24 Ocak 2011

NURETTİN TURSUN


Antik çağda Pamfilya kentleriyle Pisidia kentlerini birbirine bağlayan yollardan biri olan Derbent Boğazı, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde de işlevini sürdürmüş hatta yakın zamanlara kadar Yörüklerin göç yolu olmuş. Yol yüzeyi üzerinde 4 m genişliğinde taş döşelidir. Bu nedenle yöre halkı bu yola “döşeme”, yolun geçtiği boğaza “Döşeme boğazı”, yolun altında kalan düzlüğe de “Döşemealtı” demiştir. İlçe uzun yıllar tarıma dayalı bir ekonomiye sahip olmuş, ayrıca küçükbaş ve büyükbaş hayvancılığıyla Döşemealtı halısı dokumacılığı başka bir geçim kaynağını oluşturmuş.

Şehir hayatının sıkıntı ve stresinden uzaklaşmak isteyenlerin kaçış noktası haline gelen Döşemealtı ilçesi geliştikçe hem siyasilerin hem de Antalyalıların göz bebeği haline geldi.

Döşemealtı’na girdiğiniz zaman sizi yıllar öncesindeki gibi bozuk ve refüj çalışması yapılmamış yollar değil tertemiz çiçeklerle donatılmış yollar geniş kavşaklar karşılıyor.

Villaların ve 3 katlı binaların arasından geçtiğinizde, Antalya merkezde alışık olunan yüksek katlı sitelerin göz yoran görünümünü daha iyi hissediyorsunuz.

Antalya’nın yeni ilçelerinden Döşemealtı yatırımcıların ve ev sahibi olmak isteyen vatandaşların yeni adresi… Hava sıcaklığı ve nem oranın kent merkezine göre daha düşük olması, etrafının çam ağaçları ile çevrili olması gibi özellikler Döşemealtı’nı cazip kılıyor.

İmar ve altyapı sorunun olmayan Döşemealtı aynı zamanda eğitimin merkezi konumuna geliyor. Bölgede Sosyal Bilimler Lisesi, Fen Lisesi, Sağlık Meslek Lisesi, Anadolu Lisesi, Kız Teknik Meslek Lisesi gibi önemli ortaöğretim kurumları varken diğer taraftan önümüzdeki yıl eğitim öğretime başlayacak bir vakıf üniversitesi Döşemealtına ilgiyi arttırıyor.

Döşemealtı Belediyesi, kendisine katılan Düzlerçamı, Çığlık ve Yeşilbayır Belediyeleriyle birlikte 40 bini aşan nüfusuyla Antalya’nın girişinde vizyon bir kent olmayı hedefliyor. ‘Asfaltsız tek bir yol kalmayacak’ sloganı ile yola çıkan Başkan Nurettin Tursun, modern ve çağdaş bir Döşemealtı için gecesini gündüzüne katarak çalışıyor.

29 Mart seçimleri öncesinde yine kendisiyle yaptığım röportajda bu sefer de CHP’ye geçme nedenini sormuştum. Siyaset kararsızlık içeren bir yapı olsa gerek ki, ben de hala bu meslekte olduğumdan şimdi de “neden AKP’ye geri döndünüz” diye sordum. Başkan Tursun 29 Mart seçimleri öncesinde niçin aday olduğunu “Benim kişisel bir ihtirasım, hırsım zaten olamaz. Siyaset benden maddi olarak çok şey götürdü. En özel sebep Döşemealtı İlçesinin İstanbul'daki arazi baronlarına ve buradaki uzantısı insanlara bırakılmasına gönlümün razı gelmemesidir. İstanbul'daki arazı baronları daha önce Çalkaya, Konyaaaltı ve Yeşilbayır'da milletin arazilerini arsa yaptılar ama ne hikmetse vatandaş koskoca arazisinde bir tane arsa alırken planlama yapanlarda kendilerine bir tane arsa aldılar. En büyük hizmet vatandaşı malından mülkünden etmeksizin bölgeye hizmet yapabilmektir. İçinizdeki adalet duygunuz yüksek olursa bu işler olur. Ancak merhametsiz sadece materyalist bir anlayışla yöneticilik yaparsanız, bu sefer kendinize, çevrenize, tanıdıklarınıza nasıl rant kazandırırım? diye düşünürsünüz. İşte bu dönem Döşemealtı’nda bu türden zihniyetlerin iş başına gelmemesi için vatandaşımız bize teveccüh gösterdi. Ve aday olmam gerektiği konusunda ısrar etti. Bende aday oldum” cümleleriyle açıklamıştı. CHP’den aday olmasının nedenini de “Rahmetli Hamza Taş beni Döşemealtı Belediye başkan adayı olarak istedi ve AKP’den aday oldum. Seçimi kazandık. Tabi bu dönem bütün anketlerden birinci çıkmama rağmen İstanbul arazi baronlarının Döşemealtı’ndaki kirli arsa oyunlarına alet olmayacağımdan dolayı AKP’den aday gösterilmedim. Kendi ticaretimize dönmeyi planlarken evimin önüne gelen binlerce vatandaşın ısrarı üzerine şu anda CHP’nin adayıyım. Siz dürüst ve çalışkan olduğunuz sürece partilerin önemi bulunmuyor. Bana göre Hamza Taş gelmiş geçmiş en dürüst siyasetçilerin başındaydı. Yani partiler belediye seçimlerinde önemli ama asıl olan adayın kendi profilidir. CHP beni dürüstlüğüm, çalışkanlığım için aday yaptı” demişti.

Transferi siyaset dünyasında şok etkisi yaratan Döşemealtı Belediye Başkanı Nurettin Tursun, CHP’den istifa ederek AK Parti’ye geçişinin ardından sessizliğini bozdu. Antalya gündeminde geniş yer bulan transfer haberi sonrasında yorum yapmaktan kaçınan başkan, hakkında merak edilenleri Sabah Akdeniz okurları için yanıtladı. Dilerim ki siyasi hayatında yeni bir sayfa açan “Döşemealtı Sevdalısı” Başkan Tursun için yeni kararı hayırlara vesile olur.

-Döşemealtı ilçesinde radikal bir siyasi değişikliğe imza atıp AKP’den CHP’ye geçmeniz seçimi etkilemedi ve yine seçildiniz. İki yıl sonra tekrar AKP’ye geçiş yaptınız. İlçe halkının siyasi kimliğinizi önemsemediğini söyleyebilir miyiz?

Döşemealtı’nda 2 bin 500 CHP’li var. Ben bunların sadece bin tanesinin oyunu aldım. Bana oy verenler AK Parti’liydi. İlçede 18 bin seçmen var. CHP’li seçmenin üçte birinin oyunu aldık sadece. Bana oy veren vermeyen herkese teşekkür ederim. Seçim bitti. Seçimin sonrasında vatandaş beni istediği her yerde bulabiliyor. AK Parti beni aday olarak göstermediği zaman ben aday olmamak için üç gün direndim. Bize nasip değilse aday olmayalım dedik. Zaten bir dönem için yola çıkmıştık. Ancak ilçe halkımdan gelen yoğun talep nedeniyle yeniden CHP’den aday oldum ve seçimlerde 6 bin 758 oy aldım. Benden ikinci dönem de istenince seçmenlerimi kıramadım. Bunun 800’ü iptal edildi ve yeniden belediye başkanı oldum.

-AKP’ye geri dönmek istemenizin en temel nedeni neydi?

Siyasi değişim ilçemizin geleceği için şarttı. Aktif siyasete atıldığım günden buyana daima insan odaklı anlayışla hareket ettim. Bölgemizin gelişmesi ve kalkınması için, hiçbir ayrım ve ayrıcalıklı tutum içerisinde bulunmadım. Bu çerçevede belirlediğimiz hizmet kriterlerinin içerisine siyaseti asla koymadım. Seçimler bittiği gün, ilçemizde yaşayan her vatandaşımıza eşit uzaklıkta ve yakınlıkta bulundum. Ancak, içerisinde bulunduğumuz koşullar, bir siyasi değişimin gerçekleşmesi ile birlikte önümüzü açacaktır. Elbette bu değişim sonrasında, kısmi kırgınlıklar yaşanabilir. Hemen belirtmem gerekirse, bu kırgınlıklar geçicidir. Çünkü benim siyasi hizmet anlayışım gereği, bölgemdeki yaşayan vatandaşlara kırgın olmam mümkün değildir. Bu değişiklik, bizim siyasi gelecek planlamamızdan kaynaklanmamaktadır. Tek düşüncem ilçemizin geleceğidir. Bu değişimin, ilçemizin geleceği açısından hayırlı olacağını ümit ediyorum.

-AKP’ye transferinizin ardından hakkınızda çok şey söylendi, siz neler hissettiniz?

Yeni bir sayfa açıyoruz. Bu yeni sayfayı açmadan önce, bana 2009 yerel seçimlerinde kapısını açan, belediye başkan adayı olmamı sağlayan Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve oradaki dostlarıma şükranlarımı sunuyor, beni anlayacaklarını umut ediyorum. Benim aynı Nurettin Tursun olduğumu herkesin bilmesi gerekir. Bu arada aktif siyasete atıldığım ilk göz ağrım olan, AK Partili dostlarımın beni partiye tekrar davet etmelerinden dolayı teşekkürlerimi sunarım. Bundan sonraki siyasi yaşamımı AK Parti’de sürdüreceğim. Bu vesile ile Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa ettim. Hakkımızda hayırlısı neyse, o gerçekleşir inşallah.

-Size katılan üç belediye daha oldu. Bu yeni oluşum planlarınızı nasıl etkiledi?

İlk öncelikli olarak bize katılan Yeşilbayır, Düzlerçamı, ve Çığlık belediyelerimizle birlikte tek vücut olmaya çalıştık. Diğer belediyelerden gelen personelimizi statüsüne göre birimlerimizde görevlendirdik. Birleşmeden kaynaklanan son mali durumumuzu gözden geçirdik ve araç gereçlerimizle birlikte fiziki bir durup değerlendirmesi yaptık. Ortaya çıkan mali tablo ürkütücü boyuttaydı. Belediyemizin ciddi bir borç yükü altında olduğunu gördük. Bu tablo bizi yolumuzdan asla alıkoymadı. Belediyemizin kaynaklarını en iyi şekilde kullanarak bugün geldiğimiz noktada, birleşmeden kaynaklanan borçlarımızın büyük bir kısmını zamanında ödedik. Çığlık ve Düzlerçamı Belediyesi nakit para devretmemişti. Kayda değer çok ciddi bir borcuda bulunmamaktaydı. Yeşilbayır Belediyesi birleşmeden önce 67.000.000,00 TL + KDV ihale yapmıştır. Bu ihale bedelinin 21.000.000,00 TL + KDV kendi döneminde ödemiştir. Geriye kalan 46.000.000 TL + KDV bakiyeyi borç olarak Döşemealtı Belediyesi’ne devretmiştir. Döşemealtı Belediyesi ise 2009 ve 2010 yılları arasında satışa çıkardığı 629 arsa ile bu borçların 29.000.000 TL +KDV sini ödemiştir. Özetle Döşemealtı Belediyesi KDV dahil birleşmeden kaynaklanan Yeşilbayır Belediyesi’nden 54.000.000,00 TL (Eski para ile 54 Trilyon) borç devralmıştır. Bu borcun, arsa satışı gerçekleştirerek 30.000.000,00 TL’si ödenmiştir. Şu an Döşemealtı Belediyesi’nin 10.000.000,00 TL borcu bulunmaktadır. Bu borç yine önümüzdeki günlerde satışa çıkartılacak olan arsadan elde edilecek olan gelirler ile ödenmeye çalışılacaktır

-Geçen dönem ilk iş “yollar medeniyettir” dediniz ve yolları asfaltladınız. Tüm yolların çalışmaları bitti mi?

Geçen dönem bizim aynamız olan kent girişinin güzel bir görünüme gelmesi için çok çaba sarf ettik. Bu kapsamda Döşemealtı’nın Antalya merkezden girişini sağlayan Atatürk caddesini çift yol olarak planlayıp, orta refüj düzenlemesi yaptık. Kaldırımları her iki yönde yeniden oluşturduk. Gelecekte yap- sök işi olmaması için kanalizasyon, yağmursuyu drenaj hattı, gibi alt yapı çalışmaları tamamlayarak sıcak asfaltını döktürdük. Geride bıraktığımız bir yıl içerisinde de toplam sıcak ve satıh asfalt olarak bugüne kadar 300.000 m² yol kapladık. Yine yollarımıza 450.000 m² parke taşı döşedik. Toplamda 150.000 metre prefabrik bordür yaptık. TEDAŞ ile yapılan protokolle birlikte elektrik hatları da yeraltına alınacak. Özellikle ana arter yolumuzun çalışmaları bittiği zaman ulaşımda rahat bir nefes alacağız.

-Antalya’ya en yakın yeşil araziler sizin ilçenizde bulunuyor. Bu bölgede mesire yeri olarak kullanılacak tesis planlama çalışmalarınız var mı?

Düzlerçamı mevkiinde bulunan piknik alanlarının projesi ilgili kurumlar tarafından onaylandı. Burada 80 metre ve 1,5 km. uzunluğunda bir alan içerisinde sosyal alanlar oluşturacağız. Alan içerisinde bisiklet yolu, koşu yolu, piknik alanları ve “Yörük Köyü” projemizi hayata geçirerek bölgenin kalkınmasında önemli bir ivme kazandıracağız. Yine bu bölgede hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın, büyükbaş hayvanlarının gübrelerini depolamak ve bekletmeden gübre olarak kullanılması için bir çalışma başlattık. Burada belediyemiz bölge halkının özellikle yazın kokudan etkilenmemesi için hayvanların gübrelerini kapalı römorklarla bekletmeden taşıyorlar. Önceden yağan yağmurla birlikte ciddi şekilde koku ve görüntü kirliliği oluşan bu bölgede sorun en aza indirildi. Bölgenin dokusu itibarıyla bölgemizde hayvancılık yok denecek kadar da azaldı. Bugün Düzlerçamı’nda sadece 70 aile hayvancılıkla uğraşmaktadır.

-Döşemealtı ilçesi geçtiğimiz yıl kültür sanat etkinliklerinde de ilkleri yaşadı. Devamı bu yıl da gelecek mi?

İlçe olmakla birlikte halkımızın kaynaşması için kültürel ve sosyal faaliyetlere ağırlık verdik. İlk olarak gerçekleştirdiğimiz Gençlik ve Spor Bayramı Etkinliği adı altında konser düzenledik. Yine ilçemizde yaz kursları açarak çocuklarımızın tatillerini daha iyi değerlendirmesini sağladık. Büyükşehir Belediyesi ve Belediyemiz işbirliği ile gerçekleştirdiğimiz 1. Döşemealtı Yağlı Pehlivan Güreşleri ilçemizin tanıtımında ve Ata sporumuzun kalkınmasında büyük katkı sağladı. Gerçekleştirdiğimiz Nar Festivali de üreticimize ve hemşerilerimize büyük bir moral oldu. Yine ilk olarak gerçekleştirdiğimiz Ramazan Şenlikleri ilçemizin tüm halkı tarafından büyük ilgiyle karşılandı. Tüm bu etkinliklerimizi yaparken ülkemizin sevilen sanatçılarını halkımızla buluşturduk. Altın Portakal Film Festivali’ni 46 yıl aradan sonra Döşemealtı’nda yaşadık. Bu yılki festivalde ne olur bilemiyoruz. Henüz bu konuda bizimle bir görüşme yapılmadı.

Nurettin Tursun Kimdir?




1961 de Antalya’nın Döşemealtı ilçesi Nebiler mahallesinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini tamamladı. Uzun yıllar ticaretle uğraştı. 1999-2004 döneminde Döşemealtı Belediyesinde Meclis Üyeliği yaptı. 2004 yerel seçimlerinde Döşemealtı Belediye Başkanı seçildi. 2009 yerel seçimlerinde Nurettin Tursun, halkın yoğun isteği ve gösterdiği destekten dolayı Döşemealtı Belediye Başkanlığı’na tekrar aday oldu. 29 Mart 2009 tarihinde yapılan mahalli seçimlerde, halk ikinci kez Nurettin Tursun'u başkanlık görevine getirdi. Başkan Tursun, evli ve iki çocuk babasıdır.

CAVİT ARI






İl Özel İdaresi ve İl Genel Meclisi kurumları şehir merkezinde yaşayan vatandaşların bir çoğu için oldukça yabancı bir kavram, öte yandan kırsal kesimde yaşayanların umudunu, geleceğini ve refahını temsil ediyor.
Antalya’da “İl Özel İdaresi” denildiğinde ilk akla gelen 2004 yılından beri boş tutulan ve yıkım süreciyle gündemden düşmeyen binası olmasına rağmen, bu kurumun asıl görevi belediyelerin sınırları dışındaki yaşam alanlarının refahını arttırmak…
Antalya ilçeleri ve köylerindeki yol, altyapı, eğitim, spor, kültür- sanat gibi konularda çalışmalar yapan İl Özel İdaresi’nin kararları İl Genel Meclisi’nde alınıyor. Yolu olmayan köyler asfalta, suyu olmayan çiftçi su kaynağına, okulu olmayan köyler okula kavuşuyor.
Farklı siyasi görüşlerden seçilmiş İl Genel Meclisi üyelerinin oylarıyla alınan kararlarda son yılların en uyumlu meclisi olarak dikkat çeken Antalya İl Genel Meclisi’nde yaşananları Meclis Başkanı Cavit Arı, “Gerçekten çok uyumlu bir grubuz. Hepimizin öncelikli hedefi halka hizmet ve bu hizmeti en doğru şekilde gerçekleştirmek. Kırsal kesimde ve köylerde yaşayan vatandaşlarımız, yaşam kalitelerinin yükseltilmesi ve hizmetlerden en iyi şekilde yararlanmaları için bizleri bu göreve getirmiş bizler de bu göreve layık olabilmek için büyük çaba sarf etmekteyiz. İl Genel Meclisi’nde farklı siyasi kimliğe sahip olmamıza rağmen, kararların alınmasında halkın çıkarlarını ön planda tutarak her zaman ortak hareket ediyoruz” diye özetliyor.
BİNA SORUNU 2011’DE BİTECEK
Ha çöktü ha çökecek denilen eski Özel İdare binasının yıkılıp yıkılmayacağı, yıkılırsa yerine nasıl bir proje hayata geçirileceği ile ilgili tartışmalar sürüyor. 29 Mart seçimlerinde Antalya'nın 19 ilçesinden seçilen 75 meclis üyesi ise bir anda kendilerini bu sorunun içinde buldu. Adeta kördüğüme dönen konuda Vali Ahmet Altıparmak binanın yıkılmaması ve güçlendirilmesi gerektiği yönünde fikirlerini beyan etmişti. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden gelen heyetin raporunun beklendiği bugünlerde çözüm önerileri arasında binanın dışındaki mermerlerin sökülmesi ve 4 katın kesilmesi de yer alırken diğer bir çözüm ise yıkım olarak bir kenarda duruyor. İl Genel Meclis Başkanı Cavit Arı, yıkılsa da güçlense de bunun bir maliyeti olacağını düşünerek 2011 bütçesine 720 bin TL ayırdıklarını söylüyor.
Yerine yapılacak olan projenin de önemli olduğunun altını çizen Başkan Arı, öncelikle yıkım sorununun çözülmesi gerektiğini ardından bu konudaki yeni kararları hızla alabileceklerini belirterek “Bu alan Antalya’nın Antalya’da yaşayanların malı. Bize düşen bu alanın en doğru şekilde kente kazandırılmasıdır. 2011 bütçesinden bina için pay ayırdık. Daha sonrasında buranın yeşil alan mı sosyal donatı alanı mı olacağı konusunda Muratpaşa ve Büyükşehir Belediyeleri ile görüş birliği içinde karar vereceğimizden kuşkum yok” diyor.
ADI GÜNDEMDE
Seçimler yaklaşınca milletvekilliği adaylıkları da gündeme gelmeye başladı. Son haftalarda CHP’liler arasında olmasa da sıradan insanlar ya da muhtarlar arasında ismi konuşulan Cavit Arı, “Aday olmayı düşünür müsünüz?” sorumuzu yanıtlamaktan özenle kaçınıyor. Arı, adaylık konusunda herhangi bir açıklama yapmasa da adının halkın gündeminde olduğunu öğrenmiş. Antalya’da kendisine milletvekilliğini yakıştıran oldukça geniş bir kesim var. İlerleyen günlerde bu konuda nasıl bir açıklama yapar bilinmez ama ben bu konuya çok da uzak olmadığını hissettim.
Meclis ve oylama denildiğinde elbette ki hepimizin aklına tansiyonun sık sık yükseldiği zaman zaman arbede çıkan görüntüler gelse de bu meclis inanın çok farklı… 2009 yılında seçilen Cavit Arı başkanlığındaki 75 üye son yılların en uyumlu ve en demokratik meclisi durumunda…
Antalya ilinde 20 yıldır avukat olarak hizmet veren ve birçok yönetim merciinde görev alan Cavit Arı’nın mütevazı üslubunu, samimi ve içten anlatımını ve mesleki tecrübesini de düşündüğümüzde İl Genel Meclisi’nin başarısını daha iyi anladık.
Kararların hızla alındığı, saygı ve sevgi çerçevesinde hizmetin ön planda olduğu yapılanmada alışık olmadığımız bu uyumun 2011 yılında da devamlılığını diliyor, sözü başkana bırakıyoruz.
- İl Genel Meclisi’nin yaptığı çalışmalar nelerdir?
İl Genel Meclisi İl Özel İdaresi’nin yasama merciidir. Burada alının kararlar İl Özel İdaresi’nce uygulamaya konulur. Kaş’tan Gazipaşa’ya kadar 650 kilometre sahil bandı bulunan Antalya”da belediye sınırları dışındaki tüm köylerin yol, su, köprü, okul, meydan düzenlemesi gibi hizmetlerinin gerçekleşmesinden İl Genel Meclisi sorumludur. Buraya geliş şeklimiz siyasi olabilir fakat tüm icraatımız hizmete dönüktür. Siyasi mekanizma içerisindeki (avukat, doktor, öğretmen, müteahhit gibi) meslek kuruluşlarının bulunması, kırsalın kalkınmasına yönelik altyapı sorunlarının çözümünde son derece etkili oluyor. Antalya İl Genel Meclisi Türkiye’de örnek teşkil edecek bir meclistir. Bugüne kadar alınan kararların hemen hemen hepsi siyasi fark gözetmeksizin hizmet odaklı olarak meclisimizin oy birliği ile alınmıştır. Ben burada geçmişte olduğu gibi bundan sonra da çalışmaların birlik ve beraberlik içerisinde yürütüleceği inancıyla, çalışmalarda emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
- İl Genel Meclisi’nin kamuoyundaki bilinirliği sizin başkanlık döneminizle birlikte daha da arttı. Sizin döneminizin önceki yıllardan farkı nedir?
5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’ndan önce İl Genel Meclisi yılda iki kez toplanıyordu. Başkanlığı da İlin Valisi tarafından yürütülüyordu. 2005 yılında yayınlanan 5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’ndan sonra İl Genel Meclisi kendi başkanını kendi içerisinden seçerek her ayın ilk haftasında beş gün toplanmaya başladı. Sadece Kasım ayında bütçe görüşmelerinin uzun sürmesi nedeniyle 20 iş günü toplanıyoruz. Alınan kararları kamuoyunla paylaşıyoruz. İstekleri güncelliğini yitirmeden değerlendirme şansımız oluyor. Bu da bilinirliğimizi arttırdı.
- Antalya’nın uzun zamandır beklediği tanıtım ajansı “Antalya Tanıtım ve Turizmi Geliştirme A.Ş”de çalışmalar şu an ne aşamada?
Antalya bölgesinin turizme yönelik tanıtımının Antalya Tanıtım ve Turizmi Geliştirme Ticaret AŞ tarafından yürütülmesini destekliyoruz. İl Özel İdaresi'nin bu kuruma ortak olmasıyla hizmetlerin yürütülmesinde daha çok katkı sağlayacağımızı düşündük. Antalya'nın tanıtımı konusunda çalışma yapan dernek, vakıf ve birliklerin birleşmesiyle daha güçlü bir tanıtım gerçekleştirileceğine inanıyorum. İl Özel İdaresi’nin bu şirkete ortak olma konusunda meclisimizce oy birliği ile karar aldık. Şimdi şirketin beş ana ortağından biriyiz. Antalya Tanıtım ve Turizmi Geliştirme ve Ticaret AŞ'nin A tipi hisselerinin yüzde 60'ı Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO), Antalya Büyükşehir Belediyesi, Akdeniz Turistik Otelciler Birliği (AKTOB), Alanya Turizm İşletmecileri Derneği (ALTİD) ve Antalya Özel İdaresi’nindir.
- Antalya ilçe ve köylerinin öncelikli sorunu nedir?
En çok gündemde olan ve en fazla çalışma yaptığımız konu hiç yolu olmayan yerleşim yerlerine asfalt yol yapılması veya mevcut yolların tamiri konusunda oldu. Geçtiğimiz yıl İl Özel İdaresi tarafından toplam 500 kilometre yol yapıldı. İkinci önceliğimiz sulama alanlarının oluşturulması ve suyu olmayan köylere su temininin sağlanması çalışmalarıydı. Köylerin ihtiyacı olan içme suyu ve sulama çalışmalarını ikinci sırada söyleyebilirim. Yaşadıkları yerde ekim imkanı sağlayabildiğimiz çiftçilerin bu sayede ürün çeşitliği arttı. Bunun devamında altyapı çalışmaları, eğitime ayrılan bütçe, ilçelerde kapalı spor salonları yapılabilmesi için ayrılan bütçe, köy meydanlarının yapılması gibi çalışmalarda ilk sıralarda yer alıyor.
- Eğitime kaynak ayrıldığında önceliklerinizi neye göre belirliyorsunuz?
İl Genel Meclisi olarak eğitime büyük önem veriyoruz. Derslik, okulların onarımları ve diğer ihtiyaçların giderilmesi konusunda arkadaşlarımız özverili bir çalışma sergiliyor. Bu yıl Özel İdare bütçesinden eğitim için ödenekler ayırdık. Bazı okullarımızın ek derslik ihtiyaçları tamamlanırken, bir kısmının ise yapımı hala devam ediyor. Her geçen gün teknolojik imkânlara kavuşturulan ve başarı oranı artan eğitim sistemimiz sayesinde çocuklarımızın yarınlara sağlıklı ve verimli bir şekilde yetişmesi öncelikli isteğimiz. Bunun yanında bizi en çok duygulandıran çalışmamız engelli çocuklarımızın eğitimi için gereken özel eğitim kitabının alınması için oylama yaptığımız gün oldu. Meclis oylamasında hızla alınan bu kararla geçtiğimiz yıl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bu kitaplardan aldık. Yol, su köprü gibi köylerin altyapı çalışmalarını her zaman yapıyoruz fakat bu görevin kutsal bir görev ve böylesine kutsal bir göreve imza atmak bizim için son derece önemliydi. Zihinsel engelli alt sınıf öğrencilerin yararlanabileceği kitaplardan 1000’er takım alınarak ailelerin zihinsel engelli çocuklarına ücretsiz olarak dağıtıldı. Engelli öğrencilerimizin ailelerinin ekonomik durumu iyi dahi olsa bu kaynak kitaplarının nereden ve nasıl temin edileceğini bilmemekteler. O yüzden engelli öğrencilerimizin yararlanabileceği kaynak kitaplarından alınarak dağıtılmasının yararlı olabileceğini düşündük. Ben de bu vesile ile tüm meclis üyesi arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ediyorum.
- Antalya ili ile ilgili hangi projelere destek veriyorsunuz?
Antalya’nın akciğerleri konumundaki Zeytinpark’ın daha iyi korunması için hisse alarak ortak olunmasının uygun olduğunu düşündük. Meclisimiz Antalya’nın yeşil dokusunun daha iyi korunması için Zeytinpark A.Ş’ye ortak oldu. Bunun yanında muhtarlardan gelen talep üzerine İl Özel İdaresi’nden karşılanan 175 bin lira ile Elmalı İlçesi Tekke Köyü’ne içerisinde 12 adet yemek pişirme ocağı, 6 adet lavabo ve bulaşık yıkama bölümü bulunan bir aşevi yaptık. Yine bu dönem İl Genel Meclisi’nde 13 emekli öğretmenin meclis üyeliği bulunuyor. İl Genel Meclisi, sözleşmesi yıllık olarak yenilenen Haşim İşcan Mahallesi'ndeki (eski vali konağı) Işıklar Öğretmenevi'nin kira sözleşmesini de 10 yıl süreyle uzattı. Öğretmenevi’nin sağlıklı bir işlevde çalışması için yapılan oylamada kira sözleşmesinin 10 yıl uzatılması kararı oy birliğiyle alındı. 24 Kasım günü yapılan bu oylamanın öğretmenler gününe denk gelmesi anlamını bizim için daha da arttı. Öğretmenevi’nin yapmak istediği tadilatın ve yenilenmenin de önü böylelikle açılmış oldu. Yine Antalya ili için de tam donanımlı bir İş Sağlığı Merkezi'nin inşaatıyla ilgili çalışmalara başladık Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulacak bu merkezle özellikle iş kazalarına ilk müdahale konusunda çalışmalar hedefleniyor.
- 2011 yılı çalışmaları için bütçe dağılımı nasıl oldu?
İl Özel İdaresi'nin toplam 73 milyon lira olarak bağlanan bütçesinden, genel kamu hizmetlerine 43 milyon 119 bin, kamu düzeni ve güvenlik hizmetlerine 300 bin, ekonomik işler ve hizmetlere 9 milyon 65 bin, iskan ve toplum refahı hizmetlerine 5 milyon 790 bin, sağlık hizmetlerine 250 bin, dinlenme, kültür ve din hizmetlerine 4 milyon 500 bin, eğitim hizmetlerine 9 milyon 776 bin, sosyal güvenlik ve sosyal yardım hizmetlerine ise 200 bin lira harcama yapılabilecek.
Cahit Arı kimdir?
1968 Antalya doğumlu. İlk, orta ve lise eğitimimi Korkuteli'de tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1989 yılında mezun olduktan sonra 1990 yılından itibaren Antalya' da serbest avukat olarak çalıştı. 2002-2006 arası Antalya Barosu’nda Yönetim Kurulu Üyeliği ve Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2006'dan bu yana Antalya
Barosu’nun Türkiye Barolar Birliği Delegesi. 29 Mart seçimlerinden sonra Muratpaşa ilçesi Cumhuriyet Halk Partisi’nden seçilen Arı 2009 yılından beri Antalya İl Genel Meclisi Başkanı olarak görev yapıyor.
SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

FARUK GÜLLÜ

Türkiye ve Antalya’da en fazla tüketilen tatlıların başında baklava geliyor. Tatlıyı sevsin sevmesin hemen herkes “baklava” gerçeğinden bir şekilde etkileniyor. Hiç de ucuz olmamasına rağmen baklavanın kuruyemiş edasıyla her köşe başında satılmasında; hatta ihracat kalemleri arasına girmesinde Güllüoğlu isminin önemi çok büyük…

Yakın zamana kadar bayramlarda yenilen ve şehirlerde ismi pek telaffuz edilmeyen baklavanın her sokağa girmesinde beş kuşaktır baklavacılık yapan Güllüoğlu ailesinin çalışmaları etkili oldu. Bugünün baklava devleri Seyidoğlu, Dedeoğlu, Dilberoğlu ve bilumum Hacıoğlu gibi firmaların ilk sahipleri, Güllüoğlu tezgahlarında baklava açmasını öğrendi ve kendi markasını oluşturdu. Bu anlamda Güllüoğlu baklavayı taşradan şehre taşıyan marka olarak tanımlanıyor.

Gaziantep’te 1871’de Güllü Çelebi tarafından ilk baklava üretimini gerçekleştiren Güllüoğlu Ailesi, 1949’da İstanbul Karaköy’de Mustafa Güllü önderliğinde ilk üretim ve satış mağazasını açtı. Mustafa Güllü’nün oğlu olan Faruk Güllü, 1993’te firmadan ayrılarak, Baklavacı Güllüoğlu Faruk Güllü markası ile ilk üretim ve satış merkezini Azerbaycan`da açtı. Ardından yurtiçinde Merter’deki üretim tesisini kuran Güllü bugün tonlarca üretim kapasite sahip bir fabrikayla hem ihracat yapıyor hem de 25 yurt içi şubesiyle hizmet veriyor.

Ev tatlısının lüks bir dükkanda tek ürün olarak satılması 1949 Türkiye’sinde büyük bir olaydı. Bugünse özellikle Faruk Güllü’nün baklavaya getirdiği standartlar ve bu tatlının yurt içi ve dışında gördüğü teveccüh çok daha büyük bir olay aslında ve her gün binlerce farklı kişiye satılan baklavalar el emeği ve yüksek teknolojinin mükemmel uyumunu yansıtıyor.

Gaziantepli baklavacı Güllüoğlu Ailesi’nin en girişimci üyesi olan Faruk Güllü, Güllüoğlu Ailesi’nin mağazalaşarak büyümesinin sektörde haksız rekabete neden olmadığını, aksine mevcut talebi arttırdığını, pazarı büyüttüğünü söyledi. Faruk Güllü, Şirinevler’e açtıkları mağaza konsepti sayesinde; sektörün vizyonu ve vitrininin değiştiğine de dikkati çekerek, “Eskiden baklavacı, baklava satar gibi bir anlayış vardı. Halbuki bizimle birlikte ‘baklavacı el sanatı olan en klas ürünleri satar’ mantığı ortaya çıktı. Evvelden ‘kutula al git’ derken, şimdi mağazacılık hizmeti sunulmaya başlandı. Biz mağazalaşarak büyüyoruz ama bizimle birlikte sektör de Pazar da büyüyor” dedi.

Baklava sektöründe ilk defa vardiya sistemini kurarak en taze ürünü elde eden Güllü, "Bütün mağazalarımızın üretim tesisiyle direkt irtibatı var. Hangi mağazada ne kadar ne satılmışsa merkez bu bilgiler doğrultusunda üretim yapıyor. Dolayısıyla müşterimiz hangi mağazadan ürün alırsa alsın o gün hazırlanan en taze malzemeye ulaşıyor" diyor.

Dedesinin, baklavayı taşradan İstanbul’a taşırken duyduğu heyecanı ve kaliteden ödün vermeyen ilkesini, bugün bant sistemiyle çalışan devasa fabrikalarda uyguladıklarını söyleyen Faruk Güllü, 11 yaşında çıraklıkla başladığı tatlıcılık serüvenindeki hikayesini şöyle anlatıyor: “Herkes bir yorum yapıyordu. Yok baklava ağır tatlı, yok elle açılıyor kitlesel üretimi imkansız, fiyatlar pahalı vs. Bugün bizim ürünümüz ve markamız ülkemizin geleneksel bir değerini yansıtıyor. Biz en küçük bir aksaklıkta önce ülkemize zarar veririz kaygısını taşıyoruz. Dedelerimiz İstanbul’a ilk şubeyi açtıklarında zarar etmelerine rağmen üretimde hiç taviz vermediler. Biz de dünyanın dört bir yanına tatlı satıyoruz ve asla en küçük bir taviz vermiyoruz.”

Güllüoğlu’nun bugünkü baklava sektörünün temellerini oluşturduğu gibi gelecekte de diğer ülkelerdeki baklavacıları yetiştireceğini belirten Faruk Güllü, özel yetiştirdikleri elemanlarını yurt dışına gönderdiklerini belirterek bu alanda adeta bir kültür ihracı yaptıklarını dile getiriyor.

Antalya’daki yeni konseptimizdeki dördüncü mağazamız oldu. Her türlü sıcak yemek, pasta, helva, reçel ve tatlı çeşitlerinin bulunduğu haftanın her günü yöresel kahvaltı verdiğimiz yeni konseptimizde misafirlerimiz aradıkları her şeyi burada bulabilecekler.

Tam 140 yıldır baklavacılık yapan 60 tatlı çeşidine sahip Güllüoğlu, artık reçel ve helvada da iddialı. Baklavacı Güllüoğlu Faruk Güllü, Lalin markalı helva ve reçellerle perakende pazarına girdi. İç piyasada, Faruk Güllü mağazalarında ve zincir marketlerde satışa sunulan Lalin ürünleri, yurtdışında ise distrübütörlük ağı ile yayılıyor. Firmanın Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Güllü, yurtiçi ve yurtdışındaki müşterilerinden gelen talep üzerine, helva ve reçel işine de girdiklerini belirterek, bu amaçla, İstanbul Bayrampaşa`da 6 bin metrekarelik bir üretim tesisi kurduklarını anlattı. Güllü, “Günlük 15 ton helva, 12 ton da reçel üretim kapasitesine sahip tesisimizde 9 çeşit helva ve 10 çeşit reçel üretiyoruz. Çok değişik tatlarda ürün hazırlıyoruz. Ambalajda da yeni bir tarz oluşturduk. Örneğin, helvayı sektörden farklı olarak metal ve karton kutularda da piyasaya sunduk. Reçel kavanozlarını özel tasarladık. Hedefimiz, Lalin’i önce Türk halkına daha sonra da dünyaya sevdirmek’ diyor. Baklava ve lokumun yanı sıra, yurtiçi ve yurtdışından reçel ve helvaya çok yoğun talep aldıklarını belirten Faruk Güllü, hem Türk hem Gaziantep halkının kendilerine bu misyonu yüklemiş durumda olduğunu vurguluyor…

YENİ KONSEPT ANTALYA’DA

Antalya’da yakın zamanda açılanın yeni konsepteki dördüncü mağaza olduğunu vurgulayan Güllü, “Her türlü sıcak yemek, pasta, helva, reçel ve tatlı çeşitlerinin bulunduğu haftanın her günü yöresel kahvaltı verdiğimiz yeni konseptimizde misafirlerimiz aradıkları her şeyi burada bulabilecekler” diye anlatıyor.

Sadece kendi yetiştirdiği ustalara baklava açtıran Güllü, “Antalya’daki ustamız 10 senedir bizimle olduğu halde, ben hala mutfağa girer denetlerim” diyor.

Bu konseptin baklavacılığın önüne geçmesi gibi bir isteklerinin olmadığının altını çizen Faruk Güllü “ Babama bu fikri ilk söylediğimde desteğini aldım ama bu konseptin baklavanın önüne geçmesinden endişe ettiğini de belirtti. Oysa bizim hiçbir zaman böyle bir isteğimiz olmadı. Biz aslen baklavacıyız ve böyle de bilinmeye devam etmek isterim” dedi.

Gaziantepli Güllüoğlu ailesi, beş kuşaktır babadan oğula aktararak sürdürdüğü baklavacılık mesleğinde bir asrı da geride bırakmış. “Ter dökmeden, emek harcamadan yemek olmaz” diyen Faruk Güllü, mesleğinin sırrını şöyle özetliyor: “Güllüoğlu tatlılarının en büyük sırrı; 134 yıldır babadan oğula aktarılan bilgi, deneyim, işe duyulan saygı ve titizliktir. Bunlar baklava yapımının her kademesinde kendini göstermek mecburiyetindedir. Harran Ovası’nın buğdayı, Gaziantep’in fıstığı ve Urfa’nın tereyağı hemen her kesimin damak tadına uyan bir özelliğe sahiptir.”

Faruk Güllü’nün müessesesinde önce insan sağlığı ve insan sevgisi hakimmiş, baklava üçüncü sırada yer alıyormuş. Bu güzellikleri Antalya’da bize de gösterdi. Firmasında yüzlerce çalışanı ile alın teri ve göz nuru dökerek hiçbir üretimini makineleştirmeyen, bütün yiyeceklerin ustaların maharetli ellerinden çıkmasına özen gösteren Faruk Güllü, beni de Antalya’daki şubesiyle çocukluk yıllarıma götürdü.

Kilisli bir babanın havuç dilimi baklava seven kızı olarak, en sevdiğim tatlıyı Güllüoğlu’nda gördüğümde çocukluk anılarım canlandı. Aynı görüntü ve aynı lezzet beni yıllar öncesine götürdü. Baklava dendiğinde “Güllüoğlu” markası tüm Türkiye’de nasıl akla ilk gelen markaysa bana da “Güllüoğlu” dendiğinde ilk aklıma gelen havuç dilimi baklava oluyor nedense… Gaziantep’ten başlayan bu tatlı serüvenin Antalya ayağında Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Güllü’yle hem tatlı yedik, hem de bu tatlı hikayenin bugünlere gelişini kendisinden dinledik.

- Bize Güllüoğlu’ndan bahseder misiniz?

Biz aile olarak 1871 yılından beri bu sektörün içindeyiz. 5 nesildir bu işi yapıyoruz. Şimdi 6. nesili bu işe hazırlıyoruz. Babam Mustafa Güllü, askere giderken İstanbul’da bir gece kalıyor. Sirkeci’de bir baklava dükkanı görüyor ve asker dönüşü İstanbul’da dükkan açmaya karar veriyor. 1949’da ilk dükkanını Karaköy’de açıyor. Aynı yıl İstanbul sinemalarında Güllüoğlu Baklavaları’nın reklam filmleri oynamaya başlıyor. 70’li yıllardaysa herkesin tanıdığı bir baklavacıdır artık. Babamın bu işte emekleri o kadar çoktur ki Amerika’daki bir kutudan adresi koparıp bizi bulan müşterimiz olduğunda babamı daha iyi anladım.

- Baklavacılık sizin ailede babadan oğula geçiyor, siz nasıl başladınız?

Ben 11 yaşından beri her yaz üretimde çalıştım. Liseyi bitirdiğimde usta olarak yetişmiştim. Hamur açıyordum, dilimliyordum, kızartıyordum, şerbetini döküyordum. Ben öyle yetişmiştim. Fizik mühendisliğini kazandım. Üniversiteye kayıt yaptırmak için gidecektim. Babam “Otur oğlum konuşalım” dedi. “Sen meslek hayatını devam ettirmek istiyorsan birkaç bir şey anlatayım sonra git kaydını yaptır” dedi. Sonuç itibari ile işimizin sabah erken başladığını, zor olduğunu, üniversiteye gittiğimde baklavacılıkla ikisini bir arada götürmemin zor olduğunu, okuldan sonra dönsem de baklavacılıkta başarılı olamayacağımı, bu işi temelinden öğrenmemin daha doğru olacağını söyledi ve tercihi bana bıraktı. Ben o vakit, “Güllüoğlu İşletme Fabrikası”na kaydımı yaptırdım. Şu an bakıyorum babamın benim için yaptığı tercih, mükemmel bir tercihmiş.

- Oğlunuz var mı?

Benim 17 yaşında oğlum Enes var. Ayrıca Mustafa Güllü ve çocukları olarak bu işi devam ettirecek yeğenlerim de var. Hatta üniversite hayatında iken bile üretime aktif olarak katılmış, üretimi öğrenmiş yeğenlerimiz var.

- Oğlunuz da aynı aşamalardan geçiyor mu?

Benim oğlum da pasta ve baklava bölümünde çıraklık yaptı. Baklavacılık, zor bir meslek. Sabahın 3 ünde 4’ünde işbaşı yapmak zorundasınız. Çocuklara bizim ısrarımız hiç yok. Yaşayışımızı görüyorlar. Çocukluktan beri yoğrularak geliyorlar. Bizim şöyle bir avantajımızda var; iki dedesi de baklavacı çocukların. Artık kararı kendileri verecek.

- Helva ve reçel işine nasıl girdiniz?

Bu soru bana çok soruluyor. Ben ihracat için çok fuara katıldım. Fuarlarda müşteri taleplerinde baklava yüzde 20’lik kısmı oluşturuyordu. Bizden daha çok; Türk helvası, reçeli ve lokumu talep ediliyordu. Bu nedenle reçel, helva ve lokumda piyasa araştırması yaptım. ‘Güllüoğlu’ etiketini basacak, kendi çocuklarıma yedirecek ürünü 2 yıl aramama rağmen bulamadım. Mesela şu anda bizim ürettiğimiz gül reçelini yaptıramadım. Mecburen bu işe girmek zorunda kaldım. Bizim amacımız fiyat rekabetine girip piyasadan pay almak değil. Bizim hedefimiz kendi mağazalarımızda satabileceğimiz, baklavada olduğu gibi özel olarak talep edildiğinde temin edebileceğimiz ve özellikle de ihracatta kullanabileceğimiz bir ürün yelpazesi oluşturmaktı. Şu anda 5 yıldızlı otellerin çoğuna biz ürün veriyoruz. Bu kaliteye de kolay ulaşmadık. 6 ay ile 1 yıl arasında evde annelerin ürettiği ev reçeli tadı ve kalitesine ulaşmak için ürettik ve döktük. Helvada ise çocukluğumuzda yerli susamla ve ondan üretilmiş tahinle yapılmış helvayı hedefledik. Başarılı da olduk.

- Seri üretimde de aynı tadı yakalamayı nasıl başarıyorsunuz?

Aslını ve yapısını bozmadan kendi içerisinde çarparak büyük modeller oluşturuyoruz. Yani hamuru beş kişi değil de 25 kişinin açıyor olması, bir ustabaşı, bir gıda mühendisi değil de 3 ustabaşı 3 gıda mühendisiyle daha kontrollü ve sistemli bir çalışma yapıyoruz diyebilirim. Şirketlerde ilk kuşaklar, onların kuralları ve görev dağılımı çok önemlidir.

Faruk Güllü'den iyi baklavanın sırrı

* Kaliteli baklava için kaliteli malzeme ve kaliteli usta gerek!

* Baklava 11 ya da 13 yufkadan yapılmalı.

* Yıllardır damıtılmış tereyağını aynı köyden, unu aynı yerden alırız.

* Nişasta da mutlaka buğday nişastası olmalı.

* Yağı kullanmadan önce parmağınızla test edeceksiniz; eliniz yanacak ama çekmek zorunda kalmayacaksınız. Ilık olmalı.

* Elinizi içine sokup 15'e kadar saydığınızda eliniz yanıp çekerseniz fırın baklava pişirilecek sıcaklıkta demektir. Ama ısıtma alt ve üstte oranlı olmalı.

* Şeker şurubunda oran önemlidir. Şekerin kıvamını tecrübemiz sayesinde parmağımızla kontrol ederiz.

* Şerbeti baklava sıcakken dökülür.

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

ADEM BİLGİN



Sağlık Bakanlığı’nın “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” kapsamında hayata geçirdiği “Aile Hekimliği” uygulaması gereği Antalya’daki sağlık ocakları aile sağlığı merkezine dönüştü. 13 Aralık’ta başlayan uygulamayla artık herkesin bağlı olduğu bir hekimi var. Tüm kayıtların tek elden tutulduğu sistemde sağlık ocaklarının eskiye oranla daha efektif kullanılması planlanıyor.

Aklınıza gelen ilk soruyu tahmin edebiliyorum. “Hasta olan bir kişinin aile hekimliğine başvurmadan direkt hastanede muayene olabilme imkanı hala mevcut mudur? Yoksa önce aile hekimliğine mi başvurması gerekir?”

Bu sorunun cevabı beklenenin aksine “Elbette ki mevcuttur” şeklinde açıklandı. Vatandaşlar aile hekimine de gitmeden başka hastanelere başvurabiliyor. Bu uygulamada amaç hastanelere gidişlerin daha ileri tetkikler için yapılması alışkanlığını kazandırmak…

GÜVENCESİ OLMAYANA ÜCRETSİZ SAĞLIK HİZMETİ

Antalya İl Sağlık Müdürü Adem Bilgin, yeni başlayan uygulamanın aksaklıklarının hemen giderilmesi için tüm personeli sahada görevlendirdiklerinin altını çizdi. Dr. Adem Bilgin, bu uygulamanın en önemli özelliğinin “sağlık güvencesi olmayanların da ücretsiz sağlık hizmeti alabilecekleri” olduğunu söylüyor.

Türkiye’deki sağlık sistemi özelleşiyor mu sorusunu akıllara getiren yeni sistemde sağlık güvencesi olmayanların ücretsiz muayene ve tetkiklerini yaptırabilecek olmaları bu sorunun en güzel yanıtı diyebilirim.

Aile hekimliğine geçiş sürecinde bir takım sıkıntıların yaşanabileceğini fakat bu sıkıntılar olmadan da huzura ermenin kolay olmayacağını belirten Bilgin, Belçika ve Hollanda gibi ülkelerde aile hekimliği uygulamasının çok başarılı bir şekilde yürütüldüğünü, birkaç ay içinde sistemin Antalya’da da başarıyla uygulanıyor olacağının altını çizdi.

Aile hekimleri kendilerine bağlı nüfusa, tedavi edici hizmetlerin yanı sıra, aşılama bebek ve çocuk, gebe ve loğusa takipleri ile 15-49 yaş arası kadınların özellikle kanser gibi hastalıklar açısından takibi ile bakıma muhtaç ve yatalak hastaların tespiti gibi hizmetlerin yanı sıra obezitenin önlenmesi gibi koruyucu sağlık hizmetlerinde de görevler üstlenecek. Sistemde tedavi ve laboratuvar hizmetleri tamamen ücretsiz olacak.

Aile hekimliğine geçilen yerlerdeki memnuniyet oranları dolayısı ile birinci basamağa başvuru oranlarının artacağı düşünülüyor. Böylelikle hastanelerdeki yoğunluğun da belli ölçüde azalması bekleniyor. Sağlık sistemindeki bir takım sorunlara çözüm olduğuna inanılan “Aile Hekimliği” kavramı hayatımızda yeni de olsa şimdiden halkın dikkatini çekmiş durumda…

Uygulamayı yakından takip ettiğini fark ettiğimiz Sağlık Müdürü Dr. Adem Bilgin, Antalya’da sağlık hizmeti alacak olan vatandaşlara “Halkımız öncelikle aile hekimlerini öğrensinler, aile hekimlerinin onların ailelerinin bir bireyi konumunda olduğunu unutmasınlar her türlü sağlık sorunlarında başvurup yardım almaktan çekinmesinler. Bu artık onların en doğal hakkı. Vatandaş aile hekimine ne kadar sahip çıkar ve güvenirse bu iletişim sayesinde pek çok hastalık oluşmadan önlenebilecek, zamanında tedavi edilebilecek, hem vatandaş, hem ülkemiz karlı çıkacaktır” diyerek uygulamanın en anlamlı mesajını verdi.

Havaların soğuduğu yağmurların başladığı bu serin kış gününde, Sağlık İl Müdürümüz Dr. Adem Bilgin’le yaptığımız keyifli sağlık sohbetimizin ardından herkese sağlıklı günler dileğiyle…

- Aile hekimliği uygulamasına geçilmesinin amacı nedir? Antalya’da bu sistem nasıl işleyecek?

Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında uygulamaya geçilen aile hekimliği sisteminde amaç; yerinde, ulaşılabilir ve kaliteli bir sağlık hizmeti sunmaktır. Aile hekimleri aile sağlığı merkezi denen kurumlarda çalışacaktır. Bu merkezlerin çoğu şuan kullanımda olan sağlık ocağı binaları olacak. Ancak gerektiğinde sağlık ocaklarından farklı binalarda da aile sağlığı merkezleri olacaktır. Her vatandaşımıza oturduğu bölgeye en yakın aile sağlığı merkezinde çalışan bir hekim verildi.

- Aile hekimliği nedir? Antalya'da toplam aile hekimi sayısı kaç tanedir?

Aile hekimliği uzmanı, aile hekimliği alanında ihtisas yapmış hekimlere denir. Ülkemizdeki aile hekimliği ihtisası 36 aydır ve iç hastalıkları, pediatri, kadın hastalıkları ve doğum, psikiyatri ve genel cerrahi rotasyonlarından oluşuyor. Kişiye yönelik koruyucu hekimlik hizmetleri ile hasta tedavisi hizmetlerinin yaş, cinsiyet ve hastalık ayırımı yapılmaksızın, her kişiye kapsamlı ve devamlı olarak verilmesidir. İlimizde nüfusa göre belirlenen ve her biri ortalama 3500 kişiden sorumlu 544 aile hekimi 175 aile sağlığı merkezinde görev yapıyor.

- Aile hekimlerinin görevi tam olarak nedir? Aile hekimliği sisteminde hangi sağlık hizmetleri sunuluyor?

Sağlık hizmeti planlamak, koruyucu sağlık hizmetlerini sunmak, kişiye yönelik sağlık programları hazırlamak, birinci basamak sağlık hizmetlerini sunmak; ana çocuk sağlığı hizmetleri, aile planlaması, gebe ve loğusa izlemleri, bebek ve çocuk izlemleri, kronik hastalıkları takip etmek, laboratuar hizmetleri vermek, sevk ve koordinasyonu sağlamak ve gerektiğinde gezici sağlık hizmetlerinde bulunmak olarak özetleyebiliriz.

- Mevcut aile hekimleri hangi birimlerden karşılandı, eksikler için hangi yol izlenecek?

Öncelikle aile hekimi uzmanı olarak görev yapanlar başta olmak üzere diğer pratisyen hekimlerden hizmet puanına göre tercihleri doğrultusunda ve noter huzurunda yerleştirmeleri yapıldı. Şu anda aile hekimi pozisyonunda açığımız yok. Ancak herhangi bir nedenle görevinden ayrılanların yerine yine hizmet puanına göre diğer sağlık kuruluşlarında görev yapan hekimler görevlendirilecek. Aile hekimliği uzmanlığı bulunmayan ama aile hekimi olarak görev alacak hekimlere 2016 yılına kadar devam edecek olan hizmet içi eğitimler planlanıyor.

- Vatandaş aile hekimini nasıl öğrenecek? Herhangi bir kayıt yapmak ya da doktorun yanına gitmek gerekiyor mu?

Vatandaşımız aile hekimini Sağlık Bakanlığı web sitesinden (www.saglik.gov.tr) ya da müdürlüğümüz web sayfası olan (www.antalyasm.gov.tr) adresinden “Aile Hekimim Kim” linkinden T.C. kimlik numarasıyla ile öğrenebilir. Vatandaşımız eğer bir aile hekimine kayıtlı değilse, en yakın Aile Sağlığı Merkezine, Toplum Sağlığı Merkezine ya da Sağlık Müdürlüğüne müracaat ederek bir aile hekimine kayıt yaptırabilir.

- Herhangi bir ücret verilecek mi? Sağlık güvencesi olmayanlar ne yapacak?

Aile hekimliği hizmeti ücretsiz olup sadece kimlik ile muayene olunabiliyor. Sağlık güvencesi olmayanlar için de aile hekimliği uygulamaları (muayene, tahlil, film, aşı enjeksiyon pansuman v.s.) tamamıyla ücretsizdir. Sosyal güvence aranmaksızın tüm işlemler aile hekimi tarafından gerçekleştirilecektir. Verilen sağlık hizmetinde hasta ve hekim arasında maddi bir alışveriş kesinlikle olmayacak.

- Vatandaş aile hekimlerine günün her saati başvurabilecek mi?

Aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarının haftalık çalışma süresi 40 saattir. Mesai saatleri ve günleri, çalışma yerinin koşulları da dikkate alınmak suretiyle çalıştığı bölgedeki duruma uygun olarak aile hekimi tarafından belirlenir ve İl Sağlık Müdürlüğü tarafından onaylanır. Çalışma saatleri, haftanın tüm günlerine yayılabilir. Çalışılan günler ve saatler, aile sağlığı merkezinin görünür bir yerine asılarak kişilerin bilgilenmesi sağlanır. Mesai saatleri dışındaki saatlerde vatandaşlarımızın acil hizmetlerden yararlanması gerekmektedir. Aile hekimleri sadece mesai saatleri içinde çalışırlar.

- Aile hekimlerinin gelen hastaya röntgen çekebilecek, tahlil yapacak altyapıları olacak mı?

Şu anda aile hekimlerimiz ihtiyaç halinde hastayı röntgen gibi radyolojik tetkik için hastaneye sevk edecek ama laboratuar hizmetlerini müdürlüğümüz laboratuarları verecek.

- Mevcut sağlık ocaklarının fiziki kapasitesi aile hekimliği hizmeti vermek için yeterli mi? Ne gibi iyileştirmeler gerekiyor?

Aile Sağlığı Merkezine dönüştürülen sağlık ocaklarımız bu hizmeti vermek için uygun koşullarda. Belki küçük onarımlar gerektiren birkaç yer dışında sorunumuz yok.

- Hasta aile hekimini beğenmezse hekimini nasıl değiştirebilecek? Tercih edilen aile hekiminin fazla sayıda hasta sayısı olması sorun yaratır mı?

Vatandaşımız aile hekimini üç ay sonra değiştirebilir. Tercih edilen aile hekiminde fazla sayıda hasta olursa o bölgeye ek aile hekimi pozisyonu açılabilir.

- Aile hekimliğinde şu an için sevk zinciri bulunmuyor. Vatandaş aile hekimine gitmeden de 2. ve 3. basamak sağlık kuruluşlarına da gidebilecek mi?

Sizin de belirttiğiniz gibi şu andaki mevcut sistemde sevk zorunluluğu yok. Vatandaş istediği basamaktan hizmet alabiliyor. Ancak hastanelerdeki yığılmaları önlemek için öncelikle aile hekimlerine başvurmalarını öneriyoruz.

- Birinci basamak sağlık hizmeti ne anlama geliyor?

Aile Hekimi, kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile basamak, teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini yaş, cinsiyet ve hastalık ayrımı yapmaksızın veren hekimdir. Bakın burada altının önemle çizilmesi gereken bir durum var; Aile Hekimi ailenizden biridir. Hastalığın gelişmesine neden olan ortamdan haberdar olan kişidir. Nelerin yapılıp nelerin yapılamayacağını ailenin sosyoekonomik yapısı çerçevesinde bilen kişidir. Gerekirse önlemlerini alır, devlete ait ilgili birimler ile irtibata geçer ve bilgilendirir. Yani hastalığın tedavi edilebilmesi veya hiç ortaya çıkmaması için gereken önlemi almak görev tanımı içindedir.

- Aile hekimliğinde sağlık ocaklarında olduğu gibi sıra alınacak mı? Doktora nasıl muayene olunacak? Eski sistemden farkı ne olacak?

Her şeyden önemlisi bölge tabanlı sağlık hizmeti yerine nüfus tabanlı bir sağlık hizmeti veriliyor. Hekim hastasını, hasta hekimini yakından tanıma fırsatı elde edecek. İletişimi kolaylaştıracak, hekim hastasına daha uzun süre ayırabilecek. Tüm bunlar sonrasında nitelikli bir hasta bakım ve izlem süreci oluşacak. Sağlık ocağı sisteminde, coğrafi tabana dayalı hizmet tüm hekimlerce tüm bağlı bölgeye verilmekteydi. Şimdi ise her hekim belli nüfusa hizmet veriyor yani kişi sağlık birimine her gelişinde koruyucu ve tedavi edici birinci basamak sağlık hizmeti aynı hekim tarafından verilecek.

- Aile hekimleri ev ziyareti yapacak mı?

Aile hekimi adı üstünde alenin bir bireyi olarak yerini alacak, bireylerin biyolojik, psikolojik ve sosyal yönlerden sağlık danışmanı ve yardımcısı olarak hizmet verecek.Ancak her vaka için eve gidip hastayı evde bakması mümkün değil, böyle bir zorunluluğu da yok. Aile hekimi evde ziyaret edeceği hastalarını, durumlarına göre kendisi belirleyebilir.

- Hekim aile hekimliğinden vazgeçebilir mi?

Aile hekimliğini tercih eden aile hekimi ve aile sağlık elemanı, kamu hizmetinden çıkartılmayı gerektirecek bir fiil dışında uygulamadan vazgeçmesi durumunda ve sözleşmenin sona ermesi halinde, ücretsiz izine ayrıldığı Sağlık Grup Başkanlığı’na veya kurumuna geri atanacak.

- Aile sağlığı elemanı da hayatımıza yeni giren kavramlardan biri. Kimlere aile sağlığı elemanı deniyor?

Aile hekimiyle birlikte hizmet veren, sözleşmeli olarak veya görevlendirilmek suretiyle bu görevi yürüten hemşire, ebe ve sağlık memurlarına deniyor. Aile hekimine sağlık hizmetinin sunulması esnasında yardımcı olur. Aile hekimiyle birlikte ekip anlayışı içinde kişilere yönelik koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin sunulmasında, kişilerin sağlık kayıtlarının ve istatistiklerin tutulmasında görev yapacaklar.

- Acaba hastaneye gitmek istediğimizde ve rahatsızlandığımızda sadece aile hekimine mi gitmek zorundayız? Aile hekimi dışında başka bir doktora muayene olmak gibi bir durum var mı? Hastanelerden internetten randevu alma uygulaması devam edecek mi?

Böyle bir zorunluluk yok. Aile hekimi dışında başka bir doktora da başvurulabilir. Ama başka doktora gittiğinizde, o doktorun aile hekiminizi hastalığınız konusunda bilgilendirmesi; aile hekiminizin de sizinle ilgili bilgileri gittiğiniz farklı doktora aktarması daha sağlıklı olacaktır.

DR.ADEM BİLGİN KİMDİR?

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Dr. Adem Bilgin, daha önce, Malatya ve Samsun illerinde görev yaptı. Sivas’ta Sağlık Müdür Yardımcılığı, AÇSAP Şube Müdürlüğü ve Numune Hastanesi Başhekim Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Son olarak Çorum’da İl Sağlık Müdürü olarak görev yapan Bilgin, 2010 Ağustos ayından beri Antalya İl Sağlık Müdürü olarak görev yapıyor. Evli ve 3 çocuk babası.

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR


ESENGÜL YILDIZ - NAİME YILDIZ




Eğitim sistemindeki yenilikler hem öğrencileri hem öğretmenleri etkiledi. Enstitüler yerini eğitim fakültelerine bırakırken özel okul ve dershane kavramı da hayatımızın vazgeçilmezleri arasına girdi.
Elbette geçmişteki tüm öğretmenler çok iyi, şimdikiler de çok kötü değil. Zaten öğretmenlerin kendi niteliklerinden çok öğretmen yetiştirme sistemini sorgulamak gerekir diye düşünüyorum. Yanlış olan, öğretmenliğin, herkesin yapabileceği, sıradan bir meslek haline getirilmesi. Yoksa bugünün gençleri içerisinde de öğretmenliği canı gönülden isteyenler var. Hem de idealizm öldü diyenlere taş çıkarırcasına...
Öğretmenler geleceğimizin mimarları. Onlar ne kadar başarılıysa, ülkelerin gelecekleri o kadar parlak oluyor. Ve bugün her şeye rağmen ülkemiz hâlâ dimdik ayakta kalabiliyorsa, bunu yine öğretmenlerimize borçluyuz.
Okulların kapanmasına, tatilin gelmesine üzülünür mü? Eğer öğretmeninizi çok seviyorsanız, üzülürsünüz. Öğretmeninizi anneniz, babanız kadar yürekten sevebilir misiniz? Eğer emekliliğini erteliyor ve sizi mezun edinceye kadar her türlü zorluğa göğüs gerip yanı başınızda oluyorsa, cevabımız elbette “evet”…
Öğretmenlik mesleğini sevdiren genelde öğretmenlerimiz olmuştur. Bilirsiniz ilkokul sıralarında başlar bu mesleğe hayranlığımız. Ya başka bir meslek bilmediğimizden ya öğretmenimizi çok sevdiğimizden ya da öğretmen olmak istediğimizden… Çünkü öğretmenlik güzel ve kolay bir meslek gibi gelirdi gözümüze o zamanlar… Oh ne rahat, ne ev ödevi var, ne imtihana giriyor diye düşünürdük. “inşallah siz de öğretmen olursunuz da o zaman anlarsınız” diye ettiği bedduayı biz dua diye algılar “aman hocam inşallah!” derdik sınıfça koro halinde… Ev ödevi vermediği günler cennetten bir gün gibi gelirdi bizlere... Öğretmenimiz gözümüzde dağlar kadar büyürdü o zamanlar. O her şeyi bilen, eşi bulunmaz, sözünden asla çıkılmaz bir varlıktı, söylediği her şey doğru idi, kanun idi bizim için. Onun sevdiklerini sever, onun sevmediklerini sevmez, takdir ettiklerine hayran olur etmediklerinin yanına bile yaklaşmazdık. Onun yanlış söylediği nerde görülmüş?…
Öğretmenlik, bu kadar ince ve dikkat isteyen bir meslek işte! İki ucu keskin bir meslek! Saygınlığı, güzelliği mesleği icra edenlere bağlı olan bir meslek! İyi bir öğretmen hem kendisine hem de çevresine sonsuz iyilik ve güzellikler sunar. Onun bir gülümsemesi, bir selam vermesi, bir baş okşaması, bir teşekkür ederim, bir aferin, çok başarılısın, sen yaparsın, başarırsın demesi belki öğrettiği bilgilerden de çok daha derin ve kalıcı etki bırakır minik kalplerde. Bunu o fark etmez belki ama minik kalpler için yeni bir çağın başlangıcı olur mutlaka sözler…
35 yıllık müzik öğretmeni Naime Yıldız deneyimi, zerafeti ve güler yüzüyle öğretmenlik mesleğinin ne kadar özel bir meslek olduğunu bir kez daha hatırlattı bizlere… Bütün ömrünü öğrencilerine adamış çok değerli bir eğitmen… Çocukları çok iyi tanıyan, yıllardır biriktirdiği tecrübelerini gelecek nesillere aktarmayı hedefleyen çalışmaları ve Türkiye’nin ilk Güzel Sanatlar Kreşi’ni açmasıyla miniklerin gözünde “hayatın müzikli yüzü” Naime öğretmen…
Kreşin diğer kurucu ortağı pedagog Esengül Yıldız ile birlikte yarının büyüklerinin “sosyal, dolayısıyla mutlu bir birey olarak yaşamına devam etmesinde” en önemli rolü üstlenen Naime Yıldız ile güzel sanatlar kreşi çalışmalarını ve günümüz eğitim sisteminin sıkıntılarını konuştuğumuz keyifli söyleşimizin ardından mutlu, hep ileriye bakan, dinlemeyi bilen, beyninin hem sağ hem sol lobunu kullanabilen dolayısı ile güçlü bir analitik zekaya sahip, özgüvenli, ne istediğini bilen, özgür ama sınırlara saygılı, iç dünyasında olup bitenleri resmederek ya da notalara basarak anlatabilen yani bir şekilde ama mutlaka kendini ifade edebilen bireyler yetiştirmek adına çıktıkları yolda başarılar diliyorum.
- Güzel sanatlar kreşi açma fikri nasıl oluştu?
Naime Yıldız:Eğitimin çeşitli basamaklarında, yıllardır çalışanlar olarak eğitimin en başarılı olduğu yaş grubunun 0-6 yaş olduğunu belirledik. Bu yaşta verilen kas ve motor gelişimi yanı sıra görsel anlamda yapılanların başarı yüzdesinin diğer yaşlara göre daha yüksek olduğunu fark ettik. Tecrübelerimiz de dayanarak konuyu uygulama alanına getirdik. Yapılanma program ve uygulama ile ilgili herhangi bir örneğimiz yok. Bu alandaki çalışmaları da üstlenerek kurumu haziran 2010 dan itibaren işletmeye açtık. Kurum daha önce okul öncesi eğitim veren ve bu konuda başarılı yuvalardan biri olması nedeniyle çalışmaları kurumun hazır öğrencileriyle başlattık.
- Antalya'daki kültür sanat a bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ailelerin çocuklarının sanat içinde olması ile ilgili görüşleri nasıl?
Naime Yıldız:Antalya’da opera ve bale ile senfoni orkestralarının yarattığı kültür ortamı, klasik müzik festivalleri, film festivalleri ve diğer kültür hareketleri Antalya halkını bu konuda bilgilendirdi ve böylece bununla ilgili yapılanma bireysel bir ivme kazandı. Antalya kültür ve sanat konusunda büyük illerdeki hareketliliğe sahip. Çocuklarını bilinçli yetiştiren ailelerde kültür ve sanat izleme oranı yüksek olduğundan, eğitimde güzel sanatlardan destek alma görüşü yüksektir. Bir de ebeveynlerin bu konuda çocukluklarından kalma özlemleri konuyu daha önemli hale getirmektedir. Bu nedenle Güzel Sanatlar Eğitimi bir aile projesine dönüşmektedir. Hatta çocukları ile birlikte eksiklikleri tamamlayan ebeveynler hiç de az değildir.
- Güzel Sanatlar Kreşine seçilmiş çocukları mı alıyorsunuz?
Naime Yıldız:Güzel sanatlar; zekanın diğer başlıkları gibi uyarılarla işbaşı yapan merkezlerindendir. Bu yüzden uyarının henüz verildiği yaşlarda, çocukların seçiliyor olması eğitim eşitliği açısından uygun değildir. Ölçme; konunun ya da başlığın tanıtılması, uygulanması ve pekiştirilmesinden sonra ilgi alanı saptaması olarak belirlenir. Değerlendirme bir ölçüye göre değil, kişisel ilgi ölçü alınarak yapılır. Bu yüzden çocukların seçilmesi söz konusu değildir. Eğitim, uygulamalı alanlarda bireysel yapıldığından konunun "çocuğa özel" olması değerlendirmeyi de gelişen bireysel davranışlarına göre yapılmasını sağlamaktadır.
- Sanatın herhangi bir koluyla uğraşmak için yetenek şart mıdır?
Naime Yıldız:Benim mezun olduğum yıllarda sanat enstitüleri çok az mezun veriyordu. O yıllarda özellikle büyükşehirlerden başlayan bir talep karşılama vardı. Lise ve dengi okullarda müzik dersleri veriyorduk. Hayatında hiç nota görmemiş, hiç enstrüman tutmamış bir gencin eline flüt veriyorsunuz ve gençlerin beklentilerinden uzak çocuk şarkıları öğretiyorsunuz. Gençlerin konuya ilgisizliğinden veya kişisel reddetmeden dolayı bu dersler kişisel beceriksizliklere dönüşüyordu ve kısaca bunun adına “yetenek” deniyordu. Halbuki, 2000 çocuk üzerinde yapılan araştırmaya göre bunların 1984’ü bir enstrüman çaldı. Geriye kalanlarda öğrenme güçlüğü çekenler ve otistiklerden oluşuyordu. Yetenek geliştirilemeyen özel bir olgu olsaydı bu rakamların tam tersi olurdu. Zeka uyarılarla iş başı yapan bir durumdur. 0-6 yaş arasında konuşma, çatal kaşık kullanma, çözüm bulma, arkadaşlık ilişkileri, özgüven gibi konular bu yaşlarda öğreniliyor. Güzel sanatlarla ilgili doğru öğretilerde bulunulduğunda çocuğun öğrenmesi doğal bir sürece dönüşüyor.
-Çocuk gelişiminde ailelerin öncelikli beklentilerini neler oluşturuyor?
Naime Yıldız: Okul öncesi eğitimin asıl amacı,çocuğu bir sonraki eğitim basamağına hazırlamaktır.Bu yüzden aileler,beklentilerini bu konuyu esas alarak,çocuğun kişisel özelliklerini de göz önünde tutarak belirler.Kurum belirli aralıklarla yada gelişen durumlarda veli ile işbirliği yaparak eğitim programlarının düzenli ve istendik işlevini sağlar.Kurumun bu konuda veli bilgilendirme ve yönlendirme ile ilgili toplantıları ve uzman danışmanlarla yaptığı seminer çalışmaları, veli beklentilerini de eğitim kurumu paraleline getirmektedir.Özgüvenli,sosyal,kendini iyi ifade eden,çözüm üreten,kas ve motor gelişimi yapılandırılmış,kendine yeten sağlıklı ve mutlu bireyler hem kurum hem veli açısından öncelikli beklentileri oluşturuyor.
Esengül Yıldız:Okul öncesi eğitim son yıllarda hak ettiği önemi görmeye başladı. Kurumlar bakımevi olmaktan çıktı. Dolayısıyla, velilerin beklentisi de değişti. Ama yine de öncelik temel bakım alışkanlıklarının kazanılmasına yapılan katkı sayılabilir. " çocuğum yeterince ve kaliteli beslensin, hasta olmasın, tuvalet alışkanlığını kazansın" diyor velilerimiz.Tabi , bu istekler daha çok 2-3 yaş çocukların ebeveynlerinden geliyor. Sonraki yaşlarda eğitim -öğretim ve kişilik gelişimi önem kazanıyor. Bizim gibi sanat ağırlıklı bir kreşten tam olarak ne bekleyeceklerini henüz bilmiyor tabi ebeveynler, bizim programımızı dinliyor ve memnun kalıyorlar. Sonuçlarını hep birlikte keyifle yaşayacağız.
-Sanat eğitimi yoğunlaştırılmış okul öncesi eğitim programının içeriğinde hangi dersler bulunuyor?
Naime Yıldız:Sanat eğitimi başlıklarında;resim-seramik,müzik-enstrüman,kulak eğitimi.repertuar ve ritm eğitimi,ritmik dans,jimnastik ve bale bulunmaktadır. Haftalık ders programlarında her yaş grubuna göre belirlenen sürelerde sık aralıklarla tekrarlanan bir program uygulanır. Enstrüman dersi bireysel olmak üzere diğer dersler toplu yapılıyor. Dersler özellikle okul öncesinde uzmanlaşmış eğiticiler tarafından verilir.
-Çocuğun okul öncesi eğitiminin güzel sanatlar ağırlıklı olması okul döneminde uyum sıkıntısı yaratır mı?
Esengül Yıldız:Elbette böyle bir durum söz konusu değil. Bizim okul öncesi eğitim alanında 17 yıllık bir geçmişimiz var. Bu alanda yaptığımız bir çok araştırma var. Duygularımıza göre değil, çocuğun doğasına uygun hareket ediyoruz. Ayrıca Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü tarafından denetleniyor ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim programına uyuyoruz. Biz, sanat programı yoğunlaştırılmış okul öncesi eğitim kurumuyuz. Üstelik okul öncesi eğitim alanında standart üstü bir hizmet sunduğumuzu söyleyebilirim. Fiziki alan, uyku odaları, yemek odaları ve etkinlik odaları var. Masal okumak ve hayal kurmak için ayrı odalar yapılandırdık. Çocuğun gelişimindeki tüm incelikleri değerlendirip, yol haritamızı ona göre belirliyoruz.
-Okul öncesi eğitimde en önemli kriter ne olmalıdır?
Naime Yıldız:35 yıllık öğretmenlik yaşamımda piyano derslerinin en başarılı olduğu yaş grubunun okul öncesi dönemde olduğunu gördüm. Dersler zordur ama miktarını öğrenciye göre ayarlamak önemli olandır. Okul öncesi çok hassas dengeleri olan bir dönem olduğu için bu konuda çok deneyimli olmak gerekiyor. Bizim değil çocuğun ilgisinin önemli olduğu bir bakış açımız var. Bizim için ders saati ya da bir saatlik ders gibi bir kavram yoktur. Burada önemli olan kriter çocuğun ilgiyle dinlediği ve uyguladığı süredir. Çocuk müziği, çocuk şiiri, çocuk edebiyatı gibi branşlarda eğitim almış olmam ve okul öncesi çocukları tanıyor olmamız bizim en büyük ayrıcalığımız. Çocuklara yönelik piyano metodlarıyla müzik derslerini olması gerektiği aşamadan başlatıyoruz. Notaları hafıza oyunlarıyla, onlara uygun kas çalışmalarıyla destekliyoruz. Nota öğrenmemiş birinin önüne notaları ve enstrümanı koyup “haydi çal” dediğinizde ve çalamadığında bunun adı “yeteneksizlik” oluyor. Tam aksine bunun adı bilgisizliktir.
Esengül Yıldız kimdir?
1965 Keşan doğumlu. 1982 Beşiktaş Kız Lisesi Mezunu. 1986 yılında İstanbul Üniversitesi Pedagoji Bölümü’nden mezun oldu.1995 yılına kadar okul öncesi eğitim kurumlarında yöneticilik yaptı. 1995’te Antalya’ya yerleşti. Yaratıcı Drama konusunda bir çok seminere katıldı. 2003 yılında Almanya’daki okul öncesi eğitim kurumlarını inceledi. Eğitin modeli olarak Montessori uygulamalarını benimsedi. 2004’te hayalim dediği İlk Çizgi Çocuk Evi’ni kurdu. 2010 Haziran ayından beri ortağı Naime Yıldız ile “İlk Çizgi Güzel Sanatlar Kreşi” olarak yola devam ediyor.
Naime Yıldız Kimdir?
1956 yılında Kayseri’de doğdu. 1974 Öğretmen Okulu,1978 Gazi Eğitim Entitüsü Müzik-Şan Bölümü’nü bitirdi. Prof.Dr. Suna Çevik ve Saip Egüz2den şan eğitimi aldı. Talim Terbiye Dairesi müzik komisyonlarında görev yaptı. Yozgat, Kütahya, Ankara,Adana ve Antalya’da müzik öğretmeni olarak çalıştı. 1993 yılından sonra okul öncesi eğitim kurumlarında müzik öğretmenliği ve rehberlik çalışmalarına başladı. 2010 Haziran ayında ortağı Esengül Yıldız ile “İlk Çizgi Güzel Sanatlar Kreşi” ni kurdu.