Gözde Gürer kimdir? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gözde Gürer kimdir? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2011

SELAMİ GÖKGÖL - ÜNSAL YÜKSEL


“Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar üçüncüde ele geçer” Bu deyimi hemen herkes hayatının bir yerinde kullanmıştır.
Bu hafta sizlere 2006 yılında Antalya’da kurulan “çöl çekirgesi üretim çiftliği”ni tanıtmaya karar verdiğimde çekirgeler ile ilgili tek bildiğim şey bu deyimdi…
Oysa bir deyimden yola çıkarak başlayan yolculuğumuz, Antalya’nın Kurşunlu Köyü’ndeki Çekirge Üretim Çiftliği’nin sahipleri Selami Gökgöl ve Ünsal Yüksel ile yaptığımız keyifli sohbetimizin sonunda çok daha enteresan bir boyut kazandı.
Bu hafta sizlere çok değişik bilgiler aktaracağım. Öncelikle “çekirgeden para mı kazanılır demeyin” haftalık ihracatı 25 bin çekirge olan çiftlikte şuan 350 kafeste 1 milyon canlı çekirge bulunuyor.

1990 yılında kokartlı profesyonel tur rehberi olarak turizmde çalışmaya başlayan ortaklardan biri, 22 yıl boyunca amatör akvaryum balıkçılığı yapar. Yaklaşık 10 bin lira değeri olan akvaryumundaki özenle baktığı balıkları için internet üzerinden canlı yem arayan ancak uzun uğraşlara rağmen bulamayan Selami Gökgöl turizm sektöründeki kariyerini biraz askıya alır ve canlı yem üretimi fikrini araştırmaya başlar. Üniversiteden arkadaşı olan ve 1990 yılından beri beraber çalışan ortağı Ünsal Yüksel’de bu fikre destek verir ve bir yıllık araştırma ve laboratuvar çalışmalarının ardından ''Locusta Migratoria'' cinsi çekirgeleri üretmeye karar verirler. Yani bildiğimiz çekirge aslında…

Üretimdeki çekirgelerin en önemli özelliği “karnı tok ve ortam ısısı yeterli olduğunda” son derece yavaş hareket eden haylaz bir tür olmaları… Üreticiler bunun sebebini şöyle açıklıyor. Bu cinsin hareket kabiliyeti karnı tok olduğunda az olduğu için yem olarak verildiği hayvanı fazla yormadan afiyetle yenilebiliyormuş…

Onlar iki girişimci ruh, iki çılgın yatırımcı, aynı zaman da turizmci ve de en önemlisi güler yüzlü ve samimi karşılamalarıyla bu haftaki köşemizin unutulmayacak iş adamları… Anlatımlarında yaptıkları işe gerçekten inanan ve ilk günkü heyecanı hala hisseden insanların ışığını kolaylıkla hissedebiliyorsunuz. Bu hafta benim için gerçekten unutulmaz bir deneyimdi. Hani filmlerde olur ya milyonlarca çekirgeden oluşan bir sürü görürsünüz. İşte ben bu hafta 1 milyon çekirgeyi kafesinde görme şansını yakalamış oldum. Bu kadar çekirgeyi yakından görünce aslında konuşulacak ne çok şey, sorulacak ne çok sorum varmış dedim içimden…
Bizlerin hayatında çok sık rastlanan bir durum olmasa da yabancılar bu hayvanları canlı yem olarak kullanıyor. Hatta Uzakdoğu ve bir kısım Arap ülkelerinde insanlarda yiyecek olarak kullanıyor. Bende aynen sizin gibi ilk duyduğumda yüzümü buruşturdum “bu da yenir mi?” dedim ama Tarım ve Köy İşleri Bakanlığınca analizi yapılmış çekirgelerin verilerini de paylaşmadan geçemeyeceğim. Çekirgelerin detaylarına ilerleyen günlerde www.antalyacekirge.com web adresinden de ulaşılabilecekmiş.
Ham Protein % 37.38
Fosfor % 0.24
Karbonhidrat % 2.73
Potasyum değeri 2375.53 mg/Kg
Kalsiyum 359.61 mg/kg
Çinko 20.37 mg/kg
Demir 26,53 mg/kg
Magnezyum 505,45 mg/kg
İhracat yaptığı ülkelerin başında 6 milyon insanın sürüngen beslediği (iguana, kertenkele, bukalemun, semender, kurbağa ve kaplumbağalar bu çekirgelerle besleniyor) Almanya`nın geldiğini bildiren Gökgöl, Arap ülkelerinden de talepler geldiğini ancak henüz satışa başlamadıklarını söyledi.
2006 yılında 350 bin liralık yatırım yaparak kurduğu çekirge çiftliği ile Türkiye'de bir ilki başlatan iş adamı Selami Gökgöl ve Ünsal Yüksel, para kazanmaya başladıkları sırada bir talihsizlik yaşanır. Bir gece, sobadan sızan gaz bizim çekirgeleri telef eder. Karbon monoksit zehirlenmesine uğrayan çekirgelerin 500 bini ölür ve 150 bin lira maddi zarara uğrarlar. Yüzde 80’i telef olan hayvanların sadece bir kaçını ve henüz yumurtadan çıkmamış olanlarını kurtarabilen girişimciler, inandıkları bu iş uğruna arabasını, evini satar ve yatırıma devam eder. Sonra ne mi olur? İşte size gerçek bir girişimcilik örneği olan bu çiftliğin kahramanlarının ağzından “çekirgelerle geçen 5 yılın hikayesi”…

-Elbette sizlere ilk sorum bu dâhiyane projenin kimin aklına geldiği?
Selami Gökgöl: 2000 yıllarında amatör akvaryum balıkçılığı yaptım. Balıklarıma internet üzerinden canlı yem aradım ancak bulamadım. Türkiye'de bu yönde bir açığın bulunduğunu fark ettiğimde önce bu fikri yakın çevremdeki arkadaşlarımla paylaştım. Arkadaşlarımdan dalga geçenler oldu. “Kim ne yapacak, canlı yemi? Boşa yatırım” dediler. Birkaç yıl bu fikir üzerine konuştuk ama bu işe girmeye hazır olamadık. Turizm sektörünün akıcılığını yitirmesi ve bizlerinde kendi işimizi kurma isteğinde olmamız sonucunda çekirge üretmeye karar verdik ve yaklaşık 1 yıl süren laboratuar çalışmalarının ardından Almanya’dan 50 bin adet damızlık çekirge getirerek başlamış olduk. Sonra çalışarak günden güne bunların sayısını bugünkü rakama getirdik.
-Eşleriniz bu fikri nasıl karşıladı?
Selami Gökgöl: Aslında ilk duyduklarında çok destek olduklarını söyleyemeyiz. Ama sonradan “eğer inanıyorsanız ve içinizde keşke kalacaksa, evin ihtiyaçlarını aksatmamak şartıyla” kabul ediyoruz dediler. Böylelikle başlamış olduk.
-Çiftliğin ana konusu çekirgelerle devam edelim o zaman… Nedir bu türün özelliği?
Ünsal Yüksel: Bizdekiler Mısır Çöl Çekirgesi. Çekirgeleri 28-32 derece sıcaklıkta özel ortamda, camların içerisinde yetiştiriyoruz. Çekirgeler için nem oranı yüzde 40’ın altında olmak şartıyla çöl ortamı hazırlıyoruz. Günde ortalama 150 metrekare çim boyutu 20 cm olan yeşil alanı rahatlıkla yiyorlar. Çekirgeleri mısır, kepek, buğday çimlendirerek kimyasal ilaçlardan uzak kendimiz yetiştiriyoruz. Ömürleri 70 gündür ve bir dişi gerekli şartlar sağlanırsa ömrü boyunca ortalama 400 yumurta bırakıyor. Bunlarında yarısından fazlası doğar, diğerleri ölür. Kanatlanana kadar beş defa deri değiştirirler. Dişiler daha boyludur. Dişiler erkeklere göre 3 kat fazla yem tüketiyor. Doğada olan döngünün biz burada süresini kısaltıyoruz. Doğada birkaç ayda bir olan üreme ve doğurganlığı biz burada kontrollü olarak sürekli devam ettiriyoruz. Doğa da sonbahar sonunda dişi çekirge vücudunun arka kısmında uzayabilen yumurtlama borusuyla toprakta delik açar. 70 kadar pirinç iriliğinde yumurta bırakır. 4 aylık ömrünün son haftasında üç defada 200 kadar yumurta yumurtlar. Bu yumurtalar kışı toprakta geçirerek ilkbahar ve yazın başlangıcında, 34°C sıcaklıkta 11 gün içinde açılırlar. Yumurtadan çıkan genç çekirgeler toprağı dışarı atarak çıkarlar. Birkaç defa deri değiştirerek büyürler. İkinci deri değişiminden sonra da kanatlar çıkmaya başlar.
-Mısır Çöl Çekirgesi yurtdışında özel olarak tercih edilen bir tür mü?
Ünsal Yüksel: Geçtiğimiz yıl Akseki İlçesi’ndeki çekirge mücadele çalışmaları öncesinde Tarım İl Müdürlüğü’nden bizi aradılar. Bizde gittik hatta çekirgelerin bir kısmını topladık. Ama o çekirgeler talep görmedi. Avrupalıların istediği, bacakları kuvvetli olmayacak, tırnakları keskin olmayacak, çok hareketli olmayacak ve protein yönünden zengin olacak. Avrupa’da insanlar binlerce dolara kertenkele, semender alıyorlar. Haliyle bu hayvanlarına zarar verebilecek olan bir başka canlıyı almak istemiyorlar. Bu özelliklere uyan tek çekirge türü de Mısır Çöl Çekirg-esi…
-Çekirgeler hangi tür hayvanlara veriliyor?
Selami Gökgöl: Sürüngenlerden bukalemun, kertenkele, iguana, semender… Bazı yılan türleri, etçil kaplumbağalar, tarantula… Ayrıca kedi ve köpek yavrularının gelişimi için çok önemli besin kaynağıdır. Gelişmiş kedi ve köpeklerde haftada bir ek besin kaynağı olarak verilmesinde ayrıca büyük yarar vardır. Özellikle kedi ve köpeklerin eğitiminde ödül olarak severek yediklerini göreceksiniz. Hindi, tavuk, keklik, bazı kuş türleri, etçil akvaryum balıkları da ayrıca severek yerler. Ülkemizde çok bilinmese de olta balıkçılığında alabalık avında mutlaka deneyiniz, iğnenin ucuna ağırlık takmayıp bir parça köpükle iğnenin su üstünde kalmasını sağlayın, ucuna da orta boy çekirgeyi takınız. Su üstünde çırpınan çekirgeyi gören alabalık avına zıplayacaktır.
-Canlı yem ihracatı bizde ilk olduğuna göre yasalarla sorun yaşadınız mı?
Selami Gökgöl: 15 günlükten itibaren 30-40 günlüğe kadar olanları rahatlıkla gönderebiliyoruz. Yurtiçi perakende satışta 1,5 cm olan ufak dediğimiz boylar 25 kuruş, orta boyları 30 kuruş, 7 cm olan büyük boyları 35 kuruş. Almanya’da büyük olanlar şu an 35 cent olarak satılıyor. Bizde çok bürokratik engel var. Gerekli şartlarda biz çekirgeleri kutuluyoruz. Almanya'ya göndermede bir sıkıntı yaşamıyorum ama aynı koliyi Türkiye içinde gönderemiyorum. Uçakta sorun olmuyor da normal kargoda mı sorun oluyor? Bazen yolculuk yaptığım istikamette alıcı olursa kendim götürüyorum. 3 kuruş para kazanıyorum, 5 kuruş da benzin parası harcıyorum. Ağırlıklı olarak Almanya, Hollanda ve Avusturya’ya gönderim yapıyoruz. Çek Cumhuriyeti ve Polonya’da bizim sektördeki en büyük rakiplerimiz. Onların AB'de bulunmaları ve devletlerinin sağladığı özel teşvikler, bizim direncimizi kırıyor, rekabet gücümüzü düşürüyor. Onlar kapıya kadar teslim yaparken, biz belli başlı bölgelere, toptancılara ürün gönderebiliyoruz. Son zamanlarda ABD’den konserve çekirge talebi de alıyoruz ama öncelikle canlı talebi karşılamamız lazım.
-Çiftliğin kuruluşundan bugüne kadar hep öz sermayeyle mi geldiniz?
Ünsal Yüksel: Çekirge üretimi sanıldığının aksine oldukça zor ve teknik bilgi gerektiriyor. Türkiye'nin ilk ve tek Çekirge Üretme Çiftliğini kurduk ama üç sene bürokratik yazışmaları sürdü. Canlı hayvan getirme esasları o kadar detaylı ki… Ama söz konusu çekirge olunca pasaport, sertifika, aşı kartı gibi şeyler olamaz. Avrupa'da canlı çekirge transferi, yem transferi olarak görülüyor. Ancak bizde canlı hayvan transferi olarak tanımlandığı için ürün göndermekte hem zorluklar yaşıyoruz hem de çok fazla kargo ücreti ödüyoruz. Özellikle Avrupa'daki lüks gurme restoranlarda çekirge 40-50 avroya mönü olarak satılıyor. Uzakdoğu ülkelerinde de çekirge yeniliyor. Hatta bizdeki kokoreççiler gibi onlarda da çekirge satan seyyarlar olduğunu biliyoruz. Bu çiftliğin giderleri de oldukça yüksek. Aylık enerji tüketimimiz 2 bin beş yüz lira civarında. Herhangi bir teşvikte alamadığımız için kendi yağımızda kavruluyoruz. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı çekirgeyi böcekçilik kategorisine alıyor. Bu kategoride arıcılık, ipek böcekçiliği de var. Ama biz canlı yem üretiyoruz. Henüz böyle bir kategori yok. Ticaret odası kayıtlarında da bizi İstanbul Ticaret Odası Su Ürünlerine bağladılar. Teşvik almak istediğimizde de çekirge zararlı bir böcek olduğu için teşvik verilmiyor.

Selami Gökgöl Kimdir?
1967 yılında Manisa’nın Demirci ilçesinde doğdu 1970 yılında Almanya’ya giden Gökgöl ortaöğrenimini burada tamamladı. 1984 yılında İzmir’e dönen Selami Gökgöl İzmir Fatih Koleji’ni bitirdi. Ardından Hacettepe Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünü bitiren Gökgöl 1990 yılında kokartlı profesyonel tur rehberi olarak turizm sektörüne girdi. Turizm de halen serbest çalışmaya devam eden iş adamı Kurşunlu Köyü’ndeki Antalya Çekirge Üretim Çiftliği’nin (www.antalyacekirge.com) kurucu ortağı olarak çalışmaya devam ediyor. Evli ve 2 çocuk babasıdır.

Ünsal Yüksel Kimdir?
1967 yılında Manisa’nın Salihli ilçesinde doğdu. Ortaöğrenimini Almanya’da tamamlayan Yüksel, İzmir Özel Türk Koleji’ni bitirdi. Ardından Hacettepe Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünü bitiren Ünsal Yüksel 1990 yılında kokartlı profesyonel tur rehberi olarak turizm sektörüne girdi. Turizm de halen serbest çalışmaya devam eden iş adamı Kurşunlu Köyü’ndeki Antalya Çekirge Üretim Çiftliği’nin kurucu ortağı olarak çalışmaya devam ediyor. Evli ve 2 çocuk babasıdır.

11 Şubat 2011

OĞUZ TEMEL


Sevgililer Günü’nde ona ne kadar özel olduğunu nasıl anlatacağınızı mı düşünüyorsunuz? Bu haftaki sohbetimizin konusu “sevgi” olunca sizlere çok sevdiğim bir hikayeyi anlatarak ‘merhaba’ demek istiyorum.
Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla suskun, nine'nin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları süzüyordu etrafını... Ve hakimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına verdi, hakim...
"Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun?"
Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra başörtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı...
"Bu herif yetti gari, 50 yıldır bezdirdi hayattan..."
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda... Sessizlik bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu, kimbilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından...
Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler diyecekti.Herkes onu
dinliyordu.. Yaşlı kadının gözleri doldu... Ve devam etti...
"Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim... O bilmez...50 yıl önceydi.O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım... Her gece güneş açmadan önce bir tas suyla sulayacağım onu diye. İyi gelirmiş dedilerdi. 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Ta ki geçen geceye kadar… O gece takatim kesilmiş..uyuyakalmışım. Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim. Ondan hiçbir şey göremedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."
Hakim, yaşlı adama dönerek ;
"Diyeceğin bir şey var mı baba" dedi.
Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi.
"Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçevan olarak yaptım, o bahçenin görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim... Fadimemi de orada tanıdım. Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. O çiçeklerle doludur bahçesi...Kokusuna taptığım perişan eder yüreğimi...İlk evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime götürdüm...
Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin dedi... Hekimi pek dinlemedi, bizim hatun... lafım geçmedi... O günlerde tesadüf bu çiçek kurudu. Ben ona gece sularsan geçer dedim..Adak dilettim...Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim... O sevdiğim kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece o çiçek ben oldum. Sanki… Ona bu yüzden tapabilirdim..." dedi adam o yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle...
"Her gece O yattıktan sonra uyandım... Saksıdaki suyu boşalttım... Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey… Geçen gece de... Yaşlılık… Ben de uyanamadım. Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı amma, kadınımın boynu yine azabilirdi... Suçlandım. Sesimi çıkartamadım..." O an Mahkeme salonunda her şey sustu... Ertesi sabah gazeteler "Sedef Susuz Kaldı" diye yalnızca neticeyi haber yaptılar...

Aslında her şey sevgi değil midir? Zaten SEVGİLİLER GÜNÜ’nün ortaya çıkışı da çok acıklı bir aşk öyküsüdür. Hikaye, sevgiyi savaşa yeğleyen bir imparatorun , sevgilileri cezalandırmasıyla başlıyor .Sevgililer günü, adını St. Valentine adlı bir Hıristiyan papazdan alır. Efsaneye göre, Aziz Valentine, 3. yüzyılda Roma’da görev yapmakta olan bir papazmış. Dönemin Roma İmparatoru II. Claudius, bekar erkeklerin evli ve çocuklu olanlara oranla daha iyi olduklarına inanırmış. İmparatorluğunu geliştirmek ve daha iyi bir orduya sahi olmak isteyen imparator, genç erkeklere bekar kalmalarını emretmiş. Ancak rahip, genç erkekler için gizlice evlilik törenleri düzenlemeye devam etmiş. Gizli evlilik törenleri II. Claudius’un kulağına gidince, imparator rahibi hapse göndermiş. Hapiste bulunduğu süre içinde rahip ile gardiyan dost olmuşlar ve rahip gardiyanın kör kızını iyileştirmiş. Valentine, infaz edilmeden bir gece önce gardiyanın kızına bir not yazmış ve notu “from your Valentine” yani “senin Valentine’in” diyerek noktalamış. Bu notun sevgililer gününde aşıkların birbirine hediye verme ve sevgi mesajları yazma geleneğinin başlangıcı olduğuna inanılır…
Sevgililer günü, hayatımızdaki özel kişiye duyduğumuz sevgiyi ifade etmemiz gerektiğini bize hatırlatan bir gündür. Sevginizi, sevdiğinize bir hediye ya da sevgi mesajı göndererek yapabilirsiniz.
Biz de bu yıl son yılların popüler hediyesi olan pırlantalı mücevherlerin peşine düştük. Elmas pırlantanın ham yani işlenmemiş maden halidir. Elmasın tarihi, yaşı, simgeselliği ve göz kamaştıran ışıltısı, pırlantayı mücevherlerin en değerlisi ve anlamlısı haline getirmiştir. Her pırlanta eşsizdir ve hiçbir pırlanta bir diğerinin aynısı değildir. Zamanın başlangıcından beri var olan, doğanın hediyesi olan pırlantayı satın almak çok özel bir alışveriştir.
Hiçbir alet elması kesemiyor, en sıcak ateş bile üzerinde en ufak bir iz dahi bırakamıyordu. Bu yüzden birçok insan, elmasın doğaüstü özelliklere sahip olduğuna inandı. Yunanlar için tanrıların gözyaşları, Romalılar için göre yıldızlardan kopan parçalardı. Hintliler de elmasa hastalık, hırsızlık ve kötülükleri uzakta tutan bir şans tılsımı olarak bakıyordu. Başka kültürlerde bu taşların iyileştirme ve bilgelik güçlerine sahip olduğuna inanılırdı. Elmas etrafında dönen efsaneler, onu çok istenen bir taş haline getirdi. Eski krallar savaşlarda elmas takarlardı; kraliçeler ve cariyeler güç ve ihtiras simgesi olarak elmasa sahip olmak isterlerdi.
Eşsiz, değerli ve yok edilemez olan bu taş, yüzyıllarca aşkı simgelemek için kullanılmıştır. Aşk ve bağlılığın simgesi olarak pırlanta yüzük hediye etme geleneği günümüzde dünyanın tüm kültürlerine yayılmıştır. Hiçbir mücevher, duyguları ve yaşamın önemli anlarını bir pırlanta kadar mükemmel yakalayamaz ve simgeleyemez. Pırlanta armağan etmek ya da almak yaşamın özel anlarının değerini arttırır. Pırlantanın hikayesi insanoğlunun büyülenme hikayesidir. Yüzyıllardır pırlantanın saçtığı ışık insan gözünü cezbetmiştir. Değerli taşların kraliçesi olan pırlanta bu şöhretini eşi bulunmaz özelliklerine borçludur. Bu özellikler ender bulunması, tarihi, ihtişamı, aşkı ve en başta da olağanüstü güzelliğidir.
Evlilik yıldönümü, doğum günü, sevgililer günü, anneler günü, yılbaşı, kişisel bir amaca ulaşılmasındaki kutlama ya da sadece kendini ödüllendirme isteği… Nasıl olursa olsun, özel bir gün pırlanta ile kutlanınca unutulmaz hale gelir. Ne de olsa, pırlanta sonsuzluktan bir parçadır.

Değerli taş uzmanı Oğuz Kuyumculuğun sahibi Oğuz Temel’le birlikte değerli taşların büyüleyici dünyasında bir yolculuğa çıktık. Saat, pırlanta ve altın çeşitlerinden oluşan 5 bin parça ürünün bulunduğu mağazaya girdiğinizde ister istemez o ihtişama kapılıyorsunuz. Mücevher satışında kampanyalı ürünler kavramını bizlerle tanıştıran Oğuz Temel, bu yıl “Sevgiler Günü” için hazırladığı kampanyasıyla gerçekten şaşırtıyor. Oğuz Kuyumculuk, 14 Şubat’a kadar mağazadan yapacağınız her saat alışverişine aldığınız saatin değeri kadar mücevheri hediye ediyor. Glashütte, TagHeuer, Maurice Lacroix, Breitling, Tissot, Gucci gibi dünyanın önde gelen saat markalarından oluşan bu koleksiyonda fiyatlar 300 lira ile 30 bin lira arasında değişiyor. İşte size sevgililer gününe özel “sevgi” ve “aşk” kokan keyifli bir sohbet… Tartışmasız, sevmek ve sevilmek dünyanın en güzel duygusudur. ‘Sevgililer gününüz kutlu olsun ...’

-Kaç yıldır kuyumculuk sektöründe hizmet veriyorsunuz?
Kuyumculuk sektöründe hizmet vermeye başlayalı 20 seneden fazla oldu. Önceleri turizm sektöründe kuyumculuk ile başladık. Manavgat, Side, İstanbul merkezli mağazalarımız vardı. Dört yıl önce şehir merkezine de bir yerimiz olsun istedik ve bu mağazayı açtık.
-Mağazanın konumu için Antalya’nın kalbi denebilir. Bu bölgede yerli mi yabancı mı müşteriye yoğunluğunuz fazla?
Bizim müşterilerimizin yarısı turistlerden oluşuyor. Özellikle şu ülkeden diyemem ama kış aylarında Avrupalı turistler daha fazla oluyor. Bu çarşı çok kozmopolit bir çarşı… Burada her milletten birini görebilirsiniz. Şimdi Lara Beyaz Dünya karşısında da ikinci bir şube açmaya karar verdik. Antalyalılar Dönerciler Çarşısı trafiğinden dolayı buraya gelip gitmek müşteriler açısından zor olabiliyor. Ama sertifikalı ürün satışımızın olması ve ürün çeşitliliğimiz en önemli tercih edilme nedenimiz.
-Son dönemde artan altın fiyatları piyasaları ve altın yatırımcısını nasıl etkiledi?
Altın fiyatlarının yükselmesi bizim her zaman dezavantajımızdır. Kuyumcular altın fiyatlarının yükselmesini istemez. Fiyatın yükselmesi nedeniyle altın satışlarında elbette bir azalma oldu. Kar etmek isteyen vatandaşlar ellerindeki altını satmak amacıyla bize getiriyor. Geleneklerimizde altın son derece özel bir konumdadır. Özellikle düğünlerin vazgeçilmez takısı olan altın, hem maddi hem de manevi değeri itibarıyla bizlerin hayatında hep olmuştur, olmaya da devam edecektir. Altın özellikle son kriz döneminde tercih edilir bir yatırım aracıydı. Altının yok olmayan bir emtia olması özellikle yatırımcısına güven veriyor. Altın fiyatlarında son üç yılda olan fiyat artışı yüzde 300 gibi denebilir. Bundan sonra uzun dönemde bu kadar yükselir mi bunu kimse bilemez ama yakın dönemde böyle bir yükseliş beklenmiyor.
-“Mücevherde Kampanya” kavramı çok sık rastlanır bir şey değildir. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Ekonomik kriz dendiğinde bundan direk etkilenen sektörlerden biriyiz. Çünkü bizim yaptığımız iş her zaman lüks olmuştur. Özel günlerin takibini elden bırakmıyoruz. Bu tür günlerde herkes farklı hediyeler seçmek, piyasada sıradışı ürünler görmek ister. Sevdiğiniz insanların yüzünü zevkli armağanlarla güldürmek istersiniz. İşte biz bu beklentiyi karşılamak adına özel günler için özenle yeni koleksiyonlar hazırlıyoruz, kampanyalar yapıyoruz. Bu yılda çok sıra dışı bir kampanyaya imza attık. 14 Şubat’a kadar mağazadan yapacağınız her saat alışverişine aldığınız saatin değeri kadar mücevheri hediye ediyor. Glashütte, TagHeuer, Maurice Lacroix, Breitling, Tissot, Gucci gibi dünyanın önde gelen saat markalarından oluşan bu koleksiyonda fiyatlar 300 lira ile 30 bin lira arasında değişiyor.
-Televizyon dizilerinde kullanılan takılar talebi etkiliyor mu?
Dizilerde başrol oyuncularının kullandığı takılar yoğun ilgi görüyor ve farklı markalar tarafından üretilip satışa sunuluyor. Bu aralar Muhteşem Yüzyıl’ın yüzüğü talep görüyor. Dizilerin beğenilen takıları çok büyük bir moda yaratıyor. Aynı ürünün birçok versiyonunu piyasada rahatlıkla bulabiliyorsunuz. Yüzüklerde müşterilerimize bol çeşit sunuyoruz. Fakat en yoğun ilgiyi her zaman olduğu gibi tek taşlar görüyor.
-Pırlantanın dayanılmaz cazibesine kapılmamak mümkün değilken, sattığınız en yüksek karaltı ürün kaç karattı?
Almanya ve Hollanda gibi ülkelerden gelen turistlere 10 karatlık yüzükler sattım ama Antalya’daki en yüksek satış en yüksek 4-5 karattır. Biz özellikle Antalya’da pırlanta üzerine çok tanıtım yaptık, bunun geri dönüşünü de alıyoruz. Daha önceden insanlar pırlantanın çok pahalı olduğunu düşündüklerinden sormaktan bile çekiniyorlardı. Pırlanta satışlarını yüzde 5’lerden yüzde 40’lara çıkardık. Daha önce bizden aldığı bir ürünü birebir değiştirebilme imkanı veriyoruz. İki sene içinde birebir değiştirme yapıyoruz ve müşterinin hiçbir zararı olmuyor.
-Pırlantanın değeri neye göre belirlenir?
Bir pırlantanın değeri doğada ne kadar nadir bulunduğuna, fiyatı ise dört özelliğine bağlıdır. Çıplak gözle bakıldığında aynı görünse de hiçbir pırlanta diğerinin aynısı değildir. Aynı karat ağırlığındaki iki pırlantanın fiyatının neden farklı olduğu 4C bilgilerine bağlıdır.
Pırlanta özellikleri standart olarak 4C Özelliği olarak belirlenmiştir. Bu özellikler şunlardır:
Renk (Colour), berraklık (clarity), karat (carat), kesimdir (cut). Pırlantaların çoğu renksiz gibi gözükür. Fakat aralarında mutlaka belli belirsiz ton farkları vardır. Genel olarak bir pırlanta ne kadar renksiz ise o kadar değerlidir. Renksiz pırlanta yok denecek kadar azdır. Ayrıca çok belirgin renge sahip pırlanta da az bulunur. Diğer yandan "Fancy Diamond" (Fantezi Pırlanta) adı verilen pembe, kırmızı, sarı ve mavi gibi belirgin renklerde nadide pırlantalar bulunmaktadır.
-Peki siz birine mücevher hediye edecek olsanız, hangi ürünü hediye alırdınız?
Tek taş hediye ederdim. Tek taş senelerden beri süre gelmiş manalı bir takıdır. Tek taş özeldir ve anlamı çok büyüktür. Tek taş yüzükle evlilik teklif ediliyor olmasının bir âdet hâline gelmesi, tek taş pırlantaya yüklenen anlamdan kaynaklanır daha çok. Karşınızdaki kişiye evlilik teklifi ederken, dünyada bir eşi daha bulunmayan bir taş veriyor olmak “Sen de benim için eşsizsin” anlamı taşır. Bir de hediyenin kaçıncı hediye olduğu önemlidir. Üç taş; geçmiş, bugün ve geleceği sembolize eder ve genellikle yıl dönümlerinde verilir. Yılllara göre beş ve yedi taş ve ömür boyu birlikte olmayı sembolize eden tamturlarda yıldönümleri için uygun seçimlerdir

Oğuz Temel kimdir?
1970 yılında Yozgat’da doğdu. 1989 yılında Antalya’ya yerleşen Oğuz Temel, turizm sektöründe toptan ve perakende kuyum üzerine uzun yıllar çalıştıktan sonra 4 yıl önce Atatürk Caddesi’nde açtığı Oğuz Kuyumculuk mağazasında 5 bin çeşit ürünle yerli ve yabancı müşterilerine hizmet veriyor.

MUSTAFA HELVACI


Teknokent, teknopark, bilim parkı, araştırma parkı... Ne derseniz deyin, hepsinin amacı ortak... Yasalara baktığımızda, “Teknoloji Geliştirme Bölgesi” olarak geçiyor. Teknokent; teknoloji alanında rekabeti dengeleyen, araştırma-geliştirme faaliyetlerini destekleyen ve artıran, bilginin ve teknolojinin üniversite-şirketler-pazar arasında dolaşımını kolaylaştıran, teknolojiye yönelmek isteyen şirketlerin kurulmasını ve desteklenmesini sağlayan bir organizasyon…
Dünyaya baktığımızda teknokentlerin atası sayılan ABD kökenli Silikon Vadisi, birçok global büyük şirketin çıkış yeri ya da merkezi olmuş, en başarılı model olarak öne çıkmış. ABD, İngiltere, Fransa, Japonya, Çin, Kore, Hindistan, İsrail, Finlandiya gibi birçok ülkede üretim ve hizmet sektörleri ürettikleri katma değerin önemli bölümü teknoparklar bünyesinde yürütülen ar-ge çalışmalarına borçlu.
Teknokentler, firma için arazi sağlamanın yanında ona her türlü olanağı (kesintisiz elektrik, telekomünikasyon santralleri, resepsiyon ve güvenlik hizmetleri, idare ofisleri, lokantalar, banka şubeleri, toplantı merkezi, otopark, toplu ulaşım araçları, eğlence ve spor tesisleri) sağlıyor. Hizmet masrafları paylaşılacağından, teknokentler kiralık mekanlardan daha avantajlı oluyor.
Teknokentler şu an kimi eksiklerle yola devam etse de uluslararası çapta projelere imza atıyor. Bunlar arasında yapay elmastan kök hücreye, kendi kendini temizleyen yüzeylerden enerji kaybını azaltan malzemelere kadar pek çok çalışma bulunuyor. Bu bölgelerde yürütülen bazı projeler sonucu ülkemizde ortaya çıkan teknolojik ürünler şöyle; "Yapay elmas üretimi, doku mühendisliği yapı elemanları, görüntüleme teknolojisinde kullanılacak yeşil polimer üretimi, MR ile görüntüleme ve ameliyat teknolojisi, medikal uygulamalar için antibakteriyal polimerler, gelişmiş bebek kuvözleri, kıkırdak üretimi, kendi kendini ve havayı temizleyen yüzeyler, cilt dokusu üretimi, kanserli hücre tedavisi için radyofarmasotik ilaçlar, kök hücre üretimi, nano-kompozit malzemelerle otomobillerin hafifletilmesi ve yakıt tasarrufu, yenidoğan sarılık tedavisi için led fototerapi, görüntü teknolojileri..."
BİLL GATES, “İLK KİRACISI BEN OLURUM”
Yıllar önce ülkemize yurtdışından da teklifler vardı. Hatırlayanlar olacaktır; Bill Gates Türkiye’ye ilk gelişinde “Türkiye’de bir teknokent açıldığında ilk kiracısı ben olurum” demişti. Bunun üzerine dünyanın ikinci, Avrupa’nın en büyük teknokenti Fransa’daki Sophia Antipolis’in yöneticisi Alain Andre de İstanbul’da bir teknokent kurma teklifi yaptı.
1980’li yıllarda ilk çalışmalar ODTÜ’de başladı. 1996 yılında Sanayi ve Ticaret Bakanlığı teknoparklar yönetmeliğini yayınladı. Şu an Türkiye’de 23’ü faal olmak üzere 37 teknokent bulunuyor.
Görüldüğü gibi Türkiye’nin coğrafi konumundan ve genç nüfusundan yararlanmak isteyen büyük oluşumlar hep vardı. Bu gelişmelerle, Türkiye’nin 3 milyar dolar olan bilişim cirosu 8 milyar dolara çıkacaktı. Teknokentler 500 bin kişiyi iş sahibi yapacaktı… Bütün bu veriler ışığında, eğer istenen, teknoloji tüketen değil üreten bir ülke olmaksa, ar-ge çalışmaları hızlandırılmalı ve teknokentlere daha çok önem verilmelidir diye düşünüyorum.
HACETTEPE VE ODTÜ'YÜ BİLE GEÇTİLER
''Patent eşittir teknoloji'' fikrinden yola çıkarak, 2006 yılından bu yana faaliyet gösteren Antalya Teknokent kısa sürede büyük başarılara imza attı. Türkiye'nin en genç teknokentlerinden biri olan ve iki yıl önce patent konusunda Türkiye 20'incisi olan Teknokent bugün bu konuda İTÜ Teknokent'in ardından ikinci sıraya yükselmeyi başardı.
Akdeniz Üniversitesi bünyesindeki Teknokent'te firma sayısı 50'e çıkarken, yeni başvurular için de yer kalmadı. Başvurulara yer bulunamayınca araştırma yapmak isteyen bir firmaya kendi makam odasını tahsis eden Teknokent Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mustafa Helvacı, 4 yılda 28 patent alarak Türkiye ikincisi olduklarını belirtti. İş dünyası ile bilimi bir araya getirmek için çabaladıklarını kaydeden Helvacı, danışman hoca sayısının 354'e ulaştığını ve yapılan iki binada da yer kalmadığını söyledi. Helvacı üçüncü bina için çalışmalara başladıklarını da sözlerine ekleyerek, “Yazılım, enerji sektörü, tohum ıslahı, tarım ve nano-teknoloji üzerine çalışan firmaların ürettiği patent sayısı da 28'e ulaştı” diyor.
FABRİKA KURULACAK
Büyük çoğunluğu yazılım ve sağlık üzerine faaliyet gösteren şirketler arasında bulunan
Nanoen ise nano teknoloji alanında çalışma yapan tek firma durumunda…
Nano teknoloji alanında yaptığı çalışmalarla Türkiye'de en fazla patent üreten ikinci üniversite olmayı başaran Akdeniz Üniversitesi, bu alanda elde ettiği bilgi birikimini temizlik ürünleri sektörüne taşımaya hazırlanıyor.
Uygulandığı yüzeyleri suya, çizilmeye, bakteri oluşumuna karşı koruyan nano partikülleri ''Nanofob'' adıyla piyasaya sürmeye hazırlanan Akdeniz Üniversitesi, bu amaçla Türkiye'nin ilk üniversite fabrikasını kurmak için de gün sayıyor. Nanoen Arge Danışmanlık Şirketi'nin geliştirdiği 'Nanofob' adlı su itici özellikteki yüzey kaplamanın üretimine geçileceği, patenti alınan ürün için üniversite kampüsüne 5 bin metrekarelik kapalı alanı olan bir fabrika kurulacağını öğrendik. Fabrikanın aynı zamanda öğrencilere istihdam olanağı sağlayacağı da belirtiliyor. Geliştirilen ürünün insan sağlığına hiçbir zararının olmadığını belirten Teknokent Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mustafa Helvacı, “Yurtdışından gelen çözeltiler flor içeriyor. Flor sprey şeklinde uygulandığı için akciğerde ciddi sorunlara neden oluyor. Florun ozon tabakasına da etkisi olduğu için kullanılması tercih edilmeyen ürünlerdir. Nanoen Arge Danışmanlık Şirketi Kurucusu ve Sorumlusu Prof. Dr. Ertuğrul Arpaç ve ekibi flor içermeyen ürünü geliştirdiler. Üstelik ürüne bir de koku giderici özelliği eklediler. Böylece artık yemek ve sigara kokusu sinmeyecek” diyor.
Bu haftaki sohbetimizde anladık ki teknolojik ürün ihracatı oldukça önemli… Çünkü gelişmiş ülkelerin toplam ihracatının yüzde 20 ile 30'unu teknolojik ürünler oluşturuyor.
Akdeniz Üniversitesi Antalya Teknokent AŞ Genel Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mustafa Helvacı, “Türkiye bugün özellikle bilimsel faaliyetlerde ve araştırma-geliştirme faaliyetlerinde yakaladığı bu ivmeyi aksatmadan, bütün gücüyle yoluna devam etmelidir” diyerek söze başladığı keyifli sohbetimizde, teknolojik çalışmalar ve gelecekteki projelerle ilgili sorularımızı yanıtladı.
Hayranlıkla dinlediğimiz buluşlara imza atılan bilim üssündeki çalışmalarla gururlandık ve geleceğe dair umutlarımız güçlendi. Ülkemizde geç başlayan ama hızla ilerleyen teknoloji trenini Antalya Teknokent’le daha da ileriye taşımak dileğiyle emeği geçen tüm araştırmacı ve bilim adamlarını ülkemiz adına bir kez daha kutluyorum.
- Teknokentler, ülkemizde yeni duyulan bir kavram olsa da dünyadaki benzer çalışmalar ne zaman başlamış?
Teknokentlerin 100 yıllık bir geçmişi vardır. İlk teknokent 1950’li yıllarda kurulan Amerika’daki Silicon Valley olduğu bilinir. Üniversitelerde üretilen bilginin teknolojiye teknolojinin de ürüne dönüşmesi önemlidir. Bunun içinde teknokentlerin bilim adamları ile sanayiciyi buluşturan bir platform olduğunu söyleyebilirim. Teknokentlerde üniversitedeki hocalara, girişimcilere, yeni mezun olmuş öğrencilere, mühendislere birer ofis tahsis edilip, sermaye sağlanarak geliştirdikleri projelerin hayata geçirilmesi sağlanıyor. Dünya devi IBM ve Sony gibi markalar da teknokentlerden doğmuştur. Türkiye’de de ilk kez 1998 yılında ODTÜ’de teknokent kuruldu. Akdeniz Üniversitesi bünyesindeki ‘teknokent’imiz de kısa sürede Türkiye’de patent sayısı bakımından ikinci sıraya yerleşti. Hocalar ile sanayicileri bir araya getirerek Antalya’nın teknoloji alanında da hak ettiği yere gelmesini sağlamaya çalışıyor.
- Teknokent bünyesinde şuan kaç firma bulunuyor?
Antalya’daki teknokentin bünyesinde 50 şirket bulunuyor ve bu şirketlerin profilini de yazılım şirketleri, sağlık teknolojileri üzerine araştırma yapan şirketler, tarımsal ürün geliştirme, kimyasal atık içermeyen ürünlerin geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapan şirketler oluşturuyor. Teknokent içerisinde yer alan araştırmacı şirketlerin kurumlar vergisi, gelir vergisi, KDV ve sigortanın 3’te 1’i kadarından muaf tutulması özellikle işletmeler için çok faydalı avantajlar sağlıyor.
- Teknokent bünyesinde kurulduğu günden bugüne kadar ne gibi buluşlara imza atıldı?
Teknokentimizde geliştirilen 'uzaktan algılama' sistemi uydu teknolojileri kullanılarak arazi-parsel tanımlaması yapılmasını ve yetişen ürünün hangi aşamalardan geçilerek üretildiğinin ve pazarlandığının belgelendirilmesini sağlıyor. Bu proje çok yakında ticarileşecek. Diğer önemli proje ise güneş enerjisiyle seraların ısıtılıp, soğutulması… Bölgemizde halen seralar kömür gibi maddelerle ısıtılıyor. Bir firmamız sadece güneş enerjisini kullanarak sıfır emisyonla çevreci olarak bu sorunu çözecek projeyi piyasaya sürmek üzere...
- Üniversitemizin bulunduğu bölge itibarıyla tarımda tematik teknokent çalışmaları ne aşamada? Tarımda ve tarıma dayalı sanayide son gelişmeler nelerdir?
Türkiye'nin en büyük fide üretim firmalarından Grow Fide'de Teknokent'te AR-GE çalışması yapıyor. Anaç fideyi dünyaya sadece Japonlar satıyor. Yıllık üretim kapasiteleri 100 milyon fide olan, 100 dönümlük bir kapalı alana sahip, yaklaşık 600 kişi istihdam edilen Grow Fide'de Japonya'dan sonra ilk kez anaç fide üretecek. Türkiye, böylece Japonya'dan sonra anaç fide satan ikinci ülke oluyor. İlerleyen aylarda da Teknokent'te çok ilginç buluşlar ortaya çıkacak.
- Akdeniz Üniversitesi bu yıl hayat kurtaran buluşlara imza attı. Yılın buluşları denilen “Çevreci Çözelti” ve “Çizilmeye Dayanıklı Nano Cam Kaplama” ile ilgili son gelişmeler nelerdir?
“Çevreci Çözelti”yle kaplanacak yüzey ahşap, cam, deri ya da kumaş olabilir. Ürünün kullanılmasının ardından nano partiküller yüzeye 3 ay süreyle koruma sağlıyor. Teknokent bünyesinde kurulacak fabrikada bu ürünün seri üretimine başlayarak, ilk etapta ayda 10 bin litre üretim hedefliyoruz. Çikolata, limon ve çilek kokulu ''Nanofob'' adlı ürün 50 mililitreden 19 litreye kadar çeşitli boylarda üretilecek ve vatandaşlar kullanmak istedikleri yüzeyin genişliğine göre istedikleri boyda ürün satın alabilecekler. Ürünün market raflarında yerini bulabilmesi için 4691 sayılı Teknokentler Yasası'nı bekliyoruz. Bu yasa, teknokentlerle ilgili. Teknokentlere sağlanan avantajlar 2013 yılında bitiyordu. Şimdi 2023'e kadar uzatılmasını öngören bir yasa çıkıyor. Üretilen, patenti alınan, teknokentte geliştirilen prototipin teknokentte üretilmesi de bu yasada yer alıyor. Yasa çıkmak üzere. Her türlü hazırlığı yaptık. Yasa çıkar çıkmaz, ürünü piyasaya sürmek için harekete geçeceğiz. Nanofob'un yasa çıktıktan sonraki 4 ay içinde market raflarındaki yerini alacağını düşünüyoruz. ”Çizilmeye Dayanıklı Nano Cam Kaplama” da esnek özelliğiyle 90 derece kıvrılabiliyor. Ütü, tost makineleri gibi sert teflon yüzeylere uygulanabilen kaplamanın cam olmasına rağmen çatlama yapmaması ve kireçlenmeye de engel olması bir başka özelliği… Şu ana kadar ütülerde kullanılan kaplamalar, düğme ve fermuara geldiğinde çizilme yapıyordu. Ütülenen kumaşlar ve tekstil ürünleri de deterjan artıklarından etkileniyordu. Dayanıklı cam kaplamalı ürünün tabanı çizilmiyor, yüzeyde kireç tutulması da artık mümkün değil. Bir üniversite bünyesinde patentlenen teknolojinin, fabrika aracılığıyla ürüne dönüşmesi, Türkiye'de bir ilk. Bu kapsamda ilk kez bir üniversitenin fabrikası olacak. Amacımız teknokent olarak bir üniversitenin patenti ürüne dönüştürüp halkın yararına sunduğunu bilimadamlarımıza, öğrencilerimize göstermek.


Mustafa Helvacı kimdir?
1965 yılında Kayseri’de doğdu. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümünden 1989 yılında mezun olan Helvacı, aynı yıl Diyanet İşleri Başkanlığında Vakit Hesaplama Şube Müdürlüğünde “astronom” olarak göreve başladı. 1990- 1993 yılları arasında Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsünde yüksek lisansını tamamladı. 1994 yılında aynı bölümde doktora programına başladı. ABD Kentucky Üniversitesinde bilimsel inceleme ve araştırma yapmak üzere bu ülkeye gitti. Yrd. Doç. Dr. Mustafa Helvacı’nın, uluslararası saygın dergilerde yayımlanmış 10 adet bilimsel makalesi ve çok sayıda yurt içi konferans ve makalesi mevcutt.

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

DURAN CANATAN


Bu haftaki konuğum Antalya ve Türkiye’nin yakından tanıdığı bir isim… Kendisiyle 2008 yılının ortalarında bir röportajım daha olmuştu. “Akdeniz Anemisi” adıyla da bilinen Talasemi hastalığı ve bu konudaki çalışmalarını bizlerle paylaşan Talasemi Federasyonu ve AKHAV Başkanı Prof. Dr. Duran Canatan sayesinde bu hastalığı yaşayanların umut dolu hayatlarına şahit olmuş ve hayata tutunmak adına verdikleri mücadeleyi hayranlıkla izlemiştim.
O günlerde ‘İnsan hayatıyla birebir ilgili olan sağlık sektöründe siyasi kadrolaşmanın insan hayatını tehlikeye soktuğunu’ belirten Canatan, Antalya’da hayat boyu hastaneye bağlı kalınan Talasemi hastalığına yakalanmış 700 hasta olduğunu ve bunlar için yapılan merkezi açamadıklarını söylemişti.
Yaklaşık 16 yıl önce Talasemi Federasyonu tarafından Kıbrıs`taki bir projeden esinlenerek başlatılan Talasemi Merkezi Projesi`nde sona yaklaşıldı. Antalya`ya yeni talasemi merkezi kazandırılması için ilk adım 2007 yılında atıldı. Hayırsever Adem Tolunay, yeni merkezin inşaatını üstlendi. 2008`de Antalya Valisi Alaaddin Yüksel`in `bir yıl içinde bitirilsin` talimatına uyularak inşaat tamamlandı. Ancak o tarihten sonra merkezin iç donanımıyla ilgili sıkıntılı bir süreç başladı. Hastalar, aradan geçen zaman diliminde merkezin eski binasında tedavi gördü.
Modern imkanlara kavuşacak Antalya Talasemi Merkezi; kan merkezi, kan nakil ünitesi, araştırma laboratuvarı, kök hücre nakil ünitesi, doğum öncesi tanı ünitelerinin yanı sıra 50 yatak kapasiteli olması planlandı ama bir türlü sonuca ulaşılamadı. Şu anda sadece kan merkezi olarak hizmet veren merkezde yüzde 20 kapasiteyle çalışılıyor.
Günlerce kamuoyunda tartışılan bu konu Antalya’nın yıllardır sonuçlanamamış, yarı yolda kalmış işlerinden sadece biri olarak kaldı. Ama belki de en önemlisi…
Yıllardır yıkılsın mı, yıkılmasın mı denilen Özel İdare binası, yine yıllardır çirkin görüntüsü herkesi rahatsız eden Süleyman Erol Yüzme Havuzu ve daha bir çok atıl durumdaki kamu binası Antalya’da yarı yolda kalmış işler…
Oysa 2007 yılında yapımı tamamlanan Adem Tolunay Talasemi ve Kan Merkezi’nin durumu bunlardan çok daha farklı. Sağlık sektörüne hizmet etmesi gereken bir merkez olması ve yapımının tamamlanmasına rağmen bir türlü açılamıyor olması gerçekten ironik bir durum…
Prof. Dr. Duran Canatan, yeni atanan valimizin hassasiyeti, Sağlık Müdürümüzün desteği ve Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi Başhekimi’nin ilgisiyle bu sorunun çözülebileceğini belirterek “ Sayın Valimiz, Sağlık Müdürümüz ve hastane başhekimine sunmuş olduğum rapor doğrultusunda kendilerinin incelemesi halen devam etmektedir. Bu merkezi ortak çalışmalar neticesinde Antalyalıların hizmetine açacağımızı umuyorum” dedi.
16 yıldır Talasemili hasta doğumlarının sayısını azaltmak için mücadele eden Canatan, Türkiye genelinde yüzlerce gönüllü kan bağışı yapacak kişiyi organize eden, düzenlediği yaz kamplarıyla yüzlerce Talasemi hastası gencin sorunlarını dinleyen gerçekten çok değerli bir sağlık gönüllüsü…
Prof. Dr. Duran Canatan, Türkiye genelinde devam eden seminer programlarıyla toplumu bu hastalık konusunda bilinçlendirmeye devam ettiklerini ve amaçlarının 2012 yılına kadar talasemili doğumu yüzde 100 oranında bitirmek olduğunu belirterek “Eğer toplumun bilinçlendirilmesiyle ilgili süreci bu seviyede sürdürebilirsek bir yıl sonra Türkiye'de talasemili hasta doğmayacak” diyor.
Talasemi sağlıklı insanın alyuvarlarında bulunan hemoglobini oluşturan iki alfa iki beta zincirinin eksik veya anormal yapılması sonucu ortaya çıkan, anne ve babadan kalıtımla geçen bir kan hastalığı… Talasemili çocukların doğmaması ve talasemi ile doğan çocukların ise doğru ve ulaşılabilir tedavi olanaklarına sahip bireyler olarak topluma kazandırılması temel amacı ile hareket eden Talasemi Federasyonu bu yıl 12. Dünya Talasemi Kongresi ile 14. Talasemi Hasta ve Aileleri Kongresi’ni 11-14 Mayıs 2011 tarihlerinde Antalya'da yapacak.
Kongre tarihine kadar Antalya Talasemi Merkezi’nin açılmasının büyük bir prestij avantajı sağlayacağının belirten Canatan, merkezin açılamaması durumunda çok ciddi imaj kaybına uğrayacağımızın da altını çiziyor.
Sadece Antalya’da değil tüm Talasemi hastaları için mücadelesini gönüllü olarak yürüten Prof. Dr. Duran Canatan ile Antalya için yapılması gereken projeleri ve 2011 Dünya Talasemi Kongresi’ndeki son gelişmeleri konuştuğumuz keyifli bir sohbetimiz oldu.

- Talasemi hastalığının Akdeniz bölgesi başta olmakla birlikte denize yakın yerlerde görülmesinin sebebi nedir?
Talesemi hastalığının keşfi, sıtma salgınının yaygın olduğu yıllarda salgının kontrol altına alınmasıyla ortaya çıkar. Sıtma etkeni olan malarya paraziti kırmızı kan hücreleri içinde yaşar, çoğalır ve yaşam süresini tamamlar. Bu parazit, kırmızı kan hücresi içinde hemoglobin yapısında bozukluk olanlarda ise yaşayamaz. Talasemi hastalarında hemoglobin bozukluğu olduğu için bu parazit talasemi hastalarını etkilemiyor. Geçmişte Akdeniz kıyılarımızı da içeren kuşakta oluşan sıtma salgınlarında sağlıklı kan hücreleri taşıyan kişiler sıtmaya yakalanıp hayatını kaybederken, talasemi hastaları hayatta kalmış. Hayatta kalan talasemi taşıyıcılarının birbirleriyle evlenmesiyle hastalık nesilden nesile taşınmaya başlamış. Bu bölgenin nüfusunda hayatta kalan talasemi hastalarının ve taşıyıcılarının yoğunluğu dış göçlerle birlikte diğer ülkelere taşınmış. Bugün “Talasemi Kuşağı” adı verilen bölge, Akdeniz kıyıları, Arap ülkeleri, Türkiye, İran, Hindistan, Tayland, Kamboçya ve Güney Çin’i içeren Güney Asya’ya uzanmaktadır. Talaseminin bu bölgelerdeki görülme sıklığı yüzde 2,5-15’dir.
- Talasemi taşıyıcılarının evlilik öncesi testlerdeki sonuçlarına göre mi çocuk sahibi olup olamayacakları belli oluyor?
Çiftlerden biri taşıyıcı diğeri sağlıklıysa çocukları ya taşıyıcı olur ya da sağlıklı, her iki taraf da taşıyıcıysa bu çiftlerin Talasemi merkezlerinden detaylı bilgi almalarını öneriyoruz. Çocuklarında oluşabilecek riskleri öğrenmeleri gerekir. Bu çiftlerin çocukları yüzde 25 sağlıklı olabilir, yüzde 25 hasta olabilir ya da yüzde 50 sizler gibi taşıyıcı olabilir diyoruz. Hasta çocukların doğmadan belirlenebilmesi için de yöntemler var. O yüzden bir hekimle bağlantıya geçilmesi gerekmektedir. Sağlık ocaklarında ya da hastanelerdeki hekimlerin bu hastaları hematologlara yönlendirmesi en sağlıklı olanı… Evlilik öncesi kan testi yapılmaması halinde Türkiye'de her yıl 400 yeni hasta çocuğun doğmuş olacaktı. Türkiye'nin bugünkü hasta sayısına yirmi bin kişi daha eklenmiş olacaktı. Biz bu 400 doğumu 23 doğuma kadar düşürdük. Bir talasemi hastasının devlete maliyeti 10 bin dolardır. Hiçbir tarama programı yapmasaydık, altı yılda 2 bin 800 hasta doğacaktı. Bunların devlete maliyeti 88 milyon TL olacaktı. Ancak 7 yılda 2 bin 800 hasta yerine 968 hasta doğdu. Buradan devletin, tedavi maliyetleri gideri anlamında 46 milyon 340 bin TL’lik karı oldu. 6 yıllık tarama maliyeti ise 22 milyon 290 bin 240 TL oldu. Yani devletin tasarrufu 24 milyon 29 bin 760 TL oldu.
- Toplumu bilinçlendirmek amacıyla kurulduğunu bildiğimiz, Akdeniz Kan Hastalıklara Vakfı (AKHAV)’nda bu yıl ne gibi çalışmalar yapıldı?
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbı Biyoloji ve Genetik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Keser ile birlikte, Talasemiyi önleme konusunda tüm belediye ve muhtarların gösterdiği hassasiyeti dikkate alarak, bu konuda, Antalya Valiliği’nin izni ile tüm ilçelerdeki muhtarlara yönelik eğitim çalışması başlattık. Özellikle başta Talasemi olmak üzere kalıtsal kan hastalıkları ve edinsel kan hastalıkları konularında dünya standartları düzeyinde uygulama, eğitim ve bilimsel araştırmalar yapmak üzere 1996 yılında, hasta yakınları, işadamları ve hekimlerin katılımıyla kurduğumuz AKHAV, kurulduğu günden bu yana yaptığı eğitim çalışmaları ile Antalya ve çevresinde Talasemiyi tüm topluma tanıttı ve hastalığın korku olmaktan çıkarılmasını sağladı. Tüm Türkiye’de 1 milyon 400 bin Talasemi taşıyıcısı ve 4 bin beş yüz Talasemi hastası bulunmaktadır. Antalya'daki Talasemi taşıyıcısı 200 bin, Talasemi hasta sayısı ise 700 kişidir. Vakfın başlattığı ''Önce Talasemi Testi Sonra Nikah'' kampanyası ile de Antalya şehir merkezinde Talasemili hasta doğumunun yüzde 90 azalttık. Bu kampanya ülke geneline yayıldı ve 33 ilde uygulanmaya başlandı. Vakfa yapılan bağışlar yanında vakfın Antalya'da kurduğu laboratuvardan elde edilen gelirler ile de Talasemili hastalara eğitim bursu ve sosyal konularda destek sağlanıyor.
- Talasemi hastalığıyla mücadele konusunda sizden de yardım istenmeye başlandı. Bu konudaki gelişmeler ne aşamada?
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in eşi Mihriban Aliyeva benden, başkanı olduğu Haydar Aliyev Vakfı'na da danışmanlık yapmamı istedi. Talasemi hastalığını bitirmek için talasemi merkezinin projelendirilmesi, kurulması ve ekibinin oluşturulması konusunda görevlendirildim. Azerbaycan'da kurulan Talasemi Merkezi'nin projesi Antalya'da 13 yıldan beri yapılması hayal edilen projenin orjinalidir. Antalya'da kaynak bulunamadığı için proje küçültülmüştü. Azerbaycan'da ise Haydar Aliyev Vakfı Başkanı Mihriban Aliyeva'nın sağlık, eğitim ve kültür alanında yaptığı hizmetler arasına girdi. Ocak 2008 yılında temeli atılan Talasemi Merkezi Mayıs 2009 yılında tam donanımlı olarak hizmete açıldı. 12 milyon dolara mal olan merkezde poliklinikler, klinikler, kan merkezi, transfüzyon merkezi, araştırma laboratuvarları, doğum öncesi tanı merkezi ve kök hücre nakli merkezi bulunmaktadır. Merkez işletilmesi için Sağlık Bakanlığı'na devredilmiş, ancak ne yazık ki 10 aydan beri merkezde sadece poliklinik ve transfüzyon merkezi çalıştırılabilmiş. Merkezi çalıştırmam için Mihriban Hanım tarafından 27 Ocak 2010'da Bakü'ye davet edildim. Merkez binasını görünce hayalimdeki binanın kurulmasından dolayı çok mutlu oldum, ancak binanın çalışmadığını görünce hayal kırıklığına uğradım. Merkezi hayata geçirmek için kolları sıvadık. Azerbaycan'da 9 kişiden biri Talasemi taşıyıcısı. Her yıl beklenen yeni hasta sayısı 250 civarında. Bu nedenle Talasemi Önleme Projesi, merkezin çalışması kadar çok önemlidir. Biz de Azerbaycan'da Talasemiyi üç yılda sıfırlamak için çalışmalara başladık. Bunun yanında yine bu yıl Musul'da Talesemi ile Mücadele Merkezi kurarak, Talasemili hasta sayısını azaltmak ve hastaların tedavisini sağlama konusunda Musul'a destek vereceğiz. Musul'da
da Talasemiyi bitirmek istiyoruz. Ön protokol imzaladık. Talasemiyle Mücadele Merkezi için çalışmalar orada da başladı.
- 11-14 Mayıs tarihleri arasında Antalya çok önemli bir kongreye ev sahipliği yapacak. Son gelişmeleri sizden dinleyebilir miyiz?
Dünya Talesemi Federasyonu 1986 yılında Güney Kıbrıs’ta kuruldu. Şu anda 60 ülkeden 98 dernek üyesi bulunuyor. Biz de 2005 yılında, daha önce kurulmuş olan Ulusal Hemoglobinopati Konseyi yerine, Talasemi Federasyonu kurarak, ülkemizde bulunan 19 Talasemi derneğini bir çatı altında topladık. Türkiye Talasemi Federasyonu 2006 yılında da Dünya Talasemi Federasyonu’na üye oldu. Kongre öncesinde Dünya Talesemi Federasyonu Başkanı Panos Englezos ve Genel Sekreteri Androulla Eleftheriou ile birlikte Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın'ı ziyaret etti. 97 yılında Malta’da yapılan kongreye gittiğimde bu kongre neden Antalya’da da yapılmasın demiştim. 2005 yılında Antalya’da federasyonumuzun kurulmasının ardından bu kongre için görüşmelerim başlamış oldu. Türkiye çapındaki örgütlenmelerimiz ve çalışmalarımızın sonuçlarını almaya başlamamızla Dünya Talesemi Federasyonu da bu isteğimize olumlu yanıt verdi. Kongreye 60 ülkeden yaklaşık 3 bin Talasemi hastası, aileleleri, doktorları ve bilim adamlarının katılımını bekliyoruz. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Sağlık Bakanlığı ve Talasemi Federasyonu’nun gerçekleştireceği kongrede bir taraftan hasta ve aileler için toplantılar yapılır iken diğer taraftan bilimsel toplantılar yapılacak. Bu yıl 'Talasemi kongresinin barış köprüsü' olabileceğini düşünüyoruz. Kongreye diplomatik açıdan bir sıkıntı olmazsa KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Hristofyas'ı, Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyeva’yı, Yunanistan Cumhurbaşkanı Papoulias ve Sayın Cumhurbaşkanımız Gül’ü davet edeceğiz. Meclis Başkanımız ve Sayın Başbakan’a da davet yazılarımızı yazdık. Cevap bekliyoruz. Böyle bir buluşmaya ilk defa Antalya ev sahipliği yapacak.

Prof.Dr. Duran Canatan kimdir?

1979’da Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan Canatan, 1994 yılında Akdeniz Üni. Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Uzmanı olarak atandı. Ankara Üni. Çocuk Hematoloji Uzmanı olan Duran Canatan, Basel Üniversitesi’nde Moleküler Genetik çalışmalarında bulundu. 1994- 2001 yılları arasında Antalya Devlet Hastanesi Kan Merkezi ve Talasemi Merkezi Başkanlığı yaptı. 2001 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Çocuk Hematoloji B.D. Başkanlığına atandı. Halen Akdeniz Kan Hastalıkları Vakfı Kurucu Başkanı, Ulusal Hemoglobinopati Konseyi Başkanı, Talasemi Federasyonu Genel Başkanı, Sağlık Bakanlığı Talasemi Bilim Komitesi Üyesi, Dünya Talasemi Federasyonu Türkiye Bilimsel Danışmanı, Türk Kızılay Derneği Bilimsel Komite Danışmanı ve Azerbaycan Haydar Aliyev Vakfı Bilimsel Danışmanı olarak çalışmaktadır.

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

GÜLTEKİN GENCER



Tam bir Antalya sevdalısı olan Gültekin Gencer, aldığı her görevi başarıyla yerine getirmesiyle herkes tarafından sevilen bir o kadar da kıskanılan bir isim Antalya’da… Gencer’i yakından tanıyanlar bilirler ki kendi yükselişi veya omuz verdiği kişilerin yükselişi çok ilginç oluyor. Bunun sebebini sorduğumda önce gülümsemekle yetinen Gencer, meraklı bakışlarımın devam ettiğini gördüğünde “Hangi görevi alırsanız alın, hangi işi yaparsanız yapın önemli olan gerektiği zaman elinizi taşın altına koyabilmektir” diye açıklıyor sırrını...

Antalya’nın yakından tanıdığı bir isim olan Gültekin Gencer’i bir röportajla anlatmak inanın çok zor… Sayfalarca yazılacak anıları, üç büyük camiada yıllardır biriktirdiği tecrübeleri ve içten tavırlarıyla katıldığı her ortamda dikkatleri üzerine çeken Gencer’in ismi son günlerde siyasi kulislerde de geçiyor. Gencer’in sırrı, özel bir yetenek midir, çok çalışmanın semeresi midir, çok sevilmenin hediyesi midir bilemiyorum ama bu hafta bu önemli işadamını özellikle kaleme almak istedim.
Korkuteli'nin Çomaklı beldesinde ilk kahvehanenin sahibi olan Güngör Gencer, 1989 yılında Antalya'nın ilk gıda toptancılık firmasını kurar. Ailenin ikinci kuşağı olan Gazanfer ve Gültekin Gencer ile kız kardeşleri Gülsüm Eldek, bu toptancıda ticaretle tanışır. Kardeşler, özellikle yaz tatillerinin büyük çoğunluğunu burada çalışarak geçirir. Toptancı dükkanında açık olarak en çok toz şeker, dökme lokum, nişasta, un ve bakliyat satılırken ürün yelpazesi yıllar içinde çeşitlenir. Toptancı dükkanı, piyasanın talepleri doğrultusunda ürün çeşitliliğini arttırarak tuhafiye, manifatura, hırdavat ürünleri de satmaya başlar.
Gültekin Gencer, 1979 yılında Ekşili Bahçe'de açılan 2'nci dükkanın başına geçer. Yeni yeni paketli ürünlerin üretilmeye ve raflardaki yerini almaya başladığı dönemde, Ekşili Bahçe'deki dükkan, paketli ürünlerin, şarküteri çeşitlerinin de yer aldığı ve lüks ürünlerin satıldığı bir mağaza haline gelir.


İLK MARKETİN ADI GÖKHAN
Genpa, ilk marketini Haşim İşcan Mahallesi'nde 1990'da açar. İlk markete Gazanfer Gencer'in oğlunun adı verilir: Gökhan. Aynı yıl içerisinde Meltem Mahallesi'nde 2'nci market açılır ve o markete de Gülsüm Eldek'in oğlunun ismi olan Görkem adı verilir. Aynı yıl 3'üncü mağaza açılınca, bir marka altında toplanma düşüncesi ağır basar ve Antalya'nın turistik bir şehir olduğu da göz önüne alınarak Genpa Shopping Center doğar.
Zaman içerisinde gıda, perakende, turizm-inşaat, ajans-madencilik, nakliye ve besicilik sektörlerinde yatırımlar yaparak büyüyen Gencerler Grubu, ulusal bir şirket olma yolunda önemli adımlar atar. 2011 yılında 100 şubesiyle yola devam etmeyi planlayan, Genpa markası ve 9 şirketinde bin çalışanıyla ciddi bir istihdam yaratan Gencerler Grup, son olarak 400 büyükbaşlık çiftlik kurarak, üretilen sütü sanayicilere satmayı; mağazalarında satılacak eti de buradan karşılamayı istiyor.
SİYASET VE SPOR DÜNYASINDA GENCER
Ticarete yeni atılıp ayakları yere sağlam basmaya başladığı dönemde dostlarının hatırını kıramayan ve DYP'den siyasete atılan Gültekin Gencer, Muratpaşa Belediye Meclis Üyeliği unvanına sahipken dönemin Başkanı Mehmet Manavoğlu'nun uzun süre vekili olarak belediye başkanlığı tecrübesi de edinir. Ancak daha sonraları siyasetten uzaklaşmayı tercih eder.
İş dünyası ve spor camiasındaki duruşu ve vizyonuyla gönüllerde yer eden Gencer’in yeniden siyasete girip girmeyeceği de konuşuluyor. Bunu kendisine sorduğumuzda kesin bir yanıt vermekten kaçınan işadamı yine de ‘hayır olmaz’ demiyor. Henüz hiç kimseden siyaset konusunda bir teklif almadığını belirten Gencer “Eğer böyle bir teklif gelirse öncelikle ailemin de fikrini almak isterim. Onların bu konudaki fikri kesinlikle belirleyici olur. Mevcut işlerimde aksamalar yaşanmaması için böyle bir görevi almadan çok iyi düşünmek gerekir. Yıllardır Antalya için iyi şeyler yapmaya çalıştım. Bundan sonrasında da aldığım her görevi hakkıyla yapmaya devam edeceğim. Seçimlere henüz zaman var. Zaman ne gösterir şimdiden bir şey demem yanlış olur” diyor.
DÖSİAD’I FAALİYETE GEÇİRDİ
İş, spor ve siyaset dünyasında uzun yıllardır çeşitli görevlerde bulunan ailenin en girişken üyesi Gültekin Gencer, son olarak bölgesindeki işadamlarını aynı çatı altında toplamayı başardı ve Döşemealtı Sanayici ve İşadamları Derneği’ni (DÖSİAD) faaliyete geçirdi. Kurucu Başkanlığını Gültekin Gencer’in yaptığı derneğin yönetim kurulunda da yine birbirinden önemli isimler yerini almış durumda.
DÖSİAD’ın öncelikli hedefi ticaretin kalbi Döşemealtı’yı kalkındırmak ve ilçenin sağlık, eğitim, istihdam sorunlarına çözüm bulmak… Başkan ve yönetimin yanı sıra bölgedeki sanayici ve işadamları da DÖSİAD’ın gelişmesinde önemli roller üstlenmiş. Başkan Gültekin Gencer, yeni kurdukları işadamları derneğinin Antalya sanayisi ve ekonomisinin kalkınması, sosyal yaşam kalitesinin yükseltilmesi amacıyla önemli projelere imza atmak istediklerinin altını çiziyor.
Dernek üyelerinin hepsinin yanlarında yüzlerce kişi çalıştıran yöneticiler olduğunu ve böyle önemli bir grubun başkanlığının hiç de kolay olmadığını belirten Gencer “ Ben şu an sadece yönetenleri yönetmeye çalışıyorum. Yönetiyorum demek mümkün değil, hepsi çok değerli arkadaşlarım ve işadamları… Böyle bir görevde olmak gerçekten zor. Çünkü buradaki herkes bu işi gönüllü yapıyor ve birlik ve beraberlik adına şimdiye kadar çok güzel ilerledik. Bundan sonra da böyle olacağını hissediyorum” diyor.
Gültekin Gencer ile sohbete başladığımızda konuşulacak o kadar çok şey vardı ki uzun saatler süren sohbetimizin ardından her şeyi sizlere aktarmam ne yazık ki mümkün olamadı. Samimi üslubu, renkli kişiliği, içten ve dobra anlatımıyla her sorumuzu yanıtlayan Gencer’in hayatına, geleceğe dair planlarına ve devam eden çalışmalarına mümkün olduğunca yer vermeye çalıştım. Antalya’nın üç büyük camiasında yıllardır tanınan ve desteklenen Gültekin Gencer’in, başarısının kaynağının “hizmet” etmeye gönüllü olması olduğunu düşünüyorum.
Antalyaspor camiası, iş dünyası, DÖSİAD çalışmaları ile 2011 yılındaki planlarını bizlerle paylaşması için, sözü Antalya’da yaşayan ve her konuda elini taşın altına koyan iş adamlarından biri olan Gültekin Gencer’e bırakıyorum.
- Döşemealtı için “yeni Antalya” diyorsunuz. DÖSİAD olarak ne gibi projelere destek vereceksiniz?
DÖSİAD, bölgenin ihtiyacıydı. Döşemealtı'nın isim ve marka değerini yükselteceğiz. Çalışmalarımızın kamuoyunda da ses getirdiğini gözlemliyorum. Her geçen gün artan üye sayımızla önümüzdeki dönemde daha başarılı işlere imza atacağımıza inancım sonsuz. Artık Antalya’nın Döşemealtı bölgesine doğru daha ciddi bir yönelimi gözleniyor. Bütün dünya şehirlerinde ‘eski’ ve ‘yeni’ kavramı vardır. Antalya şehir merkezinin bu bölgeye doğru genişlemesi de buranın eski Paris yeni Paris gibi ''Yeni Antalya'' olacağını gösteriyor. Bu durumda hepimiz iş dünyası olarak elimizi taşın altına koymalıydık. Bu bölgenin iklimi, imar durumu ve yatırımları herkesin örnek gösterdiği bir standarda sahip. Bu yüzden de bölgenin kalkınmasında sivil toplum kuruluşlarının desteği mutlaka olmalıdır. Önümüzdeki günlerde sürpriz bir projeyi kamuoyuyla paylaşmayı düşünüyoruz. Bu projenin çok ses getireceğine ve eğer kabul edilirse çok etkili olacağına inanıyorum.
- Dernek çalışmalarınızda çok önemli isimler bir araya gelmiş. Toplantılara herkesin katılımını sağlayabildiniz mi?
Genişletilmiş üye toplantılarını her ay üye işadamlarının işyerlerinde gerçekleştiriyoruz. DÖSİAD çatısı altında birbirini tanımayan üye olsun istemiyoruz. Antalya ve bölge ekonomisinin gelişmesi için güçbirliği yapmalıyız. Yeni faaliyete geçmiş olmamıza rağmen bir kaç projemiz var. Bunları kamuoyuyla paylaşacağız. Öncelikle firma ve kişisel ihtiyaçlarımızı üye firmalar arasında birbirimize destek vererek maliyetlerimizi azaltabiliriz. Bölgemiz gelişmeye açık. Antalya için önemli projelere imza atmak istiyoruz. Bu çalışmalar için komisyonlar oluşturduk. Tüm arkadaşlarım toplantılara ve ziyaretlere eksiksiz katılıyor. Hepimiz iş planlarımızı da bu çalışmalara göre ayarlar olduk.
YAKILACAK ADAM
- Antalyalılar için spor camiasında da önemli çalışmalarınız oldu ve halen de devam ediyor. İlk kulüp başkanlığı hikayeniz de oldukça ilginç, sizden dinleyebilir miyiz?
Yıllar önce Fethiye’de bir alacağımı tahsil edemeyince borçlu kişinin dükkânını verdiler. Dükkân da ilçenin tam merkezinde olunca “Burayı hemen alışveriş merkezi haline getirelim” dedim. İlçenin ilk alışveriş mağazası olmasına rağmen istediğimiz etkiyi yaratmadık. Hatta kulağıma ilçede gençlerin toplanıp “Biz bu mağazayı yakacağız" dedikleri gelmeye başladı.
Ben bununla uğraşırken aynı gün başkanı ve yöneticileri istifa eden Fethiyespor ortada kalıyor. Kulübün yöneticileri Kaymakam’a giderek anahtarı bırakıyor ve "Bizden bu kadar" diyorlar. O dönem Fethiye’nin Kaymakamı da hepimizin daha sonradan yakından tanıdığı Antalya eski Emniyet Müdürü Feyzullah Arslan’dı. Arslan, bölgedeki turistik işletme sahipleri ve işadamlarını bir araya getirerek yardım toplanması talimatını verdi. Ancak ilçede durum iyi olmadığı için birçok kişi elini cebine atmaya çekindi. O arada sıkıntıdaki Kaymakam’ın kulağına bir alışveriş mağazasının yakılmak istendiğine yönelik ihbar alındığı geliyor. Ben de o an oradayım ve yakılmak istenen alışveriş mağazasının sahibi olarak aynı şikayetle karşısında oturuyorum. Feyzullah Arslan, bir anda yüzüme baktı ve kulübün anahtarını önüne bırakıverdi. "Kulüp başkanlığın hayırlı olsun" dedi. O an gerçekten şaşırdım ve Fethiyespor’un bir anda kulüp başkanı oldum. Fethiyespor'u öyle bir sevdim ki öyle yerlere getirdim ki bugün bile takım çok iyi durumdadır. Antalya eski Emniyet Müdürü Feyzullah Arslan da Antalya’ya göreve geldiğinde bu yaşadığımızı hatırlatarak bana “Yakılacak adam, tapılacak adam haline geldi” demişti. Fethiyeli taraftarların beni omuzlarında taşımaları ve halkın sevgisi o kadar güçlüydü ki bu anımı unutmam mümkün değil. Böyle başlayan kulüp başkanlığı maceram Kepezspor, Antalyaspor yönetimi, ve Yeşilbayırspor'la devam etti.
- Antalyaspor’la ilgili konularda hep sahiplenici bir tarzınız oldu. Bu kararlarınız Antalya aşkında mı, futbol aşkından mı kaynaklanıyor?
Ben her şeyden önce Antalyalıyım ve hiçbir zaman dönemsel yönetici değilim, Antalyasporluyum. Benim yıllardır söylediğim bir olay var. Antalyaspor kesinlikle Türkiye Futbol Federasyonu'nda temsil edilmelidir. Yıllardır bu nasip olmadı yapılamadı. Ben bunun üzüntüsünü yaşıyorum. Çoğu kimse bilmez ama Haluk Ulusoy döneminde ben de 4 yıl Federasyon'da görev yaptım. Antalyaspor delegesi olarak yapmadım, Fethiyespor delegesi olarak yaptım ne acıdır bir Antalyalı olarak. Antalyaspor'dan bir kişinin TFF yönetiminde olması bir türlü nasip olmadı. Geçen seçim öncesinde de Antalyaspor'un valiliğe devredileceği gündeme geldiğinde, “Ben görev alırım” dedim. Bir anda ortalık yine karıştı. Yine ardından Antalyaspor'a stadyum ve salonun da yapılacağı 100. Yıl Projesi’ni bizim almamız sevinçle karşılanarak "Yabancıya gitmedi" yorumları yapılsa da daha sonradan bu işi bizim yapmamız bir çok kişiyi nedense rahatsız etti. Bizim amacımız sadece hizmet etmektir. Bunu başka türlü anlayanlar ya da anlatanların ne dediği benim için önemli değil. Bazı kesimler beni küstah, havalı, kendini beğenmiş görebiliyor. Ben kendimi anlatamamışım herhalde. O yüzden her konuda benim için son derece rahat. Memleket için alınması gereken her türlü görevde biz oluruz.

Gültekin Gencer kimdir?

19 Temmuz 1963’te Antalya’da hayata merhaba deyip ilk-orta ve lise eğitimini Antalya’da tamamladı. Evli olup İngiltere’de İşletme okuyan Güngör adında oğlu var. Gençlik yılları sporculukla geçti. 74-80 yılları arasında 8 yıl yelken sporunda Antalya şampiyonluğu yaşadı ve 77 yılında Türkiye 3’üncüsü olarak Antalya’ya ilk ulusal düzeyde dereceyi kazandırdı. 80 yılından itibaren babası Güngör Gencer ve abisi Gazanfer Gencer’in yanında ticarete atıldı. 1990 yılında Akdeniz’in ilk mağazalar zinciri olan Genpa Alışveriş Merkezleri’nin ilk şubesini açtı. Şuan ATSO bünyesinde değişik gruplarda toplam 10 şirketin yönetim kurulu üyesi, başkan ve başkan yardımcısı olarak ortaklığı bulunuyor. 1994 yılında Muratpaşa Belediyesi Meclis Üyesi seçildi. 98-99 yılları arasında vekaleten Muaratpaşa Belediye Başkanlığı yaptı. 1995 yılında ATSO Meclis Üyesi seçildi. 1997-2001 yılları arasında Türkiye Futbol Federasyonu Profesyonel Kurul yöneticiliği yaptı. 1993-2009 yılları arası spor kulüplerinde başkanlık-yöneticilik yaptı ve toplam 8 şampiyonluk yaşadı. Halen ATSO, BAGEV Yönetim Kurulu üyesi olup, Antalyaspor Vakfı 2. Başkanlığı ve DÖSİAD Başkanlığı görevlerini sürdürmekte.

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

24 Ocak 2011

NURETTİN TURSUN


Antik çağda Pamfilya kentleriyle Pisidia kentlerini birbirine bağlayan yollardan biri olan Derbent Boğazı, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde de işlevini sürdürmüş hatta yakın zamanlara kadar Yörüklerin göç yolu olmuş. Yol yüzeyi üzerinde 4 m genişliğinde taş döşelidir. Bu nedenle yöre halkı bu yola “döşeme”, yolun geçtiği boğaza “Döşeme boğazı”, yolun altında kalan düzlüğe de “Döşemealtı” demiştir. İlçe uzun yıllar tarıma dayalı bir ekonomiye sahip olmuş, ayrıca küçükbaş ve büyükbaş hayvancılığıyla Döşemealtı halısı dokumacılığı başka bir geçim kaynağını oluşturmuş.

Şehir hayatının sıkıntı ve stresinden uzaklaşmak isteyenlerin kaçış noktası haline gelen Döşemealtı ilçesi geliştikçe hem siyasilerin hem de Antalyalıların göz bebeği haline geldi.

Döşemealtı’na girdiğiniz zaman sizi yıllar öncesindeki gibi bozuk ve refüj çalışması yapılmamış yollar değil tertemiz çiçeklerle donatılmış yollar geniş kavşaklar karşılıyor.

Villaların ve 3 katlı binaların arasından geçtiğinizde, Antalya merkezde alışık olunan yüksek katlı sitelerin göz yoran görünümünü daha iyi hissediyorsunuz.

Antalya’nın yeni ilçelerinden Döşemealtı yatırımcıların ve ev sahibi olmak isteyen vatandaşların yeni adresi… Hava sıcaklığı ve nem oranın kent merkezine göre daha düşük olması, etrafının çam ağaçları ile çevrili olması gibi özellikler Döşemealtı’nı cazip kılıyor.

İmar ve altyapı sorunun olmayan Döşemealtı aynı zamanda eğitimin merkezi konumuna geliyor. Bölgede Sosyal Bilimler Lisesi, Fen Lisesi, Sağlık Meslek Lisesi, Anadolu Lisesi, Kız Teknik Meslek Lisesi gibi önemli ortaöğretim kurumları varken diğer taraftan önümüzdeki yıl eğitim öğretime başlayacak bir vakıf üniversitesi Döşemealtına ilgiyi arttırıyor.

Döşemealtı Belediyesi, kendisine katılan Düzlerçamı, Çığlık ve Yeşilbayır Belediyeleriyle birlikte 40 bini aşan nüfusuyla Antalya’nın girişinde vizyon bir kent olmayı hedefliyor. ‘Asfaltsız tek bir yol kalmayacak’ sloganı ile yola çıkan Başkan Nurettin Tursun, modern ve çağdaş bir Döşemealtı için gecesini gündüzüne katarak çalışıyor.

