22 Mayıs 2011

MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU - STRASBOURG RÖPORTAJI


Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ne Türkiye 1949 yılında katılmış ama parlamentonun son bir buçuk yıldır bizim için ayrı bir önemi daha var. 25 Ocak 2010’da Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM)'nin en genç başkanı olarak göreve başlayan Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu, bu göreve gelen ilk Türk ve Müslüman parlamenter… 65 yıldır üyesi olduğumuz ve 2004 yılına kadar ikinci sınıf ülke konumunda bulunduğumuz bir parlamentoya Türk başkan seçilmesi son derece gurur verici...


Avrupa Konseyi 1949 yılından beri toplanan, Avrupa çapında başta hukuk ve insan haklarının korunması, eğitim, kültür alanlarında anlaşmalar kabul eden, hükümetler arası bir kuruluş. Avrupa Birliği'nden farklı bir örgütlenme... Türkiye 65 yıldır Avrupa Konseyinde söz sahibi ve konseyin kurucu üyeleri arasında…
Konsey’de ülkelerin nüfuslarına göre belirlenen milletvekilleri çalışıyor. Türkiye’den de toplam 12 milletvekili konsey çalışmalarını yürütüyor. 2 CHP, 2 MHP ve 8 AKP milletvekilinden oluşan grup Türkiye’nin konseydeki temsilcileri…
Konsey'in çalışma alanları, insan hakları, medya, hukuki işbirliği, sosyal dayanışma, sağlık, eğitim, kültür, spor, gençlik, yerel demokrasiler, sınır ötesi işbirliği, çevre ve bölgesel planlamadan oluşuyor. Kurum AB ile ilişkisi olmayan uluslararası bir teşkilat ancak AB ile yakın işbirliği içinde çalışıyor.
Geçtiğimiz hafta Antalya Milletvekili ve AKPM Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bahar dönemi oturumunu takip etmek amacıyla Strasbourg’daydım. Böyle bir davet almış olmak kendi adıma son derece onur duyduğum bir durum. Bir hafta boyunca yaşanan tüm gelişmeleri yerinde takip etme şansım oldu.

Avrupa’da Türk Olmaktan Türkiye'li Olmaktan Gurur Duydum

Avrupa Konseyi’ndeki Avrupalıların Türklere bakış açısında çok ciddi değişimler olmuş. Bize son derece saygı duyuyor milletvekillerinin konuşmalarını dikkatle takip ediyorlar. Mevlüt Çavuşoğlu’nun konseydeki ofisinde profesyonel bir grup tüm çalışmaları organize ediyor. Ankara’dan kendisiyle beraber gelen genç danışmanları da yaşları genç olmasına rağmen bilgileri ve yetenekleriyle farkı hissettiriyorlar. Zehir gibi genç bir ekiple Avrupa’da bulunan Çavuşoğlu’nun yoğunluğu görülmeye değerdi.

