18 Mayıs 2009

HÜSEYİN ÖĞÜTÇEN


Cumhuriyetimizle yaşıt bir mülkiyeli… Gülümseyen çehresinde yılların yorgunluğu görülse de, Antalya’da olmasının heyecanı ve mutluluğu hissediliyor. Bir Antalya’ya, bir de dağlara sevdalı bir Trakyalı Hüseyin Öğütçen…
Çocukluğu Balkan Savaşı faciasını dinlemekle geçen, 1933 yılında köylerine ilk defa gelen kaymakamın “İçinizde Kaymakam olmak isteyen var mı?” sorusuna farkında olmadan iki elini birden kaldıran Hüseyin Öğütçen, çok az sayıda ki özel insandan biri…
İsmet Paşa ve Atatürk’ün ışığında sürdürdüğü idarecilik hayatında, yaşamı birbirinden değerli anılarla dolu olan Hüseyin Öğütçen, bir röportaja sığmayacak kadar büyük bir insan…
Bazı şeyler vardır, bize öylesine doğal gelir ki hiç merak etmeyiz, ne olmuş, nasıl olmuş, ne zaman olmuş diye… İlk kim ya da kimler yapmış hiç aklımıza gelmez.
Antalya’daki birçok ilke imza atmış olsa da “Bunlar benim çocuklarım gibi” diye anlatmaya başladığı Tünektepe Döner Restoran ve Saklıkent Kayak Merkezi’nin onun hayatındaki önemi bambaşka…
Sadece 1 saatlik röportaj için sözleştiğimiz sohbetimizin ardından, “Sen benim üçüncü kızımsın” artık dediği anda gözlerimde biriken yaşlara engel olmakta zorlandığımı hatırlıyorum. O sabah otel lobisinde, lacivert takım elbisesi, beyaz gömleği, bordo desenli kravatı ve ceketinin cebindeki mendiliyle asansörün kapısında göründüğünde geçen yılların aksine zindeliği ve enerjisiyle kendisine hayran olmamak elde değil…
Röportajın ardından Antalya’daki son gününde Saklıkent’i görmek isteyen eski valimizle birlikte bu yolculuğa bende katıldım. Ne şanslıyım ki, Hüseyin Öğütçen’le geçirdiğim saatler hayatım boyunca hafızamdan silinmeyecek anılar olarak kalacak.
Yol boyunca 70’li yıllarda yaşanan zorluklardan ve Antalya’daki hızlı değişimden bahsettiğimiz sohbetimizde arabayla bile 1 saati geçen bu yolculuğu o yıllarda atlarla ya da İller Bankası’nın jipiyle defalarca yaptıklarını söyleyen Hüseyin Öğütçen’in en büyük dileği Saklıkent’in hak ettiği gibi kullanıldığını görmek… “Saklıkent, kış sporlarında vazgeçilmez bir yer olmalıydı” diyen Öğütçen, biraz buruk ama hala umutlu…
Saklıkent inşaatı başladığında ölüm tehlikesi atlatan ama yine de inşaatı durdurmayan Öğütçen’in, Saklıkent’teki meydana isminin verildiğini gördüğünde yaşadığı mutluluğu kelimelere dökmek neredeyse imkânsız… Yağmurun altında, şiddetli rüzgâra aldırmadan bacası tüten her evin önünde arabayı durduruyor, inip ev sahipleriyle sohbet ediyor. Hala Saklıkent için ne yapabileceğini araştırıyordu.
Saklıkent dönüş yolunda Portakal Durağı’nda durakladık. Saklıkent inşaatı başladığında her dönüşte bu durak da durup, biraz mola verip portakal yerlermiş. Aradan 34 yıl geçmişti ve artık aynı durak da portakal ağacı yoktu ama büyüleyici güzellikteki vadi ayaklarımızın altındaydı. 1940 yılında ezberlediği bir şiiri dağlara karşı okumak isteyen ve bir an bile duraksamadan dakikalarca şiir okuyan bu özel insanı, hayranlıkla izleyen, o anın canlı şahitlerinden biriyim. Sonbaharın etkileyici renkleri göz alabildiğine uzanırken, ıslak toprak kokusu ve kulaklarımda Sarıkız şiiriyle yola devam ettik.
Çayını kıtlama, kahvesini az şekerli içen Öğütçen, Saklıkent’deki vadiye karşı kahvesini yudumlarken, uzaklara dalan gözlerinde, 34 yıl öncesi görülüyordu. Duygusal dakikaların yaşandığı anlardan birinde “ En büyük zevkim sabah kahvaltısından ve öğle yemeğinden sonra günde iki kez kahve içmektir” diyerek konuyu değiştiren, bu mütevazı yaşamdan öğrenilecek çok şey var. “Benim arabam 73 model Volkswagen, arabam çok güzel sadece 36 yaşında” dedikten sonra muzipçe gülümsemesinin altında aslında çok fazla ayrıntıyı anlattığı da aşikârdı. Hala her sabah 7’de uyandığını ve günde 10 saat çalıştığını, son bir yıldır yaşadığı ufak sağlık sorunlarından dolayı artık eskisi kadar çok seyahat edemese de Antalya’ya tekrar gelmek istediğini söyleyerek noktaladı sohbetimizi…
Eşine az rastlanır bir idareci geçti Antalya’dan… 1971- 75 yılları arasında Antalya Valisi olarak geldiği Antalya’dan kopamamış, dağlarına sevdalanmış emekli bir idareciyi konuk etti Antalya…
Yeniliklere son derece açık, modern ve ilerici bir idareci olan Hüseyin Öğütçen’in başarılarla dolu hayat hikâyesinde, sayısız ödül ve teşekkür belgesi var ama İçişleri Bakanlığı’ndan aldığı 14 takdirname hayatını neredeyse özetliyor bizlere… Türkiye’de bu kadar çok takdirname alan tek idareci olan Öğütçen, bütün hayatını milletine hizmet etmekle geçirmiş. Halen İzmir Türk Eğitim Vakfı Başkanlığı yapan Öğütçen, bütün birikimini, tecrübelerini ve zamanını çocuklara, Türkiye’nin geleceğine vakfetmiş. Bundan nasıl bir keyif aldığını, o masmavi gözlerine yansıyan sevgi dolu ışıktan anlamak mümkün…

-34 yıl aradan sonra Antalya’da neler değişmiş?
Eski Antalya gitmiş yepyeni bir Antalya gelmiş, o kadar değişiklikler var ki… Antalya çok büyümüş. Çok aşırı nüfus artışı var. Bu normal bir artış değil... Ben Antalya’ya geldiğimde nüfus 95 bin kişiyken, şimdilerde 840 bin yazıyor ama milyonu geçmiştir belki de... Görüyorum ki maalesef şehir planı gelişmenin gerisinde kalmış. Bu kadar hızlı gelişme olan yerleşimlerde planlama, şehre yetişmek de zorluk çeker. Antalya’nın mimari planı 1972–73 yılında İller Bankası tarafından yaptırılmaktaydı. Selahattin Tonguç’un da o dönemki imar planlarına çok katkısı olmuştur. Değerli bir arkadaşımızdı. Bazen ters düştük, bazen aynı kulvarda koştuk, bazen aksi istikamette gittik ama dostluğumuz hiç bozulmadı.
-Yeni idareciler sizin görüş ve tecrübelerinize sık sık başvuruyor mu?
Benim asıl Antalya’ya gelme sebebim Menderes Türel’le görüşüp, kentin sorunları ya da yapılması gerekenler üzerine sohbet etmekti. Ben asıl Menderes’in babasını tanırım. Ben görevdeyken bir 23 Nisan günü babası, annesi, Menderes ve benim ailem Saklıkent’e gitmiştik. Menderes’in ilk defa kar gördüğü gün o gündür. Bütün gün karların üstünde yuvarlanmıştı. Yani ailecek de görüşürdük, benim ailesiyle dostluğum da vardı. Bu sebepten kendisiyle görüşmeyi çok istemiştim ama şehir dışında olduğu için görüşemedik. Geçen yıllarda neler yapılmış, nasıl gelişmiş bunların üzerine sohbet etmek isterdim. Bir dahaki sefere sohbet ederiz artık…
-Antalya’da yaptığınız projeler hep yüksek dağların üzerinde… Dağlara karşı özel bir ilginiz mi vardı?
Dağları denizden daha çok seviyorum. Hakkâri’ de 3000 metreden yüksek 26 tane dağ vardır. Bu dağların çoğuna tırmandım. İran-İrak- Türkiye sınırında bir hafta boyunca bütün sınırı gezdim. Damlarda yattım. Köylülerin sorunlarını dinledim. Benden başka o bölgeye giden devlet memuru sadece tahsildarlardı. Bunun dışında hiç giden yoktu. Yakın zamana kadar da olduğunu sanmıyorum. O bölgeye yollar yapılmasına çok önem verdim. Her hafta Salı günü Şemdinli’ye gidip, bir gece yatar, çalışmaları yerinde gördükten sonra dönerdim. Hayat orada hep zordu. Antalya’ya gelirsek 640 km sahile sahip bir şehir… Dünyanın en güzel sahili ve benim üzerimde en çok etki yapan yer Antalya… Turizm zaten var olan bir çalışmaydı ama dağlarının güzelliği bilinmiyordu o yıllarda… Benim çocuğum gibidir Tünektepe ve Saklıkent, birbirinden ayıramam ama daha iyi görmek isterdim ikisini de…
-Yeşile ve doğaya düşkün bir idareci olarak Antalya’daki betonlaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Antalya’da değil bütün illerde ki ortak sorun betonlaşma… Antalya’da bugün 250 bin konut fazlası var. Arsa gittikçe değerleniyor. Bu yüzden taban alanı katsayısı yüksek tutuluyor. Daha düşük tutulabilse yeşil sahalar daha çok olacak. Yeşil alana yatırım yapılmaması uzun dönemde geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açacak. Vehbi Koç’un bana bir öğüdü vardı. “Sakın şehrin plan ve programına ayırdığın paradan kaçma… Bütçenin en önemli kısmını planlamaya ayır “demişti ve ben hayatım boyunca bu sözü hep hatırladım ve bu öğütle çalıştım. Büyükşehir Belediyesi’ nin de dünyanın önemli mimar ve şehir planlayıcılarını Antalya’da misafir ederek onların projelerinden yararlanmasını öneriyorum. Büyük kavşaklarda ki yuvarlak dönüş alanları çıplak kalmış. Onların üzerine değerli heykeltıraşların heykelleri olmalı… Orijinal heykeller yaptırılmalı… Bazı heykeller insanı alıkoyuyor, gözlerinizi ayıramazsınız. Böyle çalışmalara ağırlık verilmeli…
-Saklıkent’te bir kooperatif yapmak ve kış sporlarına açmak farklı bir düşünceydi. Bu kararınız nasıl karşılandı?
Öncelikle Antalya’nın sorunları, ihtiyaçları ve yayla kasabası hakkında bir toplantı düzenledim. Antalya’nın ileri gelenlerinden 150 kişiye davetiye gönderdim. Sadece 50-60 kişi geldi. Gelenlerin de bir kısmı devlet memuruydu. Daha önce Kaymakam ve Vali olarak bulunduğum yerlerde davet ettiğim kimselerin tamamı toplantıya katıldığı için büyük hayal kırıklığına uğradım ve çok şaşırdım. Oysaki dört yıllık Antalya valiliğimde daha birçok hayal kırıklığına uğrayacağımı o gün bilmiyordum.
-Saklıkent’in sizin hayatınızda farklı bir yeri var. Bunun sebebi nedir?
Türkiye’de konusunda uzman kişileri saptadım ve 6 Mart 1972’de Antalya’da olacakları şekilde davet ettim. 2 Mart akşamı rahatsızlandım. Doktorlar 20 gün kesin istirahat verdiler. Kalbimle ilgili bu sorun ciddiydi ama dört gün sonra bizzat telefonla arayarak çağırdığım heyet Antalya’da olacaktı. Benden başka kendilerine yeterli bilgi verecek kimsede yoktu. Gizlice kaçtım ve heyetle beraber Saklıkent’e çıktık. Bütün konukların görüşleri olumluydu. Saklıbeli’ ne tırmandım. Ada şeklinde büyük kayanın kuytusundan Bakırlı Dağı’nı ve çevreyi seyrederken doktorların kararını ve Türkiye’de planlı olarak kurulacak ilk kış sporları merkezini ve yayla kasabasını düşünüyordum. O anda ölüm tehlikesi kurulacak kent ile Antalya’ya ve memleketime yapacağım hizmetin verdiği heyecan ve mutluluk karşısında hiçbir anlam taşımıyordu. Antalya’ya indiğimizde doktorlar beni heyecanla bekliyorlardı. Evden kaçtığımı ve dağlara tırmandığımı öğrenince, “Bu adam düpedüz deli. İntihar ettiğinin farkında değil” demişler. Saklıkent’in benim yaşamımda sağlığımdan ve ölüm tehlikesinden daha büyük önemi vardır.
-70’li yıllarda dağlara tesis yapmak neredeyse imkânsızken, Tünektepe inşaatı bittiğinde neler hissettiniz?
Doğayı sevmeyen insanı insandan saymıyorum. Doğayı sevmeyen insanın gözü ve gönlü kör demektir. Tünektepe doğayı seven, doğa güzelliklerinin ve doğa nimetlerinin değerini bilen, bu güzellikleri sevdikleri ile paylaşan insanların yeri… Çok emek verdik buranın yapılmasına da… İlk çıkışımız atlarlaydı. Buranın yolunu açmak da hiç kolay olmadı. Tünektepe yolunu 9 ayda tepeye ulaştırdık. İnşaat boyunca akşam bile aklıma bir şey takılsa Özcan Kırmızıoğlu’ nu arar, ‘şantiyeye bakmaya gidelim’ derdim. Gece, gündüz uğraştım burası açılsın diye… Döner restoranın kaba inşaatı bitmişti ve ben Antalya’dan ayrılmak zorunda kaldım. Ben gidince inşaat 6 yıl terk edildi. 1980’de Yılmaz Türktekin döneminde biten inşaatın açılışına beni de davet ettiler. Açılışı Cumhurbaşkanı Kenan Evren yapacakmış. Dağ yolu sel suları yolu aşındırdığı için epey daralmış. Biz iki arabalık yer bırakmıştık ama tek araba neredeyse zor geçiyor. Döner restorandaki yemekte Cumhurbaşkanı bana “ Öğütçen, manzara her şey çok güzel ama bu tepeye çıkılır fakat inilmez” dedi. Cumhurbaşkanı inilmez derken yolu kastediyordu. “Sayın Cumhurbaşkanım biz bu yoldan 10 tonluk kamyonları, otobüsleri çıkardık. Yol bana hava meydanı gibi geliyor. Biraz onarım istiyor” deyince herkes güldü. Tünektepe Döner Restoran benim çocuğum gibidir. İnsan çocuğuna toz kondurabilir mi?
-Antalya kentine yaptığınız en önemli hizmet size göre nedir?
Hiç tereddütsüz Akdeniz Parkıdır. Parkın adını Akdeniz Parkı olarak düşünmüştüm. Bu parkta bütün Akdeniz ülkelerinin Türkiye’de bulunmayan ilginç bitki türleri de yetiştirilecekti. Akdeniz Parkının adını sonradan belediye “Atatürk Parkı” olarak değiştirmiş. Hiçbir kentimizde ya da kasabamızda Atatürk Parkı adına rastlamadım. Atatürk adı olur olmaz yerlere verilemez. Çünkü parklarda içip içip rezalet çıkaranlara, gece yarısından sonra uygunsuz durumda yakalananlara, uyuşturucu madde bağımlılarına rastlanmaktadır. Polis raporlarında, gazetelerde bu olayların suçluları ile Atatürk adının birlikte geçmesini doğru bulmuyorum. Antalya Belediyesi yeni açılacak büyük bir bulvara Atatürk adını, parka da tekrar Akdeniz Parkı adını vermelidir.
-Antalya’da en çok eleştiriyi hangi konularda aldınız?
Birincisi yolların genişliği meselesidir. Antalya’da dünya standartlarının çok üzerinde bir büyüme var. Eğer bir ilde büyüme % 800 oranındaysa elbette ihtiyaç karşılanamaz. Burası bir tatil şehri ve büyüme hızı normal değerlerde hesaplanmıştı. Havaalanı mesela, 20 yıl içinde 16 bin gidiş, 16 bin dönüş, 32 bin kişi hedeflenerek planlanmıştı. Şimdi 10 milyon turistin kullandığı bir alan... Yollarda kent nüfusundaki normal artışa göre hesaplanmıştı. Kimsenin bu kadar hızlı bir değişimi önceden görmesi mümkün olamazdı. Benim zamanımda nüfus 95 bin kişiydi. Birde valilik binası inşaatı var. Vali konağı ve devlet konuk evi için belediyeden ruhsat alındı ve harç ödendi. İnşaata başlandı. Kaba inşaat, duvarlar ve çatı işi bittiğinde yerel seçimler oldu ve Adalet Partili belediyenin yerine Cumhuriyet Halk Partili belediye geldi. İlk iş Valilik, Özel İdare ve Turizm Bankası Oteli’nin inşaatlarını durdurdu. Belediye meclisi imar planında değişiklik yaparak inşaatın yerini yeşil saha yaptı ve onanmak üzere İmar ve İskân Bakanlığı’na gönderdi. Dosyayı inceleyen Bakan Ali Topuz “ Vali konağı ve devlet konukevinin yerini Cumhuriyet Halk Partili, Adalet Partili ve Güven Partili üyeler oybirliği ile tespit etmişler. Bu kararı Bakanlık incelemiş, uygun bulup onaylamış. Arsayı belediye ve hazine satmış. Yapı bitmek üzereyken şimdi plandan çıkarılıyor. Böyle rezalet olmaz” demiş. Bakanlıktan gelen dosyayla inşaat tamamlandı. Ama başladığı ilk günde söylediğim gibi, “Bu bina bittikten sonra, her adımıma bir milyon lira verseler, hiç kimse beni bu konakta göremeyecektir” demiştim ve hala da sözümün arkasındayım.
-Antalya’ da bulunduğunuz dönemde Milli Eğitim Seferberliği’ne önemli katkılarınız da oldu. Bu konuda unutulmayan bir anınız var mı?
1974 yılında Akseki’ye iki hayırsever Endüstri Meslek Lisesi yapacaktı. Kışa girerken okulun temeli atılacak. Soğuk bir gündü. Temel atma töreni için Akseki’ye gittim bir de ne göreyim? Temele atılacak harç için kumun içine birkaç avuç kireç atmışlar. Söze başlarken, “Bizim Aksekililerin hakkı yenmiş, gereksiz yere Kayserililerin adı çıkmıştır. Bu güne kadar pek çok okulun temelini attım fakat birkaç avuç kireçle hazırlanan harçla ilk kez Akseki’de bu okulun temelini atıyorum” dedim. Törene katılan herkes güldü. Meğer ben gelmeden önce aralarında konuşmuşlar “Kış geliyor, temele atılacak bu harç ziyan olacak. Vali nasıl olsa anlamaz. Kireçle harç yapalım” demişler. Belediye Başkanı, “Akseki’deki ilkokulu da biz yaptırdık. O zaman törene gelen valiye de kireçli harçla temel attırmıştık. Fark etmedi” dedi. “Fark etmiştir de nezaketen söylememiştir” yanıtını verdim. Hizmet edeni takdir etmez, hata yapanı eleştirmezsek yerimiz de sayarız.
-Meslek hayatınızda yeniliklere açık bir idarecisiniz, kendi hayatınızda da yenilikleri kolay kabullenir misiniz?
Sadece meslek hayatımda değil, tüm hayatımda yeniliklere açık biriyimdir. Gittiğim yerlerde ve yurtdışı gezilerimde şehir planlamalarına, park ve bahçe düzenlemelerini gezmek için çok vakit ayırırım. Bu benim özel ilgi alanım denebilir. Yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım, bugün yine aynı yollardan geçsem aynı şeyleri yaparım. Mesela kendi hayatımdan örneklersem 45 yıldır doğu ve batı müziği konserlerini yakından izliyorum. Her türlü müziğin güzel parçasını zevkle dinliyorum. Gençlerin bayıldığı, insanın kafasına tokmakla vurur gibi etki yapan elektronik müziği bile... Müzik bir tutku, insanı çeken yücelten ayrı bir dünya… Zaman size değil, siz zamana ayak uydurursanız, çağın gerisinde kalmazsınız.
-Birçok ilde görev yaptınız. Her ilin kültürü farklıdır. Alışmakta zorlanmadınız mı?
Antalya’da göreve başlayalı iki yıldan fazla bir zaman geçmişti. Çok yakın bir arkadaşım ve eşi bize ziyarete geldiler. Vali konağında çalışan aşçı kadına sıkı sıkı tembihledim. “Bugün iyi bir koyun eti alınsın. Alırken dikkat etsinler keçi veya sığır eti olmasın” dedim. Yemekte verilen et kösele gibi lezzetsiz ve sertti. Aşçı kadına “Ben size iyi koyun eti alınsın diye ısrarla söylemedim mi? Kart bir hayvan eti alınmış. Bir daha koyun eti alınırken dikkat edilsin” dedim. Aşçı kadın, “Beyefendi biz konağa hep keçi eti alırız. Şimdiye kadar koyun eti hiç almadık. Buranın keçileri yaylada otlar onun için eti lezzetlidir. Antalya’daki koyunların cinsi iyi değildir, eti de tatsızdır. Siz ille de koyun eti olsun dediğiniz için ben de ilk defa koyun eti aldırdım. Yemek bu yüzden tatsız oldu” dedi. Hayret bir olaydı. Meğer biz iki yıldan beri keçi eti yiyormuşuz da haberimiz yokmuş.
-Hayatınızda her gittiğiniz yerde birbirinden değerli birçok anınız var. Bu Antalya seyahatinizde de unutamayacağınız bir an yaşandı mı?
Antalya’nın son derece nazik ve ileri görüşlü bir Valisi var. Alaaddin Yüksel Bey’le İzmir’den de tanışırız. Hayata farklı açılardan bakan birisidir. Antalya’ya geldiğimi öğrenince sağ olsun bir şoför, bir araç, bir de koruma göndermiş. Antalya’da bulunduğum sürede bana eşlik etsinler diye… Hakkâri, Niğde, Antalya, İzmir ve Kocaeli’ yle birlikte 5 ilde valilik yaptım. Hiç koruma kullanmadım. O zamanlar asayiş de tamdı. Şimdi bana eşlik eden bir koruma var. “Hayatımda ilk defa biri beni koruyor” , bu benim içinde değişik bir duygu oldu.

HÜSEYİN ÖĞÜTÇEN KİMDİR?
19 Nisan 1923'te Edirne’nin İpsala İlçesi Sarıcaali Köyü'nde doğdu. Edirne Lisesi'nden sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler ve Ankara Hukuk Fakültelerini bitirdi. Kaymakamlık kursundan birincilikle mezun olduktan sonra, birçok ilçede kaymakamlık ve Hakkâri, Niğde, Antalya, İzmir, Kocaeli illerinde de valilik yaptı. İçişleri Bakanlığı'nca yayınlanan Osmanlı ve Cumhuriyet Döneminde görev yapan 87 kişinin adlarının bulunduğu İz Bırakan Mülki İdare Amirleri adlı kitaptaki bilgilere göre; sicilinde 14 takdirname bulunmaktadır. Hayattayken bu listede yer alan iki kişiden biri olan Öğütçen görev yaptığı yerlerden ayrıldıktan 9 ila 32 yıl sonra iki bulvar, bir cadde, bir meydan, üç park, bir toplantı salonu, bir şölen bahçesi, bir spor salonu ile Hakkâri Cilo Dağları'nda 3311 rakımlı tepeye olmak üzere toplam 11 yere adı verilmiştir. İdareciler Derneği tarafından her yıl “Yılın En Başarılı Kaymakamı”na “Hüseyin Öğütçen Başarı Ödülü” verilmektedir. Hüseyin Öğütçen 1 Temmuz 2002 tarihinden itibaren Türk Eğitim Vakfı İzmir Şubesi Başkanı olarak görev yapmaktadır.






























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder