18 Mayıs 2009

KAYHAN DÖRTLÜK


Antalya bir zamanlar Anadolu’da yaşayan ve Anadolu kültürüne biçim veren ilk kavimlerin bölgesiydi. Şehrin merkezinde neredeyse her köşede tarihi bir eser karşımıza çıkıyor. Antalya civarındaki bölge hayranlık uyandırıcı tarihi kalıntıların Türkiye’deki en önemli kaynağı ve Suna- İnan Kıraç Anadolu Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü (AKMED) Türkiye’nin ilk araştırma enstitüsü olarak 12 yıl önce açıldı.
Binlerce kitap yazıldı medeniyetler boyunca… Binlerce tarihi eser geçmişimizle beraber kaybolup gitti. Bütün bunların yanında tarihi mirasımıza sahip çıkmayı öğrenebildik mi?
AKMED Enstitüsü Müdürü Kayhan Dörtlük, hayatını müzeciliğe ve arkeolojiye adamış bir araştırmacı… Dörtlük, tozlu rafların arasında görmeye alışık olduğumuz tarihi eser sergileme çalışmalarını değiştirmiş ve Türkiye’de ilk defa kullanılan sergileme teknikleri ile bizi zamanda keyifli bir yolculuğa çıkardı.
Birçoğumuzun müze denilince aklında kalan tek anı, belki de çocukluğuna ait… Okul gezilerinde tek sıra halinde müzeye giriş ve hiçbir şeye dokunmayın uyarıları altında hızlıca gezilip çıkılan bir yer çoğumuz için…
Antalya Kaleiçi’nin gururu Suna-İnan Kıraç Müzesi ise alışılanın aksine farklı dizaynı, pırıl pırıl rafları ve muhteşem aydınlatmasıyla adeta tarihi bir ziyafet sunuyor.
Geçtiğimiz günlerde Almanya Nürnberg’de “Gezginlerin gözüyle Antalya” sergisini açan Kayhan Dörtlük, 17. yüzyılda Antalya’dan geçmiş olan bir Nürnbergli gezginin anılarına da yer verdiği sergisinde Antalya’yı dönemin gezginlerinin gözüyle anlattı. Nürnberg’de övgüyle karşılanan serginin hazırlık aşamasında, Antalya’da hiç bilinmeyen bazı eski gravür, resim ve fotoğraflara da ulaşıldı.
“Araştırmacı yönüm sayesinde çok farklı şeylere ulaşıyorum” diyen Kayhan Dörtlük, bugünlerde Antalya’da her yıl düzenlenen ve rekor katılımcı sayısına ulaşılan etkinliklerin hazırlığını yapıyor.
Müzelerin işletmelerinin en kısa zamanda özelleştirilmesi gerektiğini söyleyen Dörtlük, klasik müzecilik anlayışı yüzünden Antalya’ya gelen yabancıların müzelere gitmediğini ve tarihi mirasımıza yeterince sahip çıkamadığımızın da altını çizdi.
Antalya’nın en önemli isimlerinden biri olan Kayhan Dörtlük’le Antalya’daki çalışmalarından, tarihi değerlerimizden ve Antalya’daki müzeciliği konuştuğumuz keyifli sohbetimizden sonra aklımda iki soru kaldı.
Tarih nerede saklı bilinmez. Satırlar arasında mı? Yoksa bizlerin bile göremediği küçük bir ayrıntıda mı?

—Antalya Müzesinin eski müdürüsünüz. Emekliliğinizin üzerinden 12 yıl geçti. Bu sürede neler değişti?
Antalya Müzesinde 17 yıl çalıştıktan sonra emekli oldum. Ne yazık ki Etnografya bölümü bıraktığım gibi duruyor. Bu müzenin içine Etnografya bölümü yakışmıyor. Ben ve meslektaşlarımın ortak fikri, Antalya’ya acil bir Etnografya Müzesi açılması gerektiğidir. Yeni bir bina olmalı ama Antalya’nın en büyük şansızlığı böyle bir müzeyi içine alabilecek tarihi bir bina yok Antalya’da… Osmanlı dönemine ilişkin anıtsal yapılardan hiç biri günümüze gelememiş. Yıllar önce Yivli Minare Camii Antalya Müzesiydi ve çok hoş bir müzeydi. Yeni yerine aceleyle taşındıktan sonra Etnografya bölümü çok sönük kaldı. Arkeoloji bölümü çok başarılı olmasına rağmen Antalya çok daha iyi bir müze yerini ve işletme mantığını hak ediyor. Bu yüzden de özellikle belirtmeliyim ki müzelerin işletmeleri özelleştirilmeli…
—Antalya tarihi yapısını koruyabiliyor mu sizce?
Antalya arkeolojinin cenneti… İlk kazılar 1946 yılında Perge ve Side’de başladı. Bu yörenin halkı arkeolojik kazılara oldukça aşinadır. Kazı çalışması yapılmayan köy ya da ilçe yok denecek kadar az… Neredeyse kazılarda çalışan işçilerde meslek babadan oğla geçiyor. Antalya bunlarla ne kazandığının farkında ama yeri gelince tepki çok fazla çıkmıyor. Aspendos Antik Tiyatrosunun haberlerini basından takip ediyorum, Perge konusunda, Termessos konusunda ya da eski eser kaçakçılılığı konusunda yeterince tepki vermediğimizi düşünüyorum. Yıl 2008. Hala Termessos’da bir lahiti parçalanmış görebiliyorsunuz. Bunlar olacak iş değil… Devletin olanakları belli ama burada da insan faktörü ve kişisel özveri işin içine giriyor.
—Müzelere ilginin arttırılması için neler yapılmalıdır?
İlginin az olması algılayışla ilgili… Bizler müzenin bir kere görülecek bir yer olduğunu düşünüyoruz. Müze kavramını hayatımızın içine almalıyız. Genelde konuşmalar “Ben gördüm” ile başlar. Kafadaki müze olgusu, müze bir kere görülür diye ve çocukluğunda bir kez müzeyi gezmişse bir daha gitmek istenmiyor. Hâlbuki batıda böyle değil… Batıda müzeler bir ihtiyaç gibidir. Bir dinlenme yeridir. Bir hafta sonu aileler çocuklarını müzeye götürdüklerinde çocuklar tekrar gitmeyi kendileri istemeye başlıyor. Batıdaki müzelerde kafeteryalar, alışveriş stantları çok daha gelişmiş durumda… Batıda müzeye gitmek sinema gibi, tiyatro gibi doğal bir ihtiyaç haline gelmiş.
—Bu yanlış algılayışın bir sebebi de müzelerin çalışma sistemi olabilir
mi?
Elbette çok önemli bir etken… Bizde müzeler biraz resmidir. Bizim müzelerimiz gridir. Türk bürokrasisi müzedeki birçok şeye engeldir. Kafeterya açamazsınız, müzelerde alışveriş yetersiz, hala otopark sorunları yaşanıyor. Antalya müzesinin 16 yıl müdürlüğünü de yaptım bundan önce… Maddi imkânsızlıktan dolayı temizlik malzemelerinde bile tasarrufa gidilir durumda şu anda… Yönetimde ciddi sıkıntılar var. Özelleştirme kesinlikle müze işletmelerinde yapılmalı… Otoparkından, tuvaletine, kafeteryasından, dinlenme yerlerine kadar profesyonel işletmelere verilmeli. Devlet sadece çalışan akademik personelden ve oradaki eserlerden sorumlu olmalı…
—Peki, şu durumda ziyaretçi sayısı nasıl?
Yılda bu şehre 8- 10 milyon yabancı geliyor. Ama müze ziyaretçisi yılda 100 bin kişiyi geçmiyor. Bu biraz garip değil mi? En azından bu turistlerin 2 milyonu müzelere niçin yönlenmiyor? Asıl bunu araştırmak ve bu konuda çalışmalar yapmak gerekir.
—Akdeniz bölgesindeki müzelerin sizce genel durumu yeterli mi?
Size iki farklı örnek vereyim. Burdur müzesi çok başarılı ve güzel bir müze… Ben Burdur müzesini inanın hayranlıkla gezdim. Başka bir gün ismini vermeyeceğim bir müzeye gittim. Sabah saat 11.00. Müzenin kapısında kocaman bir asma kilit… Müze açık mı diye sorduğumda, açarız hemen ziyaretçi olmadığı için kapalı cevabını aldım. Kendimi de tanıtmadım özellikle ki sistemi objektif değerlendirebileyim. Müzeyi açtılar ama küf kokusu ve rutubet kokusu o kadar keskin ki müzeyi gezecek insanı rahatsız edecek kadar kötü bir durum… Ne kadar acı değil mi? Ziyaretçisi olmadığı için pislikten ve rutubetten mahvolmuş. Bu iki müzede devlete ait… Burdur müzesi bu kadar başarılı ve temizken diğerinin bu durumda olması insan faktörünü devreye sokuyor. Yaptığınız işi en iyi şekilde yaparsanız en azından istikrarı sağlamış oluyorsunuz.
—Gezginlerin gözüyle Antalya sergisi Nürnberg’de nasıl tepkiler aldı?
Nürnberg’de bugüne kadar açılan ve Antalya’dan gelen en profesyonel en bilimsel sergi olduğunu söylediler. Nürnberg Belediye Başkanı sergide Nürnbergli gezgin Johann Wilt’in kitabına da yer verdiğimizi görünce bu hem onlar için çok hoş bir sürpriz oldu hem de başkanın “ Biz Nürnberg ve Antalya’nın kardeş şehir olmasının onuncu yılını kutladık. Oysa bizler 1640’ten beri kardeş şehirmişiz” sözleri ayakta alkışlandı ve bizlerin en büyük gururu oldu. Nürnberglilerin Antalya’yı deniz, güneş ve antik kentleriyle biliyorduk ama bu boyutuyla hiç bilmiyorduk demelerini sağladık. Doğru ve kaliteli işler mutlaka güzel sonuçlar doğuruyor.
—Gezginlerin gözünden Antalya’yı anlatma fikri nasıl ortaya çıktı?
Öyle bir sergi götürmeliydik ki hem Akdeniz Medeniyetlerine yakışmalı hem de farklı olmalıydı. Benim yıllardır merak sardığım bir konu gezginlerin gözüyle Antalya’nın anlatılmasıydı. Enstitümüzde bu konuyla ilgili çok sayıda belge ve kitabımızda vardı. Bir yıllık özverili bir çalışmayla ve gezginlerin çoğu batılı olduğu için batılı düşünceyle Antalya’yı anlatma fikri düşündüğümüzden de başarılı oldu. M.Ö. 1. yüzyıldan 1908 yılına kadar olan gezginlerin arasından 28 tanesini seçtim ve bu gezginlerin görselleri ne olacaktı. En önemli soru buydu. Her gezginin kitabında görsellere ulaşmak mümkün olmadığı için yurt dışından da çok ciddi paralarla Antalya resimleri ve gravürleri satın aldık. Sonunda çok kusursuz bir arşiv ve hiç bilinmeyen Antalya ile ilgili birçok yeni belgeye ulaştık.
—Kaleiçi müzesi sizce yeterli ilgiyi görüyor mu?
Kaleiçi müzesi de gerekli ilgiyi görmüyor. Bunu yıllardır söylerim. Kaleiçi müzesi Kaleiçi’nde bir vaha… Ama ben müzenin vahalarının keşfedilmediği görüşündeyim. Özellikle bizim insanımız tarafından gezilmesi gereken bir yer ama ilgi çok az. Bedava denecek kadar ucuz, çok sembolik bir parayla gezilebiliyor ama ilgi maalesef ilköğretim okullarıyla sınırlı… Bizler Antalya ya da tatil denilince deniz, kum, güneş ve yeme içmeye odaklanıyoruz. Kentin tarihi mirası ve etnik kültürünü merak etmiyor olmamız bu mirasa sahip çıkmamamızı da beraberinde getiriyor. Yıllar önce içim acıyarak yazdığım bir makalede aynen şunu söyledim. “Melteme kurban giden surlar, yok edilişin trajik öyküsü...” Yıllar önce şehir meltem rüzgârı almıyor diye Antalya’nın surlarını yıktılar. Böyle bir şey dünyanın hiçbir yerinde görülecek bir olay değil… Aspendos Antik Tiyatrosunda yapılan gösteriler ve yoğun ziyaretçi sayısı tiyatrodaki aşınmaları arttırdı. Hala da bir çalışma yapılmıyor. Tarih yıkıldıktan sonra geri getiremezsiniz. Kaybolup giden değerler bizim öz kültürümüzü kaybetmememize zemin hazırlıyor. Yeni bulunan eserleri başımıza bela olarak gören bir zihniyetin değişmesi lazım. Yeni bir eser bulunduğunda “Eyvah yeni bir eser çıktı” diye de üzülüyoruz.
—AKMED’in kuruluş amacı nedir?
Akdeniz Medeniyetleri Türkiye’nin en zengin bölgesi… Ama bu konuda yeterli bilimsel çalışmalar yapılamıyordu. Türkiye’de açılan ilk araştırma enstitüsü AKMED’dir. Bölgedeki çoğu arkeolojik kazılara ve yüzey araştırmalarına maddi destek oluyoruz. Bunu birçok kişi bilmez. Genç araştırmacılara yüksek lisans ve doktora bursları veriyoruz. Eğer devletin gücü yetmiyorsa ülkedeki aristokratların kültüre ve tarihe sahip çıkması doğru olandır. Türkiye’de en az bütçe desteği verilen alan kültür ve tarih alanı… Ödenek sıkıntısı yapılması gereken birçok projeyi engelliyor. Sadece Akdeniz Üniversitesi’ndeki 6 arkeoloji öğrencisine burs veriyoruz. Bu çalışmalar Kıraç ailesinin ve Koç Vakfının Akdeniz Medeniyetlerine verdiği önemi gösteriyor. Enstitü bizim bilimsel tarafımız Kaleiçi müzesi ise görsel yanımız… Arkeolojinin ve tarihin karı olmaz, kazancı olmaz. Bunun tek getirisi insandır. İnsanlığa yapılan karşılıksız bir yatırımdır. İnanıyorum ki yeni nesiller bu konuda daha duyarlı olacaklar ve bizlerin yürüttüğü bu işleri layıkıyla devralacaklardır.
-AKMED bünyesinde her yıl düzenlenen etkinliklere ilgi her geçen yıl artıyor. Bu başarının sırrı nedir?
Konferanslara katılımın oldukça yüksek olması insanı sevindiren ayrı bir konu… Toplum olarak genelde konuları kültür, tarih ve sanat olan etkinliklere fazla ilgi göstermediğimiz için bu toplantılara küçük bir oda da başladık. 15- 20 kişi gelmiyordu bile… Ama yıllar içinde ayakta izleyenler olmaya başladı. Bir toplantıda İnan Kıraç’a durumu gösterdim. “Bakın insanlar ayakta izliyorlar “dediğimde İnan Kıraç’ın gözünden yaş aktı. Bunun üzerine 150 kişilik bir konferans salonu yaptırdık ve neredeyse her konferansta 300 kişi geliyor. Konferansa konuşmacı olarak katılan misafirlerimiz oldukça şaşkın… Biz bu konuları yurt dışında bile bu kadar çok kişiye anlatmıyoruz derken bize yaşattığı gurur doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. Kaliteli ve düzgün işler yaparsanız ilgi görmemesi için bir neden kalmıyor. Bu yılda 22 Kasım’da başlayacak ve 2 Mayıs’a kadar sürecek olan bu etkinlik programımıza tüm Antalyalı tarih severleri bekliyoruz.
—Müzeciliğin duayenlerindensiniz. Unutamadığınız bir olay yaşadınız mı?
Evet, yurt dışında beni çok etkileyen ve yıllardır anlattığım bir anekdot var. Biz yıllardır tarihimizi 1071 yılı olarak aldık. Anadolu’ya Türklerin gelişini tarihi başlangıç yaparak çok önemli eserleri kaybettik. Adeta Anadolu’nun tapusunu çıkartamadık. Bu Roma eseri, bu Bizans eseri diyerek ayrımcılığa gidildi. Oysa bunların hepsi bu toprakların eserleriydi. Bu bilinç daha yeni yeni uyanmaya başladı. Yıllar önce Newyork’da Metropolitan Müzesini geziyorum. Genç bir baba, göğsünde ana kucağı asılı ve içinde küçük bir bebek var. Müzeye yalnız gelmiş. Bir eliyle bebeğin kafasını desteklerken bir yandan da kulağına oradaki eserleri anlatıyordu. Bu manzara karşısında gözlerimin dolduğunu hissettim. Yaşadığım mutluluğu anlatamam. O genç baba beni o kadar çok etkiledi ki yıllardır o görüntü hep gözümün önündedir.

Kayhan Dörtlük kimdir?

1945 Antakya doğumlu. 1967 yılında Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji bölümünü bitirdi.
Kültür Bakanlığına bağlı olarak merkez ve taşra örgütünde müze müdürlüğü ve müfettişlik görevlerinde çalıştı. Aralıksız 16 yıl Antalya Müze Müdürü olarak hizmet verdikten sonra emekli olan Kayhan, 1995 yılında özel sektöre girerek Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü Kurucu Müdürü oldu. Halen bu görevi sürdürmekte olan Kayhan Dörtlük, meslek yaşamı boyunca birçok arkeolojik kazı çalışmasında bulundu ve başkanlığını yaptı. Meslek hayatında birçok ödül almış olan değerli arkeolog Kayhan Dörtlük’ün yayınlanmış pek çok kitabı ve makaleleri bulunmaktadır.

1 yorum:

  1. kayahan bey hakikaten antalya müzesine emek vermiş bir insandır,bir antalyalı olarak kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır..m.yeşil

    YanıtlaSil