11 Mayıs 2009

BABEK SOBHİ


Taşların ruhu olduğuna inananlardan mısınız? Babek Sobhi İranlı bir heykeltıraş… 60 tonluk dev taşları sanatıyla buluşturup adeta eserlerine ruhunu da yansıtan ünlü heykeltıraş, taşların içindeki şiire kapılmış yıllar önce… Dev taş blokların görkemine ve güçlü yapısına hayran olduğunu söyleyen Sobhi, adeta taşlarla konuşurcasına şekil vererek inanılması güç eserlere imza atmış. 90’lı yıllarda seramik ve ahşap heykeller yapan Sobhi, son 15 yıldır tonlarca ağırlıktaki dev taşlardan yaptığı heykellerle birçok şehirde tanınan bir sanatçı. Babek Sophi’ ye göre “sanat” ölüme hayır demektir. Eserlerinin aylarca süren titiz ve disiplinli bir çalışmanın sonucu oluştuğunu söyleyen Sobhi, “içimdeki sanat aşkı öyle büyük ki tüm risklere rağmen işime aşığım” derken mutluluğu ve heyecanı gözlerinden okunuyordu.
Bugüne kadar klasik ya da modern formlarda yapılmış heykellerin çoğunun sanat değeri açısından yeterli olmadığını söyleyen Sobhi, kentin yüzlerce yıllık tarihini ve kültürünü, modern formlarla anlatan eserlere imza atarak, yaşanmışlık ve düşselliğin ana izleğini oluşturuyor.
Babek Sobhi, 2007 yılında seminer için geldiği Antalya’ya aşık olur ve yerleşmeye karar verir. Bir yıldır Antalya’da yaşayan Sobhi, belediyelere önerdiği projelerinin önce çok beğenildiğini ama sonradan haber alamadığını söylerken hayli kırgındı. Heykeltıraşlığın maddi açıdan değil, manevi bir doyum olduğunu söyleyen Babek Sobhi, kentsel meydan projeleriyle birçok şehirde olduğu gibi Antalya’da da kent kimliğine, eserleriyle önemli katkılar sunabilecek bir sanatçı. Antalya’nın tarihi geçmişinin kendi kültürüne de yakın olduğunu söyleyen Sobhi için Antalya’nın özel bir anlamı var.
Heykeltıraşlığının yanı sıra şiir yazan, resim yapan ve kısa metraj film çeken Babek Sobhi, başarılı sanat yaşamında birçok uluslar arası ödülünde sahibi…
Başarılı heykeltıraşla Antalya’yı, sanata bakışını, hayatını, gelecek projelerini ve çok tartışılan Post-Modern sanat yapıtlarını konuştuk.
-Türkiye’ ye ilk ne zaman geldiniz?
1991 yılında İstanbul Ortaköy’de bir arkadaşım aracılığıyla ilk kişisel sergimi açmak için geldim. Amacım sergimi açıp dönmekti ama çok ilgi görünce bir süreliğine kalmaya karar verdim. Aylar içinde farklı iş teklifleri oldu ve Türkiye’ye bağlandım. 18 yıldır da Türkiye’de yaşıyorum.
-Türkiye’ ye yerleşme kararınız ani olmuş, bu kararınız aileniz tarafından nasıl karşılandı?
İlk duyduklarında elbette ki şaşırdılar. Ama hiçbir zaman karşı gelmediler. İlk yıllarda madem İran’da yaşamayacaksın Kanada ya da İngiltere’ye yerleş en azından sanatsal birikimin daha farklı olur dediler ama yıllar içinde Türklerin beni sahiplenmesi ve birçok eserimi kent meydanlarına yapma olanağım olması beni de onları da mutlu etti ve Türkiye’yi daha çok sahiplendiler.
-İran’ ın dini rejimle yönetilmesi heykele bakış açısını nasıl etkiliyor?
İran sanılanın aksine heykel, seramik ve resimde dünyada oldukça ileri bir ülkedir. Sadece Tahran’daki heykellerin sayısı bile İstanbul’dakilerden çok daha fazla… Şii mezhebinden dolayı hiçbir zaman Sünnilerde olduğu gibi heykele, “put” gözüyle yaklaşılmadı. Ben Tahran Üniversitesi Heykel Bölümü mezunuyum. Heykeltıraşlıkta akademik eğitiminde verildiği bir şehir Tahran… İran’ın bütün büyük şehirlerinde onlarca heykel vardır. Kadın heykeltıraşların sayısı da yüksektir. Tahran’ın Ziraat Bakanlığının önünde buğday biçen bir kadın heykeli var. Halada durur. İnsan figürlü heykellerinde sayısı hayli fazla…
-Heykeltıraşlığın dışında başka sanat dallarına da ilginiz var mı?
Ben uzun yıllardır kısa metraj filmler çekiyorum. Hatta bunların bazıları uluslar arası ödüllere layık görüldü. Bunun dışında şiir yazıyorum ve İranlı çok değerli sanatçılar olan, Ahmad Shamlu ve Furuğ Ferruhzad’ın kitaplarını Türkçeye çevirdim. Bir yıldır da uzun metrajlı bir filmin senaryosunu yazıyorum. Son bir yıldır haber beklediğim projeler benim elimi ayağımı bağladı, bu yüzden de yazmaya ağırlık verdim.
-Heykeltıraş olmasaydınız hangi mesleği seçerdiniz?
Kesinlikle sinemacı olurdum. Sinemaya aşığım. Özellikle yönetmenlik ve senaryo yazarlığı dallarında çalışmak isterdim. En büyük hayalim senaryosunu kendi yazdığım uzun metrajlı bir film çekmek…
-Bir şehre yapacağınız esere nasıl karar veriyorsunuz?
Bana sadece yer gösterilir. Gerisini tamamen ben yaparım. Tabii çok çok parlak yerinde bir teklif olursa neden olmasın ama genelinde bir park ya da meydan bana gösterilir ve sonrasında çalışma tamamen bana bırakılır. O şehrin yemek kültürünü, yöresel giysilerini, etnik kültürünü, tarihini inceledikten sonra bir tasarım oluşturmaya çalışırım. O şehrin kültürel mirasını doğru bir şekilde yansıtmak için aylarca araştırma yapıyorum. Araştırdıkça ince ince gözyaşlarıyla oluşturulmuş eserler, objelerle karşılaşıyorsunuz.
-Anadolu medeniyetlerinde sizi en çok etkileyen yer neresi?
Hasankeyf’deki mağara evler… Yoksulluğun içerisinde öyle bir yaratıcılık var ki büyülenmemek elde değil. Eski medeniyetler taş oymacılığı konusunda o kadar başarılılar ki, Batman Hasankeyf’ deki mağara evler inanılması güç eserler. Elleriyle oydukları mağaralarda öyle bir mimari ve estetik var ki şimdiki teknoloji ürünü beton yığınları teknolojinin ne kadar yanlış kullandığının göstergesi…
- Mesleğinizin zor yanları neler?
İş disiplini çok önemlidir. Sabah 8 akşam 8 çalışırım. İlham geldi gelmedi çok fazla inanmam öyle şeylere… İlham bir eserin tasarım aşamasında gelir. Onu tasarladın, çizdin kafanda oluştu artık eserin yapılması iş disipliniyle ilgilidir. Ömür dediğin şey çok acımasız bir şekilde geçiyor. Bu enerjimiz kalmayabilir. Bu olanaklarda kalmayabilir. İmkanım varken mümkün olduğunca çok eser bırakmak isterim. Çok fazla iş kazası da geçirdim. Birçok kez ölümden döndüm. Heykelin etrafına kurduğumuz 7- 8 metrelik iskeleden düşmek bir heykeltıraşın başına gelebilecek en riskli olay. İşim aslında çok riskli sevilmeden yapılacak bir iş değil. Taşla adeta konuşuyorsunuz. Öyle bir ritim yakalıyorsunuz ki bedenen ve ruhen o ritmi yakalamazsanız ortaya bir eser çıkması mümkün değil… 3 kiloluk bir çekiçle taşa günde ortalama 30 bin darbe indiriyorsunuz ve bu çok ciddi bir fiziksel performans gerektiriyor.
-Bir heykelin yaratılmasında konuya göre mi materyali seçiyorsunuz, materyale uygun konu mu yaratılıyor?
Konuya göre materyali seçiyorum. Yapacağım heykelin anlatacağı duyguyu hangi materyalle daha iyi ortaya koyabilirsem onu seçiyorum. Taş en zor materyaldir. Ahşabı, seramiği, dökümü ya da alçıyı bozulduğu zaman bir şekilde yamarsınız. Ama taşta böyle bir şansınız yok bunun yanında kalıcılığı eğer insan müdahalesi olmazsa binlerce yıl sürebilir. Taş heykelde bir ritim var. O kadar sert vuracaksın ki kopsun parça, aynı zamanda aynı darbede o kadar yumuşak olacaksın ki istediğin şekilde kopsun. Tasarım aşamasında yapacağım heykelin önce küçük boyutlarda bir ön çalışmasını yaparım. Bittiğinde nasıl olacağı bu çalışmayla belli olur.
-Heykeltıraşlık sanatın en zor dallarından biri… İş imkanları nasıl?
Ben senede bir ya da iki heykel yapabiliyorum. Ben bu meslekteki en şanslılardan belki de çalışkanlardan biriyim. Birçok arkadaşım, yetiştirdiğim kendi öğrencilerim heykeltıraş olduktan sonra reklam ajanslarında kartvizit tasarlıyorlar. Birçoğu seramik fabrikalarında bardak, çanak yapıyorlar. Bu çok üzücü bir durum… Olanaklar son derece kısıtlı hatta yok. Ben sektörde duruşumu korumaya çalıştım. Sadece iç mimari konusunda yaptığım yerler oldu.
-Türkiye’de en çok beğendiğiniz eser kimin eseri?
Beni en çok etkileyen İstanbul’da sergilenen İlhan Koman’ın Akdeniz Heykeli… Birçok imgeyi temsil eden bu eser Türkiye’deki en başarılı çalışma…
-Post-Modern sanat anlayışı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Post-Modern sanat anlayışı demek modern ötesi sanat demektir. Ama sanatçılar önce formasyona uygun çalışmalı ki daha sonra deformasyona geçsinler. Deforme olmuş eserleri post-modern adı altında sergilemek bana doğru gelmiyor. Türkiye sanatta moderni atlattı mı ki ötesine geçti? Evinizde kendiniz için ürettiğiniz objeler farklıdır, toplumsal paylaşıma açılanlar farklı olmalıdır.
-Heykelin yapım aşamasında hiç unutamadığınız bir anınız var mı?
Heykeltıraşlığa yeni başladığım yıllardı. Taşı seçtik yerine yerleştirdik ve ben başladım çalışmaya. Üç buçuk metre yüksekliğindeki heykelin yarısı bitmişti ve bir aylık bir zamanım var adeta zamanla yarışıyorum. Bir darbe vurdum ve çat diye bir ses geldi. Saniyeler içinde kocaman dev blok ortadan ikiye ayrıldı. Öğrencilerim ve ben neye uğradığımızı şaşırdık. Hayatımda ilk ve son defa o gün taşım kırıldı. Malzemeleri bıraktım ve oradan uzaklaştım. Ağlayamadım bile… Öyle bir görüntü ki size anlatamam. Tekrar yeni bir taş aldık ve ben günde 20 saat çalışarak o heykeli bir ayda bitirdim. Taşın kırıldığı an, ağlayamadım ama ağlaya ağlaya çalıştım diyebilirim. 22 yıllık sanat yaşamımda başıma gelen tek talihsizlik bu. Ama unutmam mümkün değil... Zaten bu işi yapmak için birazda deli olmak gerekir. Çünkü aldığınız risk her açıdan çok yüksek…
-Sanatsal anlamda sizi en çok ne üzer?
Benim eserlerime benzeyen eserleri yok etmelerini isterim öğrencilerimden. Beğenmek, örnek almak güzeldir ama etkilenmek özgünlüğü kaybettirir. Her sanatçının kendine özgü bir tarzı olmalıdır. Eserlerindeki imgeler, kıvrımlar, dönüşler o sanatçıyı temsil eder. Öncülükse disiplinde öncü olmayı tercih ederim. Yaptığım eserlerde anlaşılmayı beklemek biraz lüks olur. Anlamıyorsanız bu anlamsızdır demek sadece saygısızlıktır. Beni en çok üzen şey anlaşılmamak değil, yanlış anlaşılmaktır. İş ve tasarım sürecinde kendimle kalmayı tercih ederim. Kimseyi etkilememek ve kimseden etkilenmemek adına…
-Heykel yapmaya başlamanızda sizi nasıl bir süreç bekliyor?
Taş seçiminden başlıyor. Dışı pürüzsüz bir taşın içi çatlak olabiliyor. Taş ocağına kendim gidiyorum ve taşı da kendim seçiyorum. Taş ocaklarında gecelediğim çok olmuştur. Bazen beğendiğim taş başka bir uçta oluyor. Yinede benim için iskeleyi söküp istediğim yere kuruyorlar. Aldığım taşlar 70 tonluk dev bloklar. Blokları taşımak için vinç bile yok henüz Türkiye’de. İki vinç yardımıyla taşıyoruz. Diyarbakır’da yaptığım Dicle-Fırat heykelinin taşını dağdan şehre taşımamız 21 gün sürdü.
-Antalya’yı bir heykelle anlatmak isteseniz, sizce Antalya’yı nasıl bir proje temsil eder?
Antalya için en büyük hayalim bir Akdeniz heykeli yapmak. Çok farklı bir proje olduğu için şu an detay vermem doğru olmaz. 8,5 metre yüksekliğinde bir ana heykel birde etrafında 8 farklı heykelin olacağı bu kompozisyon Akdeniz’in 3 bin yıllık geçmişini gözler önüne serecek. Antalya sadece şimdiki oteller değil, binlerce yıllık tarihi bir mirasa sahip. Sadece Persler 253 yıl Antalya’da yaşamışlar. Neredeyse Antalya benim memleketim diyeceğim.
-Bu konuyla ilgili görüşmeleriniz oldu mu?
Evet yaklaşık bir yıl önce başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, Konyaaltı ve Muratpaşa Belediye Başkanlarıyla birebir görüşmelerim oldu. 5-6 farklı proje sundum ve hepsi çok beğenildi. Birkaç ay içinde çalışmalara başlansın denildi ama sonrasında bir haber çıkmadı.
-Bekleme süresi niye bu kadar uzadı?
Konyaaltı Belediyesi bütçesel bir sıkıntı yaşadıklarını söyledi ve kaynak yaratmak için girişimleri olduğundan bahsetti. Büyükşehir Belediyesi niçin süreyi bu kadar uzattı inanın bende bilmiyorum. Muratpaşa Belediyesi’yle de galiba yanlış anlaşılma var. Benim verdiğim fiyatlar 5-6 katında söyleniyor. Kulağıma gelen konuşmalarda telaffuz edilen rakamlar beni çok zor durumda bıraktı. Hiç konuşulmamış olmasına rağmen bir heykel için 400- 500 bin ytl fiyat istediğim zannediliyormuş. Oysaki bu fiyatlarla 5 proje yürütülebilir. Ben bir projenin fiyatını 100 bin ytl civarında vermiştim. Bilerek ya da bilmeyerek bu söylentiler hala devam ediyor. Bu yanlış anlaşılma beni çok kırdığı gibi aynı zamanda da bundan sonraki projelerim için, çok yanlış bir imaj yaratıyor. Umarım bu yanlış anlaşılma bir an önce düzelir ve görüşmelerimiz netlik kazanır.
-Türkiye’ye sergi açmak için gelmiştiniz, sergileriniz devam etti mi?
18 yıldır Türkiye’de yaşıyorum ve 10 kişisel sergi açtım. Karma sergilere katılmıyorum. Sadece bir kez LÖSEV yararına yapılan bir sergiye iki eserimi gönderdim. Özellikle ahşap heykellerim birçok ülkede var. Amerika, İngiltere, Hindistan, Danimarka, Belçika, Japonya, Almanya, İran ve Türkiye başta olmak üzere yaklaşık 15 ülkede heykellerim var.
-Yatırımlarınızı ne yönde yapıyorsunuz?
Benim hayatım boyunca parayla hiçbir işim olmadı. Zaten bizler yabancı olduğumuz için bize mülk edinme hakkı verilmiyor. Genelde günlük yaşıyorum ve kazandığımı bankada saklıyorum. Para benim hayatımda sadece araçtır. Yaptığım işin maddi getirisinden çok manevi hazzı önemli… “Sanat” benim için ölüme karşı gelmektir. Geride bir eser bırakmaksa ölümün elinden bir şeyler kurtarabilmektir. Bu yüzden yaptığım işlerdeki sanatsal değer her zaman kazancımdan yüksek olmuştur.
-Türkiye’ de sanatçıların geçim sıkıntıları hep gündemdedir. Siz de benzer sıkıntılar yaşadınız mı?
1999 İzmit depreminde 2 yıl işsiz kaldım ve çok sıkıntılı günler yaşadım. Ama direncimi hiç kaybetmedim. Benim hayata karşı duruşumda İzmit depremi sonrasında yaşadıklarımın çok etkisi var. Depremden hemen sonra enkaz bölgesinde aylarca gönüllü çalıştım. Taş yontma malzemelerimi ve özel kırıcılarımı aldım ve aylarca depremzedelerin eşyalarının çıkarılmasına yardım ettim. Türkiye benim ikinci vatanım ve ben Türkiye’yi ve Türk insanını çok seviyorum. Yıllar içinde Türkçe rüyalar görmeye başladım ve anladım ki daha önce Farsça gördüğüm rüyalar bile yerini Türkçe rüyalara bıraktığına göre bilinçaltımda bile ciddi bir Türkiye sevgisi var.
-Geleceğe yönelik planlarınız neler?
Gölgeler beni hayatım boyunca etkilemiştir. Objelerin ya da heykellerin gölgeleriyle olan ilişkilerini yansıtabileceğim bir proje yürütmeyi düşünüyorum. Bu çok zor ve ciddi hesaplamalar gerektiren bir süreç… Yakın zamanda hayata geçirmeyi istiyorum. Antalya içinse bir “Mask Tarlası” projem var. Yaklaşık 500 kişinin yüzünü kullanacağım bu proje Antalya için çok özel ve farklı bir çalışma olabilir. Önümüzdeki yıl netleşecek olan işlerime bağlı olarak bu iki proje için çalışmalarım devam ediyor.
-Türkiye’de görmek istediğiniz yerler var mı?
Ben Türkiye’nin çoğu yerini gezdim. Karadeniz, Doğu Anadolu, Ege ve Akdeniz’in birçok ilini ve eserlerini gördüm. Görmek istediğim tek yer Adıyaman’daki Nemrut heykelleri…

Babek Sobhi Kimdir?
1961 yılında İran’ın başkenti Tahran’da doğan sanatçı Tahran Üniversitesi Heykel Bölümünü bitirdi. 1991 yılında bir sergi açıp dönmeyi düşündüğü İstanbul’dan bir daha ayrılamadı. İstanbul’da atölye kurdu ve sergiler açtı.2007 yılından beri Antalya’da yaşayan başarılı heykeltıraşın, heykelin dışında şiir, kısa film, sinema, film senaryosu ve seramik çalışmaları da bulunuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder