11 Mayıs 2009

AHMET DÖKDÖK




İlkokul yıllarında bir tek hayali vardı. İyi bir gazeteci olmak… Bu idealinden vazgeçmedi ve 1976 yılında başladığı gazetecilik mesleğinde 32 yılı geride bırakan, uzun yıllar Antalyalıların dertlerini kaleme alan, son yıllarda da kalemiyle siyasete yöne veren Antalya’nın ‘Marko Paşa’sı, Ahmet Dökdök…
Ne zordur bir ustanın karşısında aynı işi yapmak… Ancak bütün cesaretimi toplayıp Ahmet Dökdök ustamızla söyleşiye başlıyorum.
Mesleğine olan bağlılığı, gazetecilik ve Antalya siyaseti hakkındaki bilgi ve tecrübesiyle Antalya medyasında yakından tanınan bir kişilik olan Dökdök, gazeteciliğin, teoriyle dinamiğin birleşimini iyi kullanmayı gerektiren bir meslek olduğunu da vurguluyor.
Alçakgönüllü ve güler yüzlü bir kişiliği olan Ahmet Dökdök, tüm içtenliğiyle sorularımızı yanıtladı. Mesleğe ilk adım attığı yıllardan günümüze, yaşadıklarını bizimle paylaşan Dökdök, yerel gazeteciliğin zorluklarını, mesleğe yeni başlayan gazetecilere tavsiyelerini ve Antalya siyasetini bambaşka bir dille anlattı bizlere…
Mesleğe stajyerlik yaptığı gazetede “yüzüme gazete fırlatılarak” başladım diyen Dökdök, haberle içli dışlı olmayı ve haber toplamayı hala çok seviyor. Haberciliğin kendisini hayata bağladığını söyleyen Dökdök, “biz gazeteciler stresli işimizden dolayı zaten fazla yaşamıyoruz, son dönemleri de Antalya’ya hizmet ederek geçirmek tek isteğim, bu yaştan sonra para kazanmak yerine kente faydalı olmak daha önemli” diyerek meslek aşkını tüm içtenliğiyle gözler önüne sererken, gözlerimizde biriken yaşlara engel olmakta zorlanacağımız anılarını da bizlerle paylaştı.
Bu gazete, patronu olmayan bir gazete diye tarif ettiği “Beyaz Akdeniz” gazetesinin de sahibi olan Ahmet Dökdök, beyaz renk en saf ve temiz renktir ama bir o kadar da kirlenmeye en müsait renktir. Beyaz rengi kirletmeden korumaktır önemli olan diyerek günümüz gazeteciliğine de önemli göndermeler yaptı.
32 yıllık meslek yaşamında bazen öyle haberlerle karşılaştı ki, vicdanı ve mantığı arasında kaldığı günlerde bile vicdanının sesine kulak vererek kamuyu bilinçlendirmek adına haberi yayınladı. “Bizim işte en zor olanı ikili görüşmelerdir ve rüşvet haberleridir. Kanıtlaması zor olduğu için ciddi tazminatlarda ödedim ama akşamları vicdanım rahat kafamı yastığa koyabiliyor olmak her şeyden önemliydi” diyerek, dürüst, ilkeli ve gerçek haberciliğin de tanımını yapmış oldu.
Kaleminden dökülen kelimelerde önemli ayrıntılarında saklı olduğunu bildiğimiz Ahmet Dökdök, “ Açıkçası sorumluluk alıp bunu yerine getirmekte önemlidir ama ben oraya gidip haberi takip etmezsem, onu yaşamazsam ölürüm, bu masa beni öldürür. Gazeteci haber neredeyse haberin tam göbeğinde olmalıdır. Eğer ben oraya gidip o havayı solursam insanları dinlersem haberi daha iyi anlarım ve gelip masama oturduğumda haberi daha iyi anlatabilirim" diyor.
Antalya’da doğru gazetecilik diyince akla ilk gelen isimlerden biri olan Ahmet Dökdök’le geçmişten bugünlere duygu yüklü bir sohbetimiz oldu.

-Uzun yıllardır Antalya’da gazetecilik yapmış ve yerel bir gazete sahibi olarak, yerel gazeteyi yaşatmak Antalya’da zor mu?
Aslında ne kadar çok gazete olursa kentlerin yatırımlarını alması açısından o kadar faydalı olur. Her gazete mutlaka bir katkı koyar. Her ne kadar iktidar yanlısı bile olsa gazetelerin çokluğu demokrasinin işlemesini daha fazla arttırır. Ancak Türkiye’de yerel gazeteciliğe devlet tarafından bir katkı sunulmadığı için, bu olay gazetecilik etiğinin dışına çıkılmasına sebep oluyor. Ucuz iş gücünü de getiriyor. Sokakta hiçbir iş bulamamış bir kişi bakıyorsunuz gazeteci kimliğiyle ortaya çıkıyor. Hatta bu kişi sigortasız olabiliyor, kültürel donanımı yeterli olmayabiliyor ama eline fotoğraf makinesini verip habere gönderiyorlar. Böyle olunca da amaç ve hedef şaşıyor. Gazete kimliği ile gittiği için de onun yaptığı hatalar ekmeğini bu işten yiyen, yıllarını bu işe vermiş, bu işin okulunu da okumuş kişileri de ilgilendiriyor. Aynı zamanda gazeteciliğin etik kurallarını da çiğnemiş oluyorlar. Haber kaynaklarıyla birebir ilişkiye girmek ya da ekonomik ilişkiye girmek gibi bizim mesleğimizde olmaması gereken davranışlara giriyorlar. Çok gazetenin olumsuzluğu bir tek burada ortaya çıkıyor.
-Gazete çıkarmak ya da gazetecilik için belli şartlar aranmaması sektörü nasıl etkiliyor?
Türkiye’de gazete çıkarmak istiyorsanız savcılığa gidip bir dilekçe veriyorsunuz. İzin almak için değil, bilgi amaçlı… Size mezuniyetiniz, ekonomik gücünüz, matbaanızın olup olmadığı gibi hiçbir soru sorulmuyor. Basın özgür olmalıdır ama yazı karakterinde özgür olmalıdır sadece… Gazete çıkarmak için bazı vasıflar aranmalıdır. Araba kullananda ehliyet arıyorsunuz, doktorda diploma arıyorsunuz, bakkalda esnaf odasına kayıt arıyorsunuz ama gazetecilikte hiçbir şey aranmıyor. Keşke bazı kurallar bizde de aransa… Örneğin gazete sahibi olmak için en az 5 yıl gazetecilik deneyimi aransa, en az lise mezunu olma şartı aransa, yüz kızartıcı suç işlememiş olma şartı aransa o zaman başlangıçta az da olsa bir oto kontrol kurulmuş olur. Basın İlan Kurulu ilan alabilmek için 700 satış rakamını getirmiş ama bu uygulanmıyor. Bir matbaada bastırıp, x bir firmadan dağıtımını yaptırıp, gidip 700 gazetenin hepsini kendi alan gazeteler var. Gazetelerin ücretsiz dağıtılması halkın o gazeteye olan güveninin zedelenmesini sağlıyor ve ne kadar kaliteli yazılar olursa olsun güvenilirlik ortadan kalkıyor. Yinede günümüz şartlarında toplumun temiz kalmış sektörlerinden birisi olarak gazeteciliği özellikle de yerel gazeteciliği görüyorum.
-Gazeteciliğe nasıl başladınız?
İlkokul yıllarımdan itibaren tek istediğim gazeteci olmaktı. Üniversite’den sonra stajımı yapmak için dönemin Vatan gazetesinde mesleğe başladım. Yıl 1976... Benim hocamda değerli gazeteci İlhami Soysal’dır. Bir gün CHP Gençlik Kolları Kongresi var. Beni yanına verdikleri muhabir arkadaşım makineyi benim elime verdi ve başka bir habere gitti. Benim fotoğraf makinesini elime ilk alışım o gündür. Seçimler başladığında kongrede bir kavga çıktı. Sandalyeler, masalar havada uçuşuyor. Ben korkup kaçtım hemen oradan… Gazeteye geldim. Elimdeki seçimi kazananların listesini gazeteye verdim, kavga çıktığından da hiç bahsetmedim. Bizim gazete rutin bir seçim haberi olarak haberi küçücük yayınlamış. Ertesi günkü gazetelerin manşetinde ise başlık “CHP Gençlik Kolları Kongresinde kavga çıktı” olunca Ankara Temsilcisi elinde gazete odasından çıktı. Bu kimin haberi diye sormasıyla bana makineyi veren muhabir dahil herkes beni gösteriyor. Temsilcimiz yanıma yaklaştı, gazeteyi yüzüme fırlattı, “senden gazeteci falan olmaz” dedi ve dönüp gitti. Ben yüzüme gazete fırlatılarak başladım yani bu mesleğe… O günden sonra da kendime söz verdim ve hiçbir öğrencime kötü söz söylemedim. Eğer muhabirim haberi yazamamışsa, alır ben yazarım, ona da yazılanı 5 defa okuturum. Ertesi günde diğer gazetelerde nasıl yazılmış kıyaslatarak işi öğretirim. Benden kötü bir söz duyamazsınız.
-Gazetecilik nedir desem nasıl tanımlarsınız?
Anadolu Ajansında Yurt Haberler Şefliği yapıyorum. Yıl 1982. Samsun’un bir ilçesinde çalışan muhabirimiz bir gün aradı. Çok hızlı daktilo yazmamız gereken bir dönem o yıllar… Telefonu kulağınızla omzunuz arasına sıkıştırıp hızlıca yazmalısınız ki, o zamanlar telefonları postane bağladığı için hat giderse tekrar bağlanması bir iki saati buluyor. Muhabir haberi söylemeye başladı. Muhabir bir trafik kazası haberi veriyor. Samsun’dan ilçeye doğru gelen filanca plakalı araç uçuruma yuvarlanmış. Kazada 5 ölü, 2 yaralı var. Araçta hayatını kaybeden aracın şoförü İbrahim soyadını söylüyor, hayatını kaybettiği kazada diye devam ediyor. Arkadan gelenlerin soyadları da aynı, bu arada muhabirin sesi kırçıllanmaya başladı ve ben bir an durdum. Kazada ölenler bana haberi yazdıran kişiyle aynı soyadını taşıyor. “Bu kaza ne zaman meydana geldi” dedim. “Biraz önce oldu, ben oradan geliyorum” dedi. Benimde boğazım düğümlendi. Peki, “Kim bunlar?” dediğimde, “Abi, amcam ve çocukları” diyebildi. Sorumluluğa bakın. Cenaze arabasını almak için geliyor ve ilk postaneye girip bize haberi yazdırıyor, oradan gidip cenazeleri alacak. O kadar idealistçe bir şey ki… Aradan 25 yıl geçti ve bu olay gerçek bir gazetecilik olayı olarak hayatımda beni duygulandıran anlardan en önemlisi olarak kaldı. İşte gazetecilik böyle bir şey…
—Bir gazeteci olarak haberi doğru vermek için sınırlarınız nereye kadardır? Asla yapmam dediğiniz bir şey var mı?
1989’ da Türkiye’nin ünlü sinema oyuncularından Yılmaz Güney’in hapishaneden kaçmasından sonra Antalya’dan yurtdışına çıktığı gündeme geldi. Kaş’tan Meis’e gittiği konuşulurken Anadolu Ajansında bölge müdürüyüm. İki arkadaşıma dedim ki, yarın şortlarla gelin, tatil çantanızı da alın. Önce şaşırdılar ama ertesi gün arabamla muhabirleri Kaş’a götürdüm. “Yılmaz Güney’in bu yoldan kaçtığı söyleniyor, hadi bizde kaçalım” dedim. Delice bir şey elbette ki, Anadolu Ajansı bölge müdürüsünüz. 100 dolara büyük bir yat kiraladık. Bir kaptan, bir miço, üç kişi de biz… Ben kaptan köşküne çıktım. Meis’e doğru giderken kaptan “Abi, buradan Üç Adalar’a doğru dönmemiz lazım. Bizim kara sularımız burada bitiyor” dediğinde, çantamdan oyuncak tabancayı çıkardım. “Biz teröristiz, bizi Meis’e kaçıracaksın.” Kaptan ağlamaya başladı. Bu arada da kara suyunu aştığımız için karşıdan hücumbot gelmeye başladı, bize doğru… Kaptan diyor ki “Siz filikayı alıp devam edin, beni ne olur bırakın, tekneme el koyacaklar” diye yalvarıyor. Bu arada birkaç kare fotoğraf çektim. Kaptan’a dedim ki “Dön, biz gazeteciyiz. Sadece denemek istemiştik, karşıya geçiliyor mu?” Biz geri döndük, limana yanaştı arabaya bindik, Antalya’ya geri döndük. Ben haberi “Antalya’dan Meis’e kaçmak peynir ekmek yemek kadar kolay” başlığıyla, fotoğraflarıyla gönderdim. Ankara’da o gün nöbetçi kalan müdür benim okul arkadaşım olduğundan, haberde de benim imzam olduğu için haberi kullandı. Yarım saat sonra genel müdür beni aradı. “Dış İşleri Bakanı Mesut Yılmaz beni aradı. Yunanistan Türkiye hattını karıştırdın, bu nasıl haber?” diye… Ardından dönemin valisi aradı. “Sen böyle bir haberi nasıl yaparsın” diye bağırıyor telefonda… Genel müdürle tekrar görüştüm. Bana “Hemen ortadan kaybol, vali seni tutuklattırabilir, bir iki gün kimseye de yerini söyleme bu olay çözülsün “dedi. Gerçekten 3 gün sonra göreve döndüm ve valinin açıklamasını yayınladım. Açıklamada “ Araştırma yaptırdık, oradaki bütün eksikleri giderdik, güvenlik tedbirlerini arttırdık” diyeydi. Bu haber sayesinde halen oradan gümrükle çıkılır. Kimin nereye, niye gittiğine bakılır. Bu olay bir gazetecilik olayıdır. Şimdilerde de bu mesleği seçen gençlerin, habere böyle bakmaları gerekir.
—Bu kadar iddialı haberlerde imzası olan biri olarak, tehdit edildiğiniz oldu mu?
Belki bir iki defa olmuştur. Ama hiçbir zaman olayları kişiselleştirmedim. Sadece bir seferinde birisi için “deli” ve “mafya” kelimelerini kullandığım için toplum içinde silahlı bir teşebbüste bulundu. Ama benim 32 senelik meslek yaşamımda utandığım iki olay olmuştur. Biri Cadı Kazanı diye bir sayfa yaptığımız bir dönemde, bir spor adamıyla bir hostesin ilişkisini yazmış, spor adamının hostesin evini bastığını söylemiştik. Bir gün bankaya gittim. Zarif bir bayan yanıma geldi. “Beni tanıyor musunuz?” diye sordu. Tanımadığımı söylediğimde ben, yazdığınız hostesim ve sizce öyle birine benziyor muyum dediğinde bu konuşmayı tüm banka duyduğu için ilk defa utandım hayatımda. Sadece “Olay gerçek değil miydi?” dediğimde de, “Gerçekti ama biz düzeyli bir ilişki yaşıyorduk, kavgalar her ilişkide olur” cevabını aldığımda hanımlığını bozmayan bu bayana karşı çok mahcup oldum. Bir diğeri de bu yıl ki Cumhuriyet resepsiyonunda yaşandı. Öğlen kravatıma çorba döküldüğü için akşam dalgın bir anıma denk gelmiş olmalı ki, resepsiyona kravatsız katıldığımda beni tanıyan herkesin bu konudaki eleştirisi beni çok utandırdı. Bir kravat alıp gitmeliydim. Bu işte gerekçe yok, bu kadar boş bulunmamalıydım. Atatürk’ün adıyla gittiğiniz bir yerde son döneme uyuyormuş gibi gitmek bana yakışmadı, yakıştırılmadı da… Bu benim hayatımın ikinci üzüntüsüdür.
-Mesleki örgütlenme konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bir Baro gibi, Tabipler Odası gibi bizim mesleki örgütümüzün yaptırım gücü yok. Baro’dan atıldığınızda davaya giremiyorsunuz. Ama bizde böyle değil. Cemiyetin fiili hiçbir yaptırım gücü yok. Siz hırsızlık da yapsanız, sahtekârlık da yapsanız, yüz kızartıcı tacizde de bulunsanız cemiyetin müessesenize gelip “Bu adam böyle bir şey yaptı, neden atmıyorsunuz? “ diyemiyor. Sigortasız işçi çalıştırıp çalıştırmadığınızı denetleyemiyor, bakamıyor. Mesleki örgütün bunlar hakları olması lazım. Yoksa sizde o örgütü hiçe sayıyorsunuz. Sadece lokal olarak kullanıyorsunuz. Biz gazeteciler zaten her gün davetlerdeyiz. Lokale gidip sohbet edecek vaktimiz bile yok. Lokale ihtiyaç duyan bir meslek gurubu değiliz biz… Gazeteciler Cemiyetini Antalya’da kuran 11 kişinin arasındayım bende ve o günden beri de hep bunları dile getiriyorum. Meslek etiğini savunacak ciddi bir yaptırım uygulayamadığı içinde cemiyetin çok fazla gücü ve değeri olmuyor. Gazetecilikte hiçbir kural yok. Kötü olan budur. Sadece müracaatla gazete çıkarabiliyorsunuz, çalıştıracaklarınızın da bir kuralına sahip değilsiniz. İlkokul mezunu biri de olabilir, eğitimsiz biri de olabilir. Bu tamamen gazete sahibine kalmış. Bu böyle olmamalı…
-Antalya’nın siyasi gündemine dair son gelişmeler ne yönde yaşanıyor?
Antalya refah seviyesi yüksek kentlerin başında geliyor. Arazilerin değerlenmesinden dolayı insanlar parayı buluyorlar ama yapacak iş bulamıyorlar. Bundan dolayı daha çok siyasete yöneliyorlar. Bu tabi giderek her yıl daha da keskinleşiyor. Siyasetin yüksek olduğu bir kentte yaşıyoruz ve 5 ay öncesinden siyasi hareketlenme başlıyor. Birçok kentte adaylıklar konuşulmazken bizde neredeyse çoğu belli gibi… Büyükşehir’de AKP’nin adayı Menderes Türel’le noktalanmış gibi, Kepez’de Erdal Öner, Döşemealtı’nda Hasan Akalın kesin gibi, Muratpaşa, Aksu ve Konyaaltı’nda henüz isim yok. Ama AKP’de Konyaaltı’na İlhami Kaplan’ın olacağı konuşuluyor, Muratpaşa’ya İzzet Bayar tekrar adayım diye konuşuyor CHP’den Büyükşehir’e Ömer Melli’nin, Kepez’e Zeki Başaran’ın ya da Şükrü Ceylan’ın olacağı konuşuluyor. MHP’de Büyükşehir için Kemal Çelik’in adı gündemde, MHP Kepez içi Mehmet Atay’ın adı öne çıkıyor. Kuvvetli isimler arasında ciddi bir çekişme olacağı kesin… Yerel siyaset bir rüzgâr işidir. O rüzgârı yakalarsanız, alırsınız. Fısıltı gazetesi seçim öncesi durumu şekillendiren önemli bir etken… Şimdi bu rüzgâr nereye gidecek bakacağız. Bu rüzgârı henüz görmüş değilim çünkü estiğinde hissediyorsunuz. Menderes Türel Antkart’la ilgili sorunu çözerse, otobüs- minibüsçülerle barışık duruma gelirse, hızlı treni yürütmeyi başarabilirse, esnafın sıkıntısını çözmeyi başarabilirse büyük bir artı puan hanesine yazılır.

AHMET DÖKDÖK KİMDİR?
1954 yılında Afyon Sultandağı’nda doğdu. Ankara Gazi Üniversitesi Gazetecilik Bölümünü bitirdikten sonra Halkla İlişkiler alanında master yaptı. 1976’da değerli gazeteci İlhami Soysal döneminde Vatan Gazetesi’nde başladığı meslek hayatına askerliğinden sonra Anadolu Ajansı 1981-82 Yurt Haberler Müdürü, 1983-89 yıllarında da Antalya Bölge Müdürü olarak devam etti. A.A.’nın en uzun dönem çalışan bölge müdürü olan Dökdök, devlete bağlı olduğu için yasak olmasına rağmen Anadolu Ajansı’na Antalya’dan ilk mayolu fotoğrafı geçen gazetecidir. Yeni İleri gazetesiyle devam eden meslek yaşamında ETV televizyonunun kuruluşunu ve resmi Genel Müdürlüğü’nü yaptı. 2003 yılında Beyaz Akdeniz gazetesini kuran Ahmet Dökdök halen aktif gazeteciliğe devam etmektedir.

1 yorum:

  1. Antalya medyasının tartışmalı ismi. Dediklerinin yazdıklarının hepsi üzerine ayrıca araştırma yapılmalı.!!! Güvenilmez bir kalem.

    YanıtlaSil