04 Haziran 2009

SELİM GÜRATA


Tiyatro sevgiyle başlar, gönül işidir. Fedakarlıkla beslenir. Yüreğe düşen ateşidir sanatın…


İnsanlık tarihi kadar eski olan bu sanat dalı, perdelerini her açtığında insanları bir yandan eğitirken bir yandan düşündürür, bir yandan eğlendirirken bir yandan hüzünlendirir. İzleyen herkesin kendinden bir şeyler bulduğu bir sanat dalıdır tiyatro…


Seyredilen bir oyunda ne çok emek vardır bizlerin göremediği, ışıkçılar, sahne çalışanları, kostüm hazırlayanlar, sufle verenler, perukacılar, makyözler, yönetmen ve yardımcıları ve daha sayamadığımız bir çok tiyatro emektarının gönüllerini koydukları mesleklerinde tiyatro onların yaşam biçimidir.


Antalya Devlet Tiyatrosunun değerli oyuncularını, dünya tiyatrosunun en önemli oyunlarında seyirciyle buluşturmayı hedefleyen Selim Gürata Antalya Devlet Tiyatrosu’nun hem emektarı hem idarecisi…


“Perdelerimizi her ne olursa olsun bir gün bile kapatmadık, kapatmayız” diyen Selim Gürata çok zor şartlarda da olsa her durumda sahneye çıktıklarını ve tiyatronun görünenden daha özverili bir meslek olduğuna dikkat çekti.


2008 - 2009 sezonunda birbirinden değerli dünyaca ünlü yazarların oyunlarına yer veren Antalya Devlet Tiyatrosu Antalyalılardan gördüğü ilgiden oldukça memnun. Sadece Haşim İşcan Kültür Merkezi’ne ulaşım konusunda sıkıntı yaşandığını belirten Gürata, ulaşım sorunun çözülmesi durumunda çok daha fazla izleyiciye ulaşabileceklerinin de altını çizdi.


“Bizleri ayakta tutan tek şey alkış sesleridir” derken Gürata’ nın gözlerindeki ışık ve heyecan tiyatroya duyduğu tarifsiz sevgiyi anlatmaya yeterdi. Antalya Devlet Tiyatrosu Müdürü Selim Gürata’yla tiyatrodan, beklentilerinden, anılarından ve mesleki zorluklardan bahsettiğimiz keyifli söyleşimizin ardından tiyatronun herkesin yaşamına dahil olmasını diliyorum. Bugün kendinize bir iyilik yapın ve tiyatroya gidin, belki de yaşamınızda çok şeyin değişeceği bir gün olabilir.



-Antalya’da tiyatroya yaklaşım nasıl?


Sadece Antalya’da değil bütün Türkiye’de ne yazıkki ilgi çok az… Bunu içim acıyarak, içim yanarak söylüyorum. Bilgiye, kültüre, okumaya, kişisel gelişime çok fazla değer verilmemeye başlandı. Bunun elbette bir çok sosyolojik, psikolojik ve ekonomik nedenleri olabilir. Şimdi bizim seyirci sayımızda artış, seyirci profilimizde elbette değişim var. Ama yeterli mi? Hayır yeterli değil. Antalya büyüyen ve değişen bir kent ve kent olmanın önemli unsurlarından biri de kentli insanı var etmektir. Kentli insan da, yaşam biçimiyle, sanatla, kültüre olan ilgisiyle, kentlilik bilincini elde etmesiyle, apartmanda yaşamasını bilmesiyle, sokakta yürümesini bilmesiyle, görgü kurallarını bilmesiyle kentli insan profilini oluşturması gerekir. Bunun en önemli unsurlarının başında da sanat geliyor. Sadece tiyatro değil. Resim galerileri, opera, bale, konserler, senfoni konserleri ve Türk müziği konserlerine ilginin artması gerekiyor. Antalya’da bu konuda çok zengin bir çeşitlilik de var.


Antalya Barosu’nun tiyatro ve müzik toplulukları var. Belediyelerin konservatuvarları, tiyatro ve müzik toplulukları var. Yani herkese ulaşabilecek yeterince sanat üretiliyor Antalya’da ama tüketim konusunda insanlar çok fazla talepde bulunmuyorlar.


-İlginin bu kadar az olmasının nedeni nedir?


Bunun nedenleri gelişen değerlerin, insanı insan yapan temel unsurları ekonomik zenginlik kalıbına oturtmasıdır. 80’lerin sonuna kadar ülkemizde ve dünyada bilgili, nazik, beyefendi, hanımefendi ve paylaşımcı insanlar makbulken şimdi ne yazıkki paran kadar konuş durumuna geldik ki, bu bir ülkeye verilebilecek en büyük zarardır.


-Teknolojik gelişmeler bizleri tembelleştirdi diyebilir miyiz?


Şimdi hep söylediğim bir şey var, gençlerle konuşurken ben onlara okumaları gerektiğini söylerken, onlar bana internet sayesinde her şeye ulaşabildiklerini söylüyorlar. Elbetteki bu iyi bir şey ama bakın problem şurada. Eğer siz edindiğiniz bilgiyi analitik düşünceyle ve muhakeme gücüyle yeni bir bilgiye dönüştürmüyorsanız ortada problem vardır. Bu bir bilgi enflasyonudur. Gereksiz bir bilgidir. 100 metre kumaşı alın eğer bundan bir şey yapamıyorsan bu sana sadece ağırlık yapar. Çöptür, gereksizdir. Bilgi de öyledir. Analitik düşünmeyi ve muhakeme gücünü geliştiren sanattır. Felsefedir. Sanatı ve felsefeyi hayatımızdan çıkarttığımız zaman bu bilgi boş ve gereksiz bir çöp haline gelir. Dolayısıyla kentlilik bilincine ulaşmak için, insanlık bilincine ulaşmak için mutlaka ve mutlaka sanatsal zenginlik gereklidir. Benlik bilincine ulaşmamış bir insan yurttaş olamaz. Yurttaşlık bilincine ulaşmamış bir insanda yurtsever olamaz. Kabile toplumu oluruz. Ülkemizde gözü olan bütün dünyanın da istediği budur. Bizim yurtdaşlık bilincini kaybetmemiz, kabile toplumu haline gelmemiz daha kolay ve rahat sömürülmemize neden olur. Dilimize saldırılar var, tarihimize saldırılar var, kültürümüze saldırılar var. Dolayısıyla dile, kültüre ve tarihe sahip çıkan en önemli unsurlar ülkenin sanat kurumlarıdır. Bunların başında da devlet tiyatrosu ve tiyatro kurumları gelmektedir. Antalya’da yaşayan herkesin resim galerilerine, tiyatrolara, konserlere gitmeleri gerekmektedir. Buralar insanların aynı zamanda sosyal olarak bir arada bulundukları yerlerdir. Düşünsenize 400 kişi bir akşam aynı etkinliktesiniz. Bu büyük bir sinerjidir. İnsanı zenginleştiren bir ortamdır.


-Antalya’da tiyatronun en büyük sorunu nedir?


Bana göre en büyük sorunlardan biri Antalya Devlet Tiyatrosunun kendine ait müstakil bir binaya ihtiyacı olmasıdır. Bunu her zaman dile getiriyorum. Haşim İşcan Kültür Merkezi’nin olması elbetteki çok büyük bir kazanç ama devlet tiyatrosunun kendine ait müstakil bir binası olması gerekiyor. Bütün dünyada şehirlerde en önemli en güzel binalar müstakil tiyatro binalarıdır. Bunu aslında yurtdışına giden, yurtdışıyla ilişkisi olan belediye başkanlarımızın hepsi bilmektedir. Ama ne yazık ki bunu biz Antalya’da sağlayamadık. Haşim İşcan Kültür Merkezi’nin olması Antalya’da yeni bir bina olmasına engel değil. Antalya’da bir çok tiyatro binasını ve sanat kurumunu kaldırabilecek kapasite var. Çünkü Antalya artık bir metropol büyük bir kent oldu. Antalya’nın artık tek merkezli bir yer olmadığını herkes biliyor. Lara bölgesi başka bir merkez, Konyaaltı bölgesi ve Kepez bölgesi başka merkezler dolayısyla buralarda 400 kişilik semt tiyatroları olması gerekiyor ki devlet tiyatroları buradaki seyircilerinin tamamına ulaşabilsin ve yetebilsin. Ayrıca tiyatro binaları akşam saat 20.00’de perde açıp, saat 22.30’da perdesini kapatan yerler değildir. Gündüzleri provaların yapıldığı, etkinliklerin olduğu, akşam oyunların oynandığı, oyunlardan sonra bile provaların devam ettiği yaşayan organik binalardır. Şuanda aday olan bütün belediye başkanlarına tek ricam budur. Eğer gerçekten biz yaşadığımız yeri kent yapmak ve kentli insanı yaratmak ve onu korumak istiyorsak kültür - sanata yatırım yapmamız gerekiyor. Antalya’da yeni bir tiyatro binasının perdelerini açtığı günü görmek benim mesleki anlamda en büyük hayalim…


-Önümüzdeki yıl için yeni bir projeniz var mı?


Bu yıl Devlet Tiyatroları’nın 60. kuruluş yıldönümü ve altmışıncı yılda altmış yeni oyunla tüm Devlet Tiyatroları 1 Ekim’de perde açmaya hazırlanıyoruz. Bu yıl bütün sahnelerimizde ilk kez oynana yerli oyunların olması projemiz var ve şuanda bunun çalışmaları devam ediyor.


- Bu bölgenin toplu ulaşım sorunu vardı. Hala devam ediyor mu?


Ulaşım problemini hala çözemedik. Toplu taşıma ulaşım problemi hala devam ediyor. Arabası olmayan seyircilerimizden bu konuda çok fazla yakınma alıyoruz. Seçimlerden sonra bu konuyu tekrar gündeme getireceğiz. Güzeloba’dan ve Liman mahellesinden aynı anda kalkan ve tiyatroya gelmesini istediğimiz iki servis talebimiz var. Bunu her zaman gündeme getiriyoruz. Bu sorunu en kısa zamanda aşmamız gerekiyor. Buranın yaşayan bir yer olması lazım, kenarda köşede atıl kalmış bir yer olmaması lazım.


-“Aşkım Tiyatro” tiyatro gönüllülerinin bünyenizde kurduğu bir topluluktu. Çalışmalar nasıl gidiyor?


Çok iyi gidiyor. Komisyonlar oluşturduk. Eğitim komisyonumuz, sponsor komisyonumuz, proje geliştirme komisyonumuz var ve bu komisyonlarla Nisan ayında daha çok bir araya gelip farklı çalışmalara imza atmayı planlıyoruz. Şu anda 58 kişilik bir tiyatro gönüllüleri topluluğumuz var. Ayrıca Antalya’nın artık ciddi bir tiyatro festivaline ihtiyacı var. Önümüzdeki yıl için böyle bir hedefimiz var. 1.Uluslararası Akdeniz Ülkeleri Tiyatro Festivali’ni başlatmak için çalışmalara başladık. Gönüllülerimiz bize bu konuda destek oluyor. Tiyatroyu daha güncel daha aktif bir hale getirmeye çalışıyoruz.


-Sahneye çıktığınızda hala ilk günkü heyecanı duyuyor musunuz?


Sahneye çıktığımda hala ilk günkü gibi heyecanlanıyorum. İlk günkü gibi mutluyum. Umarım bu heyecanım da hiç bitmez. Sağlığımızın en kötü zamanlarında bile sahneye çıkarız. 2007 yılında verem hastalığı geçirdim. Ve bir buçuk ay sonra tekrar sahneye çıkma heyecanı ve oyun yapma heyecanı beni hayata bağladı diyebilirim. Eğer o oyunu sahneye koymasaydım ben daha iyileşememiştim. Oyunun heyecanı ve çoşkusu beni iyileştirdi diyebilirim. Ama bunun yanında tiyatro sanatçılığı o kadar zor bir meslek ki, bana yeniden dünyaya gelseniz gene tiyatrocu olur musunuz deseniz, inanın cevap vermekte zorlanırım. Meslek aşkı bambaşka bir şey…


-Tiyatro sizin için ne ifade ediyor?


Tiyatro hayatın kendisidir. Bazı meslekeler vardır ki tiyatro sanatçılığı böyle bir şeydir. Bu bir yaşam biçimi olmazsa gerçekten çok yapılası zor bir iştir. Bunu yaşam biçimi haline getirirseniz ki sanatçılık bir çeşit gözlem biçimidir, hayatta olduğunuz her an baktığınız her nokta, yaşanılan her duygu bizlerin gözlem depolarına atılan birer öğedir. Bütün bunlar bir karakteri var etmenin doneleridir. Gerçekten sanat hayatı çok sinir bozucu, sinir yıpratıcı, çok zor ve bu anlamda bu işi yaşamının tamamı haline getirmiş isen yaşamın da en keyifli işidir. Seyirciyle her gün yüzyüze olmak, soluk soluğa olmak bambaşka bir heyecan bambaşka bir mutluluk. Adanadayız ve 72. Koğuş oyununu oynuyoruz. Körfez savaşı yılları. Birinci perde bitti arada alarmlar çalmaya başladı. Seyirciyle beraber sığınaklara indik. Yarım saat sonra ve sonra alarm kaldırıldı. Seyirci yerini aldı. Dedikki “ Biz oyuna devam etmek istiyoruz. Kalmak isteyen kalabilir, gitmek isteyen gidebilir, başka bir gün elinizdeki biletle gelebilirsiniz” İnanmazsınız ama o gün bir tek kişi salonu terk etmedi ve bu an ve beni hayatımda en çok duygulandıran andır.


- Nisan ayında hangi oyunları izleyeceğiz?


Bu sezon çok hareketliydi. Aslında bu sezonun nasıl geçtiğini seyirciye sormak lazım. Bizim açımızdan, çok hareketli, çok güzel, çok yoğun bir sezondu. Umuyorumki aynı dinamizmi seyircimizde hissetmiştir.Nisan ayında çocuk oyunlarına ağırlık veriyoruz. Cıbıl Kurt, Masallar ve Türküler ve Gül Güzeli çocuk oyunu Nisan ayında minik izleyicilerimizi bekleyecek. Yaban Ördeği, Asilzadeler, Benim Doktor Oğlum ve Titanik Orkestrası’da Antalyalılara keyifli dakikalar yaşatmak için perdelerini açacak.


-Tiyatro sanatçılarının perde arkasında yaşadıkları sıkıntılar neler?


Her mesleğin birazda olsa tolerans sınırları vardır. Bizim meslekte yok. Yani o günkü psikolojiniz ne olursa olsun perde açılır. Yaşadıklarınız, gerginlikleriniz, mutsuzluklarınız, yaşamla olan kavgamız ne olursa olsun o gün provaya gitmek zorundayızdır. O gün perde açılmak zorundadır. O yüzden tiyatro sanatçısının hayatı mesleğinin üzerine kurulmuştur. Mesleki sıkıntılar elbetteki var. Yani özetle sağlık problemleri bizde perdeyi kapattırmaz.


- Tiyatro hayatınızda unutamadığınız aksilikler yaşadınız mı?


Bu sene meslekte yirmi yedinci senem ve bu yılları dolu dolu yaşadım. Çok komik şeylerde yaşandı. Açılmayan kapılar, yanlış replikler olan şeyler hayatımızda bende bir gün heyecanlı bir sahne de kapının yanındaki ecza dolabını devirdim ve onu anı oyunun bir parçasıymış gibi oyuna ilave etmem neredeyse on beş dakika mı aldı. O dolaba sanki her gün devriliyormuş izlenimi vermek inanın hiç kolay değil. Yine bir gün sahnede iki kişiyiz ve bir anda oyuncu arkadaşımla aramızda küçük bir gülüşme oldu. Sonra o gülüşme o kadar büyük bir hale geldiki sahnedeki hiç kimse gülmesini tutamaz oldu. Ben gülmemi tutuyorum ama o arada göbeğim zıplıyor. Türker’de ona takılmış ona gülüyor. İkimizde başladık gülmeye… Seyirci başladı alkışlamaya… Hayatımda sahnede hem utandığım hem de katıla katıla güldüğüm tek andır. Hep böyle eğlenceli şeyler olmuyor elbette.. Zonguldak turnesindeyiz. 3 katlı tiyatro binasında üçüncü kattayız. Oyun oynanıyor ama çok uzaktan bir ses geliyor. Bizim dekorcuya sesleniyor biri ama ses o kadar uzaktan geliyor ki sahneden duyuluyor. Sahneden duyuluyorsa seyircide duyuyordur. Acayip gerildim bir anda. Oyun devam ediyor ama ses bir türlü kesilmiyor. Sahnem bitti kulise girdim. “Kim bu bağıran” dememle fark ettikki oyuncu bir arkadaşımız üçüncü kattan aşağıdaki pinpon masasının üzerine düşmüş kımıldayamıyor ve bizim dekorcuya sesleniyor. Ambulansla onu hastaneye kaldırdık ve inanılmaz bir şekilde oyun devam etti.



Selim GÜRATA



14.03.1960’ da Karabük’te doğdu. Daruşşafaka Lisesi ve TED Karabük Kolejinde okudu ve buradan mezun oldu. 1979-1982 yılları arasında Ege Ü.Fen Fak.Biyolojik Oseonografi bölümünde okudu. 1982-1986 yılları arasında Ankara Ü. D.T.C.F. Tiyatro bölümünde okudu ve mezun oldu. 1985 yılında Devlet Tiyatroları Ankara Çocuk ve Gençlik Tiyatrosunda oyuncu olarak göreve başladı. Halen Antalya Devlet Tiyatrosu Müdürü ve Sanat Yönetmenidir. Meslek yaşamında 14 oyun sahneye koyan Gürata, 44 oyunda da görev aldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder