30 Ocak 2010

MUSTAFA KARAMAN

Antalya Makine Mühendisleri Odası Şube Başkanı Mustafa Karaman, başkanlık koltuğunu devretmesine günler kala Antalya’yla ilgili son değerlendirmeleri bizler için yaptı.

10 yıldır görevde olan Karaman, görev süresince birçok projeyi de hayata geçirdi. Antalya’nın bugün devam eden en önemli sorununun hava kirliliği olduğunun altını çizen Mustafa Karaman, ulaşım ve enerji tasarrufu konularının önemine bir kez daha değindiği sohbetimizde acil önlem alınması gereken konuları masaya yatırdık. Başarılı bir 10 yılı deviren Başkan Karaman veda konuşmasını Antalyalılar için Cuma Sohbeti’nde bizlerle paylaştı.

- 10 yıllık görev sürenizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kentimiz ile ilgili gelişen olumlu projeleri destekledik, alkışladık; toplum lehine, kent lehine olmayan projelere karşı çıkarak alternatif projeler önerdik, diğer meslek odaları ve Kent Konseyi ile birlikte baskı grupları oluşturduk. Üye sorunlarına, kent sorunlarına ve ülke sorunlarına yönelik birçok uygulamanın içinde yer aldık. Ancak her koşulda, her süreçte, her ortamda bireysel haklarımızı savunurken ülke ve toplum çıkarlarına dönük tavır aldık. Ülke ve toplum çıkarlarını bireysel çıkarlarımız üstünde tuttuk. Bu konuda asla ödün vermedik.

Üyelerimize sorduk, düşündükleri başka önerileri paylaşmalarını istedik, gelen her türlü öneriyi değerlendirdik ve önerilen bütün etkinlikleri de yaptık. Üyelerimizi spor, kültür, sosyal etkinliklerde buluşturarak birlikte olmalarını sağladık. Mesleğini yapmayan, odaya gelme zorunluluğu olmayan üyelerimizi odaya çekebilmek için çok sayıda kültür-sanat etkinlikleri; koro, folklor, dans, gitar, tiyatro ile spor faaliyetleri; tenis, haftada bir gün, mini sahada futbol maçları yaparak meslek odaları arasında düzenlenen mini futbol maçlarına iki takımla katılmalarını her dönem sağladık. Yabancı dil ve bilgisayar kursları düzenleyerek üyelerimizin bir araya gelece¤i ortamlar yarattık. Yaz aylarında, üyelerimizden gelen talep üzerine sosyal etkilikle ilgili yurtiçi, yurt dışı geziler düzenlendik. Üyelerimizin sevinçli ve üzüntülü günlerinde hep yanında olduk. Sevinçlerini paylaşarak çoğalttık, üzüntülerini paylaşarak azalttık.

-Antalya ile ilgili bugüne kadar çözemediğiniz bir sorunla karşılaştınız mı?

Makine Mühendisleri Odası olarak 2004 yılından beri kentimizdeki hava kirliliği konusunu yakından takip ettik. Görüşlerimizi kamuoyu ile paylaştık. Maalesef kentimizde yıllar geçtikçe hava kirliliği azalacağına artmaya devam etti. Her kış gündeme gelen hava kirliliği konusunda yaptığımız açıklamaların ardından elimiz hep boş kaldı ve o yılda geç kalındı, o kış da kömürler dağıtıldı, satıldı ve o kış da halkımız kirli hava soludu. Antalya’da hava kirliliğini yaratanın bedava dağıtılan ve partikül oranı yüksek ve ısı değeri düşük kalitesiz

kömürler olduğunu onlarca kez açıkladık. Hava kirliliğine bugün baktığımızda, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın sitesinde, 2004 yılında kentimiz kirli olmayan iller arasındayken 2009 yılında birinci sınıf hava kirliliği yüksek iller arasında yer almaktadır. Bu veriler gösteriyor ki Antalya’da hava kirliliği yıllar geçtikçe artmaktadır, Makina Mühendisleri Odası olarak bu konuda da haklı çıktık.

-Bu konudaki denetim sorumluluğu nasıl işliyor?

Büyükşehir Belediyesi Meclisi 16.10.2009 tarihinde aldığı kararı yine Ekim 2009 tarihinde Antalya Valiliği’ne göndermiştir. Bu öneri İl Mahalli Çevre Kurulu’nun toplantısında gündeme alınmamıştır. Aralık 2009’da yapılacak olan İl Mahalli Çevre Kurulu Toplantısı’nda görüşüleceğini beklerken Aralık ayında toplantının yapılmayacağını öğrendik. Bu karar da gösteriyor ki hava kirliliğini önleyecek olan İl Mahalli Çevre Kurulu Çevre İl Müdürlüğü’nün önerisi olan kalitesiz kömürün kente dağıtımında ve satılmasında inat etmektedir. Büyükşehir Belediye Meclisi’nin oy birliği ile aldığı kararı yok saymaktadır. Hava kirliliğini kontrol ve denetlemekte görevli olan Büyükşehir Belediyesi’nin önerisini yok sayması kentimizde

hava kirliliğinin devam etmesine neden olmaktadır. Bir konutta Çevre İl Müdürlüğü’nün önerisi olan ısıl değeri 5000kcall/kg olan kömürden 1000kcall/kg kullanıldığı takdirde havaya 650 kg partikül vermektedir. Elde ettiği ısı da 5000x1000: 50 bin kcall/kg olmaktadır.

Aynı enerjiyi önerdiğimiz 7000kcall/kg’lık kömürde ise 700 kg kullanıldığı için 210 kg partikül havaya dağılmaktadır. Bu rakamlara bakıldığında 650 kg yerine 210 kg partikül

oluşacağı ortadadır. Bu da %70’e yakın kirliliğin azalmasına neden olacaktır. Bu kış da İl Çevre Müdürlüğü sayesinde hava kirliliğimiz yaşandı ve devam edecektir. Umarım önümüzdeki kışa önlemler alınır ve sorun çözülür. Bunun içinde şimdiden çalışmalara başlamalıyız.

-Antalya’nın ulaşım sorunu sizce ne yönde gelişmektedir?

Son yıllarda artan kent içi trafik ancak insan öncelikli ulaşım sistemlerinin hizmete girmesiyle çözülebilir. Antalya’mızın parası çöpe atılmamalıdır. 2005 yılında Büyükşehir Belediye Meclisi’nde onaylanan ulaşım master planında hatalar olduğu, Isparta ili verileri ile karıştığı ve sayıların birbiriyle tutmadığı verilerin yanlış olduğu Plan Danışmanı diye adı yazılan Prof. Dr. Haluk Gerçek’in kendi ifadesiyle danışman olmadığını belirtmiştir. Ulaşım master planının hatalı ve yanlış olduğu ve bu plana göre yapılan cadde tramvayı ve hatlarının yanlış olduğunu söylemek istiyorum. Mevcut ulaşım master planına göre, ulaşımla ilgili alınacak kararların güvenilir olmayacağını da ayrıca belirtmek istiyorum. Yaptığımız incelemeler neticesinde, mevcut yapılan cadde tramvayı hattının yanlış olmasından dolayı işletmeye açıldığı zaman yeterli yolcu olmayacağı ve işletmenin zarar edeceği görülmektedir. Bir yolcunun öncelikli gidebileceği yerlerin başında hastane, adliye, üniversite ve deniz gelmektedir. Mevcut raylı sistem bu bölgelere ulaşamıyorsa yolcu bu kentte nereye gidecektir?

-Peki bu konunun bir çözümü var mı?

Ulaşım master planı yapılarak uzun erimde raylı sisteme geçilmelidir. Bireysel araç kullanımını caydırıcı, toplu taşımayı özendirici tedbirler alınmalıdır. Eski model otobüslerin yerine yeni model klimalı otobüslerle değiştirilmeli, otobüs sisteminin hizmet düzeyi

iyileştirilmelidir. Kent içi ulaşımında dolmuşların yerine daha fazla yolcu kapasiteli ve her türlü konfora sahip yani model otobüsler devreye alınmalı, dolmuş taşımacılığı kent merkezi dışındaki güzergâhlara kaydırılmalıdır. Antalya’nın turistik yöre olmasından dolayı turizme yönelik toplu taşıma ring sistemleri oluşturulmalıdır. Kent merkezlerinde yapılan veya yapılmak istenen açık veya katlı otoparklar çözüm değildir. Bireysel araç kullanımını özendirmektedir. Kaldırımlar park alanı olmaktan çıkarılmalıdır. Zaman geçirilmeden bisiklet yolları yapılmalı, bisiklet kullanımını özendirilmelidir. 2001 yılında Antalya kent içi ulaşımında, dolmuşlar ara transit aracıydı. Kent içinde otobüslere dönüştürülmesi gerektiğini söylemiş, dönüşmeyen dolmuşların da kent dışında çalıştırılması için oda olarak imza kampanyası başlatmıştık. Bu kampanyamızı Büyükşehir Belediyesi’ne iletmiştik. Antalya’da deniz ulaşımı da göz önüne bulundurularak, deniz ulaşımına önem verilmelidir.

-Klima kullanımı yoğun, enerji tüketimi yüksek bir şehir Antalya. Bu konu uzun vadede sorun yaratacak mı?

Çevre ve enerji sorunlarının hafiflemesinde gelişmiş ülkelerin önlemlerinden biri de enerji tasarrufudur. Gelişmiş ülkelerde de etkin bir enerji tasarrufu için yalıtım öncelikli çare olarak görülmektedir. Enerji Verimliliği Kanunu’na dayanarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından hazırlanan Binalarda Enerji Verimliliği Yönetmeliği, 5 Aralık 2008 tarihinde yayınlanmıştır. Bireysel ısınma ile merkezi ısıtma arasında enerji tasarrufu %10 ile %30 arasındadır. Bin metrekare üzerindeki yeni binalarda enerji kimlik belgesi düzenlenmesi gerekmektedir. Enerji kimlik belgesi binanın yıllık enerji ihtiyacının değişmesine yönelik herhangi bir uygulama yapılması halinde bu yönetmeliğe uygun olacak şekilde yenilenir. Enerji kimlik belgesi düzenleme, düzenlendiği tarihten itibaren 10 yıl geçerlidir. Yapı

kullanım belgesi alınırken bu belge istenecektir. Enerji verimliliğinin en etkin ve kolay uygulanabilir önleminin başında ısı yalıtımı gelmektedir. Binalarda tüketilen enerjinin %75’i ısı enerjisi olarak kullanılmaktadır. Ülkemizde 2000 yılında zorunlu standart haline getirilen ısı yalıtımı, maalesef yeterince uygulanmamıştır. Isı yalıtımı yapılırsa yeni santral kurmaya gerek kalmayacaktır.

-Antalya gündeminde çözüme ulaşılan sorunlar nelerdir?

Gürültü kirliliği ile ilgili yaptığımız çalışmalarda, uçakların pistten yavaş bir şekilde havalanarak yerleşim yerlerine çok yakın bir şekilde seyir etmesi gürültünün yoğun bir şekilde hissedilmesine neden olmaktadır. Uçak mühendislerinin araştırmalarına göre bunun nedeni, uçakların hızlı bir şekilde havalanarak hemen yükselmeleri yerine alçaktan uçuş yaparak ve inişlerde de "Short Kat" (kısa yoldan iniş) uçuş tekniğini tercih etmeleri yakıt tasarrufundan ötürüdür. Bu yöntem oldukça bilinçsiz bir sistemdir. Az yakıt yakmakta, motorun ömrünü arttırmakta ancak gürültüyü çoğaltmaktadır. Bu uygulamalar denetlenmeli uygulamayı sürdürenler için caydırıcı cezalar verilmelidir. Dünyanın birçok kentinde terk edilmiş bir yöntemi kullanmamız doğru değildir. Bu sebeple Güzeloba bölgesinin 6 noktasına ses ölçüm cihazları kurulmuştur. Önümüzdeki sezon bu sorunun yaşanmayacağını düşünüyoruz.

- Başkanlık görevinizin başladığı tarihten bugüne kadar neler değişti?

Kentin sakini değil, sahibi gibi davranarak, sorunlara sahip çıktık, çözüm önerilerinde bulunduk. Görev yaptığım 10 yıl içerisinde ülkemizde, Ağustos 1999’da Kocaeli büyük depremi yaşanmıştır, 21Şubat ve 5 Nisan ekonomik krizleri yaşanmıştır ve bugünde ekonomik kriz devam etmektedir. Bu koşullar içerisinde de şube olarak çalışmalarımızı verimli şekilde sürdürerek gelirlerimizi ciddi şekilde arttırdık. Şube bütçemizde, 2000 yılında tahmini gelir 190.000 TL iken, gerçekleşen gelir 280.000 TL’dir. 2009 yılında tahmini gelir 2.865.000 TL iken gerçekleşen gelir ise 3.067.000 TL olmuştur. Görüldüğü üzere tahmin edilen gelirlerin hep üzerine çıktık. Gelirlerimizi yıl bazında 12 kat artırdık, kendi

hedeflerimizle yarıştık. Bu da gösteriyor ki gelir gider farklarıyla hedefler üstü başarılarla yeni bina yatırımları, üyelere dönük çalışmalar ve personel sayısının artırılmasını sağladık. Bu çalışmalarımızı yaparken hiçbir yerden borç almadık. Merkez aktarmamızı da yaptık. Borcumuz bulunmamaktadır. Şubemizin MMO’na bağlı 18 şube içerisinde üye başı gelirde birinci sırada yer almasını sağladık. Bu dönemde MMO Antalya Şubesi olarak odamıza kayıtlı olmadığını tespit ettiğimiz meslektaşlarımızı üye olmaları için ikna ederek üye sayımızı 800’den 1800’ün üzerine çıkardık. Şube genel kurullarında yap›lanseçimlerde, üye sayısı katılım oranına göre 18 şube içerisinde yine birinci sırada yer aldık. Makina Mühendisleri Odası Antalya Şubesi olarak, mesleğimizi kamuda, özel sektörde, yaşamın her

alanında ön planda tutmaya özen gösterdik, odamızı basında ve her türlü platformda gururla taşıdık. Sürekli büyüyen, üyesiyle barışık, genel merkez kurullarında etkin dinamik bir şube çalışmalarını gerçekleştirdik.

-Bundan sonrası için planlarınız nelerdir?

Ben bugüne kadar aldığım görevlerde aday olmadım. Ne mutlu ki bana, meşlektaşlarım beni aday gösterdi. “Siyasete atılacak mısınız?” sorusuyla çok karşılaşıyorum. Ben siyasetten hiç kopmadım zaten. Siyasete 1978 yılında başladım. Şuanda da içindeyim. Gelecek dönemde hayat ne gösterir şimdiden bilemem ama birikimlerimi farklı görevlerimle yıllardır Antalya için paylaşıyorum. Bundan sonrasında da böyle olacağını düşünüyorum.

Mustafa KARAMAN kimdir?

1956 yılında Ermenek’te doğdu. İlköğretimini Karaman’da tamamlayan Mustafa Karaman, liseyi Adana’da bitirdi. 1980 yılında Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Makina Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü’nü bitirdi. 1980 yılında kendi şirketi olan GÜNSU’yu kurarak çalışma hayatına başladı. 1989 yılında GÜNSU Enerji Sistemleri – Konfor Tesisleri Sanayi ve Ticaret A.Ş’yi kurdu. Halen şirketin yönetim kurulu başkan vekili ve genel müdürü olarak görev yapmaktadır.

1991 yılında GÜNSU Su Kimyasalları Sanayi ve Ticaret A.Ş’yi kuran Karaman, şirketin yönetim kurulu başkan vekilliğini yürütmektedir. Karaman, Antalya Organize Sanayi Bölgesi’nde 2004 yılında kurulan Fipol Plastik Sanayi ve Ticaret A.Ş’de yönetim kurulu üyesidir.

1992 yılında Makina Mühendisleri Odası (MMO) Antalya Şube Yönetim Kurulu Sekreteri oldu. 1994-1999 yılları arasında MMO Antalya Şube Yönetim Kurulu Başkan Vekili görevini yürüttü. Mustafa Karaman, 1999 yılından bu yana Şube Başkanı olarak görev yapmaktadır. Ulusal düzeyde gerçekleşen sanayi, tesisat, güneş enerjisi, iklimlendirme, ulaşım, bakım teknolojileri, iş güvenliği, kentleşme ve yerel yönetimler kongrelerinde düzenleme ve yürütme kurullarında görev aldı.

1992-1999 yıllarında Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) meclis üyeliği ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) delegeliği yapan Karaman, 1999-2004 yıllarında ATSO meclis başkan vekilliği görevini sürdürdü. 2004-2009 yıllarında ATSO yönetim kurulu üyesi olan Mustafa Karaman, halen ATSO meclis üyesidir.

1995-2002 yıllarında Antalya Organize Sanayi Bölgesi (AOSB) müteşebbis heyeti üyeliğinde görev alan Karaman, 2002-2004 yıllarında AOSB yönetim kurulu başkan vekilliği yaptı. Çok sayıda sivil toplum kuruluşu ve çevre gönüllüleri derneklerinin üyesi olan Karaman, Antalya Kültür ve Eğitim Vakfı (AKEV) Antalya Üniversitesi mütevelli heyeti üyesidir. 1978-1979 CHP Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulu Üyeliği’nde bulunan Karaman, 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde Muratpaşa Belediyesi ve Antalya Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi seçildi. Mustafa Karaman, evli ve iki çocuk babasıdır.


MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) başkanlığını 25 Ocak’ta ilk kez bir Türk ve Müslüman parlamenter üstlenecek. AKPM Türkiye Delegasyonu Başkanı AK Parti Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu, Demokrat Grubun adayı olarak bir hafta sonra AKPM başkanlığını devralıyor.

“Türkiye için önemli bir gelişmedir. Türk siyasetçilerin bu tür makamlara adaylığı düşünmesi bile çok önemlidir. Artık kendimize güvenimiz var. Türkiye sadece bölgesinde değil dünyada önemli bir lider olma yolunda ilerliyor” diye söze başlayan Mevlüt Çavuşoğlu, aynı zamanda AKPM'nin en genç başkanı olarak görev yapacak.

Bugüne kadar bir Türk’ün geldiği en üst düzey görevi üstlenecek olan Çavuşoğlu, başkanlık koltuğuna oturduktan bir gün sonra “ koltuk” krizinin mimarı İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon’ı ağırlayacak. Merakla beklenen görüşmenin ayrıntılarını paylaşan Çavuşoğlu “Türk misafirperverliğini en iyi şekilde göstererek, mahcubiyet sağlayacağız” dedi.
25 Ocak’ta yapılacak seçimden sonra göreve başlayacak olan Çavuşoğlu yoğun bir çalışmanın ardından görevi devralacağı güne hazırlanıyor. Oturacağı başkanlık koltuğunu Türkiye’nin son yıllardaki ekonomik ve siyasi açıdan güçlenmesiyle, demokrasi ve insan hakları alanındaki gelişmelere bağlayan Çavuşoğlu, “Bunlar olmasaydı, bırakın başkan olmayı komisyon başkanlığı bile vermezlerdi” dedi.

Antalya Milletvekili olan Mevlüt Çavuşoğlu’nun başkanlık görevi Antalya’nın adının öncelikli olarak komisyon üyesi 47 ülke tarafından bilinmesini sağlayacak. İki yıllık özverili bir çalışmanın sonucunu aldıklarını belirten Çavuşoğlu, “Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve Avrupa Birliği’nin kriterleri birbirine çok yakındır. Meclis Başkanlığı’na seçilmiş olmam Türkiye’nin standartlarını bir kez daha değerlendirmemizi sağladı. Düşünülenin aksine Avrupa Birliği’ne uzak bir ülke değiliz. Bizden daha uzak ülkeler üye yapıldı. Şimdi sıra bize geldi” dedi.

Türkiye tarihinde fark yaratacak olan bu başarısının ardından öncelikli görevinin, “İlk defa bir Türk ve Müslüman’ın orada olmasının önemini vurgulamak” olduğunu belirten Başkan, tüm sorularımızı içtenlikle yanıtladı. En büyük çocukluk hayalinin siyaset yapmak olduğunu belirten Çavuşoğlu, hayallerini gerçekleştirirken bir yandan da Türkiye’nin Avrupa hayalini gerçekleştirmiş oldu.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığı için geriye sayımın başladığı bu günlerde Çavuşoğlu’nun heyecanını ve mutluluğunu hissedebiliyorsunuz. Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüştüğümüz Mevlüt Çavuşoğlu ile Türkiye gündemini ve Antalya Milletvekili olmasının Antalya’ya kazandıracağı yenilikleri değerlendirdik.

- Böyle bir görevi yürütecek olmanızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eskiden böyle üst düzey görevler hayal bile edilemezdi. Şimdi ise Türkiye böyle şeylere alışıyor. Güvenlik Konseyi üyeliği, İslam Konferansı Örgütünde Genel Sekreterlik… Türkiye girdiği her seçimde kazanıyor. Bunlar çok önemli gelişmeler. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığına seçilmemiz ise Sayın Cumhurbaşkanının tabiri ile bütün bunların taçlandırılması oldu. Bu görev bir Türk’ün Avrupa’da geldiği en üst düzey görev olacak. 60 yıldır kurucusu olduğumuz ve 2004 yılına kadar ikinci sınıf ülke konumunda bulunduğumuz bir parlamentoya Türk başkan seçilmek gurur vericidir.

- Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı’nın “Türk” olmasının önemi nedir?
Hızla 25 Ocak’taki çalışmalara hazırlanıyoruz. Çok yoğun bir gündem bizi bekliyor. Teşekkür konuşmamda bu göreve gelmeme destek veren herkese teşekkür edeceğim. Parlamenterler Meclisi’nin daha iyi noktaya gelmesi için neler yapılması gerektiğini anlatacağım. İlk defa bir Türk ve Müslüman’ın orada olmasının önemini vurgulayacağım. 60 yılda burada 8 ülke dışında ilk kez bir başka ülkeden başkan çıktı. Bu başkanlık o nedenle Türkler kadar Çekler için de, Slovaklar için de, Ruslar için de önemli. Başkanlık ilk defa 8 batı Avrupa ülkesi tekelinden çıkıyor.
-Göreve başladıktan sonraki programınız nasıl ilerleyecek?
Elbetteki çok yoğun bir program bizi bekliyor. Görevi devraldıktan sonra dönem başkanı İsviçre Dışişleri Bakanı gelecek. Onunla görüşeceğiz, öğle yemeğimiz var. Ertesi gün Yunanistan Başbakanı Papandreu’yu ağırlayacağız. Ondan sonra da İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon ile Filistin Dışişleri Bakanını ağırlayacağız. Ortadoğu raporu görüşülecek. Bu raporlar görüşülünce o ülkelerden temsilciler de katılıyor. Konuşup düşüncelerini aktaracaklar. Salı günü sanırım öğlen yemeğinde de beraber olacağız.
-Merakla beklenen bir görüşmede Sayın Ayalon’u nasıl ağırlayacaksınız?

Tabiiki Ayalon’la yapılan görüşme kurumsal bir görüşme olacak. Biz de onu en iyi şekilde ağırlayacağız. Avrupa Konseyi protokol anlayışında onun yaptığı gibi saygısızlık yok. Hayat güzel tesadüflerle doludur. Türkiye’nin denetimden çıkmasına neden olan raporu veren Hıristiyan demokratların başkanına onur ödülünü de biz vermiş olacağız. Biz Türk misafirperverliğini en iyi şekilde göstererek, mahcubiyet sağlayacağız.

-2 yıllık görev sürenizde neler planlıyorsunuz?
Hangi ülkeleri ziyaret edeceğimizi belirlemeye çalışıyoruz. Üye olan ülkelerin dışında üye olmayan ülkelere de gideceğiz. Parlamenter Meclise davet edeceklerimiz olacak. ABD Başkanı Barack Obama veya Clinton’ı düşünüyoruz. Mevcut sorunlarımız var. Kıbrıs, Gürcistan, Rusya-Ukaryna, Belarus, Azerbaycan ve Ermenistan. Bunların çözümü için destek çalışmaları yapacağız. Avrupa Konseyi kurumları arasında diyalog sorunları var. Bunları güçlendirmek gerekiyor. Öncelikli başlayacağımız işler bunlar olacak.

- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne en çok dosya gönderen ülkelerden biriyiz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
En çok dosyası olan ikinci ülkeyiz. Birinci sırada da Rusya var. Türkiye olarak yasal düzenlemeler yapmaya devam etmemiz gerek. Esas sıkıntı budur. Son yıllarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki dosya sayısında çok ciddi azalma var, ama eski başvurular nedeniyle hala ikinci sıradayız. Başta Anayasa olmak üzere yasal düzenlemeler gerek. Bizim Anayasamız pek çok hak ve özgürlük alanında engel. Bizim bir de ara mahkemeler, çözüm mahkemeleri kurmamız gerek.
Türkiye’nin geldiği nokta ile bugün gelinen nokta arasında büyük fark var. Sorunlar var ama gelişme de var. Bu bizim niyetimizi gösteriyor. Türkiye’nin ekonomik siyasi güçlenmesi, en önemlisi demokrasi insan hakları konularındaki gelişmeler olmasaydı bırakın başkan olmayı komisyon başkanlığı bile vermezlerdi.

-AB sürecininde nereye geldik?

Türkiye’nin kararlılık ve çalışmalarında hiçbir gerileme yok. Aksine ciddi bir atağa geçtik. AB müzakereciliği için Devlet Bakanlığı oluşturduk. Yasası da çıktı. Hem dışarıda ilişkiler daha da güçlendiriliyor hem de içeride ciddi bir yasal düzenleme için faaliyet var. 2007’deki seçim nedeniyle bir yavaşlama oldu ama şimdi durum tersidir. Asıl AB tarafından çıkan problemler var. Bir dosya açıyorsunuz Kıbrıs gibi haklı olduğumuz konularda 8 başlığı rafa kaldırıyorlar. Ama dikkat edin 7-8 aydır bu konuda da ses yok. Beklemedeyiz. Sapmamız yok. Eksen tartışması gibş suni bir gündem özellikle pompalanıyor. ABD’de bir köşe yazısı çıkıyor. Küçümsemiyorum ama bunun karşısında da 10 tane başka makale var. Onları görmüyoruz. Olayın diğer boyutlarını görmüyoruz. Türkiye 8 yıldır aynı şeyi yapıyor. Bir yandan AB süreciyle uğraşırken bir yandan da Suriye ile ilişkileri düzeltmeye çalışıyoruz. Rusya ile ilişkilerimiz güçleniyor. İran’la yıllardan bugüne gelen ilişkimiz var. Türkiye’de eksen kayması yoktur. Tersine Türkiye’nin politikası bu olmalı. Kimse ihmal edilmemeli. Bu AB’nin de ABD’nin de istediği şeydir aslında. Türkiye rüştünü ispatladı, bu ilişkileri güçlendirmek de ülkenin yararınadır. Bunlar birbirini tamamlayıcı politikalar ve Türkiye’nin konumu, tarihi durumu, coğrafi yapısı, sosyal bağları ile böyle bir politikayı izlemesi gerekir.

-AB sürecinde öncelikle hangi konu gündeme alınmalıdır?

Türkiye’nin Avrupalı olup olmadığı tartışmalarına burada noktayı koyuyoruz. Bizim öncelikle sivil bir anayasaya kavuşmamız gerekmektedir. Türkiye’deki pozitif gelişmeler Avrupa Birliği’ne giden yoldaki olumlu adımlardır. Bu anayasaya rağmen şuana kadar yapmak istediğimiz her şeyi yaptık ama bundan sonra yapmak istediklerimizin önündeki en büyük engel mevcut 12 Eylül anayasasıdır. Bunu yaparken de Venedik Komisyonu’ndan yararlanmak istiyoruz. Akademik dünya, hukukçular, barolar ve Sivil Toplum Örgütlerinden oluşan bir komisyonla yeni anayasayı belirlemeliyiz. Şuanda muhalefet partileri buna destek vermese de biz bu süreçten vazgeçmemeliyiz. Gerekirse işi halkımıza götürmeliyiz. Yapmamız gereken şeylerin önündeki en büyük engel mevcut anayasadır. Buna siyasi parti kapatmalar, özgürlükler, dini azınlıkların durumu, Alevi kardeşlerimizde dahil hangi açıdan bakarsanız bakın en büyük engel mevcut anayasadır. Türkiye’nin ne kadar güçlü bir ülke olduğunu bir göremeyenler var. Birde görmek istemeyenler var.

-AKPM Başkanlığınızın Antalya’ya etkileri ne yöne olacak?

Öncelikle biz bugüne kadar beş tane komisyon veya siyasi parti toplantısı yaptık. 150 milletvekili bu toplantılara Avrupa’dan katıldı, 50 milletvekili de Asya ve Ortadoğu’dan katıldı. Antalya’ya gelen milletvekillerinin sonradan tatil içinde yakın çevreleriyle beraber Antalya’ya geldiklerini görüyorum. Antalya’nın tanıtımı açısından da önemli bir fark yaratılmış oldu. Herkes benim Antalya Milletvekili olduğumu biliyor. Antalya’daki turizmin gelişmesi için hem uluslar arası düzeyde hem de ulusal düzeyde proje bazında çalışmalarımız var. Antalya’daki altyapı ve yatırım çalışmalarını başından beri takip ediyoruz. Yurtdışına gittiğimizde gördüğümüz çalışmaların bir kısmını da Antalya’ya bugüne kadar getirdik. En önemlisi de Antalya’nın ulaşımıydı. Antalya ve çevresinin yolları şuanda düzelmiş durumda. Gittiğimiz ülkelerde baktık ki deniz kirliliği hiç yok. Arıtma ve kanalizasyon altyapısında ciddi yatırımlarımız oldu. Yaz turizmini, kış turizmini ve golf turizmini ön plana çıkararak şimdilerde de kayak turizmi üzerine çalışmalara başladık.

-Antalya’daki Patara Antik Kenti’nde bulunan tarihin ilk meclis binası bugünlerde Avrupalı Parlamenterleri ağırlamaya hazırlanıyor. Bu projede ne aşamaya gelindi?

Bu proje Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir projesidir ve her türlü finansal kaynak buradan sağlanmaktadır. Patara’da bulunan meclis binası tarihteki ilk ve tek yapıdır. Meclis üyeleri burada toplanır, kararlar burada alınır. Ve her yıl için bir Lykiarkh seçilir. Lykiarkh birliğin ve meclisin başkanıdır. Görevi, toplantıları yönetmek ve alınan kararların uygulanmasını sağlamaktır. Dolayısıyla biz Patara'da uygarlık tarihinin en mükemmel cumhuriyeti diye tanımlanan meclisine sahip oluyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi de bunun bakım onarım restorasyonunu üstlendi. Patara Meclis Binası, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun 90. yılında 29 Ekim 2010'da gerçekleştirilmesi amaçlanan tüm dünyadaki “Dünya Meclis Başkanları Büyük Toplantısı”na ev sahipliği yapabilmesi için hazırlanıyor. Daha önce Köksal Toptan Bey zamanında çalışmalara başlanmıştı ve şimdiki Meclis Başkanımız Mehmet Ali Şahin Bey’de bu projeye çok önem verdi ve devam ettiriyor.

-Antalyalıların “Antalya, Ankara’da hak ettiği gibi görülmüyor” söylemlerine katılıyor musunuz?

Antalya yıllarca Türkiye ekonomisine ve turizmine hizmet etmiştir. Ama Antalya bunun karşılığında hizmet alamadı. Bizim iktidarımıza kadar bu böyleydi. Biz geldiğimizde Antalya’da 30 yıldır elektrik altyapısıyla ilgili çalışma yapılmamıştı. Antalya’nın merkezinde bile her yağmur yağdığında sel felaketi yaşanırdı. Öncelikle altyapıya çok yatırım yapıldı. Antalya’nın merkezinde arıtma sistemi yoktu. Şimdi hem Lara’da hem Konyaaltı’na yapıldı.

Antalyalı yatırımcıların bazılarının şirket merkezleri Antalya’da olmadığı için vergi kaybı yaşandığını belirtenler de var. Haklı olarak şunu söyleyenlerde var. Aldıkları yardımın kış nüfusuna göre olduğunu ama yazın her şeyin değiştiğini özellikle belirtiyorlar. Bunlarla ilgili bir düzenleme olması lazım diye düşünüyorum. Artık Ankara’dan görülen bir Antalya var. Sayın Başbakanım 30 defa Antalya’ya gelmiştir. Birçoğu da açılışlar içindi. Ne istediğini ve ne zaman istediğini bildikten sonra Antalya bunun karşılığını hep alıyor ve alacaktır da…

-2010 yılını turizm sektörü açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Geçen yıl kriz döneminden dolayı yaşananlar ortadadır. Otel işletmeleri fiyatlarını çok aşağı çektikleri için hata birazda kendilerindeydi. Biz onlara her yıl söylüyoruz. Tanıtım desteği de veriyoruz, KDV desteği de veriyoruz, altyapı desteği de verdik. En ufacık çalkantıda fiyatlarda inanılmaz düşme oldu, kendi aralarında da acımasız bir rekabet oluştu. Türkiye’ye gelen turist sayısında azalma olmamasına rağmen elde edilen gelirde ciddi düşüş yaşandı. Daha önce de kuş gribi zamanında fiyatları düşürmüşlerdi. Piyasanın dengelenmesi yıllar sürdü. Bu yılda aynı şey yaşandı ve şimdi nasıl telafi edileceği tartışılıyor. Fiyatların kesinlikle aşağı çekilmemesini temenni ediyorum. Fiyat konusunda biraz daha dirayetli olmalarını bekliyorum.

Avrupa Konseyi nedir?

Avrupa Konseyi’nin ingilizcesi “Council of Europe” dur. 1949 yılından beri toplanan, Avrupa çapında başta hukuk ve insan haklarının korunması, eğitim, kültür alanlarında anlaşmalar kabul eden, hükümetlerarası bir kuruluştur. Avrupa Birliği'nden farklı bir örgütlenmedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Avrupa Konseyine bağlıdır. Avrupa Konseyi'ne Belarus, Kazakistan, Kosova ve Vatikan hariç tüm Avrupa ülkeleri üyedir. Oysa Avrupa Birliği sadece 27 üyeli bir ekonomik birlikteliktir. Avrupa Konseyi'nin Avrupa Birliği ile karıştırılmasının en önemli sebebi olan Avrupa bayrağı, esasında Avrupa Konseyi'ne aittir. Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi'nin izniyle aynı Avrupa bayrağını kullanmaktadır.

5 Mayıs 1949’da 10 ülke-Belçika, Danimarka, İtalya, Lüksembourg, Hollanda, Norveç, İsveç ve İngiltere - merkezi Strasbourg olmak üzere Avrupa Konseyi’ni kuran antlaşmayı imzalamışlardır. Şu an Avrupa Konseyi'nde 47 üye ülke bulunmaktadır.

Türkiye anlaşmayı 1949 yılında imzalamıştır. Konsey'in çalışma alanları, insan hakları, medya, hukuki işbirliği, sosyal dayanışma, sağlık, eğitim, kültür, spor, gençlik, yerel demokrasiler, sınırötesi işbirliği, çevre ve bölgesel planlamadır.

Kurum AB ile ilşkisi olmayan uluslararası bir teşkilattır. Ancak AB ile yakın işbirliği içindedir.

Mevlüt Çavuşoğlu Kimdir?

Mevlüt Çavuşoğlu, 5 Şubat 1968 Alanya doğumludur.İlk kez 2002 Türkiye genel seçimlerinde Antalya Milletvekili seçilen Mevlüt Çavuşoğlu 2007’de ikinci kez Antalya Milletvekili seçildiğinden bu yana milletvekilliği görevini aktif biçimde sürdürmekte olup AK Parti ve TBMM bünyesinde dış ilişkiler ile ilgili önemli görevler üstlenmiştir. Mevlüt Çavuşoğlu, AK Parti kurucu üyesi ve Dış İlişkiler Koordinatör Başkan Vekili’dir.Çavuşoğlu, AK Parti Dış İlişkiler Koordinatör Başkan Vekili olarak partinin uluslararası temaslarını sürdürüp geliştirmekte, Avrupa’daki Türk derneklerinin bulundukları ülkelerdeki oluşumlarının kuvvetlendirilmesinde ve gurbetçi vatandaşlarımızın haklarının savunulmasında büyük çaba sarfetmektedir. Türkiye-ABD Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanı olan Çavuşoğlu aynı zamanda, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Türk Delegasyonu Başkanı; Siyasi İşler Komisyonu üyesi, Denetim Komisyonu Üyesi, Belarus Alt Komite üyesi, Göç Alt Komite Başkanı, “1932-1933 Yılları Arasında Ukrayna’da Kıtlığın Sebep Olduğu Kitlesel Ölümlerin Uluslararası Düzeyde Kınanması (Holodomor) ve Eski SSCB’de kitlesel kıtlığın 75. yıldönümü” başlıklı raporun Raportörü ve AKPM’de en büyük üçüncü grup olan Avrupa Demokratlar Grubu Başkan Yardımcısı ve Sözcüsüdür. Daha önce AKPM Göç, Mülteciler ve Nüfus Komisyonu Başkanlığı yapan ve halen Bosna-Hersek eş raportörü olarak görev yapan Çavuşoğlu, Batı Avrupa Birliği Parlamentolar-arası Avrupa Güvenlik ve Savunma Asamblesi (BAB) Türk Delegasyonu Başkanı, BAB Daimi Komisyon ve Siyasi Komisyon üyesidir. İngilizce, Japonca ve Almanca bilen Çavuşoğlu, evli ve 1 çocuk babasıdır.


YUSUF KARAOĞLU

Cuma Sohbeti’nin bu haftaki konuğu yaşantısıyla ve kendine has icatlarıyla roman gibi bir hayat öyküsünün kahramanı olan Yusuf Karaoğlu. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın seçim projesi olan güneş enerjisiyle elektrik üretimini, kendi evinde 12 sene önce hayata geçirmiş olan Karaoğlu’yla tanışmaya gittiğimizde diğer projeleri de en az elektrik üretimi kadar şaşırtıcıydı. Evinin elektrik ihtiyacını güneş enerjisinden karşılayan Yusuf Bey, suyu da tamamen doğal yollarla elde ediyor. Yağmur sularını biriktiren ve kuyu suyu kullanan Karaoğlu, davul adını verdiği ve kendi icadı olan sistemle evin içindeki bütün nemi toplayıp, filtreleyip tekrar suya dönüştürüyor. Karşımızda 4 katlı, 650 metrekare bir ev ve evin içi de en az dışı kadar yaratıcı bir sistemle döşenmiş. Evin dış cephesi tamamen izolasyonla kaplanmış. Zemin katta su deposu ve nemi suya dönüştüren davul sistemi kurulu, ayrıca su arıtma sistemi de yağmur suyunu ve kuyu suyunu içme seviyesine getiriyor, merdivenlerin tırabzanlarındaki korkuluk metalden yapılmış ve içinden sıcak veya soğuk su geçebiliyor. Yazları kalorifer sistemini soğuk suyla çalıştırıp, klima kullanmayan Yusuf Bey kışları da evin tamamını salona kurduğu şömine ile ısıtıyor. Şöminenin bacasına fan tesisatı döşeyen Karaoğlu, her kata sıcak hava üfleyen bir sistem kurmuş. Şömineyle hem su ısıtan, hem havasından hem de dumanından faydalanan Karaoğlu’nun aydınlatmada kullandığı ışıklar sadece 1 volt ve kendi icadı olan SMD ampul denilen bir sistemle aydınlanıyor yani günümüzün LED teknolojisinin bir üst versiyonu… Salondaki koltuklar arabadan yapılmış. Ama araba koltuğu demiyorum, arabanın dış kaportası koltuk yapılmış demeliyim belki de… 1959 model Chevy bir arabanın bagajının bu kadar şık bir koltuğa dönüşebileceğine inanmazdım. Çatı katında 12 yaşından beri biriktirdiği maket araç koleksiyonunun en özel parçaları sergileniyor. 150 bin maket araç biriktiren ve bunları geçtiğimiz yıllarda özel bir firmaya satan Karaoğlu, koleksiyonunun en özel parçalarını kendisi için saklamış. 3,5 metreye 2,5 metre büyüklüğünde bir maket şehir yapan ve bunu 10 yılda tamamlayan Yusuf Bey’in bu maket şehri de İzmir Torbalı’daki müzede sergileniyor. Teras da güneş enerjisini elektriğe çeviren güneş kollektörleri yönlerini güneşe göre kendileri ayarlıyor. Çatıdaki tek bir rüzgâr pervanesiyle de enerji üretimine destek sağlanıyor. Yani doğadaki hiç bir şey ziyan edilmemiş. Evin garajında ise iki tane uçakla karşılaşmak inanın kelimelerin yetersiz kaldığı bir andı. Flying Inflatable Boat yani bir tane uçan bot bir tane de mikrolight uçağın bulunduğu garajda Yusuf Bey Antalya ve çevresini havadan izliyor. Eşi Gülseren Hanım’da Türkiye’nin ilk ve tek mikrolight uçak kaptanı… Bu sayede hem spor yapıyorlar hem de evlerine uçarak gidiyorlar diyebiliriz.

Yusuf Karaoğlu, hepimizin bildiği Robinson Crusoe’nun hayatını, kendi ürettiği elektrik ve suyla adeta şehrin ortasına taşımış. Otomobil yarış sektörü üzerine uzun yıllar yurtdışında çalışan, Antalya’daki ilk offroad sürüşlerini başlatan ve yaşamında 17 tane klasik arabanın sahibi olan Karaoğlu’nun Chevy, Cherlovet, Mustang arabaları şimdilerde müzelerde sergileniyor ama bu evi de gezerken bir müze geziyormuş hissine kapıldığımı söylemeliyim. Güneşsiz havalarda bile 3 günlük elektrik üretimini karşılayabilen bu sistemi sizlere tanıtabilmek amacıyla yaptığım söyleşi de Yusuf Bey’le çocukluğundan başlayan bir yolculuğa çıktık. Yusuf Karaoğlu’nun maceralarla dolu hayat hikâyesi 12 yaşında tek başına Amerika’ya gitmek istemesi ve uçaktan kelepçelerle indirilmesiyle başlıyor. İşte ondan sonrası…

Amerika’ya Kaçış

Ailem Almanya’da, ben anneannemle Ankara’da yaşıyordum. Asker ailelerinin çocuklarıyla arkadaşlık ediyordum o yıllarda. Arkadaşlarımda yurtdışından gelen dergiler olurdu, onlardaki uçak ve helikopter resimlerine bakardım. İlkokuldayken arkadaşımın evindeki dia gösteriminde uçakları izleyince merak etmeye başladım. Helikopteri sadece dergideki bir resimde görmeme rağmen, 10 yaşımda Türk Hava Kurumu’nun açtığı model uçak yarışmasında strafordan ve meyve kasalarından yaptığım helikopterim birinci seçildi ve beni Amerika’ya davet ettiler. Aylarca para biriktirdim. İnşaatlardaki çivileri çekiçle düzeltir satardım, 12 yaşımdayım. Okuldaki hocalarımda yardımcı oldular ve nihayet pasaport çıkarttım. Uçak biletimi aldım ve Amerika’ya giden uçakta koltuğuma oturdum. 364 dolara uçak bileti almıştım hiç unutmam. Gece gündüz çalışarak para biriktirmiştim. Babam da benden 6 aydır haber alamadığı için arkadaşımı arıyor. Onlarda Amerika’ya gitmek üzere olduğumu söyleyince uçağa polisler girdi ve kimlik kontrolüne başladılar. Adımı öğrendikleri gibi beni kelepçeleyip uçaktan indirdiler. 12 yaşında Amerika’ya gitme maceram böylelikle

son buldu. Gene ellerim kelepçeli bu sefer beni Almanya uçağına bindirdiler. Almanya’da babam karşıladı beni ve başladı azarlamaya. Tren garında bir yandan bağırıyor bir yandan da bana bir tokat attı ve o anda bir tren hareket etmek üzereydi. Babamın elinden kurtulmamla hareket eden trene binmem bir oldu. 12 yaşındayım ve Hamburg trenine binmiş oldum. Almanlar aslında kimseyi kabul etmez ama babam benim elimden parayı almasın diye her iki çorabımın altına da 100 dolar saklamıştım. 1967 yılında Almanya’ya girişim böyle oldu. O kadar açım ki, bir ekmek fırınından ekmek aldım ve kadına 100 dolar uzatınca kadın da şaşırdı. Trenle bir limana indim. Çalışacak bir yer ararken yaşlı bir Alman amcayla tanıştım. Çat pat İngilizceyle çalışmak istediğimi söyledim, bana “ sen daha küçüksün” dedi. Adamı ikna etmeyi başarınca elime bir zımpara verdi ve geminin güvertesinde çalışmaya başladım. Beni sonradan kendi oğlu gibi sevdi. Yıllarca yanında çalıştım. Yaşım küçük olduğu için okula gitmem gerekti. Beni okula da gönderdi. Hem okula gittim, hem çalıştım, hem de adamın evinde kaldım. 1976 yılına kadar hiç boş vaktim olmadı, çocukluğum hep çalışmakla geçti. Okulda da çok başarılı bir öğrenciydim. Hocamla beraber güneş panelleri üzerine çalışıyorduk.1976 yılında bir yarışmayı kazandım ve beni iki haftalığına Hindistan’a gönderdiler. Hindistan’da gezerken baktım orada çocuklar bisiklete benzer bir şeyi elleriyle çeviriyorlar ve küçük de bir dinamo yapmışlar. Onunla şimdiki beyaz led ışıkları meydana çıkartmışlardı. Hindistan’da yıl 1976. Dünya’nın en büyük teknolojisine ben orada rastladım ve birkaç şey alıp Almanya’ya geri döndüm. Avrupa’da bu teknolojiyi geliştirmek istedim ama Avrupa’da parçasını bulamadım. Avrupa’nın her yerini aradım, yok. Tekrar Hindistan’daki şirketi buldum ve onlardan ‘LED’leri aldım ve geliştirdim. Japonya’da daha güçlülerini buldum onları da aldım. Şu anda kullandığım ışıkların orta aydınlatması 1 volt etrafındaki dekor mili amperle çalışıyor. Ve ömrü de 50 yıl.

Bu çalışmalarım sonucunda 1976 yılında Philips firmasına ilk defa günümüzdeki tasarruflu ampullerin patentini satan benim ve böylelikle de hayatım değişti.

-Bu sistemi ilk gördüklerinde çevrenizden nasıl tepkiler aldınız?

Antalya’ya 12 yıl önce yerleştim ve bu sistemi de kurmuş oldum. O yıllarda evimizin karşısı daha bir ağaçlık ve çalı çırpı doluydu. Çatıdaki güneş kolektörleri güneşi takip eder hem dönüş yapar hem de yatay- dikey olarak konum değiştirir. Şikâyet olmuş. “Buraya bir adam yerleşti. Çatısında bir şeyler var hareket ediyor. Bu adam havalimanına suikast düzenleyecek galiba, dünyayı dinliyor olabilir” demişler. Askeriye’nin olaydan haberi oluyor ve benim evin karşısında pusuya yatmışlar. Hâlbuki gördükleri çatıdaki güneş kolektörlerinden başka bir şey değil. İşte bugünlerden buralara geldik. O yıllarda bu sistemin maliyeti 50 bin marka mal oldu.

-Yasalar bu konuda ne diyor?

Yasalar kendi elektriğini insan kendi üretebilir ama satamaz diyor. Ben de kendim için kullanıyorum zaten o yüzden kanunen bir problem yok. Belirli bir kapasitede üretip kullanabilirsiniz. Ama ormandaki bir nehri çevirip oraya santrifüj koyup elektrik üretmek ayrı bir şey o zaman devletin suyunu kullandığınız için kira ödemelisiniz. Ama ben güneşi kullanarak ürettiğim için sorun yok. Elektrik ve su saatlerimizi bozuk zannedip söküyorlardı o yüzden arada onu da kullandık. Ama son yıllarda biraz daha alıştılar.

-Su ihtiyacınızı da doğaya bırakmışsınız, değil mi?

Yağmur sularını topluyorum, yeraltında filtreleyip arıtıyorum. Aynı zamanda da kuyu suyu kullanıyorum. Başka türlü doğayı nasıl koruyacaksınız. Ben burada Robinson Crusoe’nun hayatını yaşıyorum. Antalya’da elektrik varmış, yokmuş, su kesikmiş beni ilgilendirmiyor.

-Peki yeni teknoloji nasıl uyum sağlıyor bu sisteme?

Lambalarım toplamda 12 volt ama elektrikli aletler 220 volt. Televizyon, buzdolabı, bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, bilgisayar hepsini kullanıyorum. İnvertörlerle akülerden aldığım enerjiyi 220 volta çıkarıyorum.

-Isıtma sisteminiz de çok yönlü kurulmuş, sistem nasıl işliyor?

Şömine hem havayla evin tamamını ısıtıyor. Radyatörleri ve sıcak suyu ısıtıyor ayrıca fan sistemiyle de havalandırma ve ısıtma sağlanıyor.

-Yurtdışında hep teknolojiyle ilgili işlerde mi çalıştınız?

Ben aslında otomobil testleri üzerine çalıştım. Bütün çıkan otomobiller ilk bana gelirdi. Türk otomobilleri hariç bütün çıkan otomobilleri test etmişimdir. 2000’ e yakın otomobil denedim. Bütün bunların içinde karakterini hiç değiştirmeyen ve en oturaklı model bana göre Porsche arabalardır. Doğduğu günden beri hep aynıdır.

-Maket merakınız nasıl başladı?

Çocukluğumdan beri meraklıyım. Türkiye’ye klasik arabaların orijinal koleksiyon modellerini getiren ilk benimdir. Türkiye’de o zamanlar maket araçlar hiç bilinmiyordu. Evimde tabanın tamamı camdı ve trenler çalışırdı. Camın üzerinde yürüyordunuz. Trenler buharlarını çıkarır, ışıkta durur, öne giderken ön lambaları geri giderken geri lambaları yanar, çalışan arabalar kuruluydu. Kırmızı da dururlar trenler geçer, tekrar hareket ederlerdi. Bir tek insanları çalıştıramadım. Onun dışında her şeyi çalıştırdım. Bu maket şehri kurmak için 3,5 metreye 2,5 metrelik bir masam vardı ve saç telinden daha ince kablolarla 29 bin metre kablo kullandım. Bütün ayrıntılarıyla bir şehir kurmam on yılımı aldı. Caddelerdeki radar arabalarından, gazete okuyan insanlara, evin içindeki ışıkların tamamı yanıyor ve aktif, sokak lambaları, çamaşır asan kadından tutunda aklınıza ne gelirse vardı. Aynı anda 29 tren çalışırdı. Hiç biri birbirine çarpmaz. Hepsi de aynı hatları kullanır, vagonlarını bile kendileri bırakırlardı. İşte bu maket şehir şimdi müzede sergileniyor. Bu şehri yaparken elimde kablolarla masanın altında uyuduğumu çok bilirim.

-Bu kadar emeğe karşı müzeye vermeniz de ayrı bir cesaret sanırım…

Bıkarsınız her şeyden, her şeyin bir ömrü vardır. Zamanı gelince bıkıyorsunuz. 44 yıllık 1959 model Chevrolet arabam vardı. Fabrikadan çıktığından daha temizdi. Geçen ay Bolu’daki bir meraklısına verdim. O da evin duvarını yıktı. Arabayı evin ikinci katına koydu. Arabayı kaça sattığınız değil değer bilen biline vermeniz önemli… Maket şehri de o yüzden müzeye verdim. 2000 yılından beri maket yapmıyorum.

-Şimdi ne yapıyorsunuz?

Benim en büyük hayalim uçmaktı. Bu hayalimi de 50 yaşımda gerçekleştirdim. Şu ana kadar

Flying Inflatable Boat yani uçan botla ve mikrolight uçağımla 400 saat uçtum. Kullandığım uçak şu anda Türkiye’deki en süratli mikrolight uçak saatte 140 km hızla gidiyor. 100 metrelik bir alan havalanmamız için yeterli. Türkiye’de bu uçakları kullanan 130 kişi var. Aslında yaygın ama Antalya’da bir tek ben varım. Antalya’da offroad kültürünü oluşturan, gençleri sokaktan toplamak için spora yönlendiren ve araba yarışlarını düzenleyen kişi de benim. Boğaçayı’nı ben arabayla geçiyorum, Beşkonak nehrini arabayla geçiyorum, hala kum tepelerinde altımdan arabalar geçerken ben 30 metre havalanıp üstlerinden geçerim. Adrenalim tutkusunun yaşla alakası yoktur. Macerayı seven bir yapım var ve kendimi bildim bileli de hep adrenalini yüksek işlerle uğraştım. Şimdi son merakım da bir çeşit helikopter olan cayrokopteri yapacağım. Pervaneye elinizle hız verip arabayla çekerek hız kazandırıyorsunuz ve pervane durana kadar uçabiliyorsunuz. Birkaç ay içinde Türkiye’deki ilk cayrokopteri’de ben yapacağım. Yani döner kanatlı tek hava aracı olacak.

Yusuf Karaoğlu Kimdir?

1955 Çorum doğumlu olan Karaoğlu, 12 yaşına kadar Ankara’da yaşadı. 12 yaşından itibaren Hamburg ve Frankfurt’da yaşayan Yusuf Karaoğlu icatlarıyla beraber 1978 yılında tekrar Türkiye’ye gidip gelmeye başladı. 1996 yılında ticarete atılan ve Mega Model şirketinin sahibi olan Karaoğlu 2000 yılında kesin dönüş yaptı. Havadaki nemi sıcak suya çeviren davul sistemini ve SMD teknolojisi aydınlatmayı keşfeden ve kullanan Karaoğlu, uçaklara olan merakıyla da Antalya’nın tek mikrolight pilotu.


İLKER BALBAY

“Sanus Per Aquam (SPA)” yani “su ile gelen sağlık” ve “sağlıklı olmak” anlamında kullanılan “Wellness” sözcükleri hayatımıza girdiğinden beri güzellik ve sağlık için neler yapabileceğimizi de öğrendik.

Peki, bu “suyla gelen sağlık” nereden geliyor hiç düşündünüz mü? İşte bu hafta bu sorunun yanıtını aradık. Yıllar boyu, doğal kaynak suları pek çok hastalığı iyileştirmek için, dâhili ve harici olarak kullanıldı. Eski çağlarda da şifalı sular mistik yönden büyük anlamlar taşıyor, bu sularla, iyileşme ve rehabilitasyon merkezlerinde, doktor denetiminde hidroterapi yapılıyordu. Bu ortamlar sadece tedavi açışından değil aynı zamanda sosyal birliktelik ve eğlenme açısından da önem taşıyordu.
Mısır, Asur ve Mezopotamya medeniyetlerinde kaynak sularının iyileştirici özelliğinin spritüel yani doğaüstü bir güç olduğuna inanılırdı. Japon, Çin, Yunan ve Roma medeniyetlerinde savaşlardan yorgun ve perişan dönen askerlerin yaralı bedenlerini iyileştirmek için inşa ettirdikleri banyolardaki tedaviye o dönem "Sanus Per Aquam" , ‘sudan gelen sağlık’ adı verilirdi. Sıcak su, yorgunluk gidermek, yaraların daha hızlı iyileşmesi ve enerji kaybının giderilmesi için kullanılıyordu. Hatta bu dönemde aynı sebeple Belçika’da kurulan, 14. yüzyılda meşhur olan ve günümüze dek gelen Spa isimli bir şehir de kurdular.
Sularla tedavide, fiziksel ve zihinsel ilişkinin varlığını kabul eden ilk medeniyet olan Eski Yunanlılar, kaynak sularının çevresine suyla iyileşme ve yenilenme merkezleri kurdular. Romalılarsa zamanla banyo kültürünü geliştirerek tedaviden çok bunu bir yaşam tarzına dönüştürdüler.

Günümüzdeyse Spa merkezlerinde olmak, buralarda çeşitli bakımlar yaptırarak vakit geçirmek çok moda. Son yılların trendi olan Spa & Wellness merkezlerinin en yoğun müşterisi elbette ki kadınlar. Özellikle Rus turistlerin yoğun ilgi gösterdiği Spa merkezlerini Antalyalıların da günlük yaşantısına dâhil etmek isteyen İlker Balbay, şehir merkezindeki Spa Plaza’nın yapımına başladı. Bahar aylarında faaliyete geçmesi planlanan tesisin Antalyalıların hayatına renk katması planlanıyor.

Spalardaki tedaviler, ıslak terapiler (hidroterapi), kuru terapiler (masajlar, vücudun sarılıp sarmalanması), zindelik terapileri (oksijen teneffüsü) ve güzellik terapileri olarak sınıflandırılabilir. Bir spa merkezinde genellikle bir sauna, buhar odası ve spa havuzu bulunuyor.

Son yıllarda dergilerin güzellik ve sağlık bölümünde işlenen başlıca konulardan birisi "SPA" ve "SPA Bakımları" oldu. Peki, gerçekten SPA nedir, ne değildir? Bu sorunun yanıtını Balbaylar Spa & Wellness Yönetim Kurulu Başkanı İlker Balbay’a sorduk, tarihçesinden çeşitlerine SPA hakkında bilmek istediğiniz her şeyi derledik.

-Spa & Wellness sektörüyle nasıl tanıştınız?

1990 yılında Türkiye’deki ilk spa merkezi Antalya’da açıldı. O yıllarda Romenlere ait olan Anna Aslan Spa merkezinde terapist olarak çalışmaya başladım. O dönem Antalya’da geriatrik (yaşlılık) tedavi ve Spa terapileri aynı yerde yapılıyordu. Çalışmaya başladıktan sonra bu işin nasıl yapıldığını görmek için Romanya’ya da gittim ve 1992’de Club Salima Beldibi otelde kendi işletmemi açtım. Şu anda Antalya’da 6, Bulgaristan’da da 8 tane Spa işletmemiz bulunuyor.

-Neden başka bir ülke değil de Bulgaristan’ı seçtiniz?

O dönem Bulgaristan’la bağlantı kurduk ve onlarla iş yaptık. Ama Bulgaristan’la iş yapmak çok zor… Bulgaristan’da aslında bizimle beraber böyle bir işletmeyle tanıştı ama işler çok zor ilerlediği için yeni yatırımlarımızı gene kendi ülkemize yapmaya karar verdik.

-Spa & Wellness sektöründe bu işi en iyi yapan ülke neresidir?

Bu sektörün en iyileri Amerika’dadır. Ama Türkiye’de son yıllarda atağa kalktı. Bu işin en önemli boyutu uluslar arası boyutudur. Turizmdeki gelişmeler maalesef bu sene de iyi değil. Avrupa’ya açılmak bizler için kaçınılmaz gibi görünüyor.

-Sektörün en önemli sorunu nedir?

Kalifiye eleman sıkıntımız en ciddi sorunumuz. Milyon dolarlık oteller yapılıyor ama Spa işletmelerinde çalıştıracağımız eleman bulamıyoruz. Elemanlarımızın tamamı sertifikalı olmak zorunda, mutlaka ileri düzeyde yabancı dil bilmeleri gerekiyor. Yabancı uyruklu vatandaşların Türkiye’de devamlı çalışmasında bir sürü sorun var. Bizim kendi vatandaşlarımızın da bu konuyla ilgili yeterli donanımı ve eğitimi yok. Spa merkezlerini dünya’ya açacağız diyoruz ama çalıştıracak eleman yok. Adnan Menderes Üniversite’sinde bulunan iki yıllık Cilt Bakımı ve Kuaförlük M.Y. O’nu Antalya’ya alalım istiyoruz. Bu işin kalbi Antalya’ysa eğitimi de burada verilmelidir.

-Spa sektörüne getirdiğiniz yenilikler nelerdir?

Sektöre yirmi yıldır hizmet vermekteyiz. Bu süre içinde Türk Hamamında, Sultan Masajı, termal çamur ve kil ile yapılan bakımlar, Cleopatra diye adlandırılan stabilize yosun bakımları, çikolata masajı, kahve ile vücut bakımı yine spa bünyemizde ortaya konan ve yine taze çiçek yaprakları kullanılarak hamamda uygulanan bakımlar bunlardan bazılarıdır. Yine Nefertiti diye adlandırılan taze meyveler kullanılarak yapılan özel arındırıcı bakım ve bitki kökleri, taze çiçek yaprakları ile uygulanan masajlarda bizim uyguladığımız farklı masajlardan diyebilirim.

-Spa merkezleri de dünyadaki yenilikleri yakından takip ediyor mu? Son yılların trendi nedir?

1000 yıllık tarihi sağlık kültürü olan, volkanik taşlarla gerçekleştirilen uygulama sistemini Türk hamamının otantik atmosferine taşıdık. Sıcak taşların insan bedenindeki bilinen olumlu etkileri Türk hamamındaki geleneksel uygulamalarda doruğa ulaştı Suyun arındırıcı etkisinin, taşların bio-enerjimizi dengeleyen yapısı ile bütünleşmesi; bedenimizin ruhsal ve fiziksel gelişimindeki rolü büyüktür. Volkanik taşlarla Türk hamamında uygulanan özel bakımlar, yosun, kahve, kil ve Fitoterapinin hamamda uygulanmaktadır. Dünyadaki güzellik ve sağlık trendlerini fuarlarda ve gittiğimiz merkezlerdeki uygulamalarla yakından takip ediyorum. Yurtdışında nasıl hizmet veriliyor? Hangi uygulamanın nasıl yapıldığını öğrenmek için yurtdışı seyahatlerim oluyor.

-Antalya’da yapımına başlanan Spa Plaza’da son durum nedir?

Tüm bakım ve hizmetleri bir araya toplayacağımız toplamda 1300 metrekarelik bir kompleks planladık. Spa cafe, Spa market, Spa merkezi ve Spa Akademisi olacak. Buradaki tek amacımız spa işletmeciliği değil Spa Akademisi’nde gelişmekte olan spa sektörüne danışmanlık ve kalifiye personel kazandırılması konusunda eğitimler de vereceğiz. Satış ve pazarlamanın nasıl yapılması gerekiyor, dünyadaki spa trendleri nelerdir konularının merkezi burası olacak. Günümüzde hala “masöz” kelimesinin beraberinde getirdiği izlenimi silmek için uğraşıyoruz. Masaj alternatif bir tedavi biçimidir, hekim kontrolünde yapılmalıdır ve ciddi bir konudur. Bunun altını çizmek gerekir. Biz bu merkezle Antalya’nın sosyal hayatını bir anda değiştirmek istiyoruz. Yaşam tarzı olarak sağlıklı yaşamı tercih eden birinin ayda en az 12 gün spa merkezine gitmesini tavsiye ediyoruz.

-Merkezinizde tıbbi tedaviler de olacak mı?

Spa ayrı bir sektördür, medikal bakım ayrı bir sektördür. Fizik tedavi ve rehabilitasyonla, spa merkezlerini birbirine karıştırmamak gerekir. Biz tedavi etmiyoruz sadece günlük bakım ve sağlıklı yaşam hizmeti veriyoruz.

-Türk hamamı yurtdışında biliniyor mu?

2001 yılında Bali Adası’ndaki bir gezimde gördüm ki, buhar banyosuna hamam diyorlar. Orada bunun hamam olmadığını anlattım ve bizdeki resimlerini gösterdim. Dünya Türk Hamamı’nı tanımıyor. Hamam uygulamasını bilmedikleri için bizim hizmetlerimiz yoğun ilgiyle karşılanıyor. Türk Hamamı’nın dünyadaki bilinirliğini arttırmamız gerekiyor. Bilinen kese ve köpük masajının yanında, Cleopatra Masajı, Sultan Masajı, Hamamda Paşa Masajı, Geleneksel Roma Masajı ve Bendes Hamam Kürü farklı aromatik yağlar ve masajlar kullanılan hamam paketlerimizdir. Türk Hamamı bize ait olan bir kültür ve bunu yaşatmamız gerekmektedir.

-Geçtiğimiz sezon ekonomik kriz sizin işlerinizi de etkiledi mi?

Geçen sezon çok etkilendik. Yüzde 40 düşüş yaşadık ve bu çok ciddi bir rakamdır. Ben bu yılda sezonun çok farklı olacağını düşünmüyorum. 210 gün olan yaz sezonunu 120 güne düşürdük ve 120 günü de iyi değerlendiremiyoruz. Otel fiyatları ile bizim hizmetlerimizi ayırmak mümkün değildir. Müşteri profili değiştikçe bizim işlerimizde kayba uğruyor. Aslında bu konuda önce kendimizi değerlendirmemiz gerekiyor. Ne yaptık, ne yapmadık öncelikle bunu belirlemeliyiz. Bu düşüşün tek sorumlusu ekonomik kriz değil, bizimde bu konuda eksiklerimiz var.

- Antalya ile ilgili yeni projeleriniz devam edecek mi?

Şehir merkezinde fitness aleti konan parklar var ve o bölgede yaşayanlar onları kullanıyor. Benim en büyük hayalim bu parkların altına fitness salonları ve yüzme havuzları açmak. Bu aletler kullanılıyor ama nasıl kullanacaklarını bilmiyorlar Yap-işlet- devret modeliyle bu ülkedeki spor akademisi mezunu kişileri istihdam edip, bu aletlerin bilinçli kullanılmasını istiyoruz. Sporu yaparken bilinçli yapmak gerekiyor. Bunun içinde eğitimli kişilerin yönlendirmesine ihtiyaç vardır. Pilot bir bölge belirleyip bu uygulamayı başlatırsak ve başarılı olursak hem sağlıklı bir nesil hem de istihdam sağlamış olacağız.

-Merkezlerinizi en sık hangi ülke vatandaşları kullanıyor?

Ağırlıklı olarak Rusların kullandığını söyleyebilirim. Rusya’da Spa kültürü daha gelişmiş durumda ve kültür olarak güzelliklerine ve sağlıklarına düşkün bir ülke diyebiliriz. Yapılan anketlerde 30 yaş üstü gelen misafirlerin, iyi görünmek ve daha iyi hissetmek, yaşlanmanın etkilerini azaltma, diyet ve zayıflama ve stresi kontrol altına alma konusunda spaları tercih ettikleri belirlendi. Kendine ve topluma saygısı olan kişiler günlük bakımlarına dikkat eden kişilerdir. Ben bunu böyle değerlendiriyorum. Çok bilinçli bir müşteri portföyümüz var bu yüzden de kendimizi sürekli geliştirmek zorundayız.

-Mevcut yasal düzenlemeleri yeterli buluyor musunuz?

Bu konuyla ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Belirlenen kriterler yeterli değil ve bunların daha keskin hatlarla belirlenmesi gerekiyor. Suistimali önlemek için ve insan sağlığını ilgilendiren bir konuda ciddi kurallar olması gerekmektedir. Mevcut düzenlemenin yeniden yapılandırılması için çalışmalarımız devam etmektedir. Yasayı koymak maalesef tek başına yeterli değil ayrıca denetlemek de gerekiyor. Denetim mekanizmasını da iyi oluşturmak gerekiyor. Bu sektörü akademik bir altyapıya oturtup, yasal düzenlemeyi yapmak Avrupalıların da istediği bir kriter. Bunun içinde beş yıldır çalışmalarımız devam etmektedir.

Biz şu anda okyanustaki bir damla gibiyiz.

-Antalya’daki Spa işletmecilerini göz önüne alırsak, aranızda sektörel rekabet mi var, sektörel dayanışmamı mı var?

Bu ilginç bir soru. Örgütlenmeyi göz önüne alırsak Spa işletmecileri olarak biz bunu henüz başaramadık. Henüz bir yere gelemedik. Kişisel rekabet dayanışmanın önüne geçmiş durumda. Problemleri konuşamıyoruz. Çözüm üretmek için öncelikle problemleri konuşmak gerekiyor. İki yıl önce Türkiye’de ilk Spa & Wellness fuarını biz açtık. O fuar çok etkili oldu. Spa merkezlerinin bilinirliğini ve ne iş yaptıklarını anlatma fırsatımız oldu. Artık kişisel rekabeti bir yana bırakıp sektörel dayanışma içine girmeliyiz. Sektörel dayanışma içine girmezsek ilerde çok ciddi sıkıntı yaşarız.

İlker Balbay Kimdir?

Burdur Yeşilova doğumlu olan İlker Balbay, Türkiye'nin ilk profesyonel Spa merkezi olan 1990 yılında Antalya’da Romenlere ait Anna Aslan Spa’da iş hayatına Terapist olarak başladı. İlk Spa İşletmeciliğine 1992-1994 yılları arasında Club Salima / Beldibi otelde başlamıştır. Şu anda Balbaylar Spa & Wellness işletmelerinin Yönetim Kurulu Başkanı olan İlker Balbay, Antalya ve çevresinde 1 adet 7 yıldızlı, 6 adet 5 yıldızlı otel ve tatil köylerinde hizmet vermekte olup ayrıca, Bulgaristan’da Burgaz ve Plovdiv şehirlerinde 5 adet 5 yıldızlı, 3 adet 4 yıldızlı otellerde hizmet vermektedir.


09 Ocak 2010

ALPER DEMİRBAŞ


Türkiye’de, diyalize muhtaç 50 bin böbrek hastasına her yıl 11 bin kişi ekleniyor. Yılda sadece 600 nakil gerçekleşebiliyor. Toplum organ bağışına sıcak bakmıyor. Tıpçılar ise son yıllarda eşler, akrabalar ve gönül bağı olan arkadaşlar arasında ‘doku uyumu aranmadan nakil yapılıp yapılmamasını’ tartışıyor.

Bugün Türkiye’de hayatını diyalizle sürdüren 50 bin böbrek yetmezliği hastası var. Bunların arasına her yıl 11 bin yeni hasta katılıyor. Yılda en az 2 bin böbrek nakli yapılmaz ise bu sayı beş yıl sonra 50 bini bulacak. Devletin mevcut hastalar için harcadığı yıllık para miktarı 2 milyar dolar. Bu rakamın 5 yıl sonunda 4 milyar doları aşacağı tahmin ediliyor. Özetle mali tablo içler acısı... Olayın bir de trajik boyutu var. Her yıl diyalizdeki hastaların yüzde 10’unu kaybediyoruz. Yine 5 yıl sonra şimdiki hastaların yüzde 50’si aramızdan ayrılmış olacak.

İşte bu noktada devreye organ nakli konusu giriyor. Nakil, ya kadavradan ya da canlı vericiden sağlanıyor. Öncelik kadavra ama Türkiye’de bu kaynak bir hayli zayıf durumda. Batılı ülkelerde nakillerin yüzde 75-80’i kadavra kaynaklı iken Türkiye’deki durum bunun tam tersi. Geçen yıl ülkemizde nakledilen 600 civarındaki böbreğin çok azı kadavradan sağlandı. ABD’de yılda 11 bin kadavradan böbrek transferi yapılıyor. Türkiye’nin oran ve miktarda geride kalmasının iki önemli sebebi var: Organ bağışına ilgi gösterilmemesi, yoğun bakım ünitelerinin azlığı ve yetersizliği.

Bu hafta Medicalpark Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr.Alper Demirbaş’ı ziyaret ettik. 9 yaşında annesinden böbrek nakli yapılan Mehmet Ali Tosunpınar’ın gözlerindeki sevinci gördüğümüzde “Organ Nakli” konusunun dışardan anlaşılamayacak kadar önemli ve hassas bir konu olduğunu bir kez daha anladım. 9 yaşındaki bir çocuğu diyaliz tedavisinden kurtarıp arkadaşlarına ve ailesine tekrar kavuşturmaktan güzel bir şey olabilir mi?


Sohbetimiz esnasında konuyla ilgilendiğimizi ve bu konuda doğru bilgilenme çabasında olduğumuzu anlayan Prof.Dr. Alper Demirbaş’la bir ameliyata bile girdik. Steril kıyafetleri giydiğiniz de bile kendinizi çok farklı hissediyorsunuz. Saniyelerle yarışılan bir organ nakli ameliyatında Alper Hoca’nın işi bittiğinde renksiz ve cansız görünen böbreğin bir anda kanlanması ve canlanması mucize gibi bir şey… Ameliyathanede kimseden çıt çıkmıyor. Ekip o kadar organize ki herkes ne yapacağına odaklanmış. Her şey saat gibi işliyor. Bense nefesimi tutmuş izliyorum, olup biteni… Bu eşsiz tecrübe sayesinde, ben bir böbreğin tekrar çalıştığını kendi gözlerimle gördüm ve bu duyguyu kelimelerle anlatmak inanın imkansız… Sağlığımızın değeri, kaybedilince anlaşılıyor demek belki klişe ama çok doğru bir söz…


Özellikle Alper Hoca’nın gözlerindeki ışık, gerçekten görülmeye değerdi.


Bir yılda 600’e yakın operasyon yapan ve kendisi söylemek istemese de bir dünya rekoruna imza atan Prof. Dr. Alper Demirbaş 600 ailenin hayatındaki sihirli bir dokunuş gibi…


Mütevazılığını koruyan ve ekibinden övgüyle söz eden hekimimiz kendini sadece insanlara değil, insanlığa adamış örnek bir insan…


Bu kadar başarılı bir hekimin Türkiye’de, hem de Antalya’da olması bizler için büyük bir gurur olmalı.


Diyalizle yaşamanın zorluklarının önemle altını çizen Demirbaş, organ nakli konusundaki çalışmalarıyla birçok ödüle layık görüldü. Ama onun için en büyük ödül ne kadar çok hastayı diyalizden kurtarabildiği…


Nefrolog Doç. Dr. Murat Tuncer ise hem Alper Hoca’nın en büyük desteklerinden biri hem de bizlere böbreklerimizi kaybetmeden önce neler yapmamız gerektiğini anlatan başarılı bir hekim.




-Organ Nakli hangi hastalıklarda zorunlu bir tıbbi uygulamadır?


Alper Demirbaş: Organ nakli, kimi organların işlevlerini yerine getiremeyecek duruma geldiğinde ve başka hiçbir tıbbi çözüm olmadığına karar verildiğinde zorunlu bir uygulamadır. Kronik, yani geriye, sağlıklı durumuna kavuşturulamayacak biçimde hastalanmış organların yerine sağlıklı organların takılması, hastanın sağlıklı yaşama döndürülmesinin günümüzde tek tedavi yöntemidir.


-Canlıdan canlıya organ nakli ne demektir?


Alper Demirbaş: Yaşayan bir insan, böbreklerinden birini veya karaciğerinin bir kısmını nakil ihtiyacı olan bir başkasına hayatta iken verebilir. Her iki organ bağışında da vericinin sağlığını olumsuz yönde etkileyen tıbbi hiçbir bulgu ortaya çıkmamıştır. Taşınan risk, vericinin geçireceği ameliyatın riski kadardır.


-Beyin Ölümü nedir? Kimler beyin ölümüne karar verir?


Alper Demirbaş: Bir kişi herhangi bir nedenle yaşamsal işlevlerini yitirdiğinde buna "beyin ölümü" denir. Bu durumda kişi kendiliğinden soluk alıp veremez. Beyin işlevini geri dönülmez biçimde yitirmiştir. Tıp, bu durumu "ölüm durumu" olarak kabul eder. Kalbi ise, yalnızca solunumu sürdürmeyi sağlayan solunum cihazlarına ve başka makinelere bağlı olduğu sürece çalışabilir.
Beyin ölümü kararını ancak dört kişiden oluşan bir uzman doktor ekibi karar verir. Bu uzman ekip, kardiyolog, anestezi ve reanimasyon uzmanı, nörolog ve nöroşirurjiyen'den oluşur. Bu ekip, fizik muayene ile ve o ülkede o merkezde tıbbın en ileri olanakları içerisinde laboratuvar tetkikleri yaparak beyin ölümü olduğuna karar verir ve bunu bir belge ile resmileştirir. Bu resmi belge hazırlanmadıkça beyin ölümü kesinlik kazanmamış sayılır ve kişinin organları asla alınamaz. Dört kişilik ekipten hiçbiri, hastayı yatıran, durumunu takip eden doktorlardan değildir. Organ nakli yapan ekibin içinden bir doktor da bu dört kişilik ekipte yer alamaz. "Beyin Ölümü" kararını tıbbın olanakları ölçüsünde, yukarıda sayılan uzmanlar bağımsız olarak verir.


-Bir hasta henüz ölmeden organlarının alınması mümkün müdür?


Alper Demirbaş: Hayır değildir. Bir hekimin asıl görevi hastalarını tedavi etmektir. Hipokrat'ın koyduğu esaslardan biri olan "önce zarar verme" (primum nil nocere) tüm hekimlerin ilk amacıdır. Hekim bir hasta ile karşılaştığında ona zarar vermeden tedavi etmek üzere eğitilmiş ve yemin etmiştir. Yapılan tüm girişimlere rağmen hasta hayatını kaybeder veya hayatını kaybetmiş olarak hekime ulaşırsa organ alımı konusu gündeme gelebilir. Bu gibi durumlarda da hekimleri zan altında bırakmamak için yasal düzenlemeler yapılmıştır. Hastayı ilk değerlendiren ve tedavisini planlayan hekim veya hekimler ile organ naklini yapacak hekimlerden hiçbiri hastada "beyin ölümü" gelişip gelişmediğini belirleyen grubun içinde olamaz. Dört farklı uzmandan oluşan hekim grubu bu durumdaki hastayı değerlendirir, muayene ve diğer tetkikler ile objektif kararını verir. "Hastada beyin ölümü mevcuttur" kararı rapor ile belirlendikten sonra bile organların alınabilmesi çeşitli koşullara bağlıdır.


-Göreve geldiğiniz günden beri kaç ameliyatınız oldu?


Alper Demirbaş: 21Kasım 2008 tarihinden itibaren burada karaciğer, böbrek ve pankreas nakli yapmaya başladık. O tarihten bugüne kadar 562 böbrek nakli, 9 karaciğer, 3 pankreas nakli gerçekleştirdik. Bu yıl yaptığımız böbrek nakli sayısı ise 500 nakil. Türkiye’de bugüne kadar yapılan en yüksek böbrek nakli sayısı 359’dur. Amerika ve Avrupa ülkelerinde bile bir yılda 400’den fazla nakil yapan merkez yoktur. Bizim yakaladığımız rakamlar açık ara fark yaratan rakamlar ve ciddiye alınması gerekmektedir. Tüm Türkiye’de yapılan böbrek nakillerin yüzde 35’ini biz yapıyoruz. En genç 4 yaşındaki bir hastaya yapılan nakille, en yaşlı 75 yaşındaki bir hastaya yapılan nakil olduğunu söyleyebilirim.


- Bütün ameliyatlara siz mi giriyorsunuz?


Alper Demirbaş: Evet, bütün alıcı ameliyatlarına ben giriyorum. Haliyle bugüne kadar 574 ameliyata girmişim ve bir cerrah olarak bir yılda bu kadar ameliyata giren başka bir meslektaşım olduğunu sanmıyorum. Bizim tek bir hedefimiz var. O da daha çok hastayı diyalizden kurtarıp, onlara standart bir yaşam sunabilmek.


-En yoğun hasta talebi hangi illerden geliyor?


Alper Demirbaş: Antalya ilk sırada olmakla beraber 32 hastayla Eskişehir ikinci sırada yer almaktadır. Türkiye’nin 73 ilinden gelen hastaya merkezimizde nakil yapılmıştır.


-Organ naklinde organ bulma sürecine etki eden faktörler nelerdir?


Alper Demirbaş: Sorunun büyüklüğünü öncelikle ortaya koymaktır. Bir organın bir yerden bir yere takılması demek, bir evin bir yerden bir yere taşınması değildir. Bizim bölümümüz diğer branşlardan çok çok farklı. Organ nakli için bir insan organı gereklidir. Bizim işimizin öznesi insandır. Bu süreçte iş sadece organ bulmaktan çıkıyor, sadece bir ameliyat değil, zamanla yarışılan bir süreçtir. Organların bulunması ve zamanında hastaya nakledilmesi çok önemlidir. Beyin ölümü olmuş bağışçılarla bitkisel hayatta yaşayan hastaları birbirinden kesinlikle ayırmak gerekir. Beyin ölümü gerçekleşen bir hasta artık sadece makinelere bağlı olarak mekanik olarak hayattadır. Makineye bağlı yaşam süresi de en fazla 48 saattir. Beyin ölümü gerçekleştiği için bu hastaların geriye dönüşü mümkün değildir. Beyin ölümü durumunda sadece organlardaki dolaşım mekanik bir şekilde devam ettirilmektedir. Eğer organ bağışı bu 48 saat içinde yapılmazsa, bu durumda bu hastanın verici olma ihtimali ortadan kalkar.


-Tekrar Akdeniz Üniversitesi’ne döneceğiniz söylentisi gündemdeydi. Tekrar dönmeyi düşünüyor musunuz?


Alper Demirbaş: Bu sadece bir söylentiden ibaret ve kesinlikle belirtmeliyim ki böyle bir şey yok. Akdeniz Üniversitesi bizim yuvamız ve hep de öyle kalacak ama işe geri dönmem söz konusu değil.


-Organ nakli konusu hassas olduğu kadar önemli bir konu aynı zamanda. Yaşanan aksilikler sizleri nasıl etkiliyor?


Alper Demirbaş: İhtiyaç karşılanamadığı için mafya türüyor. Mafya sadece Türkiye'de değil, her yerde var. Dünyada da var. Ancak Antalya'da olması bizi sarstı. Bizim ve Akdeniz Üniversitesi'nin tıbbi ve idari ekibinden bu konuyla ilgili görüş dahi alınmadı. Kadavra sayısı artsın, insanlar bu yollara sapmasın. Her ay nakiller Sağlık Bakanlığı'na bildirilir ve kayıt altına alınır.Organ ticaretini 'insanlık suçu' olarak adlandırıyoruz ve yapanların en ağır cezaya çarptırılmasını istiyoruz. Türkiye'de nakil merkezlerinde çalışanların hiçbirisinin organ mafyasıyla ilişkisinin olmadığı kanıtlandı. Çocukların kaçırılarak içlerinin boşaltılıp organlarının çalındığı yönündeki iddialar ise tümüyle asılsızdır. Emniyet Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı'na Türkiye'de içi, organları boşaltılan bir tane bile çocuk olmadığını bildirdi. Bu tarz olumsuz söylentiler sadece bizim yaptıklarımızı yavaşlatarak bir çok hastanın hayatını kaybetmesini sağlıyor.


-Türkiye’deki diyaliz hastalarının son durumu nedir?


Alper Demirbaş: Türkiye’deki kronik böbrek hastalığı olan hastaların yüzde 90’ı diyalize giriyor. Zannediliyor ki, böbrek nakli olunca alınan ilaçlardan kanser olunup ölünecek. Bakın bu o kadar sık sorulan bir soru ki. Bir hastam bu konuyu söyle anlattı. “Diyaliz yaşamaya çalışmaktır. Böbrek nakli yaşamaktır” Diyaliz hastaları hayatlarını eskisi gibi devam ettiremezler. Günde 1 litreden fazla sıvı alamazlar. Çalışamıyorlar, bekarlar evlenemiyorlar. Oysa böbrek nakli geçirmiş futbolcu hatta NBA’de basketbolcu bile var. Böbrek nakli hsatanın tamamen eski yaşamına dönmesini sağlıyor ve sanılanın aksine tek böbrekle yaşayan hastalar arasında 40 yıl boyunca yapılan bir araştırma da gösteriyor ki, iki böbreği ile yaşayan insanlardan hiçbir farkları yok. Aslında herkes birer organ nakli alıcısı adayıdır. Yaşadığınız süre boyunca başınıza neler geleceğini bilemezsiniz ve ancak yaşarsanız ya da bir yakınınız yaşarsa anlıyorsunuz. Diyaliz makinesini sağlıklı bir böbreğin çalışmasıyla karşılaştırdığınızda etki gücü böbreğin yüzde 5’i kadar. Böbrek nakli kişinin hayatına yaşa bağlı olmakla beraber 20- 30 sağlıklı sene ekleyebilir.


-Kimler böbrek vericisi olamaz?


Alper Demirbaş: Aktif kanser hastaları, AIDS hastaları, şeker hastaları ve takip edilemeyen yüksek tansiyon hastalarından sadece organ alamıyoruz. Bunun dışında kan grubu ve doku grubu tutmasa da nakil yapılabilir.


-Peki bu hastalığa yakalanmamak için neler yapılmalıdır?


Murat Tuncer: Türkiye’de dikkat edilmesi gereken nokta özellikle ürolojik problemlerde mutlaka hekimlere danışılması gerektiğidir. Böbrekteki idrar kaçaklarını kişi fark etmese de bu belirtiler böbrek yetmezliğine yol açmaktadır. Gece idrara çıkmaya başlayan, gece idrarında yanması olan veya kan pıhtısı olan hastaların mutlaka böbrek doktoruna gitmesi gerekmektedir.Erkek çocuklarında birinci idrar yolu enfeksiyonundan sonra, kız çocuklarında ikinci idrar yolu enfeksiyonundan sonra mutlaka voiding denilen özel bir test yapılması gerekmektedir. Yoksa bu hastalar 15- 20 yıl sonra böbrek hastası olarak gelebilirler. Günde en az 2 litre sıvı tüketimi olmalıdır ve tuz tüketimi de sınırlı tutulmalıdır.


-Böbrek hastası sayısının bu kadar fazla olma sebebi nedir?


Murat Tuncer :Böbrek hastalıklarının son zamanlardaki artışının temel sebebi sağlık sistemimizdeki ilerlemeden kaynaklanmaktadır. İnsan ömrü uzadıkça hastalıklara tanı konma sürecine girilmiştir. Bunun dışında şeker hastalığı ve hipertansiyon hastalığı olanların böbrek yetmezliğine yakalanma riskleri fazladır. Beslenme, çevresel faktörler ve kronik hastalıklar böbrek hastalıklarını etkilemektedir. Organ nakli hastanın ömrünü 3- 3,5 kat arttırmaktadır. Bu konuya dikkat edilmesi ve hurafelere inanmamak gerekmektedir. Bilinçli bir toplum daha çok hastanın kurtulmasının ilk şartıdır.


Prof. Dr. Alper Demirbaş Kimdir?


1963 Çorum doğumlu. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalında yüksek lisansını tamamlayan Demirbaş, University of Cambridge Clinical School Department of Surgery,Cambridge VisitingFellow, University of Miami School of Medicine Department of Surgery,Division of Transplantation Clinical Fellow eğitimlerine devam etti. 2008 yılından itibaren Medicalpark Hastanesi Organ Nakli Merkezi başkanlığına devam etmektedir.