04 Haziran 2009

TUNCA TOSKAY




MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Antalya Milletvekili Tunca Toskay, iktidarın bütün devlet imkanlarını seçim kampanyasında pervasızca kullandığını, yerel seçimler yaklaştıkça AKP ve Başbakan'ın büyük bir panik ve gerginlik içinde gittikçe hırçınlaştığını, başarı için her şeyi mübah gören tutum sergilendiğinin altını çizen Toskay, hem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı hem de ana muhalefeti sert bir dille eleştirdi.


Ülkemizin gerçek gündemi Başbakan’ın dayattığı sanal gündemden çok farklıdır. İşsizlik çığ gibi büyümekte, fabrikalar kapanmakta, çiftçi tarlasını ekememekte, vatandaş kredi kartı borcunu, aldığı tüketici kredisini ödeyememekte, esnaf siftah yapamamakta, semt pazarlarında esnaf çok azalmış müşterilerine biraz daha fazla alışveriş yapması için yalvarır duruma gelmiş bulunmaktadır diyen Tunca Toskay yerel seçimlerden umutlu olduklarının da altını çizdi.


“Başta Başbakan ve Bakanlar vatandaşları seçimle ilgili olarak tehdit etmektedirler. Bir Bakan iktidar adayları belediyeleri kazanamazsa devletin bu belediyelere zorluk çıkaracağını açık açık söyleyebilmekte, Başbakan vatandaşı aleni tehdit etmekte ahlaki sakınca görmemektedir” diyen Toskay, seçim sürecinde adaletsiz davranıldığını vurguladı.


39 yıldır Milliyetçi Hareket Partisi’nde olduğunu ve siyasi görüşün yanında partisiyle arasında bir gönül bağı olduğunu söyleyen Toskay, siyasette istikrarın çok önemli bir fark olduğunu belirtti.


Son aylardaki gündemimiz yerel seçimler… Peki ama, MHP’nin seçim çalışmaları nasıl gidiyor? Bir milletvekili gözüyle Antalya’yı nasıl görüyor? Antalya’daki son durum nedir? ‘Türkiye elden gidiyor’ söylemiyle ne demek istemişti?


Tüm bu soruları MHP Antalya milletvekili Tunca Toskay ile konuştuk.



-İktidarın seçim çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?


İktidarın seçim kampanyası gerçek anlamda, demokrasininin özüne uygun değil. Birkaç yönden uygun değil. Özellikle siyasi iktidarlar iktidarın bütün gücünü haksız olarak muhalefet partilerine dez avantaj olacak şekilde kullandıkları için bu demokratik rejimin kurallarına uymaz. Bütün devlet imkanlarının seçim kampanyasında pervasızca kullandığını görüyoruz. İkinci önemli konu ise Başbakan’ın kendi adayları belediyeleri kazanamazsa devletin bu belediyelere zorluk çıkaracağını açık açık söyleyebilmesidir. Antalya milletvekili Mehmet Ali Şahin bu fikri açık açık beyan ediyor. Örneğin Serik ilçesinde iktidarın adayını seçmezseniz hizmet alamazsınız şeklinde aleni bir tehdit söz konusu… Kırıkkale milletvekillerinin söylemi aynen şudur. “AKP adaylarına oy vermezseniz taş taş üstüne koyamazsınız.” Hem demokrasiye aykırı çalışmalar yürütüp hem de vatandaşı tehdit ediyorlar. Bir diğer önemli konuysa sayın Başbakan’ın üslubu ve konuşma şekli… Bu da Türk demokrasisine gerçekten hiç yakışmayacak bir üslup. 1950 seçimlerinde Türkiye ilk defa seçmenin iradesiyle iktidar değiştirdi. CHP gitti, DP geldi. 1950’yi yani bu değişimi milat kabul edersek ülkemizin yaklaşık 60 yıllık bir demokratik tecrübesi var. Böyle bir üslubu ben bu 60 yılda hiç görmedim. Çok seviyesi düşmüş bir üslup var. Sayın Başbakan’ın konuşma şekli çok yakışıksız. Meydanlarda maksatı aşan ifadeleri, çok saldırgan bir üslubu var. Ayrıca özel bazı toplantılarda da demek ki kendini tutamıyor. Mesela Bankalar Birliği’yle yapılan bir toplantıda Dış Ticaret Bakan’ı Kürşat Tüzmen’e “Kes sesini, millet ne söylüyor, sen ne söylüyorsun” diye bakanını bankacıların yanında azarlıyor. Gene başka bir gün canlı yayın var, yok diye haber veriliyor “başlatmayın beni şimdi” falan gibi çıkışları söz konusu. Özetle böyle bir üslup Türkiye Başbakanı’nın üslubu olamaz. Bu üslub da, Cumhuriyet Halk Partisi’nin çanak tutmasının da rolü var. Tüm bunlar Türkiye’nin gerçek sorunlarını ve gündemini tartışamamıza yol açıyor.


- Peki bu hırçınlığın altında yatan sizce nedir?


Bu hırçınlığın ve tedirginliğin bir sebebi de oy kaybetme korkusu olabilir. Bunun yanında Sayın Başbakan’ın kişiliğiyle ilgili bir üslub kirliliği var. Ben de siyasetçiyim. Böyle bir üslubun içinde siyaset yaptığım zaman vatandaş da bana, sanki aynı kategoriye dahil mişim gibi bakacak diye tedirginliğim oluşuyor. Halbuki çok sert eleştirileri insanları kırmadan güzel bir üslubla yapmak da mümkün. Bunda karekterin, birikimin ve entelektüel düzeyin çok önemli rolü vardır. Maalesef Sayın Başbakan’ımızın entelektüel düzeyi Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olmaya çok yeterli değil. Bunu açık açık söylüyorum. Bu kabine de böyle üstelik. Sayın Maliye Bakanı’nı bir görün. Ben hayatımda böyle bir Maliye Bakanı hiç görmedim. Çok garip davranışlar sergiliyor. Bu tablo inanın insanı acı acı gülümsetiyor.


-Oysa ki her seçilen seçim öncesi ben farklıyım diyor. Peki halk kime inanacak?


Arada ufak istisnalar olsa bile bu genele yayılmış olmamalıdır. Bizim iktidar dönemimizde samimiyetle söyleyebilirim ki böyle şeyler yaşanmadı. Çünkü biz yandaşların yerine işi bilenleri ve hak edenleri bir makama getirmeyi uygun gördük. Genel Başkanımla yaptığımız görüşmelerde sadece bir kez bir isim üzerine fikrini almak istediğimde bana tek yorumu “ehliyetli birisi herhalde diye düşünüyorum” oldu. Bu farkı görmezden gelmek mümkün değildir.


-Bütün bu anlattıklarınızı denetleyecek bir birimin eksikliği mi yaşanıyor ?


YSK Tunceli’de enerjik olarak davranıp gereğini yerine getirmedi. Hangi seçimde Sosyal Dayanışma Fonu bulaşık makinası,çamaşır makinası, yatak odası takımı dağıtmıştır. Görülmemiş bir durumdur bu yaşananlar… Fakir bir insana devlet mutlaka elini uzatmalıdır. Ama bulaşık makinası verilerek fakire yardım yapılmaz. Çok trajikomik resimler ortaya çıktı. Çiftçiye çamaşır makinasını vermişler ama adamın evinde su yok. Götürmüş ahıra koymuş. Keçilerin arasında duruyor çamaşır makinası… Bu görüntüden de sıkılmıyorlar. Böyle bir seçimi kazansanız ne olur, kazanmasanız ne olur? Bu seçimi siz kazanırsınız ama Türkiye’de demokrasi kaybediyor. Sosyal ve kültürel değerlerde müthiş bir erezyon var Türkiye’de… Bugün gazetelerin sayfalarını karıştırın ve kriminal suç haberlerine bakın. Altı yıl evveline nazaran suç yoğunluğu, suç haberleri ve suçların şekli değişti. Vahşet haberlerine dönüştü. Denetimsiz şehirleşme, kültürel ve sosyal erezyon ve devletin otoritesinin gittikçe toplumu denetleyemez hale gelmesi bunların hepsi bir araya geldiğinde büyükşehirler de şans eseri olarak hayatta olduğumuzu söylemek hiç de yanlış olmaz. Ben bunu Başbakan’a söylesem alacağım cevabı biliyorum “Adam deli, cinnet geçirmiş doğramış kızı, onun elini ben mi tutacağım “ diyecek ama durum bu kadar basit değil maalesef… Ben şiddet baskı uygulayan bir devletten yana değilim. Sadece namuslu, düzgün vatandaşın güvenle yaşayabileceği bir toplum düzeninden devlet sorumludur. Batı’da istifa edilen durumlarda bizde istifa mercii yok.


-Antalya’ya geri dönersek seçim çalışmalarınızda son durum nedir?


Biz havadan son derece memnunuz. Sıkıntımızı da açık açık söyleyeyim size… Vatandaşın da bunu bilmesi gerekir. AKP bu seçimdeki maddi kaynaklarıyla rekabet etmek de zorlanıyoruz. Bu yarış eşit ve adaletli bir ortamda gerçekleşse AKP’yi Antalya’da hezimete uğratırız. Menderes Türel’in de seçilme şansı kalmaz. Yarış eşit şekilde devam etmiyor. Devletin bütün gücü onlarda. Nereden kazandıklarını açıklamak da zorlandığım müthiş bir ekonomik kaynağı seferber etmişler. Bunlarla MHP olarak, üyelik aidatlarıyla, adayların cebinden koyduğu para ya da hazineden alınan pay ile AKP’nin ekonomik kaynağıyla rekabetimiz güç oluyor. Bunu seçim sonucu için mazeret olsun diye söylemiyorum. Biz Antalya’da 22 Temmuz’dan daha yüksek bir oy oranı alacağımıza inanıyoruz. Türkiye’nin hayrı için bu seçimlerde dengelerin değişmesi gerekmektedir.


-Bir dönem siyasete ara verdiniz, tekrar geri dönmenizin sebebi neydi?


Belli tecrübeyi elde etmişseniz, belli bir birikiminiz varsa Türkiye’deki yaşananları çözümleyebiliyorsanız bu tablo karşısında mutlu olamıyorsunuz. Türkiye’nin geleceğiyle ilgili benim çok ciddi endişelerim var. Lütfen bunu klasik bir söz olarak algılamayın. Anayasa’nın başlangıç bölümü ve ilk dört maddesinde ifadesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yavaş yavaş sarsılıp, yıpratılıp, gündemden düşürüldüğü endişesi var bende… Siyasete tekrar aktif dönüşümün esas sebebi budur.


-Ülkemizde hep aynı sorunların gündemde olması, gerçek gündemi unutturmak adına bilinçli yapılan bir çalışma mı?


2002 yılında sıfır terörle bıraktığımız Türkiye’de durum ortadadır. 1991 yılında Kürtçe yemin etmek istenildiği için kıyamet koptu şimdi aynı görüşün partisinin grubu mecliste ve milletvekillerine Türkiye’nin bölünmesiyle ilgili projeyi Kürtçe- Türkçe kitapçık halinde dağıttı. Geldiğimiz nokta bu. Anayasa’nın başlangıçtaki ilkelerini söylediğimiz zaman bize hiç haketmediğimiz şekilde adeta hakaret ediyorlar. Adamlar Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini değiştirmek istiyorlar. Ayrı bayrağımız olacak, benim bölgem özerk olacak, beni ikinci bir devlet olarak tanıyacaksınız diyor. Buna izin verecek miyiz, vermeyecek miyiz? Herkes oturup bunun kararını versin. AKP bu konuda dik durmuyor. Devletin televizyonunun bugün Kürtçe yayın yapması anayasaya aykırıdır. Çok ulusalcı olduğunu söyleyen CHP’de bunu konuyu anayasa mahkemesine götürmüyor. Bunu ana muhalefetin bir an önce yapması lazım. Eğer bizim bu konuda hukuki yetkimiz ve milletvekili sayısı olarak salt çoğunluğumuz olsaydı, çoktan bu dava açılmıştı. 301’i Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne her şeyi söylemek serbest şeklinde değiştirdiler. Çok ulusalcı olduğunu söyleyen CHP bunu da anayasa mahkemesine götürmedi. Vakıflar Kanunu’nu değiştirerek yabancılara Türkiye’de imtiyaz sağlayan bir yasa çıkarıldı. Çok ulusalcı olduğunu söyleyen CHP bunu da anayasa mahkemesine götürmedi. Bu nasıl ulusalcılık? Demekki ulusalcılıkla milliyetçilik birbirinden çok çok farklı iki kavram. Parti olarak yabancı sermeyenin yatırım yapmasına kesinlikle karşı değiliz. Ama butün bunlarda Türk milletinin menfaatlerinin korunup, ekonominin kontrolünün bizim elimizden yabancıların eline geçmesine izin vermememiz lazım. Bunu yapmazsanız işsizlik çığ gibi büyümekte, fabrikalar kapanmakta, çiftçi tarlasını ekememekte, vatandaş kredi kartı borcunu, aldığı tüketici kredisini ödeyememekte, esnaf siftah yapamamakta, semt pazarlarında esnaf çok azalmış müşterilerine biraz daha fazla alışveriş yapması için yalvarır duruma gelmiş bulunmaktadır.


-“Türkiye elden gidiyor” açıklamanız basında geniş yer bulmuştu. Bu fikriniz hala aynı mı?


Türk bankalarının yabancılara satılmasının ardında Türk topraklarını ele geçirme politikasının yattığına inanıyorum.Yabancı sermaye parayı bastırdı 2 bankanın tamamını aldı. O bankalar şimdi Trakya’da gayrimenkul kefaletiyle köylülere akıl almaz şekilde kredi veriyor. Bu köylü bu ürün fiyatlarıyla borcunu ödemediği zaman yabancı banka oradaki bütün tarlalarının sahibi olacak. Biz bunların hepsini biliyoruz. Kefil kabul etmeyen bir bankacılık anlayışıyla çalışan bu bankalar sadece gayrimenkul kefaleti kabul ederek amaçlarını açık bir şekilde ortaya koyuyorlar. Türkiye elimizden gidiyor. Biz hiç bir şeçime Türkiye’nin gerçek gündemini tartışarak gidemedik. Antalya’da merkez ve merkez ilçeler belediye başkanları seçim arifesinde bakın biz ne tartışıyoruz. Ergenekon tartışıyoruz,bilmem kaçıncı dalgasının bilmem kaçıncı ayağını konuşuyoruz. Davos’u konuşuyoruz. Sayın Başbakan esip gürlüyor, ana muhalefette buna karşılık veriyor, bir gürültü patırtı Antalyalıların gerçek gündemi kaybolup gitti. Bu raylı sistem ne olacak? Bu parayı sokağa mı attık? Büyükşehir Belediyesi’nin mali tablosunu biliyor musunuz? Bunlar hiç gündem de olan konuşmalar değil… Biz hala Davos’dayız. Mazlum milletlerin sözcüsü olan Başbakan diyorlar, hangi mazlum milletlerin sözcüsü? Musul ve Kerkük’de Türkmenlerin ellerinden arazileri, evleri alınıp tapu daireleri yakıldığı zaman, Telefar’da Amerikan uçakları terörist var diye Türkmenleri bombaladığı zaman, Türk ordusunun başına çuval geçirildiği zaman bu mazlum milletleri savunan Başbakanımız neredeydi? Neyi savunuyor? 17 Ekim’de meclisten teskereyi geçirdik. Irak’a müdahale için, 5 Kasım’da Başkan Bush’un önünde ondan izin alıncaya kadar Türk askerini Irak sınırından içeriye sokamadı. Kahraman Başbakanımız ‘çekin ordunuzu’ dendiğinde o gece askeri geri döndürdü. Bu Sayın Başbakan kahraman olamaz. Amerikan projesi halinde teşkilatlanmış ve Türkiye’nin siyasi hayatına sokulmuş bir AKP’nin Başbakan’ından kahraman olmaz. AKP Türk siyasi hayatında dış destekli bir projedir.


- Antalyalı seçmene son bir mesajınız var mı?


Ben halkın sağ duyusuna güveniyorum. Bizi anlamak istemiyorlar ama biz ne faşist ne de ırkçı değiliz, olamayız. Bu bizim kendimizle çelişmemizi sağlar. Türkiye’nin bir karış toprağını bile vermeyecek olan bizler nasıl olurda ırkçı oluruz. Milliyetçiliğin temelinde milletin menfaatine olmayan bir şeyi yapmamak yatıyor. Biz bölünmeden yana olamayız. Bölünmeyi kışkırtacak alevlendirecek bir yerde olamayız. Biz fedakarlık yaparız bir bölgeye gitmeyiz, Türkiye’nin menfaati içinse orada seçim kaybetmeyi de göze alıyoruz. Sayın Başbakan bunu anlayamıyor. Bu ülkede Milliyetçi Hareket Partisi son sözünü söylemeden Türkiye’yi ne bölebilirler ne de istedikleri şekle sokabilirler. Son sözü biz söyleyeceğiz.



Tunca Toskay Kimdir?



8 Ocak 1939'da İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. Aynı fakültede doktorasını tamamladı. Hür Berlin Üniversitesi'nde araştırma yaptı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak ders verdi. 1969'da doçent, 1979'da profesör oldu. Uluslararası Turizm Uzmanlar Birliği'ne üye olarak kabul edildi. İstanbul Yıldız Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi ve Eskişehir İktisadi İlimler Akademisi'nde ders verdi. Radyo Televizyon Yüksek Kurulu'na seçildi. TRT Genel Müdürlüğü, Asya Pasifik Yayın Birliği Başkan Yardımcılığı, Başbakan Başmüşavirliği ve Başbakanlık Özel Çevre Koruma Bölgeleri Koruma Kurumu Başkanlığı görevlerinde bulundu. Türkiye ekonomisi, turizm ve çeşitli konularda kitap, makale, araştırma ve tebliğleri bulunmaktadır. 19. Dönem İstanbul, 21. Dönem Antalya Milletvekili. 57. Hükümet'te Devlet Bakanlığı yaptı. Almanca ve İngilizce bilen Toskay, evli ve 1 çocuk babasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder