24 Eylül 2009

ABDULLAH ERDOĞAN


Toplam dört bloktan oluşan Akdeniz Üniversitesi Hastanesi, 67 poliklinik, 109 günübirlik tedavi yatağı ve 750 klinik ve yoğun bakım yatak kapasitesiyle bölgenin referans hastanesi konumundadır.
Sağlık hizmetlerinde mükemmele ulaşma hedefiyle, 3 Temmuz 2003 tarihi itibariyle ISO 9001:2000 Kalite Sistem Belgesini almıştır.


Kurulduğu günden itibaren çağdaş tıbbın her dalında en kaliteli sağlık hizmeti sunmayı amaç edinen ve Akdeniz bölgesinin tek araştırma ve geliştirme hastanesi olan Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin artan nüfus yoğunluğundan en çok etkilenen kurum olduğunu söyleyebiliriz. Hepimizin yolunun düştüğü Tıp Fakültesi Hastanesi’nde son zamanlarda gözle görülür değişiklikler başladı.


Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin genç ve dinamik Başhekimi Doç. Dr. Abdullah Erdoğan için tıp doktorluğu, hayatının vazgeçilmezi ama idareciliğini de hekimliği kadar önemsiyor.


Geçtiğimiz aylarda aldığı idari görevini de başarıyla yürüten ve Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nde gözle görülür değişikliklere imza atan Erdoğan, “İdareciliği severek yürütüyorum ama benim asla bırakmayacağım işim hekimliktir. Benim içim hekimliğin daha üzerinde bir görev yoktur” diyerek mesleğine olan bağlılığını da özetliyor.



Araştırma hastanelerinin asli görevi ciddi hastalıklara müdahale ve yeni bilimsel çalışmalara imza atmak olsa da günden güne artan hasta sayısı Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin çalışmalarını zorlamaya başlamış. Yoğunlukdan dolayı müdahale edilmesi gereken hastaların bile bazen randevu sisteminden etkilendiklerini belirten Doç. Dr. Abdullah Erdoğan, en büyük üzüntüyü ve sıkıntıyı böyle zamanlarda yaşadıklarını ifade etti.


Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde şu anda tüm dünya da yapılabilen tüm tetkik ve tedaviler yapılabiliyor. Ancak fiziksel kapasitenin yetersiz olması hem mevcut tadilatların yapımını hem de daha çok hastaya müdahale imkanlarını kısıtlıyor.


Öncelikli planlarının mevcut projelerini tamamlamak olduğunu belirten Erdoğan “ Söz verdiğimiz şeyleri hayata geçiriyoruz ve devam da edeceğiz ama en kısa zamanda yeni bir hastaneye ihtiyacımız var ve bu artık ertelenemez bir boyuta gelmiştir” dedi.



Geleceğe dair projelerinin yanında mevcut durumunda değerlendirmesini yapan Başhekim


Doç. Dr. Abdullah Erdoğan’la samimi ve sıcak bir sohbetimiz oldu. Mesleğinin de bir getirisi olarak son derece detaylı açıklamalar yapan Erdoğan, tüm sorularımızı içtenlikle yanıtladı.




-Tıp Fakültesi Hastanesi bölgenin en büyük hastahanesi ve yoğunluk artarak devam ediyor. Bu konu idareci olarak sizi nasıl etkiliyor?


Gerçekten bu idari görevlerin bir zorluğu var. Ama benim bir yıllık tecrübemden anladığım, zor olan kısmın bir planlama ve programlamanın rutin bir çizgiye oturtulamaması olduğudur. Ayrıca fiziksel kapasitenin yetersiz olması da çok ciddi bir sıkıntıdır. Bizi en çok rahatsız eden şeylerden birisi fiziksel kapasitenin yetersizliğidir. Tüm idareciler bu planlama kısmını yapmayı denemişlerdir. Belli kalite standartları oluşturulmuştur. Ama yine de net olarak verim alınamamıştır. Bizim buna ek olarak başlattığımız bir AR-GE çalışmamız söz konusu. İdareci olarak yaptığım ilk değişiklik başhekim yardımcısında olan ‘Toplam Kalite Yönetimi’nin başhekimliğe devredilmesi olmuştur. Yoğunluğumuz her zaman vardır. Hasta yoğunluğu olduğu gibi proje yoğunluğumuz da var. Ekonomik yoğunluklar da beraberinde hepsini idare etmeye çalışıyoruz. Benim ilk işim hekimliktir. İdarecilik benim ikinci görevimdir. İkisini de hakkıyla yapabilmek elbetteki büyük sorumluluk gerektiriyor. Aslında hekimlik son derece yıpratıcı bir meslektir ama ben mesleğimi çok seviyorum ve bu mesleği bir yük olarak görmediğim için yıpranma oranım daha az olmuş olabilir. İşini severek yapan insanlarda mesleki yıpranma sanırım daha az oluyor. Uzmanlık alanım oldukça ağır bir branş ama işimi çok sevdiğim için beni etkilemiyor.


-Hastalardan en sık aldığınız şikayet nedir?


Fiziksel alan yetersizliği aldığımız en ciddi şikayet konusudur. Antalya’daki üçüncü basamak üniversite hastanesi olarak tek hastaneyiz. Toplam yatak kapasitemiz 750 yatak, yoğum bakım kapasitemiz tüm çevre iller arasında en büyüğü olmasına rağmen, üçüncü basamak tedavi hizmetleri birimi olarak kapasitemiz yetersiz.


- Antalya bu hızla göç almaya devam ettiği sürece sıkıntı daha da artacak gibi görünüyor…


Kesinlikle bu konuyu çok iyi özetlediniz. Göç oranı ve nüfus artış oranı en yüksek olan illerden bir tanesiyiz ama yapılan hastane sayısı ve yatak sayısı aynı oranda artmış değil. Hastane inşaatı 1982 yılında başladı ve 1980’lerin sonunda taşınmalar başlamıştı. Bu alana en son taşınan bizleriz. 1997 yılının Temmuz ayında Genel Cerrahi ve Göğüs Cerrahisi bölümleri taşındı ve yerleşim tamamlandı. 12 yıldır aynı kapasiteyle hizmet veriyoruz. Yeni bir hastane yapamadığımız için, ek hastane binası ya da küçük binalar eklendi ama ihtiyacı karşılamıyor. 1997 yılında bile hastane tam kapasiteyle çalışırken yıl 2009 ve hala aynı hizmeti veriyoruz. Bu hastanenin yetmeyeceği gayette açıktır.


-Bu yetersizlik bilimsel çalışmaları da olumsuz etkiliyor mu?


Biz üniversite hastanesiyiz. Bilginin, bilimin, teknolojinin üretildiği ve rutin olarak kullanıma geçtiği yeriz. Bizim rutin işleyişimizin yanında bir de bilimsel alanda ilerlememiz gerekiyor. Geçen dönem başlamış bir AR - GE inşaatı vardır ve bizim hedefimiz bu inşaatın en kısa sürede bitirilmesidir. Bir ikincisi üçüncü basamak dediğimiz araştırma hastanelerinin özel bir durumu vardır. Bir çok hastalığın ve cerrahi yeniliklerin araştırıldığı bir kurumdur. Ben burada kendi branşımdan örnek veriyim. Göğüs cerrahi de 61 bin hasta muayene ediyoruz ve 21 bin ameliyat yapıyoruz. Yığılmanın önlenmesi için kullanılan randevu sistemi bazen üçüncü evreye gelmiş hastaların bekletilmesine sebep oluyor ve bu da bizim bir başka sıkıntımız.


-Onkoloji servislerinde yaşanan yoğunluğun sebebi nedir?


Zaman içinde spesifikleşmeye gidildi ve her alanda favori, her alanda bilgilerin üretildiği bölümler var. Bunların başında dahiliye gelir. Dahiliye de onkoloji dediğimiz alanda radyasyon ve medikal onkoloji bölümlerimiz bulunmaktadır. Onkoloji kanser tedavisinde teknolojinin kullanıldığı alandır. Her yeni teknoloji hastaya en az zararın verildiği yöntemdir. Her yeni geliştirilen ilaç hastaya en az zarar veren ilaçtır. Medikal onkoloji de ilaçlarla kanser tedavisi, radyasyon onkolojisinde de gelişen teknolojik cihazlarla ışın vererek hasta tedavisi yapılır. İlerleyen günlerde bir basın açıklaması yapacağız ama ilk size söylemiş olalım. Radyasyon onkolojisinde yeni teknolojiyle yeni cihazlarımızla Türkiye’deki en ileri teknolojiye sahip olacağız. Bu teknik radyasyon onkolojisiyle beraber olacak ama ondan ayrı bir olaydır. Yeni teknoloji ışın tedavisinde daha az zarar verecektir. Daha noktasal odaklamalar yapacak ve tümörlü bölgeyi tedavi ederken diğer bölgelere zarar vermesi minimuma düşürülecek.


-Yeni Onkoloji ve Hematoloji Hastanesi yapım çalışmaları hangi aşamaya geldi?


Kanser tedavisinin medikal yönünde hastaların konforlu bir ortamda ilaç almalarını sağlamak bizim görevimizdir. Aslında kanser bir hastalıktır ve kabul edilmesi gereken bir hastalıktır ama medikal onkolojide tedavi olan hastaların, diğer hasta gruplarının içine girmek istememeleri yüzünden ayrı bir bina daha iyi olacaktır. Kemoterapi alan hasta kilo kaybeder, saçı dökülür, bir takım genel durumunda düşüklük olur. Yeni binanın yapımı gündemimizde ve en kısa zamanda yapımını tamamlamak istiyoruz.


-Onkoloji servislerinde yaşanan yoğunluğun sebebi nedir? Hasta sayısı sürekli artıyor mu?


Bunun iki sebebi vardır. Birincisi nüfus artışıdır. Diğer hastane bölümlerinde olduğu gibi onkolojide de belli bir doygunluk var. Full doluyuz. Nüfus artışı doğal olarak kanserli insan artışını da sağlayacaktır. İkinci sebep de kanser hastalığının yaşla ilişkili olmasıdır. Ortalama yaşam süresi dediğimiz bir süre vardır ve ortalama yaşam süresi ne kadar artarsa o zaman kanser görülme olasılığı da o kadar artar.


- Yaşam standartları günden güne zorlaşırken, Türk insanının ortalama ömür süresi mi uzadı?


Evet görünen o ki, Türk insanının ortalama yaşam süresi bir miktar artmıştır. Bu da kanser hastalarının sayısının artmasını sağlamaktadır. Bir başka sebep de on yıl öncesinde radyoterapi ve kemoterapi tedavileri yan etkileri yüksek tedavilerdi. Kanserde 4 evreleme vardır. Yıllar önce evre 3 dediğimiz akciğer kanserinde onkolojik tedavi önerirken, şimdi evre 1B dediğimiz hastalığın ilk evrelerinde de onkolojik tedavi yapılabilecek durumdadır. Sadece evre 3 hastalarına tedavi verirseniz hasta sayınız azdır ama evreler düştükçe hasta sayısı da buna bağlı olarak arttı. Bu üç sebepden dolayı yeni bir Onkoloji Hastanesi ihtiyacı maksimum seviyededir.


-Teknolojik gelişmeler dediğimiz ve günlük hayatta mağruz kaldığımız radyasyon yayan cihazlar ya da bir takım sektörel malzemeler onkoloji hastalarının sayısını etkiliyor mu?


Evet sayıyı arttırmıştır. Yalnız elektromanyetik dalgalar yayan cihazlarla radyasyon yayan cihazları birbirinden ayırmak gerekir. Bu konuda yapılan araştırmalar her geçen gün biraz daha kesin bilgi vermektedir. Elektromanyetik dalgalar, elektromanyetik kirlilik oluşturmaktadırlar ama kanseri tetikledikleri konusunda kesin bilgi yoktur. Ama bundan daha tehlikeli bir şeyi söyleyebilirim. Kendi branşımdan bir bilgi aktarıyım. Caddelerdeki arabalardan çıkan kükürt gazlarının, şehirde yürürken solunması teknolojik ürünlerden kat kat fazla akciğere zarar vermektedir. Trafiğin yoğun olduğu yerlerde özellikle nefes darlığı hastalarının bulunmalarını önermeyiz. Özetle cep telefonları ya da bilgisayarların kükürt gazından daha fazla zarar verdiği düşüncesinde değilim.


-Hastalıkların artışı konusunda yıllar içinde yapılan istatistikler var mı?


Kanser hastalığı, hücrenin kendi bölünme kontrolünün ortadan kalkması olayıdır. Kanser tüm canlılarda görülebilir. Bitkilerde de görülmektedir. Yaşayan tüm canlılarda vardır. Eskiden insanlar bir şekilde ölüyorlardı. O zaman tıp bilimi bu kadar gelişmiş değildi. Tanı koyma oranı ve hekime gitme oranı çok düşüktü. İnsanların neden öldüğü bilinmiyordu. Kitle iletişim araçları yaygın değildi. İnsanlar artık köylerden genel kontrol için gelebiliyorlar. Bunlarda bizde erken tanı koymayı ve hasta sayısı belirlemeyi geliştirdi. O yüzden çok eski yıllara ait sayılarla şimdiki sayılar tutmayabilir. Bu istatistiklerin en sağlıklısını halk sağlığı merkezleri yapmaktadır.


- Akdeniz bölgesinde en sık görülen rahatsızlık nedir?


Aslında bu sorunun en doğru yanıtını halk sağlığı merkezleri verir ama Akdeniz bölgesine özel olan Talasemi hastalığının oldukça yaygın olduğunu söyleyebilirim.


-Tıp fakültesi bahçesinin bir başka sıkıntısı da hasta yakınlarının ağaç altlarında yaşamak yada beklemek zorunda kalmalarıdır. Bu konuyla ilgili bir çalımanız olacak mı?


Ben de dahil tüm cerrahlar hastalara ameliyat günü veriyoruz. Ramazan’da bu görüntüler olmasa da bayramdan sonra bu hoş olmayan görüntüleri tekrar göreceğiz. Biz bunun için idareye ilk geldiğimiz günden beri ne yapabiliriz demeye başladık. Biz bir bölge hastahanesiyiz. Organ naklinde Türkiye’nin yüz akıyız. Avrupa’da da ilk sıralardayız. Ama bu süreç oldukça uzun bir süreçtir. 6 aya varan kontroller ve tahliller olur. Onkoloji tedavileri de benzer özellik gösterir. Özellikle bu iki bölümde uzun kalışlar gerekiyor. Dışardan gelen hasta yakınları gidecek yerleri olmadığı için hastahane bahçesinde ya da arabalarında kalıyorlar. Bunları anlatmak bile beni çok üzüyor. Yönetim olarak onlara gidin dediğimiz takdirde onlara bir yer göstermemiz gerekecektir. Bu yüzden de hasta yakınlarının kalabileceği herkese hitap edev bir tesis yapılaması için görüşmelerimiz devam ediyor. Hasta yakınlarının o durumu inanın en çok bizleri üzüyor ama bu yılki planlarımız içerisinde bu konuyu çözmeye yoğunlaşacağız. Bu konunun çözülmesi hasta yakınları kadar bizi de mutlu edecek. Bu konuda gereken desteği de göreceğimize inanıyorum. İnanıyorumki ilerleyen zamanda bu sorunların hiç biri kalmayacak.


-Türkiye’nin bir başka gündemi de domuz gribiydi. Sağlık Bakanlığı bu konuda ciddi açıklamalar yaptı. Son durum nedir?


Bence Antalya’yı kötü bir kış beklemiyor. İyi bir kış bekliyor. Antalya’da domuz gribi birkaç kişide görüldü ama ölüm vakası yaşanmadı. Tedavi edildiler ve iyileştiler. Turistlerin bu kadar yoğun olduğu bir dönemde bile yayılma olmadı. Domuz gribi de aynen diğer hastalıklar gibi virütik bir hastalıkdır. Dirençli bir virüstür. Domuz gribi kişinin bağışıklık sistemine göre ilerleme gösteriyor. Bağışıklık sistemi kuvvetli olan kişiler bu hastalığı yeniyor. Ölüm vakaları bu bağışıklığı oluşturamayan kişilerin yaşamış olduğu sonuçtur. Domuz gribi aşısı Türkiye’de henüz yok. Amerika’da bu aşı şu an deneniyor. Sonuçlarına göre ilerleyen zamanda bize de gelebilir. Dünya Sağlık Örğütü’ne göre domuz gribi artık eski hızını yitirmiştir. Tekrar salgın oluşturabilecek düzeye gelebilir ama şu anda böyle bir şey söz konusu değildir. Bu ve benzer hastalıklar olabilir ve olacaktır da.


-Hastaneniz Acil Servisi de yoğunluğun en sık olduğu bölümdü. Bu konuyla ilgili bir çalışmanız oldu mu?


Bu bölüm artık tıkanmıştı ve sıkıntının bizde farkındaydık. Özellikle yatak sayımız yetersizdi. Bu yüzden birkaç ay önce çocuk aciliyle yetişkin acilinin fiziki alanlarını birleştirdik. Çocuk acili B blokdaki binamıza taşıdık. Netice de yüzde 30’luk bir alan kazandık. Aslında bu da yeterli değil ama eskiye oranla fark ettiğini söyleyebilirim. Hasta karşılama bankolarını da iki adete çıkarmak üzereyiz. Ama bunların hepsi geçici çözümler. Bizim çok çok acil olarak yeni bir hastaneye daha ihtiyacımız var. Ek binalarla ya da düzenlemelerle idare edecek durumumuz kalmadı. Binamız da yıllar içinde eskidi ama servisleri başka bir yere alamadığımız için tadilata başlayamıyoruz. Aslında hastane yönetiminin gündemindeki en önemli madde budur. Çözümde tekdir. Yeni hastanenin yapımında da Antalyalıların gerekli desteği vereceğine yürekten inanıyorum. Bizler hayatlarını diğer insanlara adamış insanlarız ve aldığımız sorumluluğun farkındayız. Hastalarımıza daha iyi hizmet verebilmek için şartları daha iyi duruma getirmek zorundayız. Mevcut durumdaki projelerimiz içinde de hastahanenin görüntüleme sistemlerinin yenilenmesi ve elektornik arşivlemeye geçilmesi vardır. Hastaların kayıtlarının bilgisayarlarda tutulması ve arşivlenmesi büyük kolaylık sağlayacaktır. Mevcut bir başka sorun olan otopark sorununu da katlı otopark çalışmalarıyla halletmeyi planlamaktayız.




Doç. Dr. Abdullah Erdoğan kimdir?


1966 yılı, Antalya- Gündoğmuş doğumludur. 1983 – 1985 yılları arasında İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi’nde eğitim gördü. 1991 yılında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1999 yılında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalından ihtisasını aldı. 1993 yılından bu yana Göğüs Cerrahi Anabilim Dalında görev yapan ve 2008 yılında doçent unvanını alan Doç. Dr. Abdullah Erdoğan evli ve bir çocuk babasıdır. Ağustos 2008’de Başhekim Yardımcılığı görevine getirilen Erdoğan, 25 Mayıs 2009 tarihinden beri Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimliği görevini yürütmektedir.