Konseyde İki Önemli Gündem Maddesi Tartışıldı

Avrupa Konseyi’nde haftanın en önemli tartışma konusu “devletlerin aşırı borçlanmasının, demokrasi ve insan hakları için bir tehlike olduğunu” konusunun tartışıldığı oturumdu.
AKPM Genel Kurulu “borç dengelenmesi ve müteakip azalma konusunda belirlenecek stratejileri" görüşmek üzere konseye üye olmayan Avrupa hükümetlerini de çağırdı. Ülkelerin "dış borçlanma halkın yaşam standartları ve vatandaşın sosyo-ekonomik haklarında erozyonu içerir" görüşü üzerinde fikir birliğine varan genel kurul üyeleri ‘devletler borçlanma öncesinde vatandaşlarının yaşam standartlarını ve demokratik haklarını onlara garanti etmelidir, halkın karşısında borçlanmanın etkileri mutlaka anlatılmalıdır’ dedi.
Ekonomik krizin insan haklarına etkileri konulu raporunu paylaşan Pieter Omtzigt "Ekonomik kriz döneminde uygulanan sertlik politikaları, vatandaşların yaşam koşullarını daha da zorlaştırır ve insan hakları ihlallerine zemin hazırlar” görüşünü savundu.
Kurul ayrıca, demokrasi korumak için devlet hesaplarının tam şeffaflığın sağlanması gerektiğinin önemini vurgulayarak, İzlanda ve Yunanistan örneği üzerinde durdu.
İkinci oturumda ise Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan siyasi gelişmeler sonrası Avrupa’ya yönelik göçmen akını acil gündem maddesi olarak ele alındı. Hollandalı raportör Tineke Strik tarafından hazırlanan ve AKPM Genel Kurulu tarafından kabul edilen raporda; Kuzey Afrika ülkelerinde meydana gelen siyasi değişimler sonrası, Avrupa’nın özellikle güney kıyılarına başlayan göçmen ve siyasi sığınmacı akınlarına karşı bütün Avrupa ülkelerinin sorumluluğu paylaşması gerektiği ifade edildi.AKPM tarafından alınan kararda Avrupa’nın güneyinde yer alan ve göçmenlerin ilk ulaştıkları Avrupa ülkeleri olan Malta ve İtalya gibi ülkelerin bu alanda şu ana kadar gerçekleştirdiği insani çabaların memnuniyet verici olduğu ifade edilirken, diğer Avrupa ülkelerinin de uluslararası sorumluluklarına sadık bir biçimde göçmenlerin ihtiyaçları için dayanışma içinde olmaları gerektiğinin altı çizildi. Libya’da Kaddafi rejiminden kaçan insanların Avrupa’ya göçmen akınını önemli ölçüde artırdığı ifade edilen raporda, göçmen ve siyasi sığınmacıları korumak için Avrupa Birliği’nin geçici koruma hükümleri alması gerektiği belirtildi. Kuzey Afrika ülkelerine ekonomik olarak yatırım yaparak ve demokratik reformları destekleyerek, Avrupa ülkelerinin bu ülkelerden göçmen akınına neden olan asıl problemlerin çözümüne yardımcı olması gerektiği de raporda vurgulandı.

Strasbourg’da Mevlüt Çavuşoğlu ile söyleşi yapma imkanım da oldu. Keyifli sohbetimizde başkanlık döneminin çalışmalarını ve başkanlığını devretmesine altı ay kala yapmayı planladığı çalışmaları bizimle paylaşan Çavuşoğlu’nun bu özel demecini sizler için kaleme aldım. . Antalya yerel basınından genç bir gazeteci olarak konseyde yaşadığım gurur ve onurdan dolayı bende beni destekleyen tüm meslektaşlarıma öncelikle teşekkür ediyor ve sözü Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı ve Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’na bırakıyorum.

