04 Haziran 2009

MUSTAFA EĞRİBOYUN


Yarım asır önce babasının yamadığı kauçuk potinleriyle düştü yollara… İş bulma ümidiyle geldiği Antalya’da bulaşıkçılık yaparak başladığı hayat öyküsünde, yıllar içinde lezzetli mezeleriyle tanınan ve kendinden bahsettirmeyi başaran Mustafa Eğriboyun, askerden döndüğünde “Fondip” adıyla açtığı Antalya’nın ilk meyhanesiyle Antalyalıların gönlündeki “Fondip Mustafa” oldu. Ardından Antalya’nın ilk birhanesi olan “Padişah Otağı” nı açan Eğriboyun, 22 yıl önce Karaalioğlu Parkı içindeki “Deniz Restoran”la devam ettirdiği mesleğinde Antalya’da bir marka, Antalyalıların dert ortağı oldu çoğu gecelerde…
52 senelik meslek hayatında kimler geldi, kimler geçti mekanından… Nostaljik görüntüsünü hep koruyan, çok fazla değişiklik yapmadan yaşattığı işletmesinde müşterilerinin zamanla dostları olduğunu söyleyen Mustafa Eğriboyunla nostaljik bir yolculuğa çıktık. 60’lı yıllardan günümüze uzanan söyleşimizde kimi zaman gözyaşları sel olup aktı kimi zamanda gülümseyerek yad ettik eski günleri…
Geriye dönüp baktığında çok zorlukları aşarak bugünlere gelebildiğini anlatan Mustafa Eğriboyun’un bugünlerdeki en büyük üzüntüsü Kentsel Dönüşüm Projesi için yıkılacak yerler arasında Deniz Restoran’ın da gösterilmesi… “Burada yılların anıları, bu şehrin nostaljisi yatıyor. Buranın yeri değişirse yıllardır yaptığım maddi ve manevi tüm birikimimin gider, ben asıl o zaman ölürüm” diyen Mustafa Eğriboyun’un yaşadığı üzüntü gözlerinden okunabiliyordu.
“Bir duble rakıyla başlayan dost sohbetlerinde burada yaşanan her gece bir hikayedir, herkesin hikayesi farklı, yıllar içinde neler gördük, neler yaşadık ama dürüstlüğümüzden hiç ödün vermedik” diyen Mustafa Eğriboyun başarısının sırrının günde 20 saat çalışmak olduğunu söyledi ve uzun bir sessizliğin ardından gözyaşlarıyla fısıldadı; artık çok yoruldum.
Antalya’nın büyüleyici manzarasının eşliğinde kulağınızda hafiften bir müzik, rakınızı yudumladığınız Deniz Restoran’da, birçok ailenin üç kuşak temsilcilerini ağırladığını söyleyen Mustafa Eğriboyun, “Dünün çocukları büyüdüler, babalarının yerlerini aldılar, geçen yılların derin çizgileri sayısız anının ve mutluluğun resmiydi” diyerek noktaladığı sohbetimizde gözlerinden akan yaşların her biri geçmişe ait birer hikayeydi.

-Meyhaneciliğe nasıl başladınız, baba mesleği miydi?
Biz çok fakir bir aileydik. Okuyamadım da zamanında, Kaş’ın köyündeydik. Antalya’ya gelip iş bulmaya karar verdim. 12 yaşındaydım, babam kauçuk ayakkabılarımı başka bir kauçuğu ısıtarak yamadı ve ben onları giyerek yola çıktım. Parada yok, günlerce yürüdüm. Göynük’e kadar yayan geldim. Bulaşıkçı olarak başladım ama sonradan Tüccarlar Kulübü’nde aşçılık öğrendim. Zeki Müren’in de aşçılığını yaptım uzun süre Derya Motel’de… O günlerden geriye iyi aşçı olarak 5 kişi kaldık. Askerden dönünce de Fondip’i açtım. Ben askerdeyken Ticaret Odası bana ayda 300 lira maaş bağlamıştı. O maaşla da ben askerdeyken eşim geçiniyordu.
-Antalya’nın ilk meyhanesi Fondip kimleri ağırladı?
1969 yılıydı. 16 sene kendim işlettim. Zor günlerdi, masaların üzerinde uyudum 3 sene… Kimler geldi,kimler geçti... Osman Ağaoğlu, Agah Lülü, Handırlı Ahmet Ağa, Adnan Yerebakan o yıllarda daimi müşterilerimdi. Bir Hilmi Ağabey sağ şimdilerde… Hepsi o dönemin iş adamları, tüccarlarıydı. Sarı Hamdi, Tevfik Öz, Ali Yapan, Faik Şahin aklımda kalanlar… Unuttuklarımda vardır elbetteki… Mesela Manavgatlı Handırlı Ahmet Ağa’yı herkes tanırdı o dönem… Meyhanede gelir yer,içer eski otogarın orada Kamer Pavyon vardı, meyhaneden sonra oraya giderdi. Gitmeden önce telefon açar pavyonu tek başına kapatırdı. Tam bir ağaydı.
-‘Fondip Mustafa' hangi mezesiyle tanındı Antalya’da?
Piyazcı Mustafa olarak tanındım ben 70’li yıllarda… Antalya’nın köfte-piyazı dediler mi ben akla gelirdim. Antalya’nın hibeşi ve piyazı meşhurdur. Çok değişik mezeler yaparım ama herkes benim piyazımı ve hibeşimi bilir. Antalya’dan gidenler telefon açıp hibeş sipariş ederlerdi. “Senin hibeşi özledik, yap da gönder bize” dediler mi İstanbul’a, İzmir’e hibeş gönderirdim. Ama benim en çok sevdiğim hep sebze yemekleri oldu. Bir de kışın her sabah tarhana çorbası içerim yıllardır… Hiç bıkmadım duyanlar şaşırır ama biz bunlarla büyüdük.
-Deniz Restoran açılalı kaç yıl oldu?
Burası açılalı 22 sene oldu. Antalyalılardan 5 kişi kaldık biz işletmeci… Burası kimleri ağırlamadı ki… Yalçın Tüzken (Kovboy Yalçın ),Artist Sümer (Tilmaç), Gültekin Çeki,Erdal Akpınar, Rahmetli Yaşar Uçar,Ulvi Yerebakan, Akay Armağan, Turgut Kilit, Yekta Başeğmez, Mehmet Manavoğlu, Aldemir Dündar, Giray Ercenk, Erman Taşdemir, Erol Yantaç, Ünal Çotak, Aziz Kilit, Ahmet Dökdök, Ali Buldu… Dostlarım hepsi de benim… Antalyalılar toplanacaklarsa mutlaka burada toplanıyorlar hala… Antalya’da kazalar ve ilçeler dahil içki içip de benim meyhanemde içki içmemiş kimse yoktur. Fondip Mustafa’nın yerinden başka yer olmaz diyorlar. Ben yıllar içinde çok köklü değişiklikler yapmadım özellikle, buranın nostaljisine ve tarihi dokusuna zarar vermemek adına buranın özünü hep korudum. Yıllarca dışarıda yaşamış biri bile Antalya’ya geldiğinde gelip beni buluyor ve çok seviniyor. “Bunca yıl sonra hiç değişiklik olmadan burası kalmış, yıllar önce çay bahçesindeki çamlıkta ders çalışırdım” diyerek eski günlerini hatırlayanlar burasını değiştirmediğim için tebrik ediyorlar.
-Yıllar içinde neler değişti Antalya’da?
Uzun zaman oldu, elbette çok değişim yaşandı. Eskiden parası olmayan da gelir kavga çıkarır giderdi. Şimdilerde senede bir iki defa oluyor onlarda genelde yabancılar… Gelir düzeyide arttı artık insanların, meyhane kültürü de değişti, eğlence anlayışları da… Zamana ayak uydurdu herkes, eski meyhanelerdeki dost sohbetleri nostalji oldu günümüzde… İçmesini bilmiyordu insanlar, bizimde adımız Fondip, bende içerim. Bir büyük, bir ufak içtiğimiz günlerde oldu ama adam gibi evimize gittik yine de. Şimdi herkes geliyor da o zamanlar meyhaneye sadece erkekler gelirdi. Artık Antalya’da Antalyalılara ait işletme kalmadı. Biz numunelik kalanlarız. Bir sürü yer açıldı ama hep dışardan gelenler açtı. Antalya’da eskilerden fazla bir şey de kalmadı aslına bakarsanız. Eski dostlarımın, ağabeylerimin bir çoğu toprak oldu gitti. Burayı çocuğum gibi büyüttüm hem kendimi hem burayı Antalya’ya malettim ama bir ömrüde bu uğurda harcadım.
-Antalyalı siyasilerden kimler geldi mekanınıza?
İki üç tane valiyle çalıştım 22 senede, özellikle Saim Çotur ve Hasan Subaşı her hafta sonu buradaydılar. Saim Bey hala gelir ziyaretime,içmiyor artık, on-onbeş günde bir uğrar portakal suyunu içer, gider. Hüsnü Tuğlu valimiz valilik döneminde sık sık gelirdi. Beş tane belediye başkanıyla çalıştım, hiçbiri sıkıntı yaşatmadılar. Hepsi müşterimde oldu aynı zamanda… Hatta eski Antalyalılara iki ayda bir Menderes kahvaltı verir burada…
-Meyhanenin ismini fondip koymak nereden aklınıza geldi?
Askerden sonra İzmire gittim. Gündüz bir iki duble bir şey içmek istedim. Lüks yerlere gidemiyorum tabi, param yok.Kenardan kenardan yürüyorum, baktım yeraltından insanlar çıkıyor. Kapıda fondip yazıyor, içerden çıkanlar sarhoş, girdim iki duble içkimi içtim. Fondip ismi aklımda kalmış o zaman… Geldim Antalya’ya meyhane açmaya karar verince ismini fondip koydum ama anlamını uzun zaman bilmedim. Meyhaneyi açtıkdan bir sene sonra öğrendim fondip, bardağın sonunu bir seferde içmek demekmiş. Hüseyin Esti vardı eski Antalyasporlu, o kardeşi için bir yer açmış toplam 6 masa var. Kardeşi işletemeyince aracı oldular ben tuttum orayı… “Bu dükkanı Antalyalı’ya vermeyeceğimde kime vereceğim” dedi ve çok kolaylık sağladı o zamanlar… Daha sonra Padişah Otağı ismini verdiğim ilk birhanesini açtım Antalya’nın… Onun da anlamını sonradan öğrendim. Hatta o yıllarda birhaneye ilk defa renkli televizyonu koyan bendim. Chiristine diye bir kadının tek bir bantı vardı. Uzun boylu bir kadın şarkı söyler dans ederdi, sabahtan akşama kadar dambur dumbur o bant çalardı.
- Çok genç yaşta meyhaneci olmuşsunuz, hatalarınız olmadı mı?
Zamanında çok kazandık, çok da yedik. Para tutamadım benim en büyük hatam bu oldu. Gündüz kazandım, akşam yedim. Pazar günleri kapatıyordum meyhaneyi, sabah uçağıyla İstanbul’a gidiyor ertesi sabah geri dönüyordum. Tek sahip olduğum yer burası… Buraya bir şey olursa gene Antalya’ya geldiğim gibi kalırım. Pabuçsuz gelmiştim Antalya’ya 50 sene sonra pabuçsuz kalırım öylece…
-Meyhanecilik zor iş, keşke bu işi yapmasaydım dediğiniz oldu mu?
Çok dedim. 12 Eylül’den sonra imkanlarımda oldu ama bırakamadım bu işi… Aslında bir bayilik falan alsam çok daha farklı olurdu hayatım… Büyüklerimizin bir lafı var. Herkes bildiği işi yapsın derler. Ben sadece bu lafı dinledim. En iyi bildiğim iş buydu, Antalya’nın sayılı aşçılarındandım. Başka iş bilmiyorduk ki o zamanlar… Bulaşıkçı olarak başladım zamanla aşçı oldum. Askerde de paşanın özel aşçılığını yaptım. O zamanki komutanlarım sonradan en yakın dostlarım oldu. Antalya’ya geldiklerinde evimde kaldılar. Çok destek oldular sağolsunlar. Özellikle 12 Eylül döneminde Antalya’nın Paşası benim askerdeki binbaşımdı. Gece yarısından sonra sokağa çıkma yasağı başlardı, inzibat önde ben arkada evime kadar götürürlerdi. Ömrümü bu mesleğe verdim, para biriktiremedim ama dost biriktirdim yıllar içinde…
-Hayallerinizi gerçekleştirebildiniz mi?
Bu meslek dünyanın en zor mesleği, adam iki duble içer başlar küfür etmeye, biz neler çekiyoruz hala… Ben böyle bir yere geleceğime hiç inanmıyordum. İçimde sadece yaşayamadıklarımın özlemi kaldı. Beni tanıyanlar dürüstlüğümle tanıdılar. Yanımda çalışanların en yenisi 10 seneliktir. Bir sürü çırağım yanımdan ayrıldıktan sonra iş yeri açtı kefil oldum bende, iş güç sahibi oldular onlarda… Bu meslek belki dünyanın en güzel mesleği ama en zor olanı aynı zamanda… Bu masalarda neler konuşuldu masaların dili olsa da anlatsa… Hem efkar dağıtma hem eğlence yeri buralar… Dostların dert ortağı oldum yıllarca… Burada her gece ayrı bir hikayedir aslında… Çok yoruldum aslında ama insan çocuğunu bırakır mı? Şimdilerde iş güç sahibi bir çok çocuğun babalarıydı buraya gelenler.. Bir çok ailenin 3 kuşak temsilcilerini ağırladı bu masalar… Benim ismini hatırlayamadıklarım mutlaka olmuştur ama Antalya’da Fondip denildiğinde akla ilk gelen ben oldum.
-Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında yıkım için ismi geçen yerlerden biri de burası, neler hissettiniz ilk duyduğunuzda?
Burada yılların anıları, bu şehrin nostaljisi yatıyor. Buranın yeri değişirse yıllardır yaptığım maddi ve manevi tüm birikimimin gider, ben asıl o zaman ölürüm. İlk duyduğumda hastalandım. Günlerce kendime gelemedim. Bir ömür burası nereye giderim? Menderes’ de bilir buranın önemini… Bana “ Abi sen devam et aynen böyle, seni sokağa mı atacağım, ben seni mağdur etmem” dedi bir konuşmamızda… Ben ona güveniyorum. O da bizim çocuğumuz babasıyla komşuyduk, gözümün önünde büyüdü Menderes, bu konuyla ilgili kimseyi araya sokmam. Benim için Menderes’in sözü önemlidir. Buraya ömrümü verdim, buraya yaptığım yatırım dışında hiçbir şeyim yok. Buradan taşımam demek benim ölümüme sebep olur. Antalya’da eskilerden kim kaldı ki zaten, bir avuç insanız. Menderes’in de bizlere sahip çıkacağına eminim. Ben ona güveniyorum, beni mağdur etmez.
-Hayatınızda geriye dönüp baktığınızda neler söylersiniz?

Çok zordu, çok çok zordu. Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor, sensiz yaşamak neymiş bir de bana sor, ak düşen saçlarımı bir bir sayarken, bunca yıl nasıl geçmiş bir de bana sor diye şarkı var ya … İşte benim ömrüm böyle geçti. 45 senelik evliyim ben… 5 çocuğum 5 tane de torunum var. Eşim duyma ve konuşma engelli… O zamanlar ben parasızlıkdan masaların üzerinde uyuyordum. Ali Yapan bir gün beni yanına çağırdı “Faik Abinle biz bir şey düşündük. Burada masaların üstünde yatıyorsun, böyle böyle bir kız var, o da garip sen de garip biz sizi evlendirelim ne dersin?” dedi. “Siz bilirsiniz” dedim. Bizde büyüğe saygı vardı. Ustamın yanından ayrıldım ama öldüğü güne kadar beni elimde sigarayla görmedi. Evliliğimi duyan herkes altı ayda ayrılırlar dedi ama 45 sene oldu biz evleneli… Ama çok zor bir hayat… Ben şimdiki evliliklere bakınca üzülüyorum. Fedakarlıklar, saygı eskidenmiş. O zaman çerçiler vardı manifaturacı bizi oraya götürdüler 400 liraya alışverişimi yaptılar, araba yok o zamanlar Kalekapısında iki Chevrolet var sadece, faytonla gezdirdiler bizi, düğünümüzü yaptılar. 45 senelikte evliyim ama nasıl geçti bir de bana sor… Buraya gelince sabah 5’de açar, çorba satar, gece 2’de kapatırdım dükkanı… 20 saat çalışıyordum günde… Bugünlere kolay gelmedim yani… Hep sıkıntı, hep yokluk vardı. Üç gün aç kaldığım oldu. İş sahibi olduktan sonra en çok gariplere yardım etmeye özen gösterdim bu yüzden… İyi günlerinde değerini bilemedik ömür dediğin ne ki, çok zor günlerimizi bile kimseye belli etmedik. Bir ömür geçti gitti işte…

Mustafa Eğriboyun Kimdir?
1943 yılında Kaş’da doğan Mustafa Eğriboyun 12 yaşında Antalya Tüccarlar Kulübünde başladığı iş hayatında, Antalya’nın ilk meyhanesi Fondip, ilk birhanesi Padişah Otağı ve şimdiki Deniz Restoran’ın sahibi ve işletmecisidir. 10 yıl önce “Antalya’da İz Bırakanlar” plaketi verilen nam-ı diğer Fondip Mustafa evli, ikisi kız, 5 çocuk, 5 torun sahibidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder