Tunca Toskay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tunca Toskay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mayıs 2011

TUNCA TOSKAY


Son aylardaki tek gündemimiz seçimler… Peki, ama kaset skandalıyla gündeme gelen MHP’nin seçim çalışmaları nasıl gidiyor? Bir milletvekili gözüyle Antalya’yı nasıl görüyor? Antalya’daki son durum nedir? ‘Türkiye’nin ekonomisi öldü’ söylemiyle ne demek istedi? Tüm bu soruları MHP Antalya milletvekili Tunca Toskay ile konuştuk.
MHP Antalya Milletvekili Tunca Toskay, iktidarın bütün devlet imkânlarını seçim kampanyasında pervasızca kullandığını, seçimler yaklaştıkça AKP ve Başbakan'ın büyük bir panik ve gerginlik içinde gittikçe hırçınlaştığını belirtti. Başarı için her şeyi mubah gören bir tutum sergilendiğinin altını çizen Toskay, hem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı hem de AKP’yi sert bir dille eleştirdi.
Kaset olaylarıyla gündemde olmaktan son derece üzgün olduklarını belirten Toskay, “Türkiye ekonomisi öldü. Kimse bunun aksini iddia edemez. Ama gündem gerçek sorunlarla tartışmaya açılmıyor” dedi. 39 yıldır Milliyetçi Hareket Partisi’nde olduğunu ve siyasi görüşün yanında, partisiyle arasında bir gönül bağı da olduğunu söyleyen Toskay, kaset olaylarıyla ilgili merak edilen tüm sorularımızı içtenlikle yanıtladı. "Seçimlerde MHP’nin şu andaki siyasi ortamda, siyasi tarihinin en başarılı sonucunu alacağını düşünüyorum” diyen Toskay, en çok merak edilen konulardan bir olan Türk-Kürt sorunuyla ilgili yaşananları da değerlendirdi.
Siyasetteki tecrübesi ve duruşuyla örnek alınan değerli siyasetçi Toskay, seçim arifesindeki tüm yoğunluğuna rağmen, samimiyetle sorularımız yanıtladı ve Türk Siyasi tarihine not düşülecek önemli mesajlar verdi.

Ortaya atılan bu kaset görüntülerinin sadece muhalefete ait olması sizce de tesadüf mü?
Toplumda yaşayan insanların güven duygusu sarsıldı. Hiç alakası olmayan telefon görüşmelerinin montajlanarak bambaşka bir hale getirilmesi fikri bile son derece yanlış. Halkımız kendi telefon görüşmelerinin bile bir gün internette yayınlanmayacağının güvenini hissetmek istiyor. Arkadaşlarınızla plajda, otelde, bir ortamda eğlenirken oradaki görüntülerinizin çok değişik şekilde yorumlanarak internette yayınlanmayacağından emin olamazsınız. Düşünebiliyor musunuz, bütün toplum böyle bir fobi içindeyse, o zaman hangi demokrasiden bahsedebiliriz? Avrupa Birliği’ne yaklaşan demokratik standartlarımız edebiyatını bıraksınlar, önce bizim en temel anayasal hakkımızı korusunlar. Bu kasetlere prim verilmesi sonrasında yerel seçimlerde herkes birbirinin arkasından neler yapar, bunu düşünmek bile son derece acı ama mevcut durum böyle devam ederse ihtimal dâhilinde gibi görülüyor. Hükümetin çok kararlı bir şekilde bu olayın üstüne gidip, yapanı bulup, cezasını vermesi lazım… Sayın Başbakan, CHP’deki kaset olayında ilk iki gün son derece doğru bir tavır içindeydi ama sonrasında bunu istismar etti. Şimdide aynı söylemleri yaptığı bütün mitinglerde MHP’deki kaset olayı ile ilgili yapıyor. Bu yöntemlerle siyasette başarılı olunamaz, olunsa bile ondan hayır gelmez.
Siyasi açıdan değerlendirdiğinizde, kaset skandalıyla ilgili görüntülerin kişilerin siyasi kariyeri bitirmesi doğru mu?
Nereden bakarsanız bakın üzücü bir olay. Ancak bizler siyasetçi olarak meseleye şöyle bakarız. Bu olay hangi hukuki çerçevede değerlendirilmelidir? Siyasetçiler ve ülkeyi yönetenlerin de meseleye bu açıdan bakmaları gerekir. Öte yandan bu hadiseyi yaşayan arkadaşlarımızın kendileri bir sosyal bedel ödeyecekler. Bunda şüphe yok. Böyle bir olay ortaya çıktığı zaman Türkiye’yi yönetenler ve hukuk sistemi ne yapmalıdır? Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi’nin 8. maddesi ve buna dayanarak yazılmış olan anayasanın 20. maddesi özel hayatının mahremiyetinin ihlal edilemeyeceğini bir anayasa hükmü olarak koyuyor. Bunu siz ihlal edemezsiniz diyor. TCK’da bu konuda, özel hayatınız mahremiyetiniz size aittir. Bunu hiç kimsenin deşifre etmemesi gerekir diyor. Hatta kimseye söylemese bile üçüncü şahısların bilmemesi gerekiyor. Eğer birisi sizin mahremiyetinize girip, bilgi edinirse, herhangi birisine söyleyip söylememesine bakılmaksızın bu durum suç teşkil ediyor. Eğer bu bilgileri sesli ve görüntülü olarak tespit etmişse ceza çok daha artıyor. 1 yıldan 3 yıla kadar çıkabiliyor. Bu tespit ettiğiniz sesli ve görüntülü belgeleri medyaya vermeniz durumunda ise ceza daha da yükseliyor. Yaşananları göz önüne aldığımızda, hükümete düşen görev hukuk sistemini çalıştırıp bu işi bir an önce çözmek olabilir. Bu olayın çok profesyonelce olduğu söyleniyor. Çok sistemli hazırlandığı konuşuluyor. Ankara’da bu kadar insan varken sadece MHP’nin üst düzey bürokratlarına odaklanılmış, başka kimsenin evine gidilmemiş. Yalnız MHP’lileri takip etmiş her kimse. Bu yüzden de sistemli ve kurgulanmış bir komployla karşı karşıya olduğumuz hissiyatındayız.
Bunun gibi özel hayat ihlalleri sizce gelecekte de kullanılabilir mi?
Bizlerin yaşanan bu olayları savunmak gibi bir durumu yok. Ama Türk hukuk sistemine göre suç teşkil eden bir fiil var. Bu fiilin kimler tarafından yapıldığını bulup yargıya teslim etmek görevi de iktidara ve Türk yargısına ait. Eğer bu yöntemler Türk siyasi hayatında bu kadar kolay ve takip edilmeyecek şekilde uygulanmaya başlanırsa önümüzdeki dönemde Türk siyaseti ne hale gelir siz tasarrur edin. Böyle bir araç böyle bir yöntem çok tehlikeli bir yöntem ve siyasi kazanç sağlamak için kullanılmaması gerekir.
Yaşananlardan sonra halkın sempatisini kazanan bir MHP gündemde... Siz de bu görüşe katılıyor musunuz?
Uygar hiçbir toplumda böyle bir yönteme izin vermez ama ben sevinerek iki hususu belirtmek istiyorum. Türk halkı buna gereken cevabı verecek. Ben halkın içinde olan biriyim ve halkla beraber siyaset yapıyorum. Geçtiğimiz hafta Burdur, Isparta mitinglerine de katıldım. Antalya mitingine de katıldım. Tüm samimiyetimle belirtmek istiyorum ki, bir vatandaşımız da çıkıp bana “Sayın hocam, sayın milletvekilim bu nedir? Böyle şey olur mu?” tarzında bir tek soru bize yöneltmedi. Aksine bunu kınayan ve buna sert tepki koyan vatandaş sayısı çok fazla. Demokratik sistemin iyi çalışması için bizim vatandaşlarımızın gerçekten sağlıklı değerlendirmeler yapıp, sağlıklı karar vermeleri gerekiyor. Siyasetçiler olarak bizim de, başta iktidar olmakla birlikte diğer siyasetçilerin de halkımıza sağlıklı değerlendirmeler yapacakları ortamları sağlamamız gerekiyor. Mesela, ülkeyi sanal gündemlerle meşgul etmemiz gerekiyor.
Halkımız oy verirken bu skandalları düşünür mü sizce? Yoksa geçim derdi daha ön plana mı çıkar?
Türkiye’nin gerçek sorunlarını konuşalım. İşçinin ve memurun ücretlerini konuşalım. Sosyal güvenliğini konuşalım. Antalya’daki çiftçinin ürününün para edip etmediğini konuşalım. Ben biraz evvel festival çarşısındaydım. Oradaki esnafın niçin siftah yapıp yapmadığını konuşalım. Yapamıyorsa sebebinin ne olduğunu araştıralım ve hepimiz bununla ilgili çözüm önerilerimiz koyalım. Esnaf kimin çözümünün gerçekçi olduğuna karar verir ona göre oy kullanır. Ama biz şimdi sabahtan akşama kadar Başbakan’ın meydan meydan gezip “bir gün öyle, bir gün böyle” bu kaset olayını ele almasını dinliyoruz. Bu hoş bir şey değil. Sayın Başbakan’ın kaset olayı üzerinden MHP’ye hücum etmesi hiç centilmence değil, uygar bir politika da değil. Sanki bütün günahkârlar muhalefette siyaset yapıyor, bütün melekler de AKP’de siyaset yapıyor gibi bir tablo çıkıyor ortaya. Tabi bu işin latifesi ama bu yaşananlar gerçekten çok üzücü ve bu bile bu işin hem planlı hem de az çok dayandığı yerleri göstermesi bakımından enteresan…
Seçim sürecinde yaşanan her türlü çirkinlik, ilk defa oy kullanacak olan gençleri sizce nasıl etkiler?
Bu yıl ilk defa oy kullanacak olan gençlerimizin moralini bozan, ileriye dönük umutla bakmalarını engelleyen bir olay bu. Bu olayın dışında gençlerin moralini bozan başka olaylar da var. Mesela üniversite sınavının durumu, KPSS’nin durumu, ALES’in durumu ama bunların hepsi ben geliyorum diye diye geldi. İlk önce Polis Koleji sınavlarıyla başladı. Medya bunu ele aldı iktidardan tek bir reaksiyon yoktu. Peki, neden acaba, polis kolejinin sınavından başlayıp ALES’e kadar devam eden bu zincir şimdi yaşanıyor? Önceki yıllarda ne siyaset de ne de eğitim camiasında böyle zincirleme skandallar yaşanmadı? Sayın Başbakan cumhuriyet tarihinin rekorlarını kırdığını her fırsatta söylüyor ya; gerçekten latife bir yana bir gencimizi düşünün ki daha lise birinci sınıfta bu sınavın stresini yaşamaya başlıyor. Bütün aile yıllarca çocuğunun üstüne titrer, dişinden tırnağından arttırarak dershaneye gönderir sonra bir sınav skandalıyla bütün hayaller yıkılır, emekler boşa gider. Bu konu çok büyük bir konu… Sadece sınavın iptal edilmesi ya da şifrelenmesi meselesi değil bu. Bu gençlerin devlete güveni kalmıyor, topluma güveni kalmıyor, hukuka güveni kalmıyor. Kendisini yönetenlere hiç güveni kalmıyor. Çocukların hayallerinin yıkılması çok daha önemli bana göre. Bunun ne kadar büyük bir problem olduğunu gidin onların ailelerine sorun. Hala çocuklarını rehabilite etmeye, psikolojilerini düzeltmeye çalışan aileler var.
Basına yansıyan bu görüntülerin bilinçli olarak mı hazırlandığını düşünüyorsunuz?
Sayın Başbakan, her konuşmasında herkesten farklı olduğunu söylüyor. Rekorlar onun döneminde kırılıyor. Hiç yapılmamış şeyler onun döneminde yapılıyor. Sanki 1923 yılında kurulmuş bir cumhuriyete sahip değiliz de bu devlet veya bu millet 2002’den bu taraf var. Böyle bir zihniyetle Türkiye’yi yönetemezsiniz. Türk milleti de buna izin vermez. Vatandaşımızı bu konuda son derece bilinçli görüyorum. Bu yaşananlar seçim güvenliğini de tehlikeye atan hadiselerdir. Başka bir iktidar gelirse ve bu yaşananların AKP’nin başına gelmesi durumunda ortaya neler çıkar düşünebiliyor musunuz? Bana 336 tane milletvekilimiz melek diyebilirler mi? Bu kadar belediye başkanımız da melek. Onları da takip ediyorlar ve hiçbir şey bulamıyorlar mı? Bunu kime söyleseniz inandıramazsınız. Ankara’da biz 40 kişiyiz. Herkes birbirini bilir. Bir tabir vardır; “Biz birbirimiz biliriz”
MHP’nin Antalya mitingi medyada da günlerce konuşuldu. Bu coşkuyu bekliyor muydunuz?
MHP’nin mitinglerinin bir özelliği var. Biz parayla adam getirmeyiz ve getiremeyiz de öyle bir gücümüz yok. Biz kimseye yevmiye falan veremeyiz mitinge katıl diye. Lise öğrencilerine cep harçlığı verip mitinge çağıramayız. Kamu görevlilerini mitinge katılmazsan şöyle olur, böyle olur diye tehdit edemeyiz. Çünkü iktidar da değiliz. 3 bin tane polis getirmemiz de mümkün değil. Kalabalık görülsün bir taraftan da güvenliği sağlasın diye. Yabancı plakalı araçları bizim miting alanımızda göremezsiniz. Bizim mitinglerimiz böyle olur. İnsanlar coşarak, “Ses ver Türkiye” derler. Tüm bu yaşananlardan sonra Antalya mitingindeki coşku hepimize moral oldu. Dilerim bu coşku seçim sandıklarına da yansıyacak.
Heyecanın genel anlamda biraz düştüğünü gözlemliyorum. Sizce vatandaş seçimlerle ilgili ne düşünüyor?
Siyasi arena da sokaktan yansıyan tepkilerde, ben en çok hanımları beğeniyorum. Açıkça söylemek gerekirse, hanımlar erkekler gibi sözü kıvırmıyorlar. Net konuşuyorlar. Esnafa soruyorsunuz, adamın halinden belli omuzları düşmüş ama yine de çaktırmıyor. “nasılsınız?” diyorsunuz “Allaha şükür” diyor, boynunu büküyor. Hanımlara sorduğunuzda düşüncelerini pat diye söylüyorlar. Kızıyla birlikte manifaturacılık yapan bir hanımefendinin dükkânına girdim; “nasılsınız hanımefendi, işleriniz nasıl?” dedim, gözümün içine bakarak “Allaha şükür çok kötü” dedi. Demek ki, bu kadar zor durumda olan esnafımızın bile “Allaha şükür” demesine bir tepkisi var. Esnaf hanımın, “Allaha şükür çok kötü” sözü uzun süre hafızamdan silinmedi. Yine bir başka hanım önümü kesti, şu şu sebeplerden hayatımda MHP’ye oy vermedim, hiç de vermeyeceğimi düşünüyordum ama “eşime rağmen gidip, inadına bu seçimde MHP’ye oy vermeyi düşünüyorum” dedi. Bunlar çok gerçek tepkiler ve insanlar artık bugününün değil geleceğinin peşinde.
MHP’nin seçim sürecinde kendisini yeteri kadar ifade edebildiği düşünüyor musunuz?
Ülke gündemi iki seçimdir, meşgul edilerek konuşulması gereken konular engelleniyor. 2007 seçimlerinde de Cumhurbaşkanlığı seçimleri yüzünden gerçek gündemi konuşamadan seçime giren bir MHP vardı. AKP’liler ellerinde mendillerle, bize Cumhurbaşkanı seçtirmiyorlar diye yollara düşüp ağlaya ağlaya seçimi kazandılar. Bu seçimde de kaset olayları yüzünden gerçek sorunları konuşamadan seçime giriyoruz. Sayın Başbakanımız, Ortadoğu’nun büyük lideri bir tarafta kasetler var. Lübnan’a gidiyor işleri hallediyor, Suriye’ye gidip Beşar Esad’a ne yapması gerektiğini söylüyor. Mübarek’e “direnme çekil” diyor ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olduğunuz zaman, ABD Ortadoğu’da ne yapmak istiyorsa size onu yaptırır. ABD’nin Ortadoğu’da Müslüman bir enstrümana ihtiyacı var. Sayın Başbakan’da bunu kabul etmiş görünüyor. Beşar Esad’a şimdi ne diyor “ya reform yap, ya çekil”. Nerede kaldı dostluğun? Demek ki, bir ayda adamı satabiliyorsun. Bu da bir yapı ve karakter meselesi…
Dış politika’yı ve bölücü terör olayını yeteri kadar masaya yatırabildik mi seçim öncesinde?
Türk-Kürt ayrımı, çok kötü akıl almaz derecede Türkiye’ye zarar verecek bir dış güç operasyonudur. Orada anketler yapılıyor. Güneydoğudaki ve doğudaki anketlerde bizim vatandaşımız terör örgütüyle devletin arasına sıkışıp kalmış olmasına rağmen yüzde 90’ı “benim bağımsız bir Kürdistan gibi bir problemim yok, ben milletime, vatanıma, toprağıma bağlıyım. Benim başka problemlerim var. Devlet bu problemlerin çözülmesine katkıda bulunsun” diyor. Bu da son derece demokratik ve haklı bir istek… Türkiye Cumhuriyet’i devleti olarak bizim görevimiz onu yapmak. Ama küçük bir azınlık oturmuş, bu söylediğimiz masum insanları da baskıya alarak ayrı bir devlet kuracağım diye tutturmuş. Bizim Başbakan’ımız da terör örgütüyle resmen Türkiye Cumhuriyeti devletini müzakere ettiriyor. Ortada “ya benim taleplerimi kabul edersiniz ya da 15 Haziran’da Türkiye’yi kana bularım” tehditlerini savuran bir örgüt var. Bunu kim diyor? Alıp, bir adaya hapsettiğin bir terör örgütünün başı söylüyor. Başbakan’ın yanındaki bürokratlarda adamı yumuşatmak için gayret sarf ediyorlar. Ben böyle bir onursuzluğu Türk vatandaşı olarak kabul etmek istemiyorum.
MHP’de asla böyle bir onursuzluğu kabul etmez. Biz terörle güvenlik güçleri aracılığıyla sadece mücadele ederiz. Terörle müzakere olmaz. Doğu’daki güvenlik güçlerinin devletin arkalarında olup olmadığıyla ilgili şüpheleri var. Bu durumda bu endişeyi taşıyan güvenlik güçleri istenilen mücadeleyi veremiyorsa, sebebinin ne olduğuna bakılmalı. Terör örgütünün ekonomik, siyasi ve lojistik kaynaklarını keserseniz, sizinle mücadele etmeleri söz konusu olamaz. Koskoca 2002 yılındaki şehit sayımız 6. Şimdi bu terör olayları niçin yine yükselişe geçti? Bu adamlar Türkiye’nin her tarafında nasıl her istedikleri eylemi yapabiliyorlar?
Benim esnafım Hakkâri’de güvenlik sebebiyle dükkânını açamıyorsa, bunun sorumlusu Sayın Başbakan’dır. Esnafın güvenliği sağlamak devletin görevidir. Bunu sağlayamayan bir başbakanın o koltukta oturmaması gerekir.
Seçim öncesinde asıl konuşulması gereken ülke sorunumuz ne olmalıdır?
Türkiye’de yoksulluk sınırı 13 milyonu geçti. Türkiye ekonomisi kimin için iyi? İstanbul’daki büyük holdingler için çok iyi, yabancı sermayeli ve yabancı sermaye ortaklı kuruluşlar için çok iyi, bankacılık sektörü için çok iyi, Başbakan’ın etrafındaki yandaşları için harika…
Şimdi dönelim gerçeklere; memurun durumu iyi değil, işçi olarak çalışanların durumu iyi değil, emeklinin durumu iyi değil, ülkenin en talihli çiftçisi Antalya’dadır ama çiftçi bunalmış vaziyette… Bankalara borçlar yığılmış, üretilen hiçbir şey para etmiyor daha evvel alınan kredi borçlarını ödeyemez hale gelen bir üretici var. Peki, bu ekonominin neresi iyi?
Ülkenin işsizlik rakamları kayıtlı olan 3 milyonken ümidini kesmiş ve iş aramayanlarla birlikte 6 milyona yaklaştı. Başbakan’da diyor ki, “İstanbul borsası ne kadar iyi”. Ben de soruyorum Kumluca’daki çiftçiye “sizin İstanbul İMKB’de hisse senediniz var mı?” diye… Suratıma şaşkın şaşkın bakıyorlar. “Ne hisse senedi, borçtan gözümüzü açamıyoruz” diyorlar. Halkımız artık sadece canının peşimde.
Yabancı basının Türkiye ekonomisini öven haberlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yabancı kredi kuruluşları Türkiye’nin notunu yükseltiyor diyen bir Başbakanımız var. Doğru yükseltiyor ama neden? Türkiye’de 110 milyar dolar civarında bir sıcak para var. Para giriyor, yüksek faizden yararlanıyor. Dünya’nın hiçbir yerinde elde edemeyeceği geliri elde ediyor. Karşılığında da istediği tek şey, döviz fiyatlarında oynama olmaması çünkü Türk Lirasına çevirdiği para çıkarırken zarar etmesin istiyor. Bunun yanında da olası bir terslikte Merkez Bankası’nın döviz rezervleri yüksek olsun ki döviz talebi arttığı zaman banka bu talebi karşılayabilsin. Merkez Bankası rezervlerim 95 milyar dolar ve Türk Lirası benim onurumdur diyen Başbakanımızın bu cümlesini iktisatçı olarak tercüme edersek, demek istediği şu; “Siz sıcak para olarak gelin, burada parayı bozdurun, Türk Lirası’nın değeri düşmeyecek. Yani dövizin fiyatı yükselmeyecek. Hiç merak etmeyin. Eğer kritik duruma düşerseniz ben Merkez Bankası’nın rezervinde 95 milyar dolar para tutuyorum” diyor. Oysa, Türkiye ekonomisi öldü! Kimse de bunun aksini iddia edemez.

Tunca Toskay Kimdir?
Tunca Toskay, 8 Ocak 1939'da İstanbul'da doğdu. Baba adı Vahit, anne adı Bedriye'dir. İktisatçı ve Öğretim Üyesi; İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. Aynı fakültede doktorasını tamamladı. Hür Berlin Üniversitesi'nde araştırma yaptı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak ders verdi. 1969'da doçent, 1979'da profesör oldu. Uluslararası Turizm Uzmanlar Birliği'ne üye olarak kabul edildi. İstanbul Yıldız Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi ve Eskişehir İktisadi İlimler Akademisi'nde ders verdi. Radyo Televizyon Yüksek Kurulu'na seçildi. TRT Genel Müdürlüğü, Asya Pasifik Yayın Birliği Başkan Yardımcılığı, Başbakan Başmüşavirliği ve Başbakanlık Özel Çevre Koruma Bölgeleri Koruma Kurumu Başkanlığı görevlerinde bulundu. Türkiye ekonomisi, turizm ve çeşitli konularda kitap, makale, araştırma ve tebliğleri bulunmaktadır. 19. Dönem İstanbul, 21. Dönem Antalya Milletvekili. 57. Hükümet'te Devlet Bakanlığı yaptı. Almanca ve İngilizce bilen Toskay, evli ve 1 çocuk babasıdır.

04 Haziran 2009

TUNCA TOSKAY




MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Antalya Milletvekili Tunca Toskay, iktidarın bütün devlet imkanlarını seçim kampanyasında pervasızca kullandığını, yerel seçimler yaklaştıkça AKP ve Başbakan'ın büyük bir panik ve gerginlik içinde gittikçe hırçınlaştığını, başarı için her şeyi mübah gören tutum sergilendiğinin altını çizen Toskay, hem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı hem de ana muhalefeti sert bir dille eleştirdi.


Ülkemizin gerçek gündemi Başbakan’ın dayattığı sanal gündemden çok farklıdır. İşsizlik çığ gibi büyümekte, fabrikalar kapanmakta, çiftçi tarlasını ekememekte, vatandaş kredi kartı borcunu, aldığı tüketici kredisini ödeyememekte, esnaf siftah yapamamakta, semt pazarlarında esnaf çok azalmış müşterilerine biraz daha fazla alışveriş yapması için yalvarır duruma gelmiş bulunmaktadır diyen Tunca Toskay yerel seçimlerden umutlu olduklarının da altını çizdi.


“Başta Başbakan ve Bakanlar vatandaşları seçimle ilgili olarak tehdit etmektedirler. Bir Bakan iktidar adayları belediyeleri kazanamazsa devletin bu belediyelere zorluk çıkaracağını açık açık söyleyebilmekte, Başbakan vatandaşı aleni tehdit etmekte ahlaki sakınca görmemektedir” diyen Toskay, seçim sürecinde adaletsiz davranıldığını vurguladı.


39 yıldır Milliyetçi Hareket Partisi’nde olduğunu ve siyasi görüşün yanında partisiyle arasında bir gönül bağı olduğunu söyleyen Toskay, siyasette istikrarın çok önemli bir fark olduğunu belirtti.


Son aylardaki gündemimiz yerel seçimler… Peki ama, MHP’nin seçim çalışmaları nasıl gidiyor? Bir milletvekili gözüyle Antalya’yı nasıl görüyor? Antalya’daki son durum nedir? ‘Türkiye elden gidiyor’ söylemiyle ne demek istemişti?


Tüm bu soruları MHP Antalya milletvekili Tunca Toskay ile konuştuk.



-İktidarın seçim çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?


İktidarın seçim kampanyası gerçek anlamda, demokrasininin özüne uygun değil. Birkaç yönden uygun değil. Özellikle siyasi iktidarlar iktidarın bütün gücünü haksız olarak muhalefet partilerine dez avantaj olacak şekilde kullandıkları için bu demokratik rejimin kurallarına uymaz. Bütün devlet imkanlarının seçim kampanyasında pervasızca kullandığını görüyoruz. İkinci önemli konu ise Başbakan’ın kendi adayları belediyeleri kazanamazsa devletin bu belediyelere zorluk çıkaracağını açık açık söyleyebilmesidir. Antalya milletvekili Mehmet Ali Şahin bu fikri açık açık beyan ediyor. Örneğin Serik ilçesinde iktidarın adayını seçmezseniz hizmet alamazsınız şeklinde aleni bir tehdit söz konusu… Kırıkkale milletvekillerinin söylemi aynen şudur. “AKP adaylarına oy vermezseniz taş taş üstüne koyamazsınız.” Hem demokrasiye aykırı çalışmalar yürütüp hem de vatandaşı tehdit ediyorlar. Bir diğer önemli konuysa sayın Başbakan’ın üslubu ve konuşma şekli… Bu da Türk demokrasisine gerçekten hiç yakışmayacak bir üslup. 1950 seçimlerinde Türkiye ilk defa seçmenin iradesiyle iktidar değiştirdi. CHP gitti, DP geldi. 1950’yi yani bu değişimi milat kabul edersek ülkemizin yaklaşık 60 yıllık bir demokratik tecrübesi var. Böyle bir üslubu ben bu 60 yılda hiç görmedim. Çok seviyesi düşmüş bir üslup var. Sayın Başbakan’ın konuşma şekli çok yakışıksız. Meydanlarda maksatı aşan ifadeleri, çok saldırgan bir üslubu var. Ayrıca özel bazı toplantılarda da demek ki kendini tutamıyor. Mesela Bankalar Birliği’yle yapılan bir toplantıda Dış Ticaret Bakan’ı Kürşat Tüzmen’e “Kes sesini, millet ne söylüyor, sen ne söylüyorsun” diye bakanını bankacıların yanında azarlıyor. Gene başka bir gün canlı yayın var, yok diye haber veriliyor “başlatmayın beni şimdi” falan gibi çıkışları söz konusu. Özetle böyle bir üslup Türkiye Başbakanı’nın üslubu olamaz. Bu üslub da, Cumhuriyet Halk Partisi’nin çanak tutmasının da rolü var. Tüm bunlar Türkiye’nin gerçek sorunlarını ve gündemini tartışamamıza yol açıyor.


- Peki bu hırçınlığın altında yatan sizce nedir?


Bu hırçınlığın ve tedirginliğin bir sebebi de oy kaybetme korkusu olabilir. Bunun yanında Sayın Başbakan’ın kişiliğiyle ilgili bir üslub kirliliği var. Ben de siyasetçiyim. Böyle bir üslubun içinde siyaset yaptığım zaman vatandaş da bana, sanki aynı kategoriye dahil mişim gibi bakacak diye tedirginliğim oluşuyor. Halbuki çok sert eleştirileri insanları kırmadan güzel bir üslubla yapmak da mümkün. Bunda karekterin, birikimin ve entelektüel düzeyin çok önemli rolü vardır. Maalesef Sayın Başbakan’ımızın entelektüel düzeyi Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olmaya çok yeterli değil. Bunu açık açık söylüyorum. Bu kabine de böyle üstelik. Sayın Maliye Bakanı’nı bir görün. Ben hayatımda böyle bir Maliye Bakanı hiç görmedim. Çok garip davranışlar sergiliyor. Bu tablo inanın insanı acı acı gülümsetiyor.


-Oysa ki her seçilen seçim öncesi ben farklıyım diyor. Peki halk kime inanacak?


Arada ufak istisnalar olsa bile bu genele yayılmış olmamalıdır. Bizim iktidar dönemimizde samimiyetle söyleyebilirim ki böyle şeyler yaşanmadı. Çünkü biz yandaşların yerine işi bilenleri ve hak edenleri bir makama getirmeyi uygun gördük. Genel Başkanımla yaptığımız görüşmelerde sadece bir kez bir isim üzerine fikrini almak istediğimde bana tek yorumu “ehliyetli birisi herhalde diye düşünüyorum” oldu. Bu farkı görmezden gelmek mümkün değildir.


-Bütün bu anlattıklarınızı denetleyecek bir birimin eksikliği mi yaşanıyor ?


YSK Tunceli’de enerjik olarak davranıp gereğini yerine getirmedi. Hangi seçimde Sosyal Dayanışma Fonu bulaşık makinası,çamaşır makinası, yatak odası takımı dağıtmıştır. Görülmemiş bir durumdur bu yaşananlar… Fakir bir insana devlet mutlaka elini uzatmalıdır. Ama bulaşık makinası verilerek fakire yardım yapılmaz. Çok trajikomik resimler ortaya çıktı. Çiftçiye çamaşır makinasını vermişler ama adamın evinde su yok. Götürmüş ahıra koymuş. Keçilerin arasında duruyor çamaşır makinası… Bu görüntüden de sıkılmıyorlar. Böyle bir seçimi kazansanız ne olur, kazanmasanız ne olur? Bu seçimi siz kazanırsınız ama Türkiye’de demokrasi kaybediyor. Sosyal ve kültürel değerlerde müthiş bir erezyon var Türkiye’de… Bugün gazetelerin sayfalarını karıştırın ve kriminal suç haberlerine bakın. Altı yıl evveline nazaran suç yoğunluğu, suç haberleri ve suçların şekli değişti. Vahşet haberlerine dönüştü. Denetimsiz şehirleşme, kültürel ve sosyal erezyon ve devletin otoritesinin gittikçe toplumu denetleyemez hale gelmesi bunların hepsi bir araya geldiğinde büyükşehirler de şans eseri olarak hayatta olduğumuzu söylemek hiç de yanlış olmaz. Ben bunu Başbakan’a söylesem alacağım cevabı biliyorum “Adam deli, cinnet geçirmiş doğramış kızı, onun elini ben mi tutacağım “ diyecek ama durum bu kadar basit değil maalesef… Ben şiddet baskı uygulayan bir devletten yana değilim. Sadece namuslu, düzgün vatandaşın güvenle yaşayabileceği bir toplum düzeninden devlet sorumludur. Batı’da istifa edilen durumlarda bizde istifa mercii yok.


-Antalya’ya geri dönersek seçim çalışmalarınızda son durum nedir?


Biz havadan son derece memnunuz. Sıkıntımızı da açık açık söyleyeyim size… Vatandaşın da bunu bilmesi gerekir. AKP bu seçimdeki maddi kaynaklarıyla rekabet etmek de zorlanıyoruz. Bu yarış eşit ve adaletli bir ortamda gerçekleşse AKP’yi Antalya’da hezimete uğratırız. Menderes Türel’in de seçilme şansı kalmaz. Yarış eşit şekilde devam etmiyor. Devletin bütün gücü onlarda. Nereden kazandıklarını açıklamak da zorlandığım müthiş bir ekonomik kaynağı seferber etmişler. Bunlarla MHP olarak, üyelik aidatlarıyla, adayların cebinden koyduğu para ya da hazineden alınan pay ile AKP’nin ekonomik kaynağıyla rekabetimiz güç oluyor. Bunu seçim sonucu için mazeret olsun diye söylemiyorum. Biz Antalya’da 22 Temmuz’dan daha yüksek bir oy oranı alacağımıza inanıyoruz. Türkiye’nin hayrı için bu seçimlerde dengelerin değişmesi gerekmektedir.


-Bir dönem siyasete ara verdiniz, tekrar geri dönmenizin sebebi neydi?


Belli tecrübeyi elde etmişseniz, belli bir birikiminiz varsa Türkiye’deki yaşananları çözümleyebiliyorsanız bu tablo karşısında mutlu olamıyorsunuz. Türkiye’nin geleceğiyle ilgili benim çok ciddi endişelerim var. Lütfen bunu klasik bir söz olarak algılamayın. Anayasa’nın başlangıç bölümü ve ilk dört maddesinde ifadesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yavaş yavaş sarsılıp, yıpratılıp, gündemden düşürüldüğü endişesi var bende… Siyasete tekrar aktif dönüşümün esas sebebi budur.


-Ülkemizde hep aynı sorunların gündemde olması, gerçek gündemi unutturmak adına bilinçli yapılan bir çalışma mı?


2002 yılında sıfır terörle bıraktığımız Türkiye’de durum ortadadır. 1991 yılında Kürtçe yemin etmek istenildiği için kıyamet koptu şimdi aynı görüşün partisinin grubu mecliste ve milletvekillerine Türkiye’nin bölünmesiyle ilgili projeyi Kürtçe- Türkçe kitapçık halinde dağıttı. Geldiğimiz nokta bu. Anayasa’nın başlangıçtaki ilkelerini söylediğimiz zaman bize hiç haketmediğimiz şekilde adeta hakaret ediyorlar. Adamlar Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini değiştirmek istiyorlar. Ayrı bayrağımız olacak, benim bölgem özerk olacak, beni ikinci bir devlet olarak tanıyacaksınız diyor. Buna izin verecek miyiz, vermeyecek miyiz? Herkes oturup bunun kararını versin. AKP bu konuda dik durmuyor. Devletin televizyonunun bugün Kürtçe yayın yapması anayasaya aykırıdır. Çok ulusalcı olduğunu söyleyen CHP’de bunu konuyu anayasa mahkemesine götürmüyor. Bunu ana muhalefetin bir an önce yapması lazım. Eğer bizim bu konuda hukuki yetkimiz ve milletvekili sayısı olarak salt çoğunluğumuz olsaydı, çoktan bu dava açılmıştı. 301’i Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne her şeyi söylemek serbest şeklinde değiştirdiler. Çok ulusalcı olduğunu söyleyen CHP bunu da anayasa mahkemesine götürmedi. Vakıflar Kanunu’nu değiştirerek yabancılara Türkiye’de imtiyaz sağlayan bir yasa çıkarıldı. Çok ulusalcı olduğunu söyleyen CHP bunu da anayasa mahkemesine götürmedi. Bu nasıl ulusalcılık? Demekki ulusalcılıkla milliyetçilik birbirinden çok çok farklı iki kavram. Parti olarak yabancı sermeyenin yatırım yapmasına kesinlikle karşı değiliz. Ama butün bunlarda Türk milletinin menfaatlerinin korunup, ekonominin kontrolünün bizim elimizden yabancıların eline geçmesine izin vermememiz lazım. Bunu yapmazsanız işsizlik çığ gibi büyümekte, fabrikalar kapanmakta, çiftçi tarlasını ekememekte, vatandaş kredi kartı borcunu, aldığı tüketici kredisini ödeyememekte, esnaf siftah yapamamakta, semt pazarlarında esnaf çok azalmış müşterilerine biraz daha fazla alışveriş yapması için yalvarır duruma gelmiş bulunmaktadır.


-“Türkiye elden gidiyor” açıklamanız basında geniş yer bulmuştu. Bu fikriniz hala aynı mı?


Türk bankalarının yabancılara satılmasının ardında Türk topraklarını ele geçirme politikasının yattığına inanıyorum.Yabancı sermaye parayı bastırdı 2 bankanın tamamını aldı. O bankalar şimdi Trakya’da gayrimenkul kefaletiyle köylülere akıl almaz şekilde kredi veriyor. Bu köylü bu ürün fiyatlarıyla borcunu ödemediği zaman yabancı banka oradaki bütün tarlalarının sahibi olacak. Biz bunların hepsini biliyoruz. Kefil kabul etmeyen bir bankacılık anlayışıyla çalışan bu bankalar sadece gayrimenkul kefaleti kabul ederek amaçlarını açık bir şekilde ortaya koyuyorlar. Türkiye elimizden gidiyor. Biz hiç bir şeçime Türkiye’nin gerçek gündemini tartışarak gidemedik. Antalya’da merkez ve merkez ilçeler belediye başkanları seçim arifesinde bakın biz ne tartışıyoruz. Ergenekon tartışıyoruz,bilmem kaçıncı dalgasının bilmem kaçıncı ayağını konuşuyoruz. Davos’u konuşuyoruz. Sayın Başbakan esip gürlüyor, ana muhalefette buna karşılık veriyor, bir gürültü patırtı Antalyalıların gerçek gündemi kaybolup gitti. Bu raylı sistem ne olacak? Bu parayı sokağa mı attık? Büyükşehir Belediyesi’nin mali tablosunu biliyor musunuz? Bunlar hiç gündem de olan konuşmalar değil… Biz hala Davos’dayız. Mazlum milletlerin sözcüsü olan Başbakan diyorlar, hangi mazlum milletlerin sözcüsü? Musul ve Kerkük’de Türkmenlerin ellerinden arazileri, evleri alınıp tapu daireleri yakıldığı zaman, Telefar’da Amerikan uçakları terörist var diye Türkmenleri bombaladığı zaman, Türk ordusunun başına çuval geçirildiği zaman bu mazlum milletleri savunan Başbakanımız neredeydi? Neyi savunuyor? 17 Ekim’de meclisten teskereyi geçirdik. Irak’a müdahale için, 5 Kasım’da Başkan Bush’un önünde ondan izin alıncaya kadar Türk askerini Irak sınırından içeriye sokamadı. Kahraman Başbakanımız ‘çekin ordunuzu’ dendiğinde o gece askeri geri döndürdü. Bu Sayın Başbakan kahraman olamaz. Amerikan projesi halinde teşkilatlanmış ve Türkiye’nin siyasi hayatına sokulmuş bir AKP’nin Başbakan’ından kahraman olmaz. AKP Türk siyasi hayatında dış destekli bir projedir.


- Antalyalı seçmene son bir mesajınız var mı?


Ben halkın sağ duyusuna güveniyorum. Bizi anlamak istemiyorlar ama biz ne faşist ne de ırkçı değiliz, olamayız. Bu bizim kendimizle çelişmemizi sağlar. Türkiye’nin bir karış toprağını bile vermeyecek olan bizler nasıl olurda ırkçı oluruz. Milliyetçiliğin temelinde milletin menfaatine olmayan bir şeyi yapmamak yatıyor. Biz bölünmeden yana olamayız. Bölünmeyi kışkırtacak alevlendirecek bir yerde olamayız. Biz fedakarlık yaparız bir bölgeye gitmeyiz, Türkiye’nin menfaati içinse orada seçim kaybetmeyi de göze alıyoruz. Sayın Başbakan bunu anlayamıyor. Bu ülkede Milliyetçi Hareket Partisi son sözünü söylemeden Türkiye’yi ne bölebilirler ne de istedikleri şekle sokabilirler. Son sözü biz söyleyeceğiz.



Tunca Toskay Kimdir?



8 Ocak 1939'da İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. Aynı fakültede doktorasını tamamladı. Hür Berlin Üniversitesi'nde araştırma yaptı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak ders verdi. 1969'da doçent, 1979'da profesör oldu. Uluslararası Turizm Uzmanlar Birliği'ne üye olarak kabul edildi. İstanbul Yıldız Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi ve Eskişehir İktisadi İlimler Akademisi'nde ders verdi. Radyo Televizyon Yüksek Kurulu'na seçildi. TRT Genel Müdürlüğü, Asya Pasifik Yayın Birliği Başkan Yardımcılığı, Başbakan Başmüşavirliği ve Başbakanlık Özel Çevre Koruma Bölgeleri Koruma Kurumu Başkanlığı görevlerinde bulundu. Türkiye ekonomisi, turizm ve çeşitli konularda kitap, makale, araştırma ve tebliğleri bulunmaktadır. 19. Dönem İstanbul, 21. Dönem Antalya Milletvekili. 57. Hükümet'te Devlet Bakanlığı yaptı. Almanca ve İngilizce bilen Toskay, evli ve 1 çocuk babasıdır.