15 Eylül 2009

ROSA VINTER




5 yaşında cimnastiğe başlayan ve bir daha da vazgeçemeyen Rosa Vinter 22 yıldır cimnastik antrenörlüğü yapıyor.


Yarışma için tesadüfen geldiği Antalya’ya aşık olan ve on sene önce Antalya’ya yerleşen Vinter bir çok sporcu yetiştirmiş.


Kendisini disiplinli ve tatlı sert olarak tanımlayan Rosa Vinter’e göre bu sporda başarılı olmak için düzenli ve çok çalışmak şart. Ara verildiğinde tekrar devam edilemeyen bir spor olan ‘ritmik cimnastik’de yaz tatili sadece 20 gün veriliyor.


Çok uzun yıllar çalışmayı gerektiren ritmik cimnastik’de Avrupa Şampiyonasıyla adını duyuran Pınar Akılveren, bu spora olan ilginin de artmasını sağlamış. Çok uzun yıllardır günde 5 saat antreman yaparak yarışmalara hazırlanan Pınar, Türkiye’de cimnastik dalındaki on sporcudan biri…


Atatürk Kapalı Spor Salonu’nun cimnastik salonunda çalışan öğrencilerinden geleceğin yıldızlarının çıkacağına inandığını ve birkaç sporcuyla özel olarak ilgilendiklerini belirten Roba Vinter “Pınarın kardeşi Pelin de bizim sporcumuz, ondan da derece bekliyoruz” dedi.


Özellikle gençlerdeki fast food yiyecek alışkanlığının ve hamur işlerine olan düşkünlüğün gençleri çok olumsuz etkilediğinin önemle altını çizen Rus Antrenör, Antalya’daki yeşil sebze imkanının çok geniş olduğunu ve çocukları sağlıklı beslenmeye özendirmek gerektiğini vurguladı.


Dışarıdan bakıldığında lastik kızların o hareketleri nasıl yaptığına inanamıyorsunuz. Vücutlarını her şekle sokabilen ve akılalmaz hareketler yapan minikleri izlediğinizde şaşırmamak elde değil… Kullanılan malzemelerinde çok pahalı olduğu bu sporda sponsor bulamakdıkları için çok zorlandıklarını belirten Rosa Vinter, her yere kendi imkanlarıyla gittiklerini ama bunun da çok zorlayıcı olduğunu belirtti.


Bundan on sene öncesinde Türkiye’nin Cimnastik dalında Dünya Şampiyonalarına katılması fikrinin bile hayal olduğunu söyleyen Vinter, “Şimdi takımlarımız ve milli sporcularımız var Türkiye’nin adını dünyaya duyuruyorlar. Bu gençleri desteklememiz gerekmektedir. Antalyalılardan bu konuda destek bekliyoruz” dedi.


Pınar Akılveren’in en büyük hayalinin olimpiyatlarda yarışmak olduğunu belirten antrenörü, kendisinin olimpiyatlarda yarışacak kapasiteye sahip olduğunu ve Pınar gibi sporcuların kırkyılda bir geldiğinin de önemle altını çizdi. “Pınar çok özel bir yetenekdir. Onun gibi bir sporcu kolay kolay yetişmez” derken, kendisinin niçin yarışmada Pınar’ın yanında olmadığını sorduğumuzda bambaşka bir gerçeği öğrendik.


Pınar Akılveren’in Rus Antrenörü Rosa Vinter, kendisini en çok üzen şeyin on senedir Antalya’da çalışmasına rağmen halen vatandaşlık alamamış olması olduğunu söyledi. Sürekli yarışmalara katılmak için yurtdışına giriş çıkış yapması onun yasal süreye bir türlü ulaşamamasını sağlamış. Türkiye adına on yıldır sporcu yetiştiren ve vatandaşlık alamadığı için Dünya şampiyonalarına katılamayan Vinter’ın yaşadığı üzüntü her halinden anlaşılıyordu. Rosa Vinter, “Dünya Şampiyonasına Pınar’ı İzmir takımıyla beraber gönderdik. Çocuğumun yanında olmayı çok isterdim. Bu soruna umarım yetkililer bir çözüm bulurlar. Beni en çok üzen, Pınar’ın yanında olamamam” dedi.


Yeni kayıt dönemine de başladıklarını belirten Vinter, bu yıl ayrıca kadınlar içinde aerobik kursu açtıklarını söyledi. Kurslara katılmak isteyenlerin Atatürk Kapalı Spor Salonu’na müracat etmesi gerektiğini söyleyen Vinter, “Her yıl yeni “Pınar”lar yetiştirmek için çalışıyoruz. Türkiye Cimnastik dalında hak ettiği yere çok kısa zamanda gelecektir” dedi.


Jimnastik yapan minikleri izlediğimizde bile ne kadar zor olduğunu anlayabildiğimiz bu spor dalına ait bilinmeyenleri deneyimli antrenör Rosa Vinter’la konuştuk.


Henüz yirmi yıldır Türkiye’de Cimnastik dalına ait çalışmalar yapılıyor olmasına rağmen dünya çapında bir milli sporcumuzun olması aslında ne kadar şanslı bir millet olduğumuzun da bir göstergesidir. Umarız Pınar Akılveren, nice Pınarları da peşinden sürükler ve gururumuz olmaya devam eder.


-Ritmik cimnastikte belirlenen yaş sınırı ne olmalıdır?


Aslında 3 yaşından itibaren gelenler oluyor. Ama en ideali 5 yaştır. Beş yaşında jimnastiğe başlayan biri bu işi en fazla 25 yaşına kadar yapabilir. Onda da vücuduna çok iyi baktığı takdirde. 25 yaşından sonra devam etmek isteyenler antrenörlüğe geçiyor. Çünkü yarışmalarda büyükler kategorisinde 16-17 yaşındaki sporcularla yarışıyorsunuz ve onlar daha esnek ve daha estetik oluyorlar. Özellikle Rusya’da bu spor bir ekoldür. Beş yaşına gelen her kız çocuğu direk jimnastik kurslarına yazdırılır. İlerleyen yıllarda da yeteneğine göre devam da edebilir başka bir branşa geçedebilir. Ritmik cimnastikten sonra baleye, atletizme veya artistik cimnastiğe geçişlerde olabiliyor.


- Şu ana kadar en uzun bu spora devam eden sporcu kimdir?


25 yaşına kadar devam eden bir kişi biliyorum. Sadece İspanya’da bir sporcu 25 yaşına kadar devam etti. Aslında cimnastik kolay bir spor değildir. Esnemeler ve sıçramalar yaş ilerledikçe daha da zorlaşıyor. Balerinlerin 30 yaşında emekliye ayrılması gibi bizlerde genelde 20 yaş civarında emekliye ayrılıyor artık sporcu yetiştirmeye başlıyoruz.


- Yarışmaya katılan sporcuların günde kaç saat çalışması gerekiyor?


Haftada altı gün geliyorlar. Günde en az 5 saat çalışıyorlar. Ama aslında daha fazla çalışmaları gerekir. Fakat okul zamanı hem dersler hemde antreman çok yorucu oluyor. Okuldan çıktıktan sonra geliyorlar ama dersler ağırlaştıkça daha çok zorlanıyorlar. Yarışmaya gittikleri zaman okulda devamsızlık sorunları oluşuyor. O yüzden hem okulu hem de sporu bir arada götürmek çok büyük özveri gerektiriyor.


- Okula giden çocukların başka aktivitelerle ilgilenmesi derslerini etkiler diye bir inanış vardır. Siz buna katılıyor musunuz?


Ritmik jimnastikle ilgilenen sporcuların öncelikle çok zeki olmaları gerekiyor. Çünkü zor bir spor ve akıl çok önemli. Seriler bir buçuk dakikadan oluşuyor ve dört seri var. Bir buçuk dakikada ne hareketler yapıyorlar. Çalışırken de bir seferde anlayan çocuk çok başarılı oluyor ve zaten bu çocuklar okullarında da çok başarılı öğrencilerdir. Bu yüzden çok zorlanıyorlar. Okulda da çok başarılılar, sporda da… Türkiye’de okul hayatı çok önemli olduğu için derslerinde düşüş olan sporcuları uyarırız ve takip ederiz. Eğer buraya devam etmek istiyorsa derslerinin de iyi olması öncelikli şartımızdır. Bazen çok güzel ve vücudu müsait olsada sağını solunu öğrenemeyen çocuklar oluyor. Onlarla yarışmaya hazırlanmak mümkün değildir. Bu çok zor bir spor ve zeka çok çok önemli…


-Cimnastik yapacak bir çocuğun bedenen uygunluğu ne olmalıdır?


