim bölgemiz neticede ağır endüstri bölgesi değildir. Hafif endüstri bölgesi olduğumuz içinde lojistik köy olmamız, katma değeri arttırabilecek ve bölgenin ticaretine biraz daha katkı sağlayabilecek önemli sektörlerden biri olacaktır. İmar planına bu konuyla ilgili 1200 dekarlık bir alan işlendi. Ayrıca Döşemealtı’na bir otomobil test merkezi getirmeyi planlıyoruz. Bir iki kanun değişikliği gerektiren bir süreç olmasına rağmen Antalya Organize Sanayi Bölgesinin yanına yapılması planlanan ve Türkiye’de bir tek Antalya’da olacak olan “otomobil test merkezi” Antalya’nın teknoloji yatırımı olacak. Şu anda otomobil sektörü fren testleri, ısı testleri için yurtdışına gidiyorlar. Bütün bunları Antalya’da yapabilecekler. Çevre ülkelerden de bize test için gelebilecekler.

-Antalya ve ilçelerindeki limanlar ve Kruvaziyer turizmi için yeni yapılanmalar var mı?

Manavgat’ta uzun yıllardır yat ve tekne çekek yapım yeri vardır. Bu takip ettiğim konulardan biri ayrıca Lara Kruvaziyer Limanı son derece önemli bir proje olacak. Dünya kalitesinde bir havaalanımız var. Aynı kalitede bir de Kruvaziyer Liman’ımız olmalı. Tekne vergilerinin düşürülmesi önemli bir konuydu ve Mayıs 2009’da yasalaştı. Gazipaşa, Alanya ve Kaş yat limanı da takip ettiğimiz konulardan.

-Ülkenin turizm politikasının verimliğinin arttırılması için neler yapılmalıdır?

Türkiye’de İhracatçılar Meclisi’nde olduğu gibi turizmde de Türkiye Turizm Sektör Meclisi

kurulması gerektiğini düşünüyorum. Kültür turizmi, Kongre fuar turizmi, Sahil turizmi gibi konuların tek bir çatı altında toplanması gerektiğini düşünüyorum. Yurtdışındaki 40 şehirden ülkemizdeki 10 şehre tarifeli seferler konulması konusunda da görüşmelere devam ediyorum. Özellikle Dubai’yle kurulacak bir bağlantının Uzakdoğu ve Afrika’yı Antalya’ya bağlayacak bir kapı olduğuna inanıyorum.

-Geçtiğimiz yıl tarım ağırlıklı projeleriniz başlamıştı. Bu konuda hedefiniz nedir?

2009 yılında çalışmalarına başladığımız Altınbeşik mağarası yolu yapımı ile bugüne kadar değerlendirilmeyen yerleri ele aldık. Altınbeşik, Eynif ovası İbradı’nın önemli yerleri olmasına rağmen bu güne kadar kullanılmamış yerlerdir. Eynif Ovası projesi buranın önünü açmak içindir. Bakanlık ve sizlerin katkıları ile uygulanacak bu projeden sonuç almak sizlerin elindedir. Altınbeşik mağarası yolu yapımı tamamlanıp hizmete açıldıktan sonra verimli işletilmesi sizlerin elindedir. Diğer bir projemiz olan Çiçek Soğanları projesi Türkiye’nin ve Tarım Bakanlığının önem verdiği projelerden birisidir. Bizim amacımız orman köylerine gelir getirecek projeler sunarak ekonomik gelirlerinin artırılmasıdır. İbradı halkı bu projeye sahip çıktıkları zaman bu çiçek soğanlarının pazarı hazırdır. Eynif Ovası, Altınbeşik mağarası gibi önemli yerlerimiz cazibe merkezi haline getirilerek İbradı nüfusunun 5 bin Ormana’nın 3 bin nüfusa erişmesidir. Bunun yanında Gündoğmuş Sümene Sulama Projesi’nin başlatılması da göçlerin önlenmesi ve ekonominin geliştirilmesi açısından önem taşımaktadır.

-Antalya turizmini çeşitlendirmek için sizce neler yapılabilir?

Bir yıldır Milli Parklar Genel Müdürlüğü’yle çalışma yapıyorum. Antalya bölgesinde turizmin çeşitlenebilmesi için Manavgat Vahşi Doğa Parkı öneriyorum. Manavgat civarında 1500 dekar alanda içinde tropikal hayvanların serbestçe dolaşabileceği bir Vahşi Doğa Parkı yapmak istiyoruz. İçinden otobüslerle geçilebilecek olan bu parkta camdan hayvanları izleyebileceksiniz. Bir diğer bölgesinde de evcil hayvanlarla fotoğraf çektirilebilecek, kafeteryası ve tesisleriyle Türkiye’de bir ilk olacak. Eğer bunu 2011 yılına kadar geliştirebilirsek turistlerin Aspendos gibi günübirlik ziyaret edebilecekleri bir doğa parkına sahip olacağız.

-Enerji tasarrufu açısından yaz saati uygulamasının devam etmesi konusunda ne aşamaya gelindi?

Yaz Saati uygulaması güneş ışığından daha fazla yararlanmak ve elektrik tasarrufu sağlamak için yapılmaktadır. Bu uygulama kış aylarında da devam ederse, elektrik tasarrufu da devam etmiş olur. Mevcut uygulama güneş ışığından 1 saat kaybetmemize yol açıyor. Sabahları güneş olduğu halde eşit meridyenlerdeki diğer ülkelere göre Türkiye de resmi hayat 1 saat geç başlıyor ve akşam 1 saat geç bitiyor. Bu sebeple ülkemizde elektrik tüketimi artıyor. Bu konuyla ilgili Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile görüşmelerimiz devam etmektedir. Bunun dışında Maden Kanununun değiştirilmesi ve taş ocaklarının diğer madenlerden ayrılması gerektiğini düşünüyorum. Yine doğal kaynakların korunması konusunda orman ve dağ köylerinde boşa akan küçük kaynak sularının yangın göletlerinde toplanmasıyla 29 adet gölet yapıldı. Bu sayıyı arttırmayı hedefliyoruz. Hem orman yangınlarında oradan su alınabiliyor hem de o su boşa akmıyor oradaki tarlalar sulanmış oluyor. Bunların yanında 30 yıldır konuşulan Gazipaşa Gökçeler Barajı, Manavgat Naras Barajı ve Aksu Küçük Aksu Barajı ve Kaş Kıbrıs Barajı her biri yaklaşık 40 bin dekar alan sulayacak. Her biri 150 milyon TL’ye mal oluyor. Bu 35 yıldır programa alınamıyordu. Biz bunun iki tanesini geçen yıl programa aldık. Gazipaşa ve Manavgat’ın bu yıl ihalelerini yaptırıyoruz.2010 yılı içerisinde de Küçük Aksu Barajını programa aldıracağız. Eğer bunları yapabilirsek son yaşadığımız sel afeti bu derece olmayacak.

-Meclise vermiş olduğunuz Antalya’ya alınacak otobüslerle ilgili soru önergesinde sonuç alındı mı?

Oradaki sorunun konusu Antalya Büyükşehir Belediye Meclisi'nde kent merkezi için 180 otobüs alımı yetkisi için karar alınmasının ve 40 tanesi için ihale yapılarak onaylama aşamasına gelinmiş olmasına ihtiyaç olduğu kanaatinde değilim. Ulaşımda zaten özel halk otobüsleri ve midibüsler var. Bu milli kaynak israfı değil midir? Bütün dünyada belediyeler bu gibi yatırımlardan çekiliyor. Türkiye’de pek çok ilde çekildi. Tekrar kamuyu böyle bir yatırıma sokmak, bunların işletme maliyetlerini karşılamanın anlamını bilemiyorum, onun için sordum ama henüz cevap gelmedi. Bunu son derece yanlış buluyorum. Antalya’daki ulaşım esnafı zaten fedakâr esnaftır, onlarla beraber elele tutuşup bir uzlaşma sağlayıp model geliştirmek gerekir. Belediyenin trafikte bini aşkın taşıt varken bir de otobüs alması son derece akıl dışı bir yatırımdır. Ben Antalya’nın ulaşım probleminin bütün olarak düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Kemer- Gazipaşa arası düşünülmeli, birinci etapta Kalekapısı’yla Manavgat Irmağı arası düşünülmeli, Antalya 250 km uzunluğunda, 5 km derinliğinde bir şehir olma yolunda ilerliyor. Konyaaltı ile Side arası en yoğun bölge, batıda Tekirova’ya uzanan, doğuda da Gazipaşa’ya uzanan daha düşük yoğunluklu bir yerleşim var. Ama en yoğun bölge Manavgat Irmağı’yla Antalya Limanı arası, dolayısıyla ulaşım sorunu bu eksende düşünülmelidir. Şuanda sadece Muratpaşa ilçesi düşünülüyor. Muratpaşa ilçesinin bu hale gelmesinin sebebi 1960’lı yıllarda yapılan imar planlarıdır. Aslında Muratpaşa ilçesi eski haliyle korunabilmeliydi. Yeni Antalya Varsak bölgesine kurulmalıydı. Bunlar artık geride kaldı ama ulaşım meselesi bir bütün olarak düşünülmelidir.

- Antalya’daki yatırımların tamamlanamaması 2016 World Expo sürecini olumsuz etkiler mi?

Eğer hareket edilmezse etkileyebilir. Bu işin sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukları halkın hatırlatması gerekir. Herkes sorumluluğunu yerine getirmelidir. Neticede bunlar kamunun işleri, kimsenin kendi malı değildir. Antalya’nın en temel ihtiyacından biri 30bin kişilik stadyumdur. Büyükşehir Belediyesi planlamayı yapmalıdır. Diğer şehirlerde belediyeler kendileri yapıyor. Biz her türlü hukuki manada destek olmaya hazırız, yeter ki yapılsın. Kavga etmesinler, yapsınlar. Kavgayla ülke kalkınmaz, ülke hizmetle kalkınır.

- Türkiye genelinde takip ettiğiniz projeler nelerdir?

Hatay-Artvin arası sınır kapılarında özel sektör yatırımları yaptığımız takdirde oralara ciddi talep olacağını düşünüyorum. Özel okul, hastane, alışveriş merkezi ve 4 yıldızlı otel yatırımları sınır dışından müşteri çekmeye dönük işletmeler olabilir. Bakanlıklarda Halkla İlişkiler ve Yatırım takip birimi oluşturulması kanaatindeyim. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir ARGE merkezinin daha profesyonel hale getirilmesi içinde çalışmalara devam etmekteyim.



Sadık Badak Kimdir?

Sadık Badak, 10 Şubat 1955 yılında Burdur'da doğdu. Mali Müşavir, Yönetici ve İşadamı, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni bitirdi. Antalya Mali Müşavirler ve Muhasebeciler Derneği ve Aydınlar Ocağı Kurucu üyesi oldu. Antalya Sanayici ve İşadamları Derneği Kurucu Yönetim Kurulu Başkanlığı, Antalya Sigorta Acenteleri Derneği Kurucu Üyeliği, ANFAŞ (Antalya Expo Center) Kurucu Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Murahhas Üyeliği, Antalya Toptancılar Birliği Kurucu Üyeliği, Antalya Eğitim Vakfı Kurucu Yönetim Kurulu Üyeliği, Öncü İnşaat AŞ. Kurucu Yönetim Kurulu Başkanlığı, Antalya Diyalog Grubu Kurucu Üyeliği, Antalya Kent Konseyi Ekonomi Grubu Başkanlığı, Antalya Güçbirliği Holding Kuruculuğu, İcra Kurulu Başkanlığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği, Antalya Genç Yöneticiler Kurucu Başkanlığı, ANSİAD Yüksek Danışma Kurulu Başkanlığı, TOBB Türkiye Fuarcılık Organizasyon Denetim ve Yönetim Danışmanlığı Sektör Meclis Başkanlığı görevlerinde bulundu. İngilizce bilen Badak, evli ve 2 çocuk sahibi.