18 Mayıs 2009

İSRAFİL KURTCEPHE


Hiç kuşkusuz Antalya’nın son dönemde en çok tartıştığı isim Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe… Prof. Dr. Mustafa Akaydın’dan hem seçimde, hem YÖK sıralamasında geride kalmasına rağmen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Akdeniz Üniversitesi rektörlüğüne atanan Prof. Dr. Kurtcephe, gündemin birinci maddesine oturdu…
Kurtcephe’nin rektör olarak atanmasıyla başlayan karmaşa ve istifa furyası, Akdeniz Üniversitesi’nde ve Antalya’da büyük tartışmalar yarattı… Akdeniz Üniversitesi’nin yeni rektörü Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe, Cuma Sohbeti’ne konuk olup, bu karmaşayı değerlendirdi, eleştirileri yanıtladı, plan ve projelerini anlattı…
En büyük ideali akademik kariyer yapmak olan Prof.Dr. Kurtcephe, hayatının onsekiz yılını üniforma altında geçirdi. Silahlı Kuvvetlerin ilk “Tarih Doçenti” olma unvanını almasına rağmen içindeki akademik kariyer yapma arzusundan bir türlü vazgeçemedi ve 1998 senesinde askeriyeden emekli olarak Akdeniz Üniversitesi’nde göreve başladı. Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanı olan Kurtcephe, 2008 rektörlük seçimlerinde ikinci sıradan rektör seçilerek bir anda Antalya’nın gündemini değiştirdi. Bu atama kararı çeşitli çevrelerde çokça tartışıldı, kabul gördü ya da eleştirildi. Rektör seçilmesiyle birlikte Üniversitelerarası Kurul Başkanı da olan İsrafil Kurtcephe yapılan tüm yorumlara cevaben “Seçim süresince yaşanan her şeyi demokrasinin gereği olarak algılıyorum” demekle yetinmişti. Yaşanan tartışmaların kişiler üzerinde yoğunlaşmasının hata olduğunu, sistemin eleştirilmesi gerektiğini dile getiren Kurtcephe, kendisinin de rektörlük seçimlerini antidemokrat bulduğunu dile getirdi. Siyasi bir kimliği olmadığını, tüm görüşleri kucaklamak istediğini de belirten yeni rektör, bir süre sonra kendisiyle ilgili önyargıların değişeceğini iddia etti.
-Askeriye’de uzun yıllar görev yapmışsınız. Askeriyede çalışmayı neden istediniz?
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni bitirdiğim yıl hocalarım beni Silahlı Kuvvetlerde çok başarılı olacağım konusunda teşvik ettiler. Bir sınava girdim ve 12 Eylül sonrası olduğu için çok ince araştırmalardan geçtim. Ben sınavı kazandım, ama daha sonrasında takip etmedim. O arada Selçuk Üniversitesi beni asistan olarak kabul etti. Ben göreve başladım. 10 ay sonra askeriyede girdiğim sınavın sonucu açıklanmış, atamam Kuleli Askeri Lisesi’ne yapılmış ve resmi gazetede yayınlanmış. Bir sarı zarf geldi açınca kararı gördüm ve ilk otobüsle İstanbul’a gittim. Kuleli Askeri Lisesi’nde ilk üniformalı rastladığım kişiye sordum. Ben sınava girmiştim ama şimdi Selçuk Üniversitesi’nde çalışıyorum ve akademik kariyerime orada devam etmek istiyorum. Ne yapmam lazım dediğimde “Aramıza Hoş geldin” dediler bana… Beni okul komutanı Doğu Aktulga Paşa’nın yanına götürdüler. Aynı şeyi ona sordum. Zile bastı ve bir bardak soğuk su söyledi. Kitaplıktan bir ciltli kitap aldı, bana döndü ve dedi ki “Al oku, bu iş üzerine ancak bir bardak soğuk su içilir” Kararname resmi gazetede yayınlandıktan sonra 15 yıl mecburi hizmet görevi resmi olarak başlıyor. Benim de askeri hayatım böyle başladı.
-Askeriye’den neden ayrıldınız?
O zamanlar Kara Harp Okulu yüksekokul statüsünde bir okuldu. Akademik kadrolar yoktu. Profesör de olsanız atanmanız için bir kadro yoktu. Kadro düzenini kurmak ve gerekli yasal düzenlemenin yapılması için o dönem çok uğraştık, ama sonuç alamayınca ben de emekli olarak ayrılmak zorunda kaldım. Akademisyenin bir tutkusu oluyor, vazgeçemeyeceği bir ideali oluyor. O profesörlük unvanı… Öyle bir ana geliyorsunuz ki seçim yapmak zorundasınız. Profesör olmak mı, yoksa omzunuzdaki rütbe mi? Ama halen askeriyeyle bağlantım devam etmekte, konferans vermek için gitmekteyim. Rektör atandığım duyulduktan sonra beni ilk arayanlar Gabar Dağı başta olmak üzere dağlarda görev yapan binlerce öğrencim oldu ki bu sevincimi ikiye katladı.
-Akdeniz Üniversitesi’nde yeni fakülteler açmayı düşünüyor musunuz?
Bizim yeni fakültelere ihtiyacımız olduğu gibi, mevcutlardaki eksiklikleri de gidermemiz gerekiyor. Mesela mühendislik fakültemiz 10 yaşında olmasına rağmen henüz binası yok. Bunları planımıza aldık. İlk başta bunları çözmemiz gerekiyor. Bilgisayar Mühendisliği, Mimarlık Bölümü gibi bölümlerimiz yok. Bunların açılması gerek ama öncesinde kullanacakları bir bina olması gerekiyor. Laboratuar sıkıntımız var. Bunların çözülmesi gerekiyor ki yeni bölümler açabilelim. Mesela deniz kenti olan Antalya’da önem verilmesi gereken Su Ürünleri Fakültemizin de binası yok. Bu fakültede yapılacak araştırmalarla dünyada söz sahibi olabiliriz. Su altı araştırmaları çalışmaları için hem fiziki hem de kadro olarak artırım yapmamız gerekiyor. Bölgenin en büyük devlet hastanelerinden birine sahibiz ama buna rağmen orada da kurmamız gereken birimlerimiz var. Yabancı Diller Yüksekokulu turizm kenti olduğumuz için eksikliğini hissettiren bir başka fakültemiz. Acilen gündemimize aldığımız Onkoloji ve Hematoloji Bölümlerimizin yatak sıkıntısını aşmak için Sayın Valimizle beraber yürüteceğimiz bir ek bina çalışmamız olacak. Kendisini hissettiren bir başka ihtiyacımızda Çocuk Hastanemizin olmayışı, bunu da acilen çözmemiz gerekiyor. Bir başka sorunumuz da, tohum üretme bölümümüz kurulmuş ama imkân eksiklikleri yüzünden verimli çalışamıyor. Bunu düzenleyip tohum üretiminde ciddi söz sahibi olabiliriz.
-Eğitim sistemi ile ilgili söylemleriniz de tepkiyle karşılandı. Nedir bu askeri eğitim sistemi?
Bakınız oradaki askeri bir uygulama değil. Kurum askeriye olduğu için öyle algılanmış olabilir ama bu modern bir eğitim sistemi. Bu sistem sürekli kendisini yeniliyor. Ben oradaki eğitimden bahsettim, askeri eğitimi kastetmedim. Pozitif bilimlerden bahsediyoruz. Yani bilginin aktarılması, öğrencinin iyi yetiştirilmesi için nasıl bir sistem uygulanmalı? Denetlenemeyen şeyi yönetemezsiniz çünkü onun eksiğini bilemezsiniz. Eğitim bilimleri ve ölçme-değerlendirme birimleri burada sizin aracınızdır. Buradaki askeri okullar bunu kullanıyor ve iyi neticelerde alıyor. Uzmanların önderliğinde modern eğitim araçları kullanıyor. Durum tespiti yapıyor ve geri beslemeye tabi tutuluyor. Bunun askerlikle hiç alakası yoktur. Bu eğitim sistemidir. Burada da böyle bir birim oluşturup, sürekli kaliteyi yakalamak için çalışıp, eksikleri giderecek bir merkezin oluşturulmasını kastetmiştim. Mesela Öğretim Üyesi elbette insiyatif kullanmalıdır ama öyle bir sistem var ki şimdi başarısızlığı sorgulamıyor sadece kabulleniyoruz. Profesör olan birine sistem profesör olduktan sonra “Sen ne yapıyorsun?” diye sormuyor. Nasıl yapıyorsun?” diye sormuyor. Bu da beraberinde durağanlığı ve hazır bilgi tüketimini getiriyor. Üretkenliklerini yitiriyorlar. Başarısızlığı görüyor ve seyrediyorsanız başarılı olmanıza imkan yoktur. Benim kastetdiğim buydu. Amerikada’da, Avrupa’da uygulanan sistemde budur. Ama askeriyede bu sistem kullanılıyor dedim diye yanlış algılandı. Altını tekrar çiziyorum askeri eğitim diye bir şey değil benim söylediğim, sadece orada da uygulanan eğitim metodu…
-Rektörlük atamanız sonrasındaki tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben tepkileri siyasi buluyorum. Bu yasa 12 senedir uygulanıyor ve yüzlerce rektör ataması yapılmış. İnanın incelerseniz çok komik olaylar var. Bir kendisinin, bir de başkasının oyunu alarak rektör atanmış olanlar var. Mesela Süleyman Demirel Üniversitesinin şu anki Sayın Rektörü, 2004 yılında 571 öğretim üyesinin 51 tanesinin oyuyla atandı. Mustafa Kemal Üniversitesinin eski Rektörü Metin Kemal Hocamız 11 oyla atandı. Oysa rakibi 150 civarı oy almıştı. Ahmet Necdet Sezer döneminde de bu sistem uygulandı, ama tepki almadı.
-Bu sistem sizce demokratik mi?
Ben sistemi antidemokratik buluyorum. Çünkü bu seçim öngörmüyor. Bu seçim sadece bizi sandığa götürüyor, yasanın koyduğu senaryo gereği oy kullanıyoruz. YÖK’e gidiyor orada da oylama yapılıyor. Sayı 3’e indiriliyor. Sayın Cumhurbaşkanı da birinin atamasını yapıyor. Eğer biz 1 oyun bile fark ettiği bir sistem amaçlıyorsak, ben bu konuda her türlü katkıyı sağlamaya hazırım. Bizim eleştirilerimizi sisteme yöneltmemiz lazım. Şahıslara yapılan eleştirilerde o şahısların listeye seçimle girdiği unutulmamalı.
-Üniversitelerarası Kurul da türban meselesi ile ilgili sergilenen tavrın ve duruşun sonucu da bu seçimlerde sizin atanmanızı eleştiren bir başka faktördü. Bu olay sizin başınıza gelse aynı duruşu sergiler miydiniz?
Türkiye bir hukuk devletidir ve kişiye göre değişen bir durum yoktur. Bu durum siyasi konjonktürün yarattığı bir durum. Eğer o gerginlikler yaşanmasaydı tahmin ediyorum Akdeniz Üniversitesi’nde bunlar tartışılmazdı. Ve ben çok daha fazla oy alarak gelebilirdim. Dikkatinizi çekerim Tıp Fakültesi Öğretim Üyeleri sayısı toplam kadronun yarısına eşitler. Ben tarihçiyim ve ben bir sosyal bilimci olarak Türkiye tarihinde 207 oyla en çok oyu alan sosyal bilimci aday olarak rekor kırdım. İktidar her zaman güçlüdür. İktidarın olanakları fazladır ve iktidara rağmen üniversitelerde yarışmak gerçekten güçtür. Eşit koşullarda yarışa girmiyorsunuz. Ben bir kişiye bile iş vermeden kadro açmadan seçildim. Daha önceki Rektörümüz Sayın Akaydın 4 yıl içinde 198 kişiye kadro açtı, 113 idari personel görevlendirdi. ve 2004 seçimlerinde 228 oy almıştı. 228 kişiye bu rakamları da ekleyin 539 oy eder. Buna rağmen ben 207 oy aldım. Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili kararı bellidir. Ve bize de bu kararı uygulamak düşer. Kararı sorgulamak ve siyasi gündem yaratmak bir üniversite rektörünün işi olmamalıdır. Siyasi muhalefet, muhalefet partilerinin işidir. Bu konuda görüş bildirmek farklıdır, siyaset yapmak farklıdır. Karar ne çıkarsa çıksın eski rektörümüzde, bende bu kararı uygulamak zorundaydık. Şimdi ortada bir karar var ve bende bu kararı uygulayacağım.
-Seçim sürecinde bu kadar çok oy almanızı neye bağlıyorsunuz?
Seçim sürecinde ben üniversiteyi değişim yolunda daha ileri aşamalara götüreceğimi anlattım arkadaşlara… Tezimde şuydu. Akdeniz Üniversitesi kurulduğu günden bu yana tıp camiasından rektörlerle yönetiliyor ve her meslek grubunun olaylara bakış açısı farklıdır. Bu üniversitede bir durağanlık hâsıl olmuştu. Bu durağanlığı değiştirmemiz gerekiyor. Değişmeyen tek şey değişimdir. Gelin biz bu güzel şeye sarılalım dedim. Bakın ben tarihçiyim ve Atatürk’ün başarı sırlarına bakıyorum. Niye altı ilke arasında devrimciliği koymuştur sorusuna yanıt aradığımda bana yol gösteriyor. Diyor ki Atatürk; “Sürekli değişim bizim hedefimiz olmalıdır. Bu değişimi yakalamanın ilkesi devrimcilik olmalıdır. Her kurumun değişime ihtiyacı var. Burada yönetim değişiyor ama icraat değişmiyor. Yani rektör değişiyor ama bakış değişmiyor. Yeni bir bakış, yeni bir vizyon, yeni bir enerji bu üniversiteyi çok daha iyi yerlere getirecek. Herkesten ricam biz artık seçim konuşmayalım. Aldığım çok önemli bir sorumluluk var ve seçimi değil yaptıklarımı ve yapacaklarımı konuşalım. Seçim tartışmaları kısır bir döngü yaratıyor. Ötekileştiriyor. Ayırtlara gidiliyor ve “biz” ve “siz” gibi kavramlar ortaya çıkıyor. Oysa biz bir aileyiz ve çağdaş insan yetiştirmek ve bilim üretmek için buradayız. Atatürk’ün en büyük eserim dediği Cumhuriyete sahip çıkan, çağdaş, ilerici ve bilimin ışığında bir eğitim kurumuyuz ve öylede olacaktır.
-Göreve başlamanızın ardından yapılan istifalar size karşı bir tepki olarak algılandı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Üniversitelerde teamüller gelişmiştir. Bunlar yazılı olmayan ama uygulamada vardır. Bir rektör seçildiği zaman, önceki rektörün yöneticiliğe getirdiği herkes onun işini kolaylaştırmak, kendi çalışma ekibini kurması amacıyla istifa dilekçelerini sunarlar. Bu bir tepki değil, gelenektir. Bu benimle birlikte seçilen diğer 20 üniversitede yaşanıyor. 2004 seçimlerinde de ben adaydım. Atatürk İlkeleri Araştırma Merkezi Müdürüydüm seçimden önce… O işi en iyi yapan insan olduğuma da inanıyorum. Ben halen Genelkurmay Atatürk Araştırma ve Eğitim Merkezi üyesiyim ve 10 yıldır konferanslar veriyorum. Türkiye’yi diğer Müslüman ülkelerden farklı kılan en büyük özelliği demokratik ve laik olmasıdır. Yıllarca bu konuda çalışmalarım oldu. Ben de Mustafa Akaydın Hoca atandığında o merkezin 5 yıldır müdürlüğünü yapmama rağmen istifa dilekçemi verdim ve bu geleneği yerine getirdim. Sayın Akaydın istifamı kabul etti ve yerime de tarihçi bile olmayan, sonradan tarih doktorası yapmış, iktisat mezunu bir arkadaşı oraya müdür olarak atadı. Bir tarafta kendisini bu konuya adamış Türk Silahlı Kuvvetlerinin kabul ettiği bir profesör, diğer tarafta bir yardımcı doçent… Bu olay ne medyada yer aldı ne de tepki gördü. Çünkü o günlerde bugünkü siyasi konjonktür yoktu.
-Organ Nakli Başkanı Prof. Dr. Alper Demirbaş Hoca’nın istifası da bu geleneğin sonucu muydu?
Alper Hoca bir genel cerrahtır. Başarısı da tartışılmayacak bir hekimdir. Başarılı çalışmalarından dolayı da medyanın takip ettiği bir isim. Ben bu görev değişikliği ile aslında Alper Hoca’nın hastalarına daha çok vakit ayırmasını sağladım. Burada sayısal verilerde bizim yük akımız olduğunun bir göstergesi. Organ Nakli Bölümlerinin başında her zaman nefrologlar olmuştur. Alper Hoca bu konuda genel cerrah olan tek yöneticiydi. İş yoğunluğunun yanı sıra birde yöneticilik görevini sürdürmeye çalışıyordu. Oysa şuanda daha çok hastaya vakit ayırabilecek ve daha çok ameliyat yapabilecek. Ben başarıya imza atan adamı değiştirmiyorum. Çünkü başarıyı getiren yöneticiliği değil, oradaki yaptığı ameliyatlar… Ben burada bir nefrologun olmasının işin ruhuna uygun olacağını düşündüm. Öncelikli amacımda Prof. Alper Demirbaş’tan daha çok faydalanabilmekti. Bize şuanda 3 kişilik bir kadro veriyorlar. Bugüne kadar alınamamış olan kadroları da biz oraya getirmiş olduk. Benim başarısızlık olursa özür dilerimden kastım sağlıksal bir başarısızlık değil, yeni yönetimden kaynaklanan bir idari başarısızlık olursa çıkar herkesten özür dilerim dememdi. Çünkü sağlıksal bir başarısızlık olması mümkün değil, Alper Hoca hala bizim hekimimiz ve bu konuda da son derece başarılı…
-Akdeniz Üniversitesi’ndeki yönetici değişimlerinde ekibinizi oluştururken genel olarak nasıl bir yol izliyorsunuz?
Şunu samimiyetle söyleyebilirim ki riya kat ve ehliyet sahiplerini yönetici yapma çabası içindeyim. Asla siyasi düşünceleri benim için bir ölçüt olamaz. İnsanız farklı siyasal tercihlerimiz elbette ki olacaktır. Bu bir nevi zenginliktir aslında, çeşitliliktir. Eğer biz hepimiz aynı şeyi düşünürsek aynı şeyleri ortaya koyarsınız. Burası bir bilim merkezi ve buranın ihtiyacı olan bilgi donanımı tam, tecrübeli yöneticiler çalışmalı. Benim için tek kriter bilgidir. Ben o bakımdan ekibimi oluştururken bilgi ve başarıyı kriter olarak aldım. Beni desteklemiş ya da desteklememiş diye asla bir ayrıma gitmiyorum. Bunu yaparsam üniversiteye en büyük kötülüğü yapmış olacağımın farkındayım. Çünkü Türkiye’de çok az doğru yönetici tercihi yapılıyor. Tanıdık olma, yakın olma öncelikli kriterken Akdeniz Üniversitesi’nde böyle bir şey söz konusu olamaz.
-Tüm bu yeni yapılanmalar bazı dedikoduları da beraberinde getirdi. Aydınlar Ocağı, Birlik Vakfı, Resanet Vakfı yöneticilerinin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’le birlikte sizin makamınızda yer almaları siyasi dedikodulara yol açtı. Bu konuya sizin yorumunuzu alabilir miyim?
Benim herhangi bir siyasi bağlantım hiç kimseye en küçük bir minnetim asla söz konusu değildir. Ama benim bir anlayışım var. Ben buraya geldikten sonra bütün sivil toplum organizasyonları beni aradıklarında ben koştum, gittim konferanslar verdim. Aydınlar Ocağı’da bunlardan bir tanesidir. Burada Oteller Birliği var, Rotary Kulüp var, meslek odaları var. Bunların hangisine isterseniz arayın “İsrafil Hoca size kaç kere konferans verdi” diye sorun. Bir insanın görüntüsüyle İsrafil Kurtcephe’yi mahkum etmek insafsızlık ve haksızlıktır. Çünkü yarın beni başka biriyle görüp resimleyebilirler. Bu benim siyasi düşüncemi göstermez. Ben insanları siyasi düşüncelerine göre değil, insan olmalarıyla ve yaptıkları işlerle önemserim. Geçen yıl Rotary Kulübünün meslek ödüllerinde “Bilim Adamı” ödülünü aldım. Orada da konferans verdim. Bu benim rotaryen olduğumu göstermiyor ki değilim zaten… Benim başhekim yardımcılarıma lütfen bir bakın. İçlerinden biri Doç.Dr. Rabin Saba. Bizim Musevi vatandaşlarımızdandır, ama benim için başarılı hekim ve özel bir insandır. Ben ona inandığım için onu başhekim yardımcısı yaptım. “Ben şimdi Musevi yandaşı mıyım?” size sorarım. İnsanlar beni tanımadıkları için işi hep siyasi noktaya getirmek istiyorlar. Başhekimimiz yedi göbek CHP’li bir aileden… Şimdi beni hangi siyasi görüşe ait sivil toplum kuruluşuna sorarsanız sorun tanırlar. Türkiye’deki farklı siyasi görüşler, batı emperyalizminin bu ülke insanlarını kamplara bölüp çatıştırarak enerjisini içerde tüketme amacıyla üretilmiştir. Her işin simsarları vardır. Dinin de simsarları vardır, ideolojilerin de simsarları vardır. Ben aklımızı kullanmaktan, oyuna gelmemekten ve insanları kucaklamaktan yanayım. Bu yüzden beni herhangi bir ideolojiyle aynı cümlede kullanmak, bana yapılan haksızlıktır. Zaman içinde benim farklı bir kişilik ve kimlik olduğunu herkes idrak edecek ve siyasi bir kimliğe oturtamayacaklardır.

Prof.Dr. İsrafil Kurtcephe Kimdir?
1958’ de Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini burada tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümünü bitirdi. Ardından Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisansını tamamladı.1981-82 Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde çalıştı.1982-1986 Kuleli Askeri Lisesi’nde öğretmen teğmen olarak çalışamaya başlayan Kurtcephe, Kara Harp Okulu Tarih Bölümü Başkanlığı yaptı. Emekli olduktan sonra, Akdeniz Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı oldu. 5 sene Akdeniz Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma Merkezi Müdürlüğü yaptı. Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı Atatürkçülük Araştırma ve Eğitim Merkezi Genel Kurul Üyeliği,Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler Başkanlığı Askeri Tarih Kurulu Üyeliği,Türkiye Ulusal Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Danışma Kurulu Üyeliğihalen devam etmektedir.Evli ve iki çocuğu olan İsrafil Kurtcephe’nin yabancı dili Fransızca. Yayınlanan kitapları;
Türk-İtalyan İlişkileri (1911-1916), Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1995.
Kara Harp Okulu Tarihi, Kara Harp Okulu Yayını, Ankara 1992.
Kuleli Askeri Lisesi Tarihi, Kuleli Askeri Lisesi Yayını, İstanbul 1985.
Kara Harp Okulu'nda Öğretimin Gelişmesi, Kara Harp Okulu Yayını, Ankara 1994.
Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası'nda Musul Sorunu, Kara Harp Okulu Yayını, Ankara, 1998.
Laiklik ve Çağdaşlaşma, Kara Harp Okulu Yayını, Ankara, 1994.

1 yorum:

  1. Hocamı teknik bilimler meslek yüksek okulunda okurken tanımıştım..Sayın hocam başarılarınızın devamını dilerim...mustafa üstbaş

    YanıtlaSil