Aslında biz çocukları kreş ve anaokullarından seçiyoruz. Yada dışarda gördüğümüz bir çocuğun çok uygun olduğunu düşünürsek yanına gidip aileye kendimizi tanıtıp, çocuklarını cimnastik kursuna vermek isteyip, istemediklerini soruyoruz. 4- 5 yaşlarında bir çocuğu gördüğümüzde anlayabiliyoruz. Bacak yapısı ve zayıflığı bize geleceğine dair bilgi veriyor. Aileside uzun boyluysa genelde çocukda uzun boylu oluyor. Bizim yarışmalara yetiştirdiğimiz çocuklar zaten birkaç sene içinde kendilerini belli ediyorlar. Eğer yarışma için uygunluğu yoksa bile spor yapmaya alışması ve sporu sevmesi bile bizler için çok önemlidir. Günümüzde fast food beslenme çok yaygın olduğu için çocuklar özellikle 11-12 yaşlarında çok kilo alıyorlar. Bunu engellemek için bile cimnastik sporu çok etkilidir.


-Sporculara fast food yiyecekler kesinlikle yasak gibi görünüyor. Peki ne yer, ne içerler?


Sebze ve yeşillik ağırlıklı beslenmeleri gereklidir. Bazen buradan çıkıp karşıdaki fast food’da yemek yiyenleri yakalıyorum ve ertesi gün çok kızıyorum. Akşamları saat 18.00’den sonra yemek yememeliler sadece bir meyva yenebilir. Akşam yemeklerini salata ile geçirmek en iyisi ama Türk adetlerinde salata yemekten sayılmadığı için özellikle ilerleyen yaşlarda kilo sorunuyla başetmekde zorlanıyoruz. Antalyalılar aslında bu konuda çok şanslılar, burada her mevsim taze yeşillik ve domates bulmak mümkün o yüzden de sağlıklı beslenebilirler. Ama hamurişine olan düşkünlük sağlıklı beslenmeyi de engelliyor. Herşeyden yenmeli ama porsiyonları mutlaka az olmalıdır.


-Peki cimnastiğe yazılan bir çocuğa bir yılın sonunda “sen bu sporu yapamıyorsun en iyisi bırak” dediğinizde oluyor mu?


Aslında demek istiyoruz ama bu durum biraz karışık. Bazen çocuğun vücudu müsait olmuyor ama çocuk çok istekli olduğu için “sen gelme” diyemiyoruz. Aslında bir çocuğa da sen gelme demeye hakkım yoktur. Ben de anneyim ve benim kızımda uzun yıllar cimnastik yaptı, dereceler aldı ama Türk vatandaşı olmadığı için yarışmaya gönderemedik. Bunları yaşadığım için çocuklara gelme diyemeyiz ama hobi olarak devam edenlerde zaten bir süre sonra kendini belli ediyorlar. Velilere de burada çok iş düşüyor. Her gün çocuklarını getirip dışarda bekliyorlar. Onlarda kendi hayatlarından fedakarlık yapıyorlar. Bu yüzden her bakımdan emek verilen bir spor…


-On senedir Antalya’dasınız. Neden vatandaşlık almadınız?


Aslında vatandaşlık almayı çok istiyorum. İki kez de başvurdum ama antrenör olduğum için yasalara uyamadım. Beş seneden sonra vatandaşlık için başvurduğumda belli bir süre bu ülkeden hiç çıkış yapmamış olmanız gerekiyor. Ama ben yurtdışı kamplara yada yarışmalara sporcu götürdüğümden, pasaportuma vurulan her damga verilen süreyi bozuyor. Aslında ben bu ülkeyi temsil etmek adına yurtdışına çıkış yapıyorum. Bunun için ayrıca bir düzenleme olması gerekmez mi? Mesela ben vatandaşlık alabilmiş olsaydım kızım seve seve ve isteyerek bu ülkeyi milli sporcu olarak temsil ederdi. Kızım da çok yetenekli bir çocuktu ve Türkiye adına yarışmayı çok istedi ama şartlar izin vermedi. Benim gibi özel durumu olan yabancı antrenörler için bir düzenleme belki yaparlar. Mesela şu anda Pınar Japonya’da Dünya Şampiyonasında Türkiye’yi temsil ediyor ama ben Türk vatandaşı olmadığım için onun antrenörü olarak yanında gidemedim. Sürekli de işim gereği sporcularla yurtdışına kampa gitmem gerekecek ve bu süreyi tamamlamam çok zor görünüyor. Bu konuda bir düzenleme olursa Pınar’la birlikte Türkiye’nin adını daha üst seviyelere taşıyacağımıza eminim.


-Senede kaç öğrenciniz oluyor?


Biz burada üç antrenörüz. Her birimizin 15 öğrencisi oluyor. En yoğun olan yaş grubu minikler, zaten Türkiye’de büyükler kategorisinde toplam 10 sporcu var. Bunlarında bir kısmı İzmir’de bir kısmı da Antalya’dadır. Yani en iyi takımlar bu iki şehirde var. Bizdeki Pınar Akılveren aynı zamanda milli sporcudur. Pınar çok başarılı bir sporcu, hem esnek hem de hırslıdır. Pınar’ın girdiği her yarışmadan dereceyle döneceğine inanıyorum.


-Eski öğrencilerinizle görüşüyor musunuz?


Elbette görüşürüz. Benim ilk yetiştirdiğim sporcum 1979 doğumluydu. Şimdi onunda kızı olmuş ve o da cimnastiğe başladı. Kendimi anneanne gibi hissettim. Hem annesini hem kızını yetiştirmek çok garip bir duygu… 22 yıldır antrenörlük yapıyorum ve sadece bu branşta değil daha sonradan atletizme ya da başka dallara geçen sporcularda derece aldıklarında ziyaretime mutlaka gelirler. Onları gördükçe de çok mutlu oluyorum.


-Türkiye’de eğitim sistemindeki spora ayrılan zamanı nasıl değerlendiriyorsunuz?


Ben Türkiye’deki bir çok okulda beden eğitimi derslerini izledim. Okullarda spor salonları yok. Bahçede betonun üzerinde top oynuyorlar. Cimnastik ya da atletizme yönelik çalışma hiç yapılmıyor. Buraya 7 -8 yaşında çocuklar geliyor. Takla atın diyoruz. Takla ne demek diyorlar. Bu yüzden okullardaki spor derslerinin imkanları biraz daha geliştirilmeli diye düşünüyorum.


-Sponsor bulmakta zorlanıyor musunuz?


Şimdiye kadar hiç bulamadık. Türkiye’de daha çok futbola ve basketbola yatırım yapılıyor. Pınar Balkanlar’da ve Türkiye’de şampiyon olunca İstanbul’daki firmalardan teklifler aldı. Hem maaş verelim, hem okula yazdıralım. İstanbul’da yaşasın diyen firmalar oldu ama o zaman İstanbul adına yarışacaktı. Hem kendisi hem bizler bunu istemedik. Yıllardır Antalya’da hazırlanan ve Antalya adına yarışan Pınar’ı sponsor bulamadığımız için başka illere kaptırmak istemiyoruz. Pınar’ın kardeşi Pelin’de cimnastikçi ve aile ikisine birden bütçe ayırmakda zorlanıyor. Anne ve babaları devlet memuru olduğu için durumları belli ve yarışmaya katılan sporcuların masrafları çok yüksek oluyor. Yarışmada giyilen mayolar 300 Avro, kullanılan toplar 130 avro, kurdelalar 100 avro olunca her yarışma içinde bunlardan almak gerekiyor. Vize masrafı, yol masrafı da eklenince Dünya Şampiyonalarına katılmak için her seferinde 6- 7 bin TL gerekiyor. Bu kadar yetenekli bir sporcunun sadece imkanlar kısıtlı olduğu için yarışmalara gidememesi inanın en çok bizleri üzüyor. Ben Antalya’da antrenörlüğe on sene önce başladım. O yıllarda Türkiye’nin Dünya Şampiyonasını katılması hayal bile değildi. Çünkü bu yarışmalara katılan ülkeler bellidir. Yıllarca emek verildi ve şimdi Türkiye’yi temsil eden bir sporcu yetiştirildi. Ama sponsor olmadığı için katılamıyor. Antalya gibi bir şehirde inanın bu çok acı bir tablodur.



Rosa Vinter kimdir?


Rusya’nın Kazan şehrinde doğan Vinter, 5 yaşında cimnastiğe başladı ve 17 yaşına kadar devam etti. Üniversiteden sonra antrenörlüğe başlayan ve 1987 yılından beri antrenör olarak çalışan Rosa Vinter, on yıldır da Antalya Ritmik Cimnastik Gençlik Spor Kulübü’nde antrenörlük yapmaktadır.

ALİ ADNAN KAYA




Geçtiğimiz haftalarda Milliyetçi Hareket Partisi’nin genel kongresinde Antalya İl Başkanlığı için adaylar yarıştı. Adaylar arasından, 240 oyla seçilen Ali Adnan Kaya’yla yerel ve ulusal gündemi değerlendirdik.


Çevresinde efendi kişiliği ve güler yüzüyle tanınan Başkan Kaya’nın bugüne kadar hiç kimseyle bir kırgınlığı olmamış. Ülke ve yerel gündemdeki olaylara sakin ve ılımlı tavrıyla yaklaşması dikkatimizi çeken Başkan Kaya, yapıcı konuşmalarının yanı sıra eleştirel üslubuyla da AKP hükümetini değerlendirdi.


Özellikle Elmalı Belediyesi’nde geçtiğimiz haftalarda yaşanan haciz olayının detaylarını bizlerle paylaşan Kaya, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmalarının değerlendirilmesi içinde aslında bir yılın dolması gerektiğini belirtti. Adnan Kaya, “ Yine de şu 5 aya ve yapılanlara baktığımızda, bir şikayet sitesi dışında bir şey göremiyoruz” dedi.


Kendileri için dürüstlüğün ve misyonlarının çok önemli olduğunun altını çizen Adnan Kaya “Genel Başkanımız’ın adı bugüne kadar hiçbir yolsuzlukla anılmadı. Kimsenin hakkını yemedi. Kendisi bizim yüzümüzü düşürecek hiçbir şeye imza atmamıştır. Sayın Devlet Bahçeli’nin duruşu ve kimliği bellidir. Kendisini daha iyi tanıtabilmek adına bizler de elimizden geleni yapacağız” dedi.


Yerel seçimlerde merkezde Antalya Büyükşehir Belediyesi ve 5 ilçe belediyesi olmak üzere 6 belediye başkanlığından 1 ilçe belediye başkanlığını, taşrada ise 14 ilçe belediye başkanlığından sadece 4’ünü kazandıklarını, bu sonuçların MHP için, yeterli olmadığını ve MHP’nin daha geniş açılımlar sağlaması, Antalya’nın sözünü söyleyecek parti haline gelmesi, tabandaki ihtiyaçların karşılanması için, MHP Antalya İl Başkanlığı’nın kan değişikliğine ihtiyacı olduğuna değinen MHP Antalya İl Başkanı Adnan Kaya, görevini yeni devralmış olmasına rağmen tüm sorularımızı içtenlikle yanıtladı.



- 29 Mart seçimlerinde MHP’ nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?


Daha önceki seçimlere bakarsanız bu seçimlerde MHP başarı yakalamış gibi gözüküyor fakat daha da başarılı olunabileceği kanısındayım. Bizim MHP Antalya İl Başkanlığı’na aday olmamızın bir sebebi de buydu.


-Sizin başarı kriterleriniz nelerdir?


Başarı çok çalışmaktan geçiyor. Geçmiş yönetimlerin yapmış olduğu hataları yapmamaktan geçiyor. Seçimlerde adayların ve listelerin doğruluğu önemlidir. Geçmişte yapılan hataları göz önünde bulundurarak önümüzdeki seçim sürecinde daha dikkatli davranıp,başarıyı yakalayabileceğimiz kanısındayım. Bu dönem öncelikle sosyal çalışmalara ağırlık vereceğiz. Kültürel, sanatsal ve sosyal etkinlikler düzenlemek istiyoruz. Kendimizi daha rahat ifade edebileceğimiz projelerin içinde yer almak düşüncesindeyiz. Bu binayı da bağımsız müstakil bir yere taşımak ilk çalışmalarımız arasında olacak.


-Adaylığınızı açıklamanız planlı bir süreç miydi yoksa ani bir karar mıydı?


Milliyetçi Hareket Partisi’nin içindeki yapılanmada 15 yıldır görev almaktaydım. Bir çok görevde bulunmuştum. Aslında adaylığım çok programlı olmadı. Son bir senedir ara sırada olsa aklımdan geçirir durumdaydım. Genel kongreden bir buçuk ay önce kararımızı açıkladık. Ani verilen bir karardı diyebiliriz.


-Milliyetçi Hareket Partisi’nin Antalya’daki en büyük sıkıntısı nedir?


Milliyetçi Hareket Partisinin şu anda Antalya’daki sıkıntısı küskünlükler, dargınlıklar, birbirini çekememezliklerdir. Biz öncelikle bunu bitirmeye gayret edeceğiz. Bu küskünlüklerin bitmesi durumunda, bizim yüzde 5 ila 10 artımız olur diye düşünüyoruz.


-Peki bahsettiğiniz bu kırgınlıklar kişisel sebeplerden mi oluyordu yoksa partiler arası kırgınlıkları mı kastediyorsunuz?


Partiler arasında çok az olmakla birlikte genelde uzun zamandır teşkilatı aynı kişilerin yönetmesi bu akvaryumun içindeki balıkların nefes almasını engeller duruma gelmişti. Değişiklik bu yüzden gerekliydi ve üyelerde cevabı sandıkta verdiler. Bu değişiklik Antalya’da ciddi bir nefes alma dönemi olarak düşünülebilir. Bu kongreden dolayı bile Milliyetçi Hareket Partisi’nde yüzde on bir artış olduğunu düşünüyoruz.


-Aksu ilçesi yeni yapılanmakta olduğundan bu seçimlerde büyük önem taşıyordu. Antalyalılarda bu yüzden seçim sonrası, bu ilçedeki çalışmaları yakından takip ediyor. Aksu Belediyesi’nin çalışmalarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?


İl Başkanlığı seçimleri 9 Ağustos’ta yapıldı ve yirmi beş günlük bu zaman diliminde henüz kendi içimizdeki görevlendirmelerimizi tamamlayabilmiş değiliz. Bu süre inanın tebrik ve kutlamalarla geçti. Dolayısıyla şuanda İsa Başkanla ve çalışmalarla ilgili bir değerlendirmemiz söz konusu değil. Ramazan’dan sonra gerekli toplantıları yapıp elde edilen bilgileri, başarıları ya da başarısızlıkları sizlerle paylaşacağız. İl Başkalığı’nda bu çalışmalar ve raporlamalarla ilgilenmek üzere bir ARGE birimi kurmayı düşünüyoruz.


-Yeni yapılanmakta olan bir ilçede sizce dikkat edilmesi gereken şey ne olmalıdır?


İmar konusu çok önemli, bunun yanında ulaşımın altyapısı da ilçenin geleceğini belirler. Diğer ilçelerin tecrübelerinden yararlanılarak, başarılı bir yapılanma sağlanır diye düşünüyorum.


-Ulaşım konusunda girmişken Antalya’nın mevcut ulaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Şimdi raylı sistem bu kadar yatırım yapıldıktan sonra değiştirilmesi mümkün olmayan bir yatırımdır. Akaydın Bey’inde bu yatırımı devam ettireceğini düşünüyoruz.


-Raylı sistem toplu ulaşım araçlarını azaltıp trafiği rahatlatmayı amaçlıyordu ama şimdi yeni otobüslerin alımı gündemde, Büyükşehir Belediyesi’nin yeni otobüs alımını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Yeni otobüslerin alım amacının trafiği rahatlatmak için değil, seçimlerden önce verilen sözlerin yerine getirilmesi amacını taşıdığını düşünüyorum.


-Antalya gündeminde olan üç önemli konumuz daha var. Vakıf Çiftliği arazisi, 100.Yıl stadyumunun durumu ve Halkkart ihalesi. Bu konularla ilgili görüşleriniz nelerdir?


Vakıf Çiftliği arazisinin aynı özelliklerle kalması arzusu içerisindeyiz. Bu fikri bizden önceki arkadaşlarımızda sık sık dile getirdi. Vakıf Çiftliği Antalya’nın ciğerleridir ve bu arazinin de aynen olduğu haliyle korunması gerektiğini düşünüyorum. Geçmişte hatırlarsanız, Antkart ihalesine de karşı çıkmıştık.Şimdi bu Halkkartı da desteklememiz mümkün değil. Yanlışın üzerine bir yanlış daha konmak üzere şu anda…100.Yıl’dan stadyumun kalkması kararını doğru bir karar olarak düşünüyoruz. Alışveriş merkezlerine de, “dur ” denilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bir şehirde bu kadar çok ve birbirine yakın alışveriş merkezi olmamalıdır. Yerli esnafımız bu konudan çok zarar görüyor ve büyük merkezlerle rekabet edebilecek durumu kalmıyor. Bu alanların sosyal alanlar olarak projelendirilmesinden yanayız.


-Kaleiçi’nin de pasif duruma gelmesinin sebebi bu mu?


Kaleiçi esnafını ve o bölgeyi bitiren şey her şey dahil sistemdir. Hatta Antalya ve çevresini bitiren bu sistemdir. Turistlerin otelden çıkmasına gerek kalmayacak imkanlar sunuluyor. Alışveriş için bile turistlerin tek başlarına dışarı çıkmasını istemeyen acentelerin turistlere uyarılar yaptığı ve tedirgin ettikleri yönünde duyumlar almaktayız. Her şey dahil sistemin uygulanmadığı illerde şehir merkezlerindeki yoğunluk bundan kaynaklanıyor. 1985 yıllarında Antalya’ya 500 bin turist geliyordu ve esnaf kazandığı parayı koyacak yer bulamıyordu. Şimdi 10 milyonu aşan bir turist var ama esnafın hali içler acısıdır. Her şey dahil sisteme bir çözüm bulunması gerekmektedir. 10 milyon kişi geleceğine 80’li yıllarda gelen 500 bin turist gelsin, bizce daha iyi. İlerleyen yıllarda bu bölgenin insanları yabancı otel sahiplerinin yanında çalışarak hayatlarını devam ettirebilecekler. Mal sahibiyken, işçi olacaklar. Otel yatırımlarına da artık “dur” denilmelidir. Bacasız sanayimizi de bitirmek üzereyiz. Kapasiteyi fazlasıyla aştık ve artık yerde kalmadı, ihtiyaç da kalmadı.


-Seçim sonrasında İl Genel Meclisinde CHP ile yapılan bir koalisyon vardı ve alınan kararların çoğu olumluydu. Bu olumlu tablo aynen devam edecek mi?


Koalisyonun devam etmemesi için herhangi bir sebep yok. Ama bizim yönetim anlayışımızda hakkaniyet birinci planda olacaktır. Doğru olabileceğine inandığımız her kararı desteklediğimiz gibi yanlış olduğunu düşündüğümüz kararlarda da red oyu kullanacak kadar cesur davranacağız.


-Ak Parti hükümetinin çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?


Ak Parti çok enteresan bir parti bana göre… Yıllardır “hizmet, hizmet” diyorlar. Belediye Başkanlıklarından örnekler gösteriyorlar. Bu dönem özellikle bir şey gördük bizler. Hizmet adı altında yapmış oldukları projelerde devleti tamamıyla zarara uğratan projeler var. Biz geçen seçimlerde Elmalı Belediyesi’ni 500 bin TL borç ile Ak Parti’ye devretmiştik. Bu seçimlerde ise 12 milyon TL borç ile devraldık. Bizim bırakmış olduğumuz borcun en azından bir karşılığı vardı. O dönemde yapılacak olan bir inşaata alınan demirin borcuydu bizim bıraktığımız. Ak Parti'li belediye SSK, TEDAŞ, Vergi Dairesi gibi kurumlara hiç ödeme yapmamış, bunun dışında 2 milyon lira da esnafa borç yapmışlar. Seçim sürecinin hemen ardından Ak Parti hükümeti borçları işleme koydu ve belediyeye ait itfaiye ve ambulans haciz nedeniyle bağlandı. Ben buradan AK Parti hükümetine soruyorum.Niçin o borçlar bu kadar bekletildi de şimdi işleme konuluyor. Seçimlerden bir yıl bilemediniz iki yıl sonra, bu borçların hesabı sorumalıydı. Üzerinden beş sene geçmiş ve bu 5 sene içinde hiç ödeme yapılmamış. Bunun mantıklı hiçbir açıklaması yoktur. Ak Parti’nin hizmet anlayışı bu mu? Bu iş kesinlikle bilinçli yapılan ve kendilerinden sonra gelen belediyeleri zor durumda bırakmak adına yapılmış bir çalışmadır. Bunlar belediyeleri değil, halkı cezalandırıyorlar. Haczettikleri şeyler belediyenin ambulansı ve itfaiye aracıydı. Haczi çözdürebilmek için bu borçları taksitlendirdik.


-Ak Parti Hükümetinin şuan ki gündemi olan ve “Kürt açılımı” denen, adı daha sonra demokratik açılıma döndürülen açılımlar silsilesini nasıl değerlendiriyorsunuz?


Başbakan, bir zamanlar çıktığı televizyon kanallarında ‘alt kimlik’ ve ‘üst kimlik’ diye bir ayrıma başlamıştı. Hemen arkasından bu söylem Kürt açılımı oldu şimdi de demokratik açılım diyorlar. Üçüncü defadır isim değişiyor. Demokratik hakları kimin fazla, kimin eksik tartışılır. Bu açılım bin yıldır beraber yaşamış bir milleti birbirine düşürme senaryolarından başka bir şey değildir. İç işleri Bakanı Atalay Bey’in konuşmasını herkes dinledi. İçinde hiçbir şey olmayan sadece adı olan bir demokratik açılım. İçi boş. 21 tane dernekle görüşmüş, kim bu dernekler? Ne için isimlerini saymıyorsunuz? Seçme seçilme hakkıysa her iki milletinde eşittir, yargılanmasıysa eşittir, eğitim ve güvenlik eşittir, yatırım hakları eşittir. Onlar dediğimiz insanlar, Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyan ve bu kimlikle yaşamaktan mutluluk duyan bir millettir. Yıllardır biz Kürtlerle iç içe yaşadık. Akrabalık bağları, kan bağları oluşturduk. Bu hükümet neyin peşinde? Ak parti bu açılımla birilerine verilmiş sözlerini mi yerine getirmeye çalışıyor yoksa Abdullah Öcalan’ı mı kurtarmaya çalışıyorlar? Çıkıyorlar televizyonlarda ‘Abdullah Öcalan’ı siz getirdiniz, asmadınız’ diyorlar. Böyle bir şey yok. 15 Şubat 1999 tarihinde Ecevit azınlık hükümeti zamanında gelmiştir. 18 Nisan 1999 tarihinde de biz genel seçimlerde 129 milletvekiliyle meclise girmişiz. Arkadaşın bir tanesi gene üç tane imza olan bir fotokopiden bahsetti. O üç imzanın içeriğini tam okuduğunuz zaman ifade edilen gibi bir şeyin olmadığı ortaya çıkıyor. 1 Ağustos 2002 ‘de mecliste yapılan Abdullah Öcalan’ın idamının kaldırılmasına ‘hayır’ oyu veren tek parti biziz. Gerekli mücadeleyi yapmamıza rağmen idam kararı bir hükümet kararı değil, meclis kararıdır. Bu idamın kaldırılması konusunu gündeme getiren ilk kişi Necmettin Erbakan’dır. Gerçeği araştıran insanlar doğruları görecektir.


- Bu açılımlar sizce diğer azınlıkları da etkiler mi?


Bizde Yörük Beyleri olarak azınlığız. O halde biz de haklarımızı istiyoruz. Bizde Konyaaltı caddesine çıkıp elimizde pankartlarla haklarımızı mı isteyeceğiz? Ben bu ülkede vergi ödüyorum. Elektrik, su parası ödüyorum. Bu ödediğim paraların içinde başka bölgelerin ödemedikleri paraların maliyeti de var. Eğer demokratik haksa ben bu güne kadar ödediğim vergi hakkımı geri istiyorum. Devlet bu açılımı demokratik açılım olarak değil de, sosyal açılım olarak projelendirip eşit sosyal imkanları sağlama yolunda çalışmalar yapsaydı bunu anlayabilirdik ama demokratik açıdan zaten bir eşitsizlik söz konusu değil ki… Seçim dönemlerinde dağıttıkları seçim paralarıyla, beyaz eşya paralarıyla, elektriği suyu olmayan yerlere hizmet götürselerdi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu da eğitimi, güvenliği ve istihdamı sağlasalardı çözüm oluşmuş olacaktı. O bölgenin başka bir şeye ihtiyacı yok. Bölge insanlarını “onlar” diye ayırıp iç karışıklık yaratılmak istenmesine inanmamalı, destek vermemeliyiz. 57. hükümet zamanında emniyetin kayıtlarına geçmiş olan bir durum vardır. Terörün ne kadar azaldığı ve sıfır noktasına geldiğini herkes hatırlasın. Niye bunu kaşıdınız arkadaşlar? Sayın Başbakan soruyorum, “Niye bunu kaşıdınız? Ne var bunun arkasında? Kime ne söz verdiniz?”


Büyük Ortadoğu Projesi’nin altyapısı bu açılımdır. Büyük Ortadoğu Projesini kuracaklar. O ya da bu şekilde kuracaklar. Bu geniş coğrafya, dünya enerji kaynaklarının çok büyük bir bölümüne sahiptir. Tüm dünya ülkelerinin gözü bu topraklarda ve yapılan çalışmalarda onların işini daha da kolaylaştıracak nitelikte.



ALİ ADNAN KAYA



29 Ekim 1965 Antalya Finike doğumludur. Aslen Seriklidir. Eğitim sürecini Antalya’da tamamladı. 1988 yılından, 1994 yılına kadar, özel firmalarda pazarlama üzerine ve idari yönetim üzerine çalıştıktan sonra, 1994 yılından bu yana, Antalya ‘da sigorta acenteliği yapmaktadır. Şuan, sigorta acenteliği yanında, müteahhitlik ve ayrıca bir bilgisayar firmasının sermayedarı konumunda. ATSO’da daha önce, 30. Grup Sigortacılık Komitesi’nde üyelik görevinde bulundu. 1994 yılından bu yana, MHP Muratpaşa Belde Yönetim Kurulu Üyeliğinden başlamak üzere, İl Başkan Yardımcılığı’na kadar hemen hemen her organında 15 sene görev aldı. Kaya, 9 Ağustos’daki Genel Kurulun ardından MHP Antalya İl Başkanlığına seçilmiştir.


ABDULLAH DUMAN



Kültürler de canlı organizmalar gibi doğar, gelişir ve sonunda ölürler. Çeşitli faktörlerle yada zamanla değişmenin, yozlaşmanın, hatta yok olmanın bir örneğini, ülkemizin doğusundan batısına, güneyinden kuzeyine kadar uzanan bölgelerde yaşam süren göçerlerin ve yaylacı toplulukların yaşamlarında görmekteyiz. Bunların en belirgin olanları da, kendine özgü kültürleri ile her zaman dikkat çeken ve Anadolu’nun Güney Batısı ile Anamas yaylaları ve Teke yöresinde Yörüklük geleneğini hala sürdürmeye çabalayan ve giderek toprağa yerleşerek köylü, kentli olmak için çaba gösteren topluluklardır.


Anadolu’nun göç ve yerleşim tarihinde, kültürünün oluşmasında çok önemli işlevler üstlenmiş olan Yörükler yazın yaylalarda, suları ve otu bol serin otlaklarda ve kış aylarında da kışlaklarda, köylerde, daha sıcak ovalarda hayvancılığı ve üretim biçimini meslek edinmiş; büyüklü küçüklü gruplar halinde yaşam süren, konar- göçer Türkmenlerdir.



Yörük obasının insanları çileye sevdalıdır. Onların özlemi zoru aşmak, uzağa kavuşmak, yükseklere çıkmak özlemidir. Kuşun tüneğinde korkusuz olduğunu bilir. Dağlara ulaşırsa Yörükler, turluğunu, alacağını, çadırını kuruverirse ata yurduna, işte o zaman mutlulardır.


Yörükler, yaşamları boyunca Orta Asya'dan getirdikleri gelenekleri devam ettirdiler. Hayatları, belli kaidelere bağlanmıştı. Bu kaideler, daha çok, örfe bağlıydı. Yazları serin olan yaylalarda, kışları ise sıcak veya ılık kışlaklarda geçiren Yörüklerin, yaylalara gidiş gelişleri, belli bir düzen içinde yapılırdı. Bu gidiş gelişler, belli yollardan olurdu. Yaylağı ve kışlağı olmayan Yörükler de otlak kiralarlardı. Yörüklerde yaylaklar, oymakların malı sayılır, o oymağa mensup olan herkesin hayvanları, burada serbestçe otlardı. Yaylak veya kışlaklardaki evler ve çevrelerindeki küçük bahçeler, şahıslara aitti. Çadırların ve küçük bahçelerin bulunduğu yere, "yurt yeri" denirdi. Bir oymağın hayvanlarının, diğer oymakların hayvanlarına karışmasını önlemek için, hayvanlara "dökün, dövme" veya "döğme" adı verilen damgalar vurulurdu. Hayvanların kulakları, belli şekillerde çentilerek de, diğer oba hayvanlarından ayrılırdı. Bu işaretlere "en" adı verilirdi. Koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlar besleyen Yörükler, yaylak ve kışlaklarda buğday, arpa, mısır ve bazı sebzeleri yetiştirirlerdi. Süt ürünleri ve et, temel gıdalarını teşkil ederdi. Giyim ve ev eşyalarını, kendileri dokurlardı. Bununla beraber, kapalı bir ekonomiye sahip olmayıp, köy ve kasabalardaki pazarlara inerler, ürünlerini satarak kendi ihtiyaçlarını satın alırlardı. Develeriyle, şehirler arasında yük taşırlardı. İstanbul gibi büyük şehirlere, buğday ve benzeri tüketim maddelerini, develeriyle, Yörükler taşırlardı. Keçi besleyen Yörükler, kıldan yapılmış çadırlarda, diğerleri ise keçeden yapılmış çadırlarda otururlardı. Evi andıran yörük çadırlarında, oturma, yatma ve yemek pişirme için bölümler vardı. Çadır, orta direğin etrafına sıralanmış 5-9 direk üzerine kurulurdu. Büyük çadırlarda, binek hayvanlarının bağlandığı bölüm dahi bulunurdu. Çadırın oturma bölümü, Yörük kilimleriyle döşenir, kenarlarda minderler bulunurdu. Çadırda, herkesin oturacağı yer belliydi.


Yörük çadırları, kıldan dokunur, aralıklı, seyrek bir dokumadır. Kanatlar halinde dokunarak birbirine eklenir. Yedi kanat bir çadır teşkil eder. Çadır, içinde oturanlara havalandırma imkanı sağlar. İçeriden dışarısı görülebilir. Seyrek bir dokuma olmasına rağmen, kılların birbirine teması yağmur damlalarının geçmesini önler. Bazen çadır dokumalarının uçları süslü olsun diye püskülle bitirilirdi.


Kendilerine has yaşamları ve gelenekleriyle dağları mesken tutmuş olan Yörükler zamanla şehir ve köy hayatına geçip yerleşik bir düzen sağladılar. 1994 yılından beri Antalya Yörükler Derneği Başkanı olan Abdullah Duman bizlerle unutulmaya yüz tutmuş Yörük geleneklerini ve derneğin projelerini paylaştı.


Bizleri nostaljik bir yolculuğa çıkaran Abdullah Duman, gençlerin köklerine sahip çıkmaları gerektiğinin de önemle altını çizdi.


Halen yaz aylarında yaylalara çıkan ve güzü bekleyen Yörük obalarının insanları dosttur, açık sözlüdür, sevda yüklüdür, yiğittir, merttir, cömerttir, olgundur. Türk'ün mayasıdır, saygılıdır büyüğüne, sadakatlidir devletine, zorlukları aşınca mutlu olur, şükreder haline, soğuk günlerde kepenek yeter, bilir yaşamın zorluklarını, ama kopamaz dağlardan bir türlü; şahsiyetli insandır, aşk ile tutkuludur özgürlüğüne...



- Yörükler Derneği’nin kuruluş amacı neydi?


Yörükler Derneği 1994 yılında faaliyete başladı. 26 binin üzerinde üyemiz var ve bu yıl tekrar güncelleme yapıyoruz. Özellikle Teke Bölgesi’ndeki yerleşimin yüzde 99’ unun Yörük olduğu biliniyor. Diğer yerleşilen bölgeleri de hesaba katarsak Antalya tam bir Yörük şehridir. Toplumlar, “Küreselleşme” denilen bir zaman diliminde yaşamaktadırlar. Büyük tehditleri ve büyük imkanları da taşıyan bu olgu içinde toplumlar, böyle bir anaforu karşılayacak savunma mekanizmalarını da kendiliğinden üretmektedirler. Bu mekanizmanın adı da “Yerelleşme” dir.Yörükler Derneği, ekonomik konularda modern ve çağdaş bir bakış açısını benimseyip, bu anlamda küresel düşünmek isterken, toplumsal dokumuzu ve bizi biz yapan değerlerimizi koruma noktasında da yerel bir mantığı benimsemektedir.


Derneğimiz, böyle bir toplumsal talebe cevap vermek için, Türklüğün milli bir hafızası ve aksiyoner bir hareket olarak kurulmuştur. Amacımız, tarihin içinden bin bir meşakkatle alıp geldiğimiz ve atalarımızın bir kutsal emanet olarak bize intikal ettirdiği değerler manzumemizi korumak, yaşatmak, geliştirmek ve toplumsal dokumuzu oluşturan bu kutsal hazinemizden gelecek nesillerimizin de istifade etmesini temin etmektir. Sağlıklı ve temiz nesiller yetiştirebilmemiz için milli kültürümüzü, Türk kültürünü, hayatımızın her safhasında sahip çıkıp yaşamak ve yaşatmak derneğimizin milli ve vazgeçilmez ülküsüdür.


Yörüklük, Türklüğün aslı ve ta kendisidir. Milletimizin geçmişinin en somut ifadesi ve tarihsel macerasının gerçek hikayesidir.Yörüklük, Türklüğün lakabıdır. Yörüklük Türklüğün otantik adıdır. Türk milletinin asli cevheri olan Yörükler, Türk milletinin bütünlüğünün ve bağımsızlığının da sembolü ve garantisidir.Derneğimiz, günlük siyasi mülahazaların çok üstünde ve dışında olmak kaydı ile kültür ve sosyal faaliyetlerle iştigal etmektedir. Yörük kültürünü, geleneğini, Türkün unutulmaya yüz tutmuş değerlerini yaşatmayı en başta gelen gaye olarak belirlemiştir. Bu itibarla bir kültür kuruluşu ve bir sivil toplum örgütüdür.


Yörükler derneği, milli kültür sevdamızın bir göstergesi olarak ve bütün bu bilinç içinde bölgemizin güçlü Yörük iş adamlarını bir araya getirerek, Yörük İş Adamları Derneği’ni kurmalarına öncülük etmektedir.


-Yörük kültüründe zaman içinde nasıl bir değişim yaşandı?


Bir kültür erozyonu olmasına rağmen Yörükler hala köklerine bağlı, gelenek ve göreneklerini devam ettiren bir yapı içerisindedirler. Özellikle orta yaş üstü Yörükler hala geçmiş yıllardaki yaşantılarına devam ediyorlar. Elbette şehirlere yerleşimin başlamasıyla birlikte yaşamlarımızda büyük değişiklik oldu. En önemlisi de yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte göçebe hayatına duyulan özlemdir. Özellikle yaş ilerledikçe “bizim zamanımızda şöyleydi” gibi cümleleri daha sık duymaya başlıyoruz.


-Yörükleri anlatan en önemli özellik nedir?


Yörüklerin kendilerine has bir ekonomileri, kendilerine has bir düğün gelenekleri ve mutfak kültürleri vardır. Kendi ekonomilerini kendileri yaratırlar. Aile içindeki kadın, erkek eşitliği bugünlere ışık tutacak biçimdedir. Aile hayatındaki iş bölümü bellidir. Evin hanımı ve kız çocukları ev işleriyle uğraşırken, evin erkeği de hayvanların bakımını üstlenir. Erkek çocuklarda bu iş bölümüne katılır. Birisi deveye giderse, diğeri davara gider. Aile içinde alınan kararlarda kadın erkek aynı söz hakkına sahiptir. Alınan kararlar geçmişte de, bugünde hep ortak alınırdı ve öyle de devam ediyor. Yörüklerin evlerinde haremlik selamlık bir hayat yoktur. Ama günümüzde yaşanan kültürel erezyon sonucunda Arap kültürünü İslam sayıp haremlik selamlık yaşayanlarda oluyor. Geçmişten günümüze gelen bir başka özelliğimizde kız kaçırma olaylarıdır. Yörük erkeği bir Yörük kızını severse ve karşılık görürse şartlar ne olursa olsun kızı alır. Olmadı, kaçırır. Bu hep böyleydi ve halen de devam ediyor.


-Yörüklerin geçimlerini nasıl sağlıyordu?


Yörüklerin başlıca geçim kaynağı davarlarıydı ama artık davarlara izin verilmiyor. Orman yangınlarının artmasındaki bir başka sebebinde Yörüklerin dağlardan şehirlere göçmesiyle yaşandığını düşünüyorum. Çünkü davarların olduğu yerde orman yangını olmaz. Yörükler ormanları çok seven ve koruyan bir topluluktur. Artık göçebe hayat şartları iyice zorlaştığı için Yörüklerde köylere, şehirlere göç edip tarıma yöneldiler. Şehirlere yerleşenler şehir hayatının içindeki yaşama uyum sağladı. Mesleklerini ona göre seçtiler. Ama imkanı olan Yörüklerin yayla özlemi hiç bitmemiştir ve hala yaz aylarında yaylalardaki evlerine gider, yazı orada geçirirler.


-Yörüklerin kendilerine özel bir mutfağı var mı?


Tatlanınca balart, olgunlaşınca incir, kurutulunca yemiş olan kara incirin; kil ve mersin yaprağı ile, kaynatılan suya batırıldıktan sonra kurutulup, ak torbada bekletilip, kışın içine ceviz katıp yiyen Yörük, güreşlerde de pehlivanlara ödül olarak, avuç avuç incir dağıtır. Ata yemeğimiz tarhananın içine, Allah ne verdiyse katılır. İlk karıldığında, göcesi yoğurtlanarak yenir. Kurutulduktan sonra, üzeri buharlı tarhanaya mısır ekmeğini ufalayıp yerler. Yağmurlu havalarda, nohut, fasulye ve buğdayı kaynatıp, yaptığımız dirikmeye, nerdek, sarı ekşi, kırmızı biber katarlar. Bolluğu da kıtlığı da bilen Yörük anası, üzümden pekmez, nardan ekşi, domatesten, biberden salça, susamdan tayın, arpadan, pelitten un, ottan yemek yapmasını bilir. Özetlersek; bir şişe yağ ile yarım çuval un ile bir kışı geçirmeyi, yani idareyi bilir. En çok bilinen yemeklerimiz keşkek, kuyu kebabı, testi kebabı, gazel böreği, katmer ve arab aşı çorbasıdır.


- Yörüklerin eğlenceleri nasıldı?


Yörüklerin oyunlarında fazla silaha rastlanılmaz, çünkü gücü silahta değil kendilerinde görürler de kendilerini ortaya koyarlar. Oyunlara at yarışıyla başlanır, cirit, çelik çomak, güreş, cıngırak, an daşı, arap, yanık oynarken erkekler, kadınlarda boş durmazlar, kaya ve göçek oynarlar. Sıra ezgilere ve oyunlara gelince; cura, bağlama, saz, düdük, sipsi, kaval, kemençe çalınır. Türküler söylenir. Teke kültür alanında yaşayan insanların davarlarına vurduğu enler, ev kuruluşu, ve evlerine döşenen eşyaları, doğum – ölümlerdeki adetleri, süsleme, Türkmen takvimi, terazi, düğün adetleri ve oyunları, türküleri, manileri, ninnileri, giysileri, efsaneleri, hastalık tedavileri, Pazar yeri, baş yayla, aşiret kadısı, yalancı doktor, kadın fesleri Türkmenleri anlatır, Türkmen geleneklerini gösterir. Alanın büyük olmasından dolayı ufak tefek farklılıklar göze çarpar. Bu farklılıklar özde değil yüzeydedir. Bu yöre oyunlarına Teke oyunları, Türkülerine Teke havaları denir.


-Antalya’ya gelen turistlerin Yörük yaşamını izleyebilecekleri çadırlarıyla, kültürüyle yaşatılabilen bir bölge var mı?


Maalesef yok. Kemer bölgesinde Ayışığı diye bir mekan var. Antalya merkezindeki bu eksikliği gidermek için Mazı dağı’nın eteklerinde Yörük çadırlarından oluşan bir kültür merkezi yapma projemiz var. Kepez ve Muratpaşa Belediye Başkanlarımızın desteklediği ve yapmayı planladıkları bir kültür parkının projesi çizildi. Mali kriz sebebiyle henüz çalışmalar tamamlanmış sayılmaz ama bu parkın hayata geçmesiyle turistlerin Yörüklere has aradıkları her şeyi bulabilecekleri bir kültür parkı olacağını söyleyebilirim.


- Anyalya iş dünyasında Teke bölgesi Yörüklerinden kimleri sayabiliriz?


Yörükoğlulları’nın sahibi Cihan Bulut bizim bölgedendir. Kemal Akbıyık var iş dünyasının bilinen isimlerinden, Sabah Gazetesi Bölge Müdürü Mevlüt Yeni var. Eski Belediye Başkanı Bekir Kumbul var. Arif Bulut var. Akdeniz Üniversitesi Rektörü İsrafil Kurtcepe var. Ayrıca yeni seçilen Akdeniz Bölgesi Kalkınma Ajansı Başkanı Muharrem Certel’de Yörüklerdendir.


-Yörüklerde kültürel erezyon yaşandı dediniz. Sizce bunun sebebi nedir?


Zaman içerisinde çok şey değişti. En önemlisi de köklere bağlılık azaldı. Eğitim sistemi yeni nesli köklerinden koparır hale geldi. Bu devleti kuran, bu imkanları sağlayan Mustafa Kemal Atatürk’e bile laf söylenir oldu. Bu yaşananları görmek bizleri çok üzüyor. İnsanı yaşadığı köklerinden koparan başka bir eğitim sistemi daha yok. Her kurum siyasallaştı. Bu siyasallaşmalar kültürsüzleşmeyi de beraberinde getirdi. Tarihi olayları iyi değerlendiremiyoruz. Yönetilemiyoruz da, yönetemiyoruz da… Yeni nesil diline, kültürüne geldiği yere sahip çıkmadan yetişiyor. Gençler güzeli “çok acayip” yada “manyak güzel” diye ifade ediyor. ‘Güzel’in tarifinde manyak kelimesinin ne işi var? Toplumdaki milli hafızayı kaybediyoruz.


-Son aylarda Türkiye gündeminde olan “açılımları” nasıl değerlendiriyorsunuz?


Türkiye çok acı bir tabloyla karşı karşıya aslında… Değişik kültürel varlıklar o toplumun zenginliğidir. Ama siz temelindeki çimentoyu sağlam atamamışsanız veya atılmış temelleri yerinden oynatırsanız kendini arayan insanlara zarar verirsiniz. Vatan sevdası tektir. Her kim bu sevdayı içinde hissediyorsa bu vatanın evladıdır. Biz yıllardır birlikte yaşıyoruz. Kız aldık, kız verdik. Diğer kültürlerle kaynaştık. Beraber ağladık, beraber güldük, düğünlerimiz, bayramlarımız beraber geçiyor. Bu insanlara “size hak verelim” demenin hiçbir mantığını göremiyorum. Zaten bu devletin çatısında yaşayan insanlarına verdiği haklar vardır. Bunların dışında daha ne hakkı verilecek inanın ben anlamış değilim. Diğer kültürlerden gelenleri “ötekileştirerek” insanlar arasında ayrım yapılıyor. Oysa hepimiz bu vatanın birer parçasıyız.


-Çadır hayatının Yörükler için zorlukları nelerdi?


Sürekli hareket halinde olunduğundan eğitim ve sağlık ciddi sıkıntıydı. Bizlerin dedeleri okuma yazmayı davar güderken dağlarda öğrendiler. Ama kadınlarımızda bir o kadar kuvvetlidir. Bütün Yörük kadınları çok iyi at biner ve silah kullanır. Yaylada tek başına yaşayan Yörük kadını her durumda başının çaresine bakmayı bilirdi. Yerleşik düzene geçildiğinde eğitim ve sağlık sorunları ortadan kalktı. Kadınlarımız hala eskiden gelen gelenekle her daim güçlü ve beceriklidir. Medeniyetin en önemli göstergesi üretimdir. Yörükler kendi ürettikleriyle geçinir, kendi kıyafetlerini kendileri dokur. Kendi çadırlarını kendileri yapardı. Şehir hayatına geçilmesi bu üretimi bitirdi. Yörüklerde tüketen toplum haline geldi. Yörüklerde değişmeyen tek şey misafirperverlikleri oldu. Yaylalarda çadırlar arası mesafe uzun olduğundan, yoldan gelene mutlaka yemek ikram edilirdi. Bu gelenek günümüzde de vardır. Yörük ailesinin evine misafirliğe gittiğinizde size hiç sormadan yemeğiniz ikram edilir. Ardından sohbete başlanır. Bu gelenek geçmişten günümüze aynen devam etmektedir.



Abdullah Duman Kimdir?


1960 Antalya doğumlu olan Duman, ilköğretimi Örnekköy ilkokulunda tamamladı, Konya Mevlana ortaokulundan mezun oldu, lise öğrenimini Konya Karatay lisesinde tamamladı, ardından Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesinden mezun oldu,


Çeşitli özel sektör deneyimlerinden sonra, KOSGEB’ de uzman olarak çalışma yaşamına devam etmektedir.


Evli ve 2 çocuk babası olan Abdullah Duman 1994 yılından beri Antalya Yörükler Derneği başkanlığı yapmaktadır.


GÜLTEKİN SÜLEYMANLAR


Bazı anlar vardır ki bırakın kendiniz yaşamayı, seyirci olarak bile o anı yaşamak istemezsiniz ve bazı görevler de vardır ki fiziksel yorgunluğunu bir yana bırakın ruhunuzda bıraktığı izleri yıllar geçse de silemezsiniz.
O anlar ki, bir annenin ve babanın gözünden bile sakındığı biricik yavrusunun, hayattaki tek dayanağı, desteği, hayat arkadaşının yada hala gölgesi bile olsa varlığını hep hissetmek istediği annesinin, babasının, kardeşinin ölüm haberini duymak gibi…


Duymak zordur, koca bir uğultu olur kelimeler, boğazınıza düğümlenir hıçkırıklarınız, ama mecbursunuzdur. Acınıza ortak olur haberi veren doktor, çoğu zaman sendeleyip ona tutunursunuz, başınızı yaslayacağınız omuz onunkidir, göz yaşlarınızı tutamazsınız...
Diğer taraftan yaşananlar ise tam aksidir . Hayatta bir çok kez insanları sevindiren bir haber, bir hediye vermiş olabilirsiniz ama yaşama şansını arttıran, belkide yeni bir hayatın müjdesini vermek her insana nasip olmaz. Sevinçle haberi veren doktorun boynuna sarılan da olur, sevgi yumağı olmuş bir ailenin içine elinden tutup çekileni de, göz yaşlarınızı yine tutamazsınız...
Bu ikilem içerisinde en acılı anlarında insanlardan, kaybettikleri yakınlarının organlarını bağışlamalarını isterler,en zor anıdır yaşananların, hem de çoğu zaman hiç tanımadıkları belki de ülkenin başka ucunda hiçbir zaman da görmeyecekleri, organ nakli bekleyen hastalar içindir bu çaba...
Zamana karşı bir yarış başlar. Ölmüş bir bedenden çıkan organın canlılığını yitirmeden başka bedenlerde hayat bulması, başka bedenlere hayat vermesi için… Çok engeller vardır önlerinde, onlarca insanın emeği gerekir sonuç için, yılmadan tek tek aşarlar engelleri… Yasalar, yönetmelikler yanında etik ve ahlaki değerler ne istiyorsa yerine getirirler. Eksik veya yanlış yapma lüksleri yoktur. Yaşama sıkı sıkıya ama hayatın belki de en ince dalından tutunmaya çalışan binlerce organ nakli bekleyen hastanın ümidi organ nakli merkezi çalışanları ve onların yaptığı çalışmalardır. Oysa her yıl yüzlerce beyin ölümü sonrası, halkımıza yeterli eğitim verilmediği için oluşan ön yargıdan, başkalarına hayat verecek organlar kullanıamıyor.


"Öldükten sonra organlarımı bağışlayın" demek bir vasiyet ise, en azından aile içerisinde bir kez bu konunun konuşulmasını sağlamak bile bu önyargıyı kırmakta çok fayda sağlayacaktır.


Sağlıklı her organ bağışlanabilir. Ülkemizde kalp, akciğer, böbrek, karaciğer ve pankreas gibi organlar; kalp kapağı, gözün kornea tabakası, kas ve kemik iliği gibi dokular başarıyla nakledilebilmektedirler. Bir kişi organlarını bağışlayarak bir çok insana yaşama şansı verebilir.


Ülkemizde organ nakilleri iki türlü yapılmakta; ilkinde trafik kazası, kurşunlanma, beyin kanaması vb. nedenlerle yoğun bakımda tedavisi devam ederken beyin ölümü denilen geri dönüşümsüz beyin hasarı gelişmiş hastaların organları bağışlandığı takdirde bunlar kadavra donör olarak tanımlanmaktadır. İkinci grupta ise organ nakli gereken hastanın eşi veya yakın akrabaları doku, kan grubu vb. uyum mevcut ise organ bağışında bulunabilmektedir. Bunlar canlı donör olarak tanımlanmaktadır. Sadece böbrek ve karaciğer canlıdan nakil yapılabilen organlardır.


Organ bağışı dediğimizde doktorlarımızın her şeyden önce birinci tip organ nakillerini kastettiğini vurgulamamız gerek. Yani kadavradan ya da tıbben ölmüş kimselerden olan nakiller için ortaya atılmış bir kavramdır organ bağışı…

Yaşam boyu kullandığımız bizi yaşatan organlarımızın, öldüğümüzde bambaşka hem de tanımadığımız insanları yaşatmak amacıyla kullanılması ve bu organlardan, bağışlayanların herhangi bir menfaatinin olmaması, kavram olarak gerçek bir bağış olduğu gibi aynı zamanda büyük bir insanlık örneğidir de…
Dünyanın malının dünyada kalacağı bilinciyle, sadece insana has olan ardında bir şeyler bırakabilme, insanlık adına da bir şeyler yapabilme duygusunun da doruk noktası.

Yapılan istatistikler Türkiye’de her 10 kişiden birinin böbrekleriyle ilgili bir rahatsızlığı olduğunu ortaya koyuyor.

Organ nakliyle ilgili tüm merak edilenleri konunun uzmanı olan ve 25 yıldır organ nakli yapan Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar’a sorduk ve şaşırtıcı istatistiklerle karşılaştık.



-Bugüne kadar yapılan organ nakillerindeki başarıyı değerlendirir misiniz?


Hastanemizde ilk organ nakli 1982 yılında başlamakla birlikte bugüne kadar 2232 kişiye böbrek nakli yapıldı. Bunun dışında karaciğer, kalp ve pankreas nakillerinde de son derece iyi durumdayız. Kadavra nakillerinde son bir yılda çok büyük artış yaşandı. Geçen sene toplam 43 nakil yapılmışken bu yılın ilk 6 ayında bu rakam 46’ya ulaştı. Başarı oranımızın yüzde 99.5 olduğunu söylebilirim.


-Organ nakli sürecinin aşamaları nelerdir?


Beyin ölümü gerçekleşen hastaların durumları 4 hekimden oluşan heyet tarafından deklare edildikten sonra, organ nakli koordinasyon biriminde görevli doktorlara haber veriliyor. İlk görüşmede genellikle negatif yanıt alınıyor. Ama ikinci görüşmede acının akut etkisi biraz daha hafiflemiş oluyor ve akıl devreye girdiğinde toprak olup çürüyecek organlarla bir başka insana hayat verilecek olması fikriyle olumlu yanıt alabiliyoruz. İşte o zaman zamanla bir yarış başlıyor. Bu tamamen gönüllü bir iş olduğu için rıza olmadan kesin suretle bu işe girilmez. Bizim birimin beyin ölümü olmuş bir hastaya yaklaşması söz konusu değildir. Ancak yakınlarının onayıyla işlem yapılabiliyor.


- Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi’nin ilkleri nelerdir?


Biz burada ekip olarak bir çok başarıya imza attık. Bunlardan en önemlisi Konya'da geçirdiği trafik kazası sonrası kaldırıldığı hastanede beyin ölümü gerçekleşen ve organları ailesince bağışlanan Bekir Harmankaya'nın kalbi ve böbrekleri helikopterle Akdeniz Üniversitesi'ne getirildi. Bu arada Mehmet Ali Güler helikopter havadayken ameliyat masasına yatırıldı. Saat 18.30'da başlayan operasyon 04.00'te bitti. Dört aydır tedavi gören ve bu sürede 3 kez kalbi duran 34 yaşındaki Mehmet Ali Güler'e Türkiye'de ilk kez aynı vericiden alınan kalp ve böbreğin nakledildi. Artık hayatının son günlerine yaklaşmış olan bir çocuk babası Mehmet Ali, bu nakille sağlığına kavuştu. Uygun kalp ve böbreğin bulunması ve aynı anda nakledilmesi Türkiye’de bir ilkti. Bunun yanında geçtiğimiz hafta bir hafta içinde çocuk hastalardan Çağrı Arıkan ve Betül Kaya’ya 3 yaşında bir kadavradan bağış yoluyla alınan böbrekler nakledildi. Türkan Cihan ve Ahmet Taşatan’a anneleri, İbrahim Halil Tahtasız’a ağabeyi ve Cuma Yıldırım’a da amcasının oğlu böbreklerini bağışladılar. Türkiye’de böbrek nakli yapılan merkezlerde ortalama ayda bir çocuk hastada böbrek nakli yapılırken Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi’nde bir haftada 6 çocuk hastaya böbrek nakli yapıldı ve bu da bizce bir rekordur.


-Organ naklinde başarı neye bağlıdır?


Organ naklinde ekip çok önemlidir. Nakli yapmak kadar önemli olan nakilden sonraki aşamadır. Hastayı infeksiyondan uzak tutmak, doku uyumunu sağlamak ve vücudu normal işlevine geri döndürmek tek kişinin yapacağı bir iş değildir. Basında genelde bu işin başındaki kişiler yer almasına rağmen asıl görünmeyen kadro önemlidir. Ekibiniz başarılıysa siz basının önüne çıkıyorsunuz demektir. Ben bu konuda kendimi çok şanslı görüyorum. Konusunun uzmanı cerrah arkadaşlarım gerçekten yapılması imkansız denen ameliyatlara imza attılar. Çevre illerden organ bulunduğu haberi geldiğinde hemen yola çıkıp organların transferini gerçekleştirip ardından ameliyata girdiler. Zamanla yarıştığınız bir anı düşünün, bu ekip Konya’ya gitti, organları aldı ve buraya geldiklerinde 10 saatlik başarılı bir ameliyata imza attılar. Bu başarı için daha ne denebilir ki?


-Antalya’da şu an kaç hasta nakil için bekliyor?


Sağlık Bakanlığı’nın böbrek bekleme listesinde 2 bine yakın hastamız var. Türkiye genelinde ise 16 bin kişi nakil için bekliyor. Her yıl 1,5 milyar dolar kaynak diyaliz harcamaları için ayrılıyor. Toplumu bu konuda daha da bilinçlendirmemiz gerektiği ortada ve bu hastalar sizlerin bir yakını olabileceği gibi zaman içerisinde sizlerde bu gruba dahil olabilirsiniz. Özellikle hayatının daha başında olan çocuk hastaların gözlerinden yansıyan acıya ve umuda bir kez şahit olmuş birinin bu konuya duyarsız kalabileceğini zannetmiyorum. Minicik bedenleriyle diyalize giren ve her gün bir sonraki günün hayalini kuran çocuk hastalarımızın sayısı da maalesef oldukça yüksek.


-Türkiye’de böbrek yetmezliği vakalarının sayısı niçin bu kadar yüksek?


TÜBİTAK ve Sağlık Bakanlığı’nın desteğiyle Türk Nefroloji Derneği tarafından yürütülen ve ilk bölümü tamamlanan Kronik Böbrek Hastalığı araştırması, Türkiye genelinde rastgele seçilen 10 bin 872 hasta üzerinde yapılmıştır. Türkiye’de böbrek hastası sayısının 8.1 milyon kişi olduğu, böbrek fonksiyonları en az yüzde 50 azalmış hasta sayısının da 2.5 milyon civarında olduğu hesaplanmıştır. Hipertansiyon, şeker hastalığı ve genetik faktörler böbrek yetmezliğinin en önemli nedenleridir. Bu araştırma sonunda kadınlarımızın kronik böbrek hastalığı açısından daha riskli olduğu sonucuna varıldı. Kronik böbrek hastalığının bölgesel dağılımına bakıldığında ise Marmara ve Güneydoğu Anadolu’da riskin daha yüksek olduğu belirlendi. Bu durumun sebebi kesin olarak bilinmemekle birlikte Marmara bölgesinde hipertansiyon sıklığının daha fazla olmasının tansiyon sorununun böbrek hastalığına neden olduğu tespitinin doğru olduğunu göstermektedir. Sağlıklı olan her insanın bile en azından yılda bir kez idrar, kan tahlili, kolesterol ölçümü ve tansiyon ölçümünü yaptırması böbrek hastalığına yakalanma şansını düşüreceği gibi, erken müdahale de bulunulması tamamen iyileşmesini bile sağlayabilir. Böbrek çok iyi çalışan bir organ olduğu için yüzde 90’ı gitmeden hastalık belirti vermiyor. Bu yüzden de ‘benim hiçbir şeyim yoktu bir anda nasıl olur?’ sorusu bize en çok sorulan soru. Oysaki bu hastalık uzun yıllar ilerledikten sonra kendini gösteriyor. Belirtiler başladıktan sonra doktora gidildiğindeyse çoğu zaman çok geç kalınmış oluyor.


-Şeker hastalığının ülkemizdeki son durumu nedir?


2002 yılında TURDEP’in yapmış olduğu çalışmayla şeker hastalığı oranı yüzde 6.7 oranındayken 2008 yılında bizim yaptığımız çalışmada bu oran 12.2’ye yükselmişti. 8 yılda ikiye katlayan bu rakam dehşet verici bir ilerlemenin de habercisi aynı zamanda… Bu ilerlemenin hızını kesemezsek bu rakamlara ne organ nakli çözüm olur ne de diyaliz tedavisi.




Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar kimdir?



1957 Ankara doğumlu olan Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar, 1980 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden dönem birincisi olarak mezun oldu. İç Hastalıkları Uzmanı olarak başladığı görevinde Amerika Colorado Üniversitesi Sağlık Bilimleri Merkezi’nde iki yıl kaldı ve 1991 yılında Nefroloji Uzmanlığını aldı. Ülkeye döndükten sonra Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Biyosistatistik Anabilim Dalı için hazırladığı tezle de Yüksek Lisans Derecesi ve Bilim Uzmanlığı ünvanını aldı. Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü olan Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar ayrıca Türk Nefroloji Derneği Antalya Şubesi Başkanı, Sağlık Bakanlığı Ulusal Organ ve Doku Nakli Koordinasyon Kurulu Başkanı ve Diyaliz Bilim Kurulu Üyesidir. Evli ve bir çocuk babasıdır.