-Başkanlık döneminizi basından takip ettiğim kadarıyla oldukça yoğun geçirdiniz. Bu süre içerisinde neler yaşandı?
Çok yoğun bir 1,5 yıl geçirdik. Yapılması gereken işler çoktu. Her şeyden önce Türk bir başkan olmanın sorumluluğu var. Türk dış politikasına uygun bir şekilde hareket etmek gerekiyor. O nedenle önceliğimizi birçok ülkenin siyasi sorunlarını çözmeye verdik. Boykotlar oluyor, Cumhurbaşkanı seçemiyor, anayasasını değiştiremiyor, Bosna Hersek, Moldova ve Arnavutluk’la birlikte önceliği Rusya ve Gürcistan’a verdik.
Bunların dışında Avrupa’da yıllardır dondurulmuş itilaflar var. Mesela Karabağ problemi bunlardan biri, bir diğeri Kıbrıs problemi… Bunlara Moldova, Rusya ve Gürcistan’da eklendi. Bu problemlerin özellikle insani boyutlarını ele alıyoruz. Çatışmalar, savaşlar ve işgallerden dolayı göçmenler, mülteciler var, kendi ülkesinde göç etmek zorunda kalanlar var, geri dönemeyen insanlar, kayıp kişiler derken bu alanlara ağırlık verdik açıkçası. Bu konuların çözümüne yönelik geçici komisyonlar kurdurduk. Raporlamalar ve planlamalar devam ediyor.
-Avrupa Birliği ülkelerinde yapılan bir araştırmada halen birçok ülkede yabancı düşmanlığın yapıldığı ortaya çıktı. Sizin gündeminize bu konu nasıl yansıdı?
Avrupa’da hızla yükselen bir ırkçılık sorunu var. Yabancı düşmanlığı ve İslama Fobya var. 11 Eylül 2001’den bu yana dünyada büyük bir değişim yaşanmaktadır. Bu gün Avrupa ve ABD’de İslam’a karşı korku, tepki ve öfke temaları işlenmekte, hatta bu düşünceler toplumlara pompalanmaktadır. Bu akıma İslama Fobya denmektedir. Bu sorunlar gerçekten Avrupa’nın istiktarını tehdit edecek düzeye geldi. Özellikle son zamanlarda ırkçı partilerinden ulusal meclislerde ve Avrupa Parlementosu’nda milletvekili sayısının giderek arttığını görüyoruz. Diğer taraftan merkez partilerin bile bu ırkçı partilerin söylemlerini kullanmaya başlaması bizi daha da dehşete düşürdü. Aşırı sağın ve solun sosyoekonomik alanda yaşanan krizden faydalanarak ırkçılığı makul bir zemine oturtmaya çalıştığı gözlemliyoruz. Mesela Romanların Fransa’da Sarkozy tarafından sınır dışı edilmesinin yegâne sebebi buydu. Irkçı ve radikal oylarını alabilmeye yönelik bir eylemdi. Öncelikle bununla mücadele etmemiz gerekiyor. Bununla mücadele etmek için ülkelerin liderlerinin ve sağduyulu insanların desteğine ihtiyacımız var. Bunun dışında sivil toplum örgütleri, medya kuruluşları ve de dini liderlerle bir araya geliyoruz. Özellikle dini liderlerin verdiği mesajları çok önemsiyoruz. Şimdiden tedbir almazsak ve bir şey olmaz dersek 1. ve 2. Dünya savaşının benzerlerinin yaşanmasına zemin hazırlanmış olur.
-Arap dünyasında yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arap dünyasında yaşayan insanların daha demokratik toplumlar inşa etmek için ortaya koydukları meşru çabalarını destekliyoruz. Öte yandan yaşanan devrimlerin trajik sonuçlar yarattığını inkâr edemeyiz. Libya başta olmak üzere birçok ülkede yaşanan devrimler bizim içinde sürpriz olarak nitelendirilen sonuçlar ortaya çıkardı. Bütün bu gelişmelere rağmen insanlığa karşı işlenen suçlara karşı önlem almaya çalışıyoruz ve bu ülkelerden gelen göçmenlerin sorunlarına çare bulmaya çalışılıyor. Ayrıca gündemimizde Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya başlayan göçmen akını konusu önemli bir yer tutuyor. Avrupa Konseyi hızlı reaksiyon gösterip Tunus ve Fas’ın yeni anayasa yapım süreci ve adil seçimlerin gerçekleştirilmesi alanlarında önemli katkılar sağladı. Buna bağlı olarak Arap dünyasında yaşanan gelişmeler ile ilgili kapsamlı bir rapor ile birlikte, Fas ve Tunus ile ilgili iki ayrı rapor Haziran ayında düzenlenecek AKPM Genel Kurulu’nda görüşülecek.
-AKPM’nin önümüzdeki döneme yönelik planları neler?
Bir kurumun başına geçtiğinizde olumlu izler bırakmak gerekiyor. O yüzden bu kurumun reformu için yoğun bir çaba içerisindeyiz. Daha güçlü ve etkili olabilmesi için bu kurumun bir reforma ihtiyacı var. Bu konuyla ilgili komisyon kurduk ve çalışmalar devam ediyor Bu yılsonu itibarıyla bunu tamamlayacağız ve 2012 yılına AKPM, yeni bir tüzükle yeni bir yapılanmayla başlayacak. Bu konuda olumlu bir iz bırakacağımızı düşünüyorum. Diğer taraftan Türkiye’nin de destek verdiği İnsan Hakları mahkemesinin reformuyla da ilgileniyoruz. Avrupa Birliği’nin İnsan Hakları Mahkemesine üyeliği için çalışıyoruz. 2011 yılında 45 tane resmi çalışma ziyareti yaptık. Temmuz ve Ağustos’u saymazsanız ayda 4 tane resmi ziyarette bulunuyoruz. Bunun yanında 51 yerde ulusal meclislere hitaben konuşmalar yaptık. Üniversitelerde konferanslar veriyoruz. Bu kurumun görünürlüğü arttırmak için her türlü çabayı gösteriyoruz.
-“Demokrasi için Ortaklık” adlı bir program başlamıştı. Bu konuda hangi aşamaya gelindi?
Demokrasi’nin gelişmesi için Avrupa Konseyi’ne üye olmayan komşu bölgelerdeki ülkelere yönelik olarak 2009 yılında “Demokrasi için Ortaklık” adı altında bir program kabul ettik. Bu projeyi başlatmakta bugün herkes açıkça görüyor ki çok haklıymışız. AKPM üyesi olmayan ve komşu coğrafyalarda yer alan ülkelerin AKPM'nin tecrübelerinden faydalanarak demokratik standartlarını yükseltmesini amaçlayan bu program özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerindeki temel özgürlükler ile demokratik kurumların güçlendirilmesi yönünde önemli çalışmalar yürütüyor. Bu programa şu ana kadar Fas ve Filistin’den resmi başvuru geldi. Tam üyelikten farkı oy kullanamıyorsunuz ama birçok haklardan yararlanabiliyorsunuz. Bu süreç çok daha önceki yıllarda başlasaydı o ülkelerdeki kanlı olayların birçoğu yaşanmayabilirdi. Şuanda Tunus’a yardımcı oluyoruz. Filistin de yine rapor hazırlanıyor, Kazakistan bu konuyu değerlendiriyor. Kırgızistan’ın girmesini biz istiyoruz. Yine Lübnan, Ürdün, Cezayir gibi ülkelerin ilgisi var.
-AB sürecinde başkanlığınızın olumlu etkileri olduğunu söyleyebilir miyiz?
60 yılda burada 8 ülke dışında ilk kez bir başka ülkeden başkan çıktı. Bu başkanlık o nedenle Türkler kadar Çekler için de, Slovaklar için de, Ruslar için de önemli. Başkanlık ilk defa 8 batı Avrupa ülkesi tekelinden çıktı. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve Avrupa Birliği’nin kriterleri birbirine çok yakındır. Meclis Başkanlığı’na seçilmiş olmam Türkiye’nin standartlarını bir kez daha değerlendirmemizi sağladı. Düşünülenin aksine Avrupa Birliği’ne uzak bir ülke değiliz. Bizden daha uzak ülkeler üye yapıldı. Şimdi sıra bize geldi.
AB'nin içine kapanık, sadece kendi refah ve mutluluğunu gözeten bir oluşum olduğuna inanmıyorum. AB'nin ortaya koyduğu değerler, evrensel niteliktedir. Öte yandan günümüz dünyasında hiçbir oluşumun kendini dışarıya kapatarak refahını sürdürmesi de mümkün değildir. Türkiye'nin AB'ye yük olmayacağını, AB'nin yükünü alan bir ülke olacağını başkanlığım süresince ispatladık.
-Antalya’ya stadyum kazandırma konusunda da ciddi çalışmalarınız vardı. Son olarak size bu konudaki gelişmeleri sormak istiyorum.
2013'te Türkiye'de düzenlenecek U20 Dünya Kupası öncesinde, Antalya'ya 30 bin kişilik stadyum kazandırma kararlılığındayız. Antalya'ya daha önce yapılması planlanan ve mahkemeler tarafından iptal edilen stat projesi yüzünden Antalya stadına kavuşamamış 2010 yılında düzenlenen Dünya Basketbol Şampiyonası'nın Antalya ayağını Kayseri'ye kaptırmıştı. Uluslararası alanda yapılacak 20 Yaş Altı Dünya Kupası'nın bir ayağının Antalya'ya verilmesi bizleri tekrar umutlandırdı. Kayseri de bizim şehrimiz ama Antalya'nın bu sebepten dolayı kaçırması üzüntü vericidir. Antalya'da bu gibi tesislerin yapılamaması çok büyük ayıptır. Bu tür şeylerin engellenmesi veya engellenmeye çalışılması da gerçekten ayıp… Birkaç alternatif bölge var. Bunlar Dokuma, Döşemealtı ve Pınarlı gibi semtler. Fakat stadyumun çok fazla da şehir dışında olmaması gerekiyor. Şuan teknik çalışmalar yapılıyor. Hangi bölge uygun olacaksa bir an önce sonuçlandırılıp, kazmayı vurmayı planlıyoruz.
-Alanyalılar merakla il olacakları günü bekliyorlar. Bu konuda gelişme var mı?
Alanya’nın il olması konusu tamamen siyasi bir iradeye bağlıdır. Alanya il olmayı hak ediyor mu? Elbette hak ediyor. Antalya çok büyük bir coğrafi bölge… Bir uçtan bir uca 640 km ve bu da Ankara- Antalya karayolundan bile 100 km daha fazla demek oluyor. Hükümet il yapmaya karar verecek mi vermeyecek mi bu tamamen siyasi bir karardır. Bu konuda zaman zaman değişik görüşler oluyor ama bir şey var biz bu il konusunu hiçbir zaman suistimal etmedik. Bize oy verirseniz Alanya’yı il yapacağız gibi söylemlerden hep uzak durduk. Zamanı geldiği zaman gereken yapılır. Bu konuda çeşitli çekişmelerin ve yanlış haberlerin yer alması son derece üzücü. Bu karar iktidarın vereceği bir karar ve şu anda kesinleşmiş bir karar olduğunu söyleyemem. Biz yine bu seçimde de bu konuyu siyasete malzeme etmeyeceğiz. Seçim vaatlerimizin içinde il olma sözünü vererek halkı yönlendirmek bize uygun değil…
Ak Parti 2007 seçimlerinde Antalya’dan birinci çıkmıştı. Bu seçimlerde de Antalya’dan birinci çıkarız diye düşünüyoruz. Bundan hiç şüphemiz yok. Ama önemli olan daha çok milletvekiliyle Ankara’ya gitmemizdir. Halka hizmet ederseniz karşılığını alırsınız. Halkımız hizmet edeni görüyor ve karşılığını veriyor.
-Türkiye’de siyasi arenada ayakta kalmak ve siyaset yapmak gerçekten zor mu?
Siyasette bu işi kaliteli yapan insanlarda var, bu işin kalitesini düşüren insanlarda var işin doğrusu. Bu 30 yıl önce de vardı. 40 yıl önce de vardı işin doğrusu… Ama artık halk çirkin siyasete oy vermiyor. Kavgaya, dövüşe oy vermiyor. Bu tür gerginliklerin bedelini zamanında çok çektik. Hem halkımız hem ülkemiz olarak bedelini çok ağır ödedik. Askeri darbelerle, ciddi ekonomik krizlerle, batan bankalarla bu bedel çok ağır ödendi. Dolayısıyla ucuz siyaset yapanları görünce insan üzülüyor. Bu kendi partisinde de oluyor insanın başka partilerde de oluyor. İftirada oluyor, yalan da oluyor. Kısa vadede kazanıyor gibi görünseler de uzun vadede kaybediyorlar. Bu tür ucuz yollara tenezzül edenler hiçbir zaman halkın gözünde yer bulamazlar. Neticede siyasetinde siyasetçilerinde kalitesini halkın gözünde arttırmamız lazım.

- Antalyalıların “Antalya, Ankara’da hak ettiği gibi görülmüyor” söylemlerinde olumlu yönde ciddi değişimler oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Antalya’nın son sekiz yıldır önemini bilen ve Antalya’ya her türlü yatırım desteğini veren bir iktidar var. Çünkü Antalya artık turizmde, tarımda ve ihracatta dünyanın gözbebeği bir şehir oldu. Antalya ciddi bir dünya markası oldu. Antalya’ya yaptığınız her 1 liralık yatırım 10 lira olarak Türkiye ekonomisine geri dönüyor. 2002 yılında Türkiye gelen turist sayısı 8 milyondu bugün 28.6 milyon. Sadece Antalya’ya gelen turist bile 10 milyona çok yaklaştı. Dolayısıyla bu çerçevede biz seçildiğimiz zaman Antalya’nın doğru düzgün arıtması yoktu, kanalizasyonu yoktu, altyapısı yoktu. Kundu, Lara ve Belek bölgesinde arıtma yoktu. Kundu bölgesine yol yoktu. Aksu’dan sapıyor aşağıya doğru iniyordunuz. Şimdi duble yollarla gidiliyor. Yine Kemer bölgesine açılan tüneller çok doğru bir yatırımdı. Alanya- Antalya yolu ölüm yoluydu bu sorun çözüldü. Şimdi hızlı trenle gidiş için yollar konuşuluyor.