29 Mart seçimleri öncesinde yine kendisiyle yaptığım röportajda bu sefer de CHP’ye geçme nedenini sormuştum. Siyaset kararsızlık içeren bir yapı olsa gerek ki, ben de hala bu meslekte olduğumdan şimdi de “neden AKP’ye geri döndünüz” diye sordum. Başkan Tursun 29 Mart seçimleri öncesinde niçin aday olduğunu “Benim kişisel bir ihtirasım, hırsım zaten olamaz. Siyaset benden maddi olarak çok şey götürdü. En özel sebep Döşemealtı İlçesinin İstanbul'daki arazi baronlarına ve buradaki uzantısı insanlara bırakılmasına gönlümün razı gelmemesidir. İstanbul'daki arazı baronları daha önce Çalkaya, Konyaaaltı ve Yeşilbayır'da milletin arazilerini arsa yaptılar ama ne hikmetse vatandaş koskoca arazisinde bir tane arsa alırken planlama yapanlarda kendilerine bir tane arsa aldılar. En büyük hizmet vatandaşı malından mülkünden etmeksizin bölgeye hizmet yapabilmektir. İçinizdeki adalet duygunuz yüksek olursa bu işler olur. Ancak merhametsiz sadece materyalist bir anlayışla yöneticilik yaparsanız, bu sefer kendinize, çevrenize, tanıdıklarınıza nasıl rant kazandırırım? diye düşünürsünüz. İşte bu dönem Döşemealtı’nda bu türden zihniyetlerin iş başına gelmemesi için vatandaşımız bize teveccüh gösterdi. Ve aday olmam gerektiği konusunda ısrar etti. Bende aday oldum” cümleleriyle açıklamıştı. CHP’den aday olmasının nedenini de “Rahmetli Hamza Taş beni Döşemealtı Belediye başkan adayı olarak istedi ve AKP’den aday oldum. Seçimi kazandık. Tabi bu dönem bütün anketlerden birinci çıkmama rağmen İstanbul arazi baronlarının Döşemealtı’ndaki kirli arsa oyunlarına alet olmayacağımdan dolayı AKP’den aday gösterilmedim. Kendi ticaretimize dönmeyi planlarken evimin önüne gelen binlerce vatandaşın ısrarı üzerine şu anda CHP’nin adayıyım. Siz dürüst ve çalışkan olduğunuz sürece partilerin önemi bulunmuyor. Bana göre Hamza Taş gelmiş geçmiş en dürüst siyasetçilerin başındaydı. Yani partiler belediye seçimlerinde önemli ama asıl olan adayın kendi profilidir. CHP beni dürüstlüğüm, çalışkanlığım için aday yaptı” demişti.

Transferi siyaset dünyasında şok etkisi yaratan Döşemealtı Belediye Başkanı Nurettin Tursun, CHP’den istifa ederek AK Parti’ye geçişinin ardından sessizliğini bozdu. Antalya gündeminde geniş yer bulan transfer haberi sonrasında yorum yapmaktan kaçınan başkan, hakkında merak edilenleri Sabah Akdeniz okurları için yanıtladı. Dilerim ki siyasi hayatında yeni bir sayfa açan “Döşemealtı Sevdalısı” Başkan Tursun için yeni kararı hayırlara vesile olur.

-Döşemealtı ilçesinde radikal bir siyasi değişikliğe imza atıp AKP’den CHP’ye geçmeniz seçimi etkilemedi ve yine seçildiniz. İki yıl sonra tekrar AKP’ye geçiş yaptınız. İlçe halkının siyasi kimliğinizi önemsemediğini söyleyebilir miyiz?

Döşemealtı’nda 2 bin 500 CHP’li var. Ben bunların sadece bin tanesinin oyunu aldım. Bana oy verenler AK Parti’liydi. İlçede 18 bin seçmen var. CHP’li seçmenin üçte birinin oyunu aldık sadece. Bana oy veren vermeyen herkese teşekkür ederim. Seçim bitti. Seçimin sonrasında vatandaş beni istediği her yerde bulabiliyor. AK Parti beni aday olarak göstermediği zaman ben aday olmamak için üç gün direndim. Bize nasip değilse aday olmayalım dedik. Zaten bir dönem için yola çıkmıştık. Ancak ilçe halkımdan gelen yoğun talep nedeniyle yeniden CHP’den aday oldum ve seçimlerde 6 bin 758 oy aldım. Benden ikinci dönem de istenince seçmenlerimi kıramadım. Bunun 800’ü iptal edildi ve yeniden belediye başkanı oldum.

-AKP’ye geri dönmek istemenizin en temel nedeni neydi?

Siyasi değişim ilçemizin geleceği için şarttı. Aktif siyasete atıldığım günden buyana daima insan odaklı anlayışla hareket ettim. Bölgemizin gelişmesi ve kalkınması için, hiçbir ayrım ve ayrıcalıklı tutum içerisinde bulunmadım. Bu çerçevede belirlediğimiz hizmet kriterlerinin içerisine siyaseti asla koymadım. Seçimler bittiği gün, ilçemizde yaşayan her vatandaşımıza eşit uzaklıkta ve yakınlıkta bulundum. Ancak, içerisinde bulunduğumuz koşullar, bir siyasi değişimin gerçekleşmesi ile birlikte önümüzü açacaktır. Elbette bu değişim sonrasında, kısmi kırgınlıklar yaşanabilir. Hemen belirtmem gerekirse, bu kırgınlıklar geçicidir. Çünkü benim siyasi hizmet anlayışım gereği, bölgemdeki yaşayan vatandaşlara kırgın olmam mümkün değildir. Bu değişiklik, bizim siyasi gelecek planlamamızdan kaynaklanmamaktadır. Tek düşüncem ilçemizin geleceğidir. Bu değişimin, ilçemizin geleceği açısından hayırlı olacağını ümit ediyorum.

-AKP’ye transferinizin ardından hakkınızda çok şey söylendi, siz neler hissettiniz?

Yeni bir sayfa açıyoruz. Bu yeni sayfayı açmadan önce, bana 2009 yerel seçimlerinde kapısını açan, belediye başkan adayı olmamı sağlayan Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve oradaki dostlarıma şükranlarımı sunuyor, beni anlayacaklarını umut ediyorum. Benim aynı Nurettin Tursun olduğumu herkesin bilmesi gerekir. Bu arada aktif siyasete atıldığım ilk göz ağrım olan, AK Partili dostlarımın beni partiye tekrar davet etmelerinden dolayı teşekkürlerimi sunarım. Bundan sonraki siyasi yaşamımı AK Parti’de sürdüreceğim. Bu vesile ile Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa ettim. Hakkımızda hayırlısı neyse, o gerçekleşir inşallah.

-Size katılan üç belediye daha oldu. Bu yeni oluşum planlarınızı nasıl etkiledi?

İlk öncelikli olarak bize katılan Yeşilbayır, Düzlerçamı, ve Çığlık belediyelerimizle birlikte tek vücut olmaya çalıştık. Diğer belediyelerden gelen personelimizi statüsüne göre birimlerimizde görevlendirdik. Birleşmeden kaynaklanan son mali durumumuzu gözden geçirdik ve araç gereçlerimizle birlikte fiziki bir durup değerlendirmesi yaptık. Ortaya çıkan mali tablo ürkütücü boyuttaydı. Belediyemizin ciddi bir borç yükü altında olduğunu gördük. Bu tablo bizi yolumuzdan asla alıkoymadı. Belediyemizin kaynaklarını en iyi şekilde kullanarak bugün geldiğimiz noktada, birleşmeden kaynaklanan borçlarımızın büyük bir kısmını zamanında ödedik. Çığlık ve Düzlerçamı Belediyesi nakit para devretmemişti. Kayda değer çok ciddi bir borcuda bulunmamaktaydı. Yeşilbayır Belediyesi birleşmeden önce 67.000.000,00 TL + KDV ihale yapmıştır. Bu ihale bedelinin 21.000.000,00 TL + KDV kendi döneminde ödemiştir. Geriye kalan 46.000.000 TL + KDV bakiyeyi borç olarak Döşemealtı Belediyesi’ne devretmiştir. Döşemealtı Belediyesi ise 2009 ve 2010 yılları arasında satışa çıkardığı 629 arsa ile bu borçların 29.000.000 TL +KDV sini ödemiştir. Özetle Döşemealtı Belediyesi KDV dahil birleşmeden kaynaklanan Yeşilbayır Belediyesi’nden 54.000.000,00 TL (Eski para ile 54 Trilyon) borç devralmıştır. Bu borcun, arsa satışı gerçekleştirerek 30.000.000,00 TL’si ödenmiştir. Şu an Döşemealtı Belediyesi’nin 10.000.000,00 TL borcu bulunmaktadır. Bu borç yine önümüzdeki günlerde satışa çıkartılacak olan arsadan elde edilecek olan gelirler ile ödenmeye çalışılacaktır

-Geçen dönem ilk iş “yollar medeniyettir” dediniz ve yolları asfaltladınız. Tüm yolların çalışmaları bitti mi?

Geçen dönem bizim aynamız olan kent girişinin güzel bir görünüme gelmesi için çok çaba sarf ettik. Bu kapsamda Döşemealtı’nın Antalya merkezden girişini sağlayan Atatürk caddesini çift yol olarak planlayıp, orta refüj düzenlemesi yaptık. Kaldırımları her iki yönde yeniden oluşturduk. Gelecekte yap- sök işi olmaması için kanalizasyon, yağmursuyu drenaj hattı, gibi alt yapı çalışmaları tamamlayarak sıcak asfaltını döktürdük. Geride bıraktığımız bir yıl içerisinde de toplam sıcak ve satıh asfalt olarak bugüne kadar 300.000 m² yol kapladık. Yine yollarımıza 450.000 m² parke taşı döşedik. Toplamda 150.000 metre prefabrik bordür yaptık. TEDAŞ ile yapılan protokolle birlikte elektrik hatları da yeraltına alınacak. Özellikle ana arter yolumuzun çalışmaları bittiği zaman ulaşımda rahat bir nefes alacağız.

-Antalya’ya en yakın yeşil araziler sizin ilçenizde bulunuyor. Bu bölgede mesire yeri olarak kullanılacak tesis planlama çalışmalarınız var mı?

Düzlerçamı mevkiinde bulunan piknik alanlarının projesi ilgili kurumlar tarafından onaylandı. Burada 80 metre ve 1,5 km. uzunluğunda bir alan içerisinde sosyal alanlar oluşturacağız. Alan içerisinde bisiklet yolu, koşu yolu, piknik alanları ve “Yörük Köyü” projemizi hayata geçirerek bölgenin kalkınmasında önemli bir ivme kazandıracağız. Yine bu bölgede hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın, büyükbaş hayvanlarının gübrelerini depolamak ve bekletmeden gübre olarak kullanılması için bir çalışma başlattık. Burada belediyemiz bölge halkının özellikle yazın kokudan etkilenmemesi için hayvanların gübrelerini kapalı römorklarla bekletmeden taşıyorlar. Önceden yağan yağmurla birlikte ciddi şekilde koku ve görüntü kirliliği oluşan bu bölgede sorun en aza indirildi. Bölgenin dokusu itibarıyla bölgemizde hayvancılık yok denecek kadar da azaldı. Bugün Düzlerçamı’nda sadece 70 aile hayvancılıkla uğraşmaktadır.

-Döşemealtı ilçesi geçtiğimiz yıl kültür sanat etkinliklerinde de ilkleri yaşadı. Devamı bu yıl da gelecek mi?

İlçe olmakla birlikte halkımızın kaynaşması için kültürel ve sosyal faaliyetlere ağırlık verdik. İlk olarak gerçekleştirdiğimiz Gençlik ve Spor Bayramı Etkinliği adı altında konser düzenledik. Yine ilçemizde yaz kursları açarak çocuklarımızın tatillerini daha iyi değerlendirmesini sağladık. Büyükşehir Belediyesi ve Belediyemiz işbirliği ile gerçekleştirdiğimiz 1. Döşemealtı Yağlı Pehlivan Güreşleri ilçemizin tanıtımında ve Ata sporumuzun kalkınmasında büyük katkı sağladı. Gerçekleştirdiğimiz Nar Festivali de üreticimize ve hemşerilerimize büyük bir moral oldu. Yine ilk olarak gerçekleştirdiğimiz Ramazan Şenlikleri ilçemizin tüm halkı tarafından büyük ilgiyle karşılandı. Tüm bu etkinliklerimizi yaparken ülkemizin sevilen sanatçılarını halkımızla buluşturduk. Altın Portakal Film Festivali’ni 46 yıl aradan sonra Döşemealtı’nda yaşadık. Bu yılki festivalde ne olur bilemiyoruz. Henüz bu konuda bizimle bir görüşme yapılmadı.

Nurettin Tursun Kimdir?




1961 de Antalya’nın Döşemealtı ilçesi Nebiler mahallesinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini tamamladı. Uzun yıllar ticaretle uğraştı. 1999-2004 döneminde Döşemealtı Belediyesinde Meclis Üyeliği yaptı. 2004 yerel seçimlerinde Döşemealtı Belediye Başkanı seçildi. 2009 yerel seçimlerinde Nurettin Tursun, halkın yoğun isteği ve gösterdiği destekten dolayı Döşemealtı Belediye Başkanlığı’na tekrar aday oldu. 29 Mart 2009 tarihinde yapılan mahalli seçimlerde, halk ikinci kez Nurettin Tursun'u başkanlık görevine getirdi. Başkan Tursun, evli ve iki çocuk babasıdır.

CAVİT ARI






İl Özel İdaresi ve İl Genel Meclisi kurumları şehir merkezinde yaşayan vatandaşların bir çoğu için oldukça yabancı bir kavram, öte yandan kırsal kesimde yaşayanların umudunu, geleceğini ve refahını temsil ediyor.
Antalya’da “İl Özel İdaresi” denildiğinde ilk akla gelen 2004 yılından beri boş tutulan ve yıkım süreciyle gündemden düşmeyen binası olmasına rağmen, bu kurumun asıl görevi belediyelerin sınırları dışındaki yaşam alanlarının refahını arttırmak…
Antalya ilçeleri ve köylerindeki yol, altyapı, eğitim, spor, kültür- sanat gibi konularda çalışmalar yapan İl Özel İdaresi’nin kararları İl Genel Meclisi’nde alınıyor. Yolu olmayan köyler asfalta, suyu olmayan çiftçi su kaynağına, okulu olmayan köyler okula kavuşuyor.
Farklı siyasi görüşlerden seçilmiş İl Genel Meclisi üyelerinin oylarıyla alınan kararlarda son yılların en uyumlu meclisi olarak dikkat çeken Antalya İl Genel Meclisi’nde yaşananları Meclis Başkanı Cavit Arı, “Gerçekten çok uyumlu bir grubuz. Hepimizin öncelikli hedefi halka hizmet ve bu hizmeti en doğru şekilde gerçekleştirmek. Kırsal kesimde ve köylerde yaşayan vatandaşlarımız, yaşam kalitelerinin yükseltilmesi ve hizmetlerden en iyi şekilde yararlanmaları için bizleri bu göreve getirmiş bizler de bu göreve layık olabilmek için büyük çaba sarf etmekteyiz. İl Genel Meclisi’nde farklı siyasi kimliğe sahip olmamıza rağmen, kararların alınmasında halkın çıkarlarını ön planda tutarak her zaman ortak hareket ediyoruz” diye özetliyor.
BİNA SORUNU 2011’DE BİTECEK
Ha çöktü ha çökecek denilen eski Özel İdare binasının yıkılıp yıkılmayacağı, yıkılırsa yerine nasıl bir proje hayata geçirileceği ile ilgili tartışmalar sürüyor. 29 Mart seçimlerinde Antalya'nın 19 ilçesinden seçilen 75 meclis üyesi ise bir anda kendilerini bu sorunun içinde buldu. Adeta kördüğüme dönen konuda Vali Ahmet Altıparmak binanın yıkılmaması ve güçlendirilmesi gerektiği yönünde fikirlerini beyan etmişti. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden gelen heyetin raporunun beklendiği bugünlerde çözüm önerileri arasında binanın dışındaki mermerlerin sökülmesi ve 4 katın kesilmesi de yer alırken diğer bir çözüm ise yıkım olarak bir kenarda duruyor. İl Genel Meclis Başkanı Cavit Arı, yıkılsa da güçlense de bunun bir maliyeti olacağını düşünerek 2011 bütçesine 720 bin TL ayırdıklarını söylüyor.
Yerine yapılacak olan projenin de önemli olduğunun altını çizen Başkan Arı, öncelikle yıkım sorununun çözülmesi gerektiğini ardından bu konudaki yeni kararları hızla alabileceklerini belirterek “Bu alan Antalya’nın Antalya’da yaşayanların malı. Bize düşen bu alanın en doğru şekilde kente kazandırılmasıdır. 2011 bütçesinden bina için pay ayırdık. Daha sonrasında buranın yeşil alan mı sosyal donatı alanı mı olacağı konusunda Muratpaşa ve Büyükşehir Belediyeleri ile görüş birliği içinde karar vereceğimizden kuşkum yok” diyor.
ADI GÜNDEMDE
Seçimler yaklaşınca milletvekilliği adaylıkları da gündeme gelmeye başladı. Son haftalarda CHP’liler arasında olmasa da sıradan insanlar ya da muhtarlar arasında ismi konuşulan Cavit Arı, “Aday olmayı düşünür müsünüz?” sorumuzu yanıtlamaktan özenle kaçınıyor. Arı, adaylık konusunda herhangi bir açıklama yapmasa da adının halkın gündeminde olduğunu öğrenmiş. Antalya’da kendisine milletvekilliğini yakıştıran oldukça geniş bir kesim var. İlerleyen günlerde bu konuda nasıl bir açıklama yapar bilinmez ama ben bu konuya çok da uzak olmadığını hissettim.
Meclis ve oylama denildiğinde elbette ki hepimizin aklına tansiyonun sık sık yükseldiği zaman zaman arbede çıkan görüntüler gelse de bu meclis inanın çok farklı… 2009 yılında seçilen Cavit Arı başkanlığındaki 75 üye son yılların en uyumlu ve en demokratik meclisi durumunda…
Antalya ilinde 20 yıldır avukat olarak hizmet veren ve birçok yönetim merciinde görev alan Cavit Arı’nın mütevazı üslubunu, samimi ve içten anlatımını ve mesleki tecrübesini de düşündüğümüzde İl Genel Meclisi’nin başarısını daha iyi anladık.
Kararların hızla alındığı, saygı ve sevgi çerçevesinde hizmetin ön planda olduğu yapılanmada alışık olmadığımız bu uyumun 2011 yılında da devamlılığını diliyor, sözü başkana bırakıyoruz.
- İl Genel Meclisi’nin yaptığı çalışmalar nelerdir?
İl Genel Meclisi İl Özel İdaresi’nin yasama merciidir. Burada alının kararlar İl Özel İdaresi’nce uygulamaya konulur. Kaş’tan Gazipaşa’ya kadar 650 kilometre sahil bandı bulunan Antalya”da belediye sınırları dışındaki tüm köylerin yol, su, köprü, okul, meydan düzenlemesi gibi hizmetlerinin gerçekleşmesinden İl Genel Meclisi sorumludur. Buraya geliş şeklimiz siyasi olabilir fakat tüm icraatımız hizmete dönüktür. Siyasi mekanizma içerisindeki (avukat, doktor, öğretmen, müteahhit gibi) meslek kuruluşlarının bulunması, kırsalın kalkınmasına yönelik altyapı sorunlarının çözümünde son derece etkili oluyor. Antalya İl Genel Meclisi Türkiye’de örnek teşkil edecek bir meclistir. Bugüne kadar alınan kararların hemen hemen hepsi siyasi fark gözetmeksizin hizmet odaklı olarak meclisimizin oy birliği ile alınmıştır. Ben burada geçmişte olduğu gibi bundan sonra da çalışmaların birlik ve beraberlik içerisinde yürütüleceği inancıyla, çalışmalarda emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
- İl Genel Meclisi’nin kamuoyundaki bilinirliği sizin başkanlık döneminizle birlikte daha da arttı. Sizin döneminizin önceki yıllardan farkı nedir?
5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’ndan önce İl Genel Meclisi yılda iki kez toplanıyordu. Başkanlığı da İlin Valisi tarafından yürütülüyordu. 2005 yılında yayınlanan 5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’ndan sonra İl Genel Meclisi kendi başkanını kendi içerisinden seçerek her ayın ilk haftasında beş gün toplanmaya başladı. Sadece Kasım ayında bütçe görüşmelerinin uzun sürmesi nedeniyle 20 iş günü toplanıyoruz. Alınan kararları kamuoyunla paylaşıyoruz. İstekleri güncelliğini yitirmeden değerlendirme şansımız oluyor. Bu da bilinirliğimizi arttırdı.
- Antalya’nın uzun zamandır beklediği tanıtım ajansı “Antalya Tanıtım ve Turizmi Geliştirme A.Ş”de çalışmalar şu an ne aşamada?
Antalya bölgesinin turizme yönelik tanıtımının Antalya Tanıtım ve Turizmi Geliştirme Ticaret AŞ tarafından yürütülmesini destekliyoruz. İl Özel İdaresi'nin bu kuruma ortak olmasıyla hizmetlerin yürütülmesinde daha çok katkı sağlayacağımızı düşündük. Antalya'nın tanıtımı konusunda çalışma yapan dernek, vakıf ve birliklerin birleşmesiyle daha güçlü bir tanıtım gerçekleştirileceğine inanıyorum. İl Özel İdaresi’nin bu şirkete ortak olma konusunda meclisimizce oy birliği ile karar aldık. Şimdi şirketin beş ana ortağından biriyiz. Antalya Tanıtım ve Turizmi Geliştirme ve Ticaret AŞ'nin A tipi hisselerinin yüzde 60'ı Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO), Antalya Büyükşehir Belediyesi, Akdeniz Turistik Otelciler Birliği (AKTOB), Alanya Turizm İşletmecileri Derneği (ALTİD) ve Antalya Özel İdaresi’nindir.
- Antalya ilçe ve köylerinin öncelikli sorunu nedir?
En çok gündemde olan ve en fazla çalışma yaptığımız konu hiç yolu olmayan yerleşim yerlerine asfalt yol yapılması veya mevcut yolların tamiri konusunda oldu. Geçtiğimiz yıl İl Özel İdaresi tarafından toplam 500 kilometre yol yapıldı. İkinci önceliğimiz sulama alanlarının oluşturulması ve suyu olmayan köylere su temininin sağlanması çalışmalarıydı. Köylerin ihtiyacı olan içme suyu ve sulama çalışmalarını ikinci sırada söyleyebilirim. Yaşadıkları yerde ekim imkanı sağlayabildiğimiz çiftçilerin bu sayede ürün çeşitliği arttı. Bunun devamında altyapı çalışmaları, eğitime ayrılan bütçe, ilçelerde kapalı spor salonları yapılabilmesi için ayrılan bütçe, köy meydanlarının yapılması gibi çalışmalarda ilk sıralarda yer alıyor.
- Eğitime kaynak ayrıldığında önceliklerinizi neye göre belirliyorsunuz?
İl Genel Meclisi olarak eğitime büyük önem veriyoruz. Derslik, okulların onarımları ve diğer ihtiyaçların giderilmesi konusunda arkadaşlarımız özverili bir çalışma sergiliyor. Bu yıl Özel İdare bütçesinden eğitim için ödenekler ayırdık. Bazı okullarımızın ek derslik ihtiyaçları tamamlanırken, bir kısmının ise yapımı hala devam ediyor. Her geçen gün teknolojik imkânlara kavuşturulan ve başarı oranı artan eğitim sistemimiz sayesinde çocuklarımızın yarınlara sağlıklı ve verimli bir şekilde yetişmesi öncelikli isteğimiz. Bunun yanında bizi en çok duygulandıran çalışmamız engelli çocuklarımızın eğitimi için gereken özel eğitim kitabının alınması için oylama yaptığımız gün oldu. Meclis oylamasında hızla alınan bu kararla geçtiğimiz yıl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bu kitaplardan aldık. Yol, su köprü gibi köylerin altyapı çalışmalarını her zaman yapıyoruz fakat bu görevin kutsal bir görev ve böylesine kutsal bir göreve imza atmak bizim için son derece önemliydi. Zihinsel engelli alt sınıf öğrencilerin yararlanabileceği kitaplardan 1000’er takım alınarak ailelerin zihinsel engelli çocuklarına ücretsiz olarak dağıtıldı. Engelli öğrencilerimizin ailelerinin ekonomik durumu iyi dahi olsa bu kaynak kitaplarının nereden ve nasıl temin edileceğini bilmemekteler. O yüzden engelli öğrencilerimizin yararlanabileceği kaynak kitaplarından alınarak dağıtılmasının yararlı olabileceğini düşündük. Ben de bu vesile ile tüm meclis üyesi arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ediyorum.
- Antalya ili ile ilgili hangi projelere destek veriyorsunuz?
Antalya’nın akciğerleri konumundaki Zeytinpark’ın daha iyi korunması için hisse alarak ortak olunmasının uygun olduğunu düşündük. Meclisimiz Antalya’nın yeşil dokusunun daha iyi korunması için Zeytinpark A.Ş’ye ortak oldu. Bunun yanında muhtarlardan gelen talep üzerine İl Özel İdaresi’nden karşılanan 175 bin lira ile Elmalı İlçesi Tekke Köyü’ne içerisinde 12 adet yemek pişirme ocağı, 6 adet lavabo ve bulaşık yıkama bölümü bulunan bir aşevi yaptık. Yine bu dönem İl Genel Meclisi’nde 13 emekli öğretmenin meclis üyeliği bulunuyor. İl Genel Meclisi, sözleşmesi yıllık olarak yenilenen Haşim İşcan Mahallesi'ndeki (eski vali konağı) Işıklar Öğretmenevi'nin kira sözleşmesini de 10 yıl süreyle uzattı. Öğretmenevi’nin sağlıklı bir işlevde çalışması için yapılan oylamada kira sözleşmesinin 10 yıl uzatılması kararı oy birliğiyle alındı. 24 Kasım günü yapılan bu oylamanın öğretmenler gününe denk gelmesi anlamını bizim için daha da arttı. Öğretmenevi’nin yapmak istediği tadilatın ve yenilenmenin de önü böylelikle açılmış oldu. Yine Antalya ili için de tam donanımlı bir İş Sağlığı Merkezi'nin inşaatıyla ilgili çalışmalara başladık Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulacak bu merkezle özellikle iş kazalarına ilk müdahale konusunda çalışmalar hedefleniyor.
- 2011 yılı çalışmaları için bütçe dağılımı nasıl oldu?
İl Özel İdaresi'nin toplam 73 milyon lira olarak bağlanan bütçesinden, genel kamu hizmetlerine 43 milyon 119 bin, kamu düzeni ve güvenlik hizmetlerine 300 bin, ekonomik işler ve hizmetlere 9 milyon 65 bin, iskan ve toplum refahı hizmetlerine 5 milyon 790 bin, sağlık hizmetlerine 250 bin, dinlenme, kültür ve din hizmetlerine 4 milyon 500 bin, eğitim hizmetlerine 9 milyon 776 bin, sosyal güvenlik ve sosyal yardım hizmetlerine ise 200 bin lira harcama yapılabilecek.
Cahit Arı kimdir?
1968 Antalya doğumlu. İlk, orta ve lise eğitimimi Korkuteli'de tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1989 yılında mezun olduktan sonra 1990 yılından itibaren Antalya' da serbest avukat olarak çalıştı. 2002-2006 arası Antalya Barosu’nda Yönetim Kurulu Üyeliği ve Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2006'dan bu yana Antalya
Barosu’nun Türkiye Barolar Birliği Delegesi. 29 Mart seçimlerinden sonra Muratpaşa ilçesi Cumhuriyet Halk Partisi’nden seçilen Arı 2009 yılından beri Antalya İl Genel Meclisi Başkanı olarak görev yapıyor.
SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR