30 Ocak 2010

YUSUF KARAOĞLU

Cuma Sohbeti’nin bu haftaki konuğu yaşantısıyla ve kendine has icatlarıyla roman gibi bir hayat öyküsünün kahramanı olan Yusuf Karaoğlu. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın seçim projesi olan güneş enerjisiyle elektrik üretimini, kendi evinde 12 sene önce hayata geçirmiş olan Karaoğlu’yla tanışmaya gittiğimizde diğer projeleri de en az elektrik üretimi kadar şaşırtıcıydı. Evinin elektrik ihtiyacını güneş enerjisinden karşılayan Yusuf Bey, suyu da tamamen doğal yollarla elde ediyor. Yağmur sularını biriktiren ve kuyu suyu kullanan Karaoğlu, davul adını verdiği ve kendi icadı olan sistemle evin içindeki bütün nemi toplayıp, filtreleyip tekrar suya dönüştürüyor. Karşımızda 4 katlı, 650 metrekare bir ev ve evin içi de en az dışı kadar yaratıcı bir sistemle döşenmiş. Evin dış cephesi tamamen izolasyonla kaplanmış. Zemin katta su deposu ve nemi suya dönüştüren davul sistemi kurulu, ayrıca su arıtma sistemi de yağmur suyunu ve kuyu suyunu içme seviyesine getiriyor, merdivenlerin tırabzanlarındaki korkuluk metalden yapılmış ve içinden sıcak veya soğuk su geçebiliyor. Yazları kalorifer sistemini soğuk suyla çalıştırıp, klima kullanmayan Yusuf Bey kışları da evin tamamını salona kurduğu şömine ile ısıtıyor. Şöminenin bacasına fan tesisatı döşeyen Karaoğlu, her kata sıcak hava üfleyen bir sistem kurmuş. Şömineyle hem su ısıtan, hem havasından hem de dumanından faydalanan Karaoğlu’nun aydınlatmada kullandığı ışıklar sadece 1 volt ve kendi icadı olan SMD ampul denilen bir sistemle aydınlanıyor yani günümüzün LED teknolojisinin bir üst versiyonu… Salondaki koltuklar arabadan yapılmış. Ama araba koltuğu demiyorum, arabanın dış kaportası koltuk yapılmış demeliyim belki de… 1959 model Chevy bir arabanın bagajının bu kadar şık bir koltuğa dönüşebileceğine inanmazdım. Çatı katında 12 yaşından beri biriktirdiği maket araç koleksiyonunun en özel parçaları sergileniyor. 150 bin maket araç biriktiren ve bunları geçtiğimiz yıllarda özel bir firmaya satan Karaoğlu, koleksiyonunun en özel parçalarını kendisi için saklamış. 3,5 metreye 2,5 metre büyüklüğünde bir maket şehir yapan ve bunu 10 yılda tamamlayan Yusuf Bey’in bu maket şehri de İzmir Torbalı’daki müzede sergileniyor. Teras da güneş enerjisini elektriğe çeviren güneş kollektörleri yönlerini güneşe göre kendileri ayarlıyor. Çatıdaki tek bir rüzgâr pervanesiyle de enerji üretimine destek sağlanıyor. Yani doğadaki hiç bir şey ziyan edilmemiş. Evin garajında ise iki tane uçakla karşılaşmak inanın kelimelerin yetersiz kaldığı bir andı. Flying Inflatable Boat yani bir tane uçan bot bir tane de mikrolight uçağın bulunduğu garajda Yusuf Bey Antalya ve çevresini havadan izliyor. Eşi Gülseren Hanım’da Türkiye’nin ilk ve tek mikrolight uçak kaptanı… Bu sayede hem spor yapıyorlar hem de evlerine uçarak gidiyorlar diyebiliriz.

Yusuf Karaoğlu, hepimizin bildiği Robinson Crusoe’nun hayatını, kendi ürettiği elektrik ve suyla adeta şehrin ortasına taşımış. Otomobil yarış sektörü üzerine uzun yıllar yurtdışında çalışan, Antalya’daki ilk offroad sürüşlerini başlatan ve yaşamında 17 tane klasik arabanın sahibi olan Karaoğlu’nun Chevy, Cherlovet, Mustang arabaları şimdilerde müzelerde sergileniyor ama bu evi de gezerken bir müze geziyormuş hissine kapıldığımı söylemeliyim. Güneşsiz havalarda bile 3 günlük elektrik üretimini karşılayabilen bu sistemi sizlere tanıtabilmek amacıyla yaptığım söyleşi de Yusuf Bey’le çocukluğundan başlayan bir yolculuğa çıktık. Yusuf Karaoğlu’nun maceralarla dolu hayat hikâyesi 12 yaşında tek başına Amerika’ya gitmek istemesi ve uçaktan kelepçelerle indirilmesiyle başlıyor. İşte ondan sonrası…

Amerika’ya Kaçış

Ailem Almanya’da, ben anneannemle Ankara’da yaşıyordum. Asker ailelerinin çocuklarıyla arkadaşlık ediyordum o yıllarda. Arkadaşlarımda yurtdışından gelen dergiler olurdu, onlardaki uçak ve helikopter resimlerine bakardım. İlkokuldayken arkadaşımın evindeki dia gösteriminde uçakları izleyince merak etmeye başladım. Helikopteri sadece dergideki bir resimde görmeme rağmen, 10 yaşımda Türk Hava Kurumu’nun açtığı model uçak yarışmasında strafordan ve meyve kasalarından yaptığım helikopterim birinci seçildi ve beni Amerika’ya davet ettiler. Aylarca para biriktirdim. İnşaatlardaki çivileri çekiçle düzeltir satardım, 12 yaşımdayım. Okuldaki hocalarımda yardımcı oldular ve nihayet pasaport çıkarttım. Uçak biletimi aldım ve Amerika’ya giden uçakta koltuğuma oturdum. 364 dolara uçak bileti almıştım hiç unutmam. Gece gündüz çalışarak para biriktirmiştim. Babam da benden 6 aydır haber alamadığı için arkadaşımı arıyor. Onlarda Amerika’ya gitmek üzere olduğumu söyleyince uçağa polisler girdi ve kimlik kontrolüne başladılar. Adımı öğrendikleri gibi beni kelepçeleyip uçaktan indirdiler. 12 yaşında Amerika’ya gitme maceram böylelikle

son buldu. Gene ellerim kelepçeli bu sefer beni Almanya uçağına bindirdiler. Almanya’da babam karşıladı beni ve başladı azarlamaya. Tren garında bir yandan bağırıyor bir yandan da bana bir tokat attı ve o anda bir tren hareket etmek üzereydi. Babamın elinden kurtulmamla hareket eden trene binmem bir oldu. 12 yaşındayım ve Hamburg trenine binmiş oldum. Almanlar aslında kimseyi kabul etmez ama babam benim elimden parayı almasın diye her iki çorabımın altına da 100 dolar saklamıştım. 1967 yılında Almanya’ya girişim böyle oldu. O kadar açım ki, bir ekmek fırınından ekmek aldım ve kadına 100 dolar uzatınca kadın da şaşırdı. Trenle bir limana indim. Çalışacak bir yer ararken yaşlı bir Alman amcayla tanıştım. Çat pat İngilizceyle çalışmak istediğimi söyledim, bana “ sen daha küçüksün” dedi. Adamı ikna etmeyi başarınca elime bir zımpara verdi ve geminin güvertesinde çalışmaya başladım. Beni sonradan kendi oğlu gibi sevdi. Yıllarca yanında çalıştım. Yaşım küçük olduğu için okula gitmem gerekti. Beni okula da gönderdi. Hem okula gittim, hem çalıştım, hem de adamın evinde kaldım. 1976 yılına kadar hiç boş vaktim olmadı, çocukluğum hep çalışmakla geçti. Okulda da çok başarılı bir öğrenciydim. Hocamla beraber güneş panelleri üzerine çalışıyorduk.1976 yılında bir yarışmayı kazandım ve beni iki haftalığına Hindistan’a gönderdiler. Hindistan’da gezerken baktım orada çocuklar bisiklete benzer bir şeyi elleriyle çeviriyorlar ve küçük de bir dinamo yapmışlar. Onunla şimdiki beyaz led ışıkları meydana çıkartmışlardı. Hindistan’da yıl 1976. Dünya’nın en büyük teknolojisine ben orada rastladım ve birkaç şey alıp Almanya’ya geri döndüm. Avrupa’da bu teknolojiyi geliştirmek istedim ama Avrupa’da parçasını bulamadım. Avrupa’nın her yerini aradım, yok. Tekrar Hindistan’daki şirketi buldum ve onlardan ‘LED’leri aldım ve geliştirdim. Japonya’da daha güçlülerini buldum onları da aldım. Şu anda kullandığım ışıkların orta aydınlatması 1 volt etrafındaki dekor mili amperle çalışıyor. Ve ömrü de 50 yıl.

Bu çalışmalarım sonucunda 1976 yılında Philips firmasına ilk defa günümüzdeki tasarruflu ampullerin patentini satan benim ve böylelikle de hayatım değişti.

-Bu sistemi ilk gördüklerinde çevrenizden nasıl tepkiler aldınız?

Antalya’ya 12 yıl önce yerleştim ve bu sistemi de kurmuş oldum. O yıllarda evimizin karşısı daha bir ağaçlık ve çalı çırpı doluydu. Çatıdaki güneş kolektörleri güneşi takip eder hem dönüş yapar hem de yatay- dikey olarak konum değiştirir. Şikâyet olmuş. “Buraya bir adam yerleşti. Çatısında bir şeyler var hareket ediyor. Bu adam havalimanına suikast düzenleyecek galiba, dünyayı dinliyor olabilir” demişler. Askeriye’nin olaydan haberi oluyor ve benim evin karşısında pusuya yatmışlar. Hâlbuki gördükleri çatıdaki güneş kolektörlerinden başka bir şey değil. İşte bugünlerden buralara geldik. O yıllarda bu sistemin maliyeti 50 bin marka mal oldu.

-Yasalar bu konuda ne diyor?

Yasalar kendi elektriğini insan kendi üretebilir ama satamaz diyor. Ben de kendim için kullanıyorum zaten o yüzden kanunen bir problem yok. Belirli bir kapasitede üretip kullanabilirsiniz. Ama ormandaki bir nehri çevirip oraya santrifüj koyup elektrik üretmek ayrı bir şey o zaman devletin suyunu kullandığınız için kira ödemelisiniz. Ama ben güneşi kullanarak ürettiğim için sorun yok. Elektrik ve su saatlerimizi bozuk zannedip söküyorlardı o yüzden arada onu da kullandık. Ama son yıllarda biraz daha alıştılar.

-Su ihtiyacınızı da doğaya bırakmışsınız, değil mi?

Yağmur sularını topluyorum, yeraltında filtreleyip arıtıyorum. Aynı zamanda da kuyu suyu kullanıyorum. Başka türlü doğayı nasıl koruyacaksınız. Ben burada Robinson Crusoe’nun hayatını yaşıyorum. Antalya’da elektrik varmış, yokmuş, su kesikmiş beni ilgilendirmiyor.

-Peki yeni teknoloji nasıl uyum sağlıyor bu sisteme?

Lambalarım toplamda 12 volt ama elektrikli aletler 220 volt. Televizyon, buzdolabı, bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, bilgisayar hepsini kullanıyorum. İnvertörlerle akülerden aldığım enerjiyi 220 volta çıkarıyorum.

-Isıtma sisteminiz de çok yönlü kurulmuş, sistem nasıl işliyor?

Şömine hem havayla evin tamamını ısıtıyor. Radyatörleri ve sıcak suyu ısıtıyor ayrıca fan sistemiyle de havalandırma ve ısıtma sağlanıyor.

-Yurtdışında hep teknolojiyle ilgili işlerde mi çalıştınız?

Ben aslında otomobil testleri üzerine çalıştım. Bütün çıkan otomobiller ilk bana gelirdi. Türk otomobilleri hariç bütün çıkan otomobilleri test etmişimdir. 2000’ e yakın otomobil denedim. Bütün bunların içinde karakterini hiç değiştirmeyen ve en oturaklı model bana göre Porsche arabalardır. Doğduğu günden beri hep aynıdır.

-Maket merakınız nasıl başladı?

Çocukluğumdan beri meraklıyım. Türkiye’ye klasik arabaların orijinal koleksiyon modellerini getiren ilk benimdir. Türkiye’de o zamanlar maket araçlar hiç bilinmiyordu. Evimde tabanın tamamı camdı ve trenler çalışırdı. Camın üzerinde yürüyordunuz. Trenler buharlarını çıkarır, ışıkta durur, öne giderken ön lambaları geri giderken geri lambaları yanar, çalışan arabalar kuruluydu. Kırmızı da dururlar trenler geçer, tekrar hareket ederlerdi. Bir tek insanları çalıştıramadım. Onun dışında her şeyi çalıştırdım. Bu maket şehri kurmak için 3,5 metreye 2,5 metrelik bir masam vardı ve saç telinden daha ince kablolarla 29 bin metre kablo kullandım. Bütün ayrıntılarıyla bir şehir kurmam on yılımı aldı. Caddelerdeki radar arabalarından, gazete okuyan insanlara, evin içindeki ışıkların tamamı yanıyor ve aktif, sokak lambaları, çamaşır asan kadından tutunda aklınıza ne gelirse vardı. Aynı anda 29 tren çalışırdı. Hiç biri birbirine çarpmaz. Hepsi de aynı hatları kullanır, vagonlarını bile kendileri bırakırlardı. İşte bu maket şehir şimdi müzede sergileniyor. Bu şehri yaparken elimde kablolarla masanın altında uyuduğumu çok bilirim.

-Bu kadar emeğe karşı müzeye vermeniz de ayrı bir cesaret sanırım…

Bıkarsınız her şeyden, her şeyin bir ömrü vardır. Zamanı gelince bıkıyorsunuz. 44 yıllık 1959 model Chevrolet arabam vardı. Fabrikadan çıktığından daha temizdi. Geçen ay Bolu’daki bir meraklısına verdim. O da evin duvarını yıktı. Arabayı evin ikinci katına koydu. Arabayı kaça sattığınız değil değer bilen biline vermeniz önemli… Maket şehri de o yüzden müzeye verdim. 2000 yılından beri maket yapmıyorum.

-Şimdi ne yapıyorsunuz?

Benim en büyük hayalim uçmaktı. Bu hayalimi de 50 yaşımda gerçekleştirdim. Şu ana kadar

Flying Inflatable Boat yani uçan botla ve mikrolight uçağımla 400 saat uçtum. Kullandığım uçak şu anda Türkiye’deki en süratli mikrolight uçak saatte 140 km hızla gidiyor. 100 metrelik bir alan havalanmamız için yeterli. Türkiye’de bu uçakları kullanan 130 kişi var. Aslında yaygın ama Antalya’da bir tek ben varım. Antalya’da offroad kültürünü oluşturan, gençleri sokaktan toplamak için spora yönlendiren ve araba yarışlarını düzenleyen kişi de benim. Boğaçayı’nı ben arabayla geçiyorum, Beşkonak nehrini arabayla geçiyorum, hala kum tepelerinde altımdan arabalar geçerken ben 30 metre havalanıp üstlerinden geçerim. Adrenalim tutkusunun yaşla alakası yoktur. Macerayı seven bir yapım var ve kendimi bildim bileli de hep adrenalini yüksek işlerle uğraştım. Şimdi son merakım da bir çeşit helikopter olan cayrokopteri yapacağım. Pervaneye elinizle hız verip arabayla çekerek hız kazandırıyorsunuz ve pervane durana kadar uçabiliyorsunuz. Birkaç ay içinde Türkiye’deki ilk cayrokopteri’de ben yapacağım. Yani döner kanatlı tek hava aracı olacak.

Yusuf Karaoğlu Kimdir?

1955 Çorum doğumlu olan Karaoğlu, 12 yaşına kadar Ankara’da yaşadı. 12 yaşından itibaren Hamburg ve Frankfurt’da yaşayan Yusuf Karaoğlu icatlarıyla beraber 1978 yılında tekrar Türkiye’ye gidip gelmeye başladı. 1996 yılında ticarete atılan ve Mega Model şirketinin sahibi olan Karaoğlu 2000 yılında kesin dönüş yaptı. Havadaki nemi sıcak suya çeviren davul sistemini ve SMD teknolojisi aydınlatmayı keşfeden ve kullanan Karaoğlu, uçaklara olan merakıyla da Antalya’nın tek mikrolight pilotu.


1 yorum: