Kemer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kemer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

04 Haziran 2011

TAHSİN CEYLAN


Deniz tutkunları, ömür boyu yaşar mavinin sakinliğini… Mavi tutkusu da denizdeki devinimi görselleştiren bir tablodur onlar için…
Sualtı fotoğrafçılığı denince Türkiye’de ilk akla gelen isimlerden biri olan Tahsin Ceylan da mavi tutkunu bir deniz sevdalısı…
Onun sevdası bizimkiler gibi değil, bizim sevdamız da onun ki kadar coşkulu olamaz hiçbir zaman…
Denizlerin derinliklerinde, 200 metreden itibaren ışık yoktur ve karanlık başlar. Bununla birlikte derinliği Everest'in yüksekliğinden bile fazla olabilen okyanusların diplerine varıldığında rengarenk bir dünya ile karşılaşılır. Mavi tutkusu öyle bir sevdadır ki denizden uzakta olduğunda göğe bakıp denizi gören kişi Tahsin Ceylan…
Mavi bir ıssızlığın ortasında korkmak yerine yücelen sevgisiyle kucaklıyor denizi, maviyi, özgürlüğü…
“Poyraz” ismini verdiği kamerasıyla, suyun metrelerce altındaki ihtişamlı yaşama “merhaba” diyor sevgiyle…

“Fotoğrafçılığın sadece ekipmandan ibaret olmadığına inanırım. İyi bir ekipman birçok şeydir ama, her şey demek değildir. Çekeceğiniz fotoğrafın, yüreğinizde oluşturduğunuz görüntünün objektife yansıması olması gerektiğine inanıyorum. Kameranın arkasında duran yürek, her zaman finali belirler. Ve bu, benim hayatımda hep böyle olmuştur. Ruhum her zaman mavi sularda yıkanır" diyen Tahsin Ceylan’ı anlatmak için inanın bu satırlar yeterli değil…
Yüreğindeki tüm güzellikleri gözlerine yansıyan bir duayen, yaşama sevincini, direncini, umutlarını çevresine de yaymaya çalışan, ışığıyla bizleri de aydınlatan “Kaptan Cousteaumuz” Tahsin Ceylan…

Uzun aylardır bu söyleşi için Tahsin Hoca’mın yolunu gözlüyordum. Geçtiğimiz hafta dalış için Kemer’e geldiğini öğrendiğimde düştüm yollara… Rotamız Kemer Yat Limanı, sohbetimize ev sahipliği yapan da “North Star” teknesi…


-İsmi de fotoğraflarınız kadar anlamlı olan son serginizin adı niçin “Denizin Ruhu”?
Türkiye ve Dünya denizlerinden çektiğim görüntülerden oluşan sualtı fotoğraf sergim Ankara Esenboğa Havalimanında açıldı. TAV’ın sponsorluğunda hazırladığım sergi toplam 72 eserden oluşuyor ve büyük bölümünü Türkiye denizlerinin sualtı fauna, flora ve kültürel varlıkları teşkil ediyor. Ankara başta olmak üzere, İstanbul, Antalya- Gazipaşa, İzmir ve TAV’ın işletmesini yaptığı yurtdışı havalimanlarında da 45 günlük periyotlarda sergilenecek. Doğanın fırçası, en güzel ebrularını deniz suyunda boyar. Kıyı yakınında turkuvazken, akarsuların denize karıştığı yerlerde sararır, bulanır. Kış güneşiyle aydınlanan kutuplarda, cam yeşiliyle buz mavisi arasında gider gelir. Derinlere indikçe maviden laciverte değişir. Sonsuzmuş gibi görünen okyanus çukurlarında, sadece siyahtır. Okyanusların mavisiyle kuşatılmıştır kıtalardaki renkler. Tıpkı bir prizma gibi, okyanuslar da güneş ışığını çözümler ve renklerine ayırır. Kırmızının sıcaklığı ilk bir kaç metre derinlikte yok olurken, yüksek enerjili mavi derinlerdeki yolculuğuna devam eder. Dünyaya uzaydan bakanlar için burası, mavi bir gezegendir. Mavi yerkürenin hakim rengidir. Oysa, doğanın tüm bu yaratıcı çabası bir bardak suda kaybolur. Su şeffaflaşırken, sanki ruhunu kaybeder. Mavi, denizin ruhudur... Bu yüzden de sergimin adı “Denizin Ruhu”
-Sanatsal değeri olan fotoğraflar çekmek mi yoksa nesli tükenmekte olan canlıların fotoğraflarını çekmek mi size daha çok keyif veriyor?
Nesli tükenmekte olan bir canlının fotoğrafını çekmek benim için çok daha anlamlı ve keyifli diyebilirim. Sualtı fotoğrafçılığı hayatımda, beni en çok heyecanlandıran görüntülerin başında, Kaş'ta görüntülediğim ve "Princess" adını verdiğim denizatı gelir. Böylesine büyüleyici bir fotoğrafı, bir kez daha çekebileceğime asla ihtimal vermiyorum. Bir kez yaşa, bin kez hatırla dedikleri bence bu. Denizatları Akdeniz bölgesinde nesli tehlike altında olan canlılardan biri. 2002 yılında Kaş’da çektiğim bu denizatının erkek mi dişi mi olduğunu bilmediğim halde, ben fotoğrafa bakarak ismini prenses koymuştum. Yıllar sonra çektiğim o fotoğraftaki canlının gerçekten de dişi bir denizatı olduğunu öğrendim. “Princess” isimli o fotoğraf ulusal ve uluslar arası yarışmalarda bir çok ödül aldı. Ama en önemlisi 2005 yılında Amerika’da yapılan dünya denizatları yarışmasında büyük ödülü alarak 2432 fotoğraf arasından“dünyanın en iyi 10 denizatı fotoğrafı” ndan biri seçildi. Akdeniz fokları da yine nesli tükenmekte olan ve WWF tarafından koruma altına alınan canlılardan biri. 1997 yılında çektiğim Akdeniz Foku fotoğrafımı daha sonradan WWF afiş olarak kullandı. Bu çalışmalar benim için kelimelerle anlatamayacağım kadar anlamlı ve duygu yüklü…
- Akdeniz’deki balık popülasyonunda hızlı bir azalmadan bahsediliyor, sizin gözlemleriniz neler?
Çok doğru. Akdeniz’deki balık popülasyonu hızla azalıyor. Doğal evrim dediğimiz düzende, azalan ve yok olan balık popülasyonunun yerini “egzotik göç” dediğimiz Kızıldeniz kökenli canlılar almaya başladı. Akdeniz kökenli canlılar önlem almadığımız sürece günbegün yerini bu canlılara bırakarak yok oluyor. Özellikle deniz kirliliği de deniz canlılarının türlerinin azalmasında önemli bir faktör… Kirlilikten kastımız suyun üzerinde görülen ya da görülmediği için temiz olduğu düşünülen evsel atıklar değil. Asıl tehlikeli olan ve önlem gerektiren kirliliğe “okyanusların asitlenmesi” diyoruz. Birleşmiş Milletlerin 2011 yılı raporunda bu çok belirgindir ve Akdeniz bu konuda ön sıralardadır. Asit oranı arttıkça kabuklu canlılar (istakoz,yengeç gibi) bu asitlenmeden ilk etkilenen canlılardır. Onların kabukları bu asitlenmeye dayanıklı olmadığı içinde özellikle erişkin olamadan ölüm oranlarının arttığı tespit edilmiş.
Tahsin Ceylan: “ Kemer’in bütün kanalizasyonu Paris Batığı’na akıyor”

Deniz kirliliği dediğinizde paylaşmak istediğim bir başka olay da Kemer’de, dün akşam yaşadıklarımız. Kemer Yat Limanının 1,5 mil açığında bulunan Paris batığı aynı zamanda Türkiye’deki “En İyi 10 Dalış Noktası”ndan biri olarak seçildi. Birinci Dünya Savaşı sırasında batan geminin nakliye amaçlı kullanıldığı düşünülüyor. 1896 yılında inşa edildiği tahmin edilen gemi, üç güverte ve iki ambara sahip. Kıç taraftaki ambarda cephane bulunmakta. Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul ve arkadaşları tarafından kıyıdan top atışıyla batırılan Paris savaş gemisi, suyun altında biblo gibi duran çok ender batıklardan birisidir. Yıllarca biz bu batığın görüntülerini çektik. Slayt çektiğim yıllarda üzerinde top vardı. Başka cephaneler vardı. Yıllar içinde bunlar çalındı. İşin daha da garibi geçtiğimiz yıllarda Kemer Belediyesi ilçenin arıtma ihalesini açıyor. Aslında 800 metre ileriden gidilmesi gerekirken kanalizasyon boruları, Paris batığının tam yanından geçiriliyor. Bu borunun yaklaşık bir yıl önce tam batığın yanındaki bölümü patlıyor. Belediyeye söylediğimizde, bize “ihaleyi alan müteahhit kötü malzeme kullanmış o yüzden olmuştur” dediler. Uzun aylardan sonra dün akşam yine Paris batığına bir dalış gerçekleştirdik ve ne yazık ki yaklaşık bir yıldır bütün bu ilçenin kanalizasyonunun Paris Batığının üzerine gelmiş olduğunu fark ettik. Biz dün akşam kokudan o kadar rahatsız olduk ki beş dakikadan fazla kalamadık ve yüzeye çıktık. Turizme bu kadar önem veren bir ilçe olan Kemer’deki yetkililerin bu olaya olan duyarsızlığını kınıyorum.

Ceylan: “Lüfer balığı, henüz lüfer olamadan tükeniyor, bitiyor”

-Sizce “Sürdürülebilir Yaşam” kavramı konusunda ne kadar bilinçliyiz?
İnsanoğlunun doymak bilmez bir iştahı var. Vahşi kapitalizm dediğimiz sistemi, bizler denizlerde yaşayan canlılara baktığımızda çok daha net hissedebiliyoruz. İnsanoğlu denizleri Tanrıların kendilerine bahşettiği tarlalar olarak görüyorlar. Mesela bazı balıkçılar bir foktan önce denizdeki balığın kendi hakkı olduğunu düşünüyor ve balıkçı diyor ki “fok benim balığımı yedi” Bu cümle aslında tüm yaşananların özeti gibi. “Sürdürülebilir Yaşam” kavramını Türk insanı henüz tanımıyor. İnsanlar tüketebilecekleri doğal besin kaynaklarını mutlaka nüfuslarıyla doğru orantılı bir şekilde planlamak zorundalar. Bu planlamalar içinde öncelikle ciddi AR-GE çalışmaları yapılmasını sağlamalılar. Türkiye’de nesli tehlike altında olan tür sayısı sürekli artıyor. Bunun nedenlerinin başında da koruma önlemleri almadan sadece tüketime yönelik alışkanlığımızdan vazgeçememiş olmamız yatıyor.
-Peki, bizler bu bıyıklı ve şirin Akdenizliyi "Akdeniz Foku'nu" ne kadar tanıyoruz ve yaşam hakkına ne kadar saygılıyız?
Akdeniz foku, yeryüzünde yaşamakta olan en nadir canlı türleri arasında. Yaşam alanında korunmasıyla ilgili olarak Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) öncülüğünde, dünya ülkelerinin birçoğunda özel koruyucu kanunlar çıkartıldı ve nesli ileri derecede tehlike altında… Akdeniz Foku’nun bugün bilinen yaşam alanları Türkiye ve Yunanistan kıyıları, Maderia Adaları, Moritanya ve Batı Sahra kıyılarıdır. En yoğun gözlendiği alan ise Türkiye ve Yunanistan kıyıları olup, bu alanlarda 300-400 bireyin yaşadığı tahmin ediliyor. Ülkemizde de sadece 50 civarında bireyin yaşadığı ifade ediliyor. Yeryüzündeki tüm popülasyonun da, 500-550 civarında olduğu sanılmakta...
Akdeniz Foku bir deniz memelisidir. Besinini denizden temin eder ve denizde çiftleşir; ancak doğurmak, dinlenmek, uyumak, yavrularını büyütmek ve güneşlenmek için karaya gereksinim duyar. Bu nedenle kıyısal alanda yayılım gösterirler. Nesillerinin tehdit altında olmalarının en önemli nedeni de, kıyı şeritlerinin insanoğlunun istilasına sürekli maruz kalmasıdır. Artan insan baskısı sonucu günümüzde foklar daha çok, insanların ulaşamadıkları mağaraları yaşam alanı olarak seçmekteler. Ancak Akdeniz Foku’nun kullanabileceği ve içerisinde yavrulayabileceği mağara sayısının sınırlı olması, bu türün üremesini de sınırladı. Ekolojik olarak hızla fakirleştiğimizi de düşünürsek denizlerde azalan besin, fokların da kolay besin teminini zorlaştırmakta... Yeterli besin bulamaması da, yine bir diğer tehdit unsuru foklar için. Ve hepimiz için mutlak bir gerçek var ki, o da “Akdeniz Foku’nu korumak, Akdeniz’i korumaktır”
-“Caretta Caretta” dediğimiz deniz kaplumbağaları da sanırım foklarla benzer bir kaderi paylaşıyor değil mi?
Gerekli koruma önlemlerinin çoğu bizim birinci bölge dediğimiz, önem taşıyan bölgelerde uygulanmıyor. Bu bölgelerde deniz kaplumbağalarını ve onların yumurtalarını bıraktıkları sahilleri korumak amacıyla daha birçok önlem alınabilir. Yasal olmayan kum çıkarma işlemi yumurtlama alanı olan kumsallarda durdurulmalı. Küçük ve yetişkin kaplumbağalar üzerindeki suni ışık kaynaklarının düzen bozucu etkileri üzerine daha fazla araştırma yapılmalı. Kumsalları kullanan yerli halk ve turistler için eğitim programları düzenlenmeli ve kumsal kullanımı için daha sert kurallar uygulanmalı. Ek olarak zararın fazla olduğu bölgelerde yuva koruma prosedürleri uygulanmalı. Balık avlanmasının neden olduğu deniz kaplumbağası ölümleri araştırılmalı ve gerekli önlemler alınmalı. Asıl odak noktası önem sırasına göre ilk sıradaki yuva alanlarına yönelmeli ancak diğer alanlar da koruma altına alınmalı. “Chelonia Mydas” daha kritik bir durumda olduğundan, bu türe özel koruma önlemleri alınmalı…
-Ülkemizdeki deniz canlılarıyla ilgili son veriler düşünüldüğünde ne durumdayız?
Ülkemizi çevreleyen denizlerde 5.000 civarında omurgasız, 450 civarında balık ve 400 civarında alg’in yaşadığı ifade edilmekte. Son yıllarda deniz balıkları faunasına yapılan ilavelerle birlikte 450’e yakın balık türünün Türkiye kıyılarında dağılım gösterdiği ve bu türlerin yaklaşık %61’i Atlantik-Akdeniz, %18’i Akdeniz endemik, %14’i Kozmopolit ve %7’si Kızıldeniz kökenli olarak belirlenmiş. Karadeniz balık faunasının da %75’i Akdeniz kökenlidir. Bu balıkların bir kısmı devamlı Karadeniz’de kalmakta, bir kısmı ise beslenme ve üreme amacıyla Akdeniz ile Karadeniz arasında göç etmektedir. Göç eden türlere örnek olarak Kılıç Balığı, Lüfer, Uskumru ve Palamut verilebilir. Son 50 yıldır Karadeniz’de meydana gelen ciddi ekolojik değişimler, pollusyon baskısı ve aşırı avcılık nedeniyle, pek çok balık türünün stokları belirgin şekilde azalmış durumda. 1950’li yıllarda sıklıkla rastlanan kılıçbalıkları, artık Karadeniz ekosisteminin en kırılgan balıkları arasında yer alıyor. Balıkların yanı sıra, sıcaklık ve tuzluluğun en uygun koşullarda bulunması nedeni ile midye ve salyangozlar gibi yumuşakçalara da sadece Karadeniz’de yoğun olarak rastlanıyor.
-Çevre projelerinde etkin rolü olan Mavi Tutku ekibindesiniz aynı zamanda. Geçtiğimiz dönemde ne gibi projeler gerçekleşti?
Geçtiğimiz yıl önemli projeleri hayata geçirdik. Öncelikle “Halikarnas Balıkçısı” Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın “denizin en deniz olduğu yer” diye tanımladığı Gökova, yoğun çabalarımız sonucunda özel çevre koruma bölgesi ilan edildi. Azmak çayının hayat verdiği sularda yürütülen " Türkiye'nin deniz ve kıyı koruma alanları sisteminin güçlendirilmesi" çalışması ülkemizde ilk defa yapılıyor. Bu sürecin başından beri içindeydik. EKAD (Ekolojik Araştırmalar Derneği) ve Mavi Tutku ekibi olarak görüntüleme çalışmalarda bulunduk.Özellikle nesli tehlike altında olan Lahos,Orfoz ve diğer türlerin koruma altına alınması amacıyla balıkçılığa kapatılan deniz koruma alanlarında pelajik alanlar ve bentik alandaki makro canlıların fauna ve florasının tespitine yönelik yapılan çalışmalar kapsamında görüntüleme çalışmaları da yaptık. Bunun yanında Aralık 2010 ayında biri Mersin Bozyazı’da diğeri Kaş’ta bulunan ve yaşamsal tehlike sınırında olan iki yavru Akdeniz Foku SAD ve AFAG ekipleri tarafından yaklaşık 4 ay Foça’daki Akdeniz Foku rehabilitasyon merkezinde tedavi edilmelerinin devamında 2 Nisan günü Mersin Bozyazı’da doğaya bırakıldılar. Şimdi de özgürlüklerine kavuşacakları günü bekleyen iki yunusumuz var. Uzun süre Kaş’daki yunus havuzunda esaret altında tutulan ve daha sonra Fethiye’deki havuza nakledilen ve SAD-DEMAG(Sualtı Araştırmaları Derneği-Deniz Memelileri Araştırma Grubu) ve Born Free Foundation (BFF) ortak çalışmalarıyla 6 yıllık esaretlerine son verilecek olan iki Afalina yunusu Tom ve Misha… “Maviye Dönüş” projesi kapsamında Gökova’da (SAD Deniz Canlıları Rehabilitasyon Merkezi) uzman ekiplerce doğaya uyum rehabilitasyonları yapılıyor. Altı ay ile bir yıl arasında sürecek olan rehabilitasyon sürecinde yunusların doğal ortamda yaşamaya ve kendi çabalarıyla avlanma yetilerine kavuşabilmeleri durumunda geri kalan yaşamlarını mavi derinliklerde özgürce yaşamaları sağlanmaya çalışılıyor.
-Hayatınızı adadığınız “deniz ve mavi” kelimeleri size ne hissettiriyor?
Deniz ve mavi benim için paylaşmaktır.Tıpkı yaşamak gibidir paylaşmak. Bununla ilgili şöyle bir ifade içime işlemiş. Özellikle nesli tükenen canlıları en azından fotoğraflarla gelecek kuşaklara taşıyalım diye, kendimce bir nedenim var. Bu sulak gezegene bir vefa borcumuz var ve ben de bunu tanıyarak, tanıtarak gelecek kuşaklara aktarmaya çalışıyorum. Sevgini paylaş, kendini paylaş, bilgini paylaş diyoruz. Bu konuda şükranla andığımız Jacques-Yves Cousteau’nun yaşamıma etki eden bir ifadesi var. Bu söylemini bir kez daha hatırlayalım istiyorum. “Zevk satın alabileceğiniz bir şeydir. Ama neşeyi satın alamazsınız... Eğer kendiniz için bir şey alırsanız bundan keyif duyarsınız, size zevk verir. Ancak neşelendirmeyebilir. Bu bencilce bir tatmindir. Neşe paylaşmaktan gelir. Yaşamaktan neşe ve mutluluk çıkarmak için birkaç yol vardır. Birincisi elinizde olanı paylaşmaktır, ki bu sevginin göstergesidir. Bir diğer yol sevginin kendisidir. Bu sadece elindekini değil, kendini paylaşmaktır. Başka biri de evren ile ilgili bilginizi çoğaltmaktan geçer. Bilgi insanı büyütür ona yeni bakış açıları kazandırır ve ona sahip olan kişilere neşe ve mutluluk kaynağı olur. Başkalarını düşünmek için kendinizi unuttuğunuz her an neşeli ve huzurlu bir hayat tarzına ulaşırsınız...”


Tahsin Ceylan Kimdir?

Sualtı Sporlarına 1986 yılında Cankurtarma ve İlkyardım Eğitimleri ile başlayan Tahsin Ceylan, 1959 yılında Diyarbakır'ın Dicle ilçesinde doğdu. 1994 yılında Sualtı Fotoğrafçılığına, 1997 yılında ise sualtı video çekimlerine başlayan Tahsin Ceylan, şimdiye kadar Kızıldeniz, Atlantik Okyanusu, Pasifik Okyanusu ve Türkiye Karasularında, görüntüleme amaçlı sayısız dalış yapmıştır. Çalışmalarının ağırlık bölümünü Türkiye denizlerindeki sualtı yaşamını görüntülemek oluşturmaktadır. Tahsin Ceylan'ın 1995 yılında katılmaya başladığı ulusal ve uluslararası sualtı fotoğraf yarışmalarında çeşitli dallarda toplam 74, 1999 yılında katılmaya başladığı sualtı video çekimi yarışmalarında ise, toplam 18 ödülü bulunmaktadır. Bugüne kadar. "Mavi Derinliklerin Gizemi" adıyla dört, "Sualtından Türkiye" adıyla üç ve "Denizin Ruhu" adlı kişisel sualtı fotoğraf sergileri açmıştır.

16 Kasım 2009

MUSTAFA GÜL



İkinci kez Kemer Belediye Başkanı seçildikten sonra ilçenin çehresini değiştirme iddiasında olan Mustafa Gül, projelerini, özel hayatını ve çocukluğunun nasıl geçtiğini içtenlikle anlattı.

Kemer Belediye Başkanı Mustafa Gül, 1999 yılında bıraktığı koltuğuna 10 yıl sonra geri döndüğünde, talihsizliklerde peşinden geldi. Üst üste gazetelere yansıyan haberler Kemer ilçesinin tanıtımında büyük rol oynasa da özellikle özel hayatıyla ilgili yazılanlar kafaları karıştırdı.
“Aşk Yağmuru” heykelinin yerinin değiştirilmesiyle başlayan haberler Başkan Gül’ün özel hayatını da gündeme taşıdı.
6 ay önce seçilmiş olmasına rağmen hem belediyenin işleri hem de kendisiyle ilgili haberlerden dolayı hayli yorulmuş görünen Başkan Gül, tüm sorularımızı samimiyetle yanıtladı. Özel hayatıyla ilgili sorularımıza verdiği yanıtlar ortaya bambaşka bir tablo çıkardı.
Çocukluğundan itibaren girişken ve hoş sohbet biri olduğunu anlatırken eski anılarını da hatırlayan Başkan, çocukluk günlerini özlemle anarken bizlerle de unutulmayan günlerini paylaştı.
Turizmden projelerine, Kemer’de yaşanan sorunlardan aile hayatına kadar birçok konuya değinen Başkan Gül, son günlerde kendisini hedef alan eleştirilere de sert yanıt verdi.
“Seçimi partiler değil, projeler kazandı. Biz de bu projelerimizin arkasındayız. Yoksa kimin Belediye Başkanı olduğu o kadar da önemli değil. Önemli olan hizmet etmektir. Koltuklar geçer gider, geriye dostluklar kalır” diyen Mustafa Gül için öncelikli olan hizmet ve memnuniyet…
Sıcakkanlı ve samimi üslubuyla bizlere kapılarını açan Kemer Belediye Başkanı Mustafa Gül’le tadına doyamayacağınız bir sohbetimiz oldu.

- 2009 yaz sezonunu nasıl geçirdiniz?
Geçen sene turizm sezonu zaten sıkıntılı geçti. Bu sene de ekonomik krizden dolayı daha kötü geçeceğini biliyorduk. Bu yıldan çok da umutlu değildik. Seçim öncesinde belediye, hiçbir fuara ve tanıtıma katılmadı. Sezon başında bir de talihsizlik oldu. 3 Alman genç Kemer’de vefat etti. Bu olay Avrupalı turist sayısını çok düşürdü, kötü bir imaj oldu Kemer için. Sadece Rus turistlere kaldığımız bir sezondu. Ama tüm bunlara rağmen doluluk oranları iyiydi. Özellikle yerli turist sayısında önemli ölçüde artış oldu. Eğer bu heykel kaldırmayı ve festivali yapmasaydık, yerli turistler de gelmeyeceklerdi. Seçimlerin ardından ulusal basın da Kemer’e tekrar gelmeye başladı. Seneye yerli ve Avrupalı turistlerde daha fazla bir artış olacağına inanıyorum. Bunun için ne gerekiyorsa yapacağız. Elimizden geldiği kadar esnafımıza da yardımcı olacağız.
- Bu yıl seçim sonrasında “borçsuz belediye” hiç görmedik. Siz de durum nasıl?
Maalesef biz de belediyeyi aldığımızda, belediyenin içi tamamen boştu. Belediye Başkanının aylık gideri 180 bin TL olarak harcanmış. Belediyeyi 11 milyon TL borçla aldık. Çalışan personel bile çalışma isteğini yitirmişti. Belediyenin bütün arsaları satılmış. Kira geliri getiren yerler yıkılmış. Meydandaki saat kulesinin bile hala 2 bin lira borcu vardı. Bizde yatırım yok ama borç var. Bu saatten sonra ağlamanın gereği yok. İlk aldığımız tedbirlerle ayda 450 bin TL tasarruf yaptık ve şu ana kadar 4 milyon TL borç ödedik. Başkanlık giderini 180 bin TL den 20 bin TL ye indirdik. Sadece başkanın değişmesi 160 bin TL aylık tasarruf sağladı.
Seçimden sonra önemli bir gerçek daha ortaya çıktı. Kemer’de yaşayan insanların yüzde 95’i Kemer Belediye Başkanı’nın makamını bilmiyormuş. Bu insanlar makama giremiyordu. Şimdi ise her şey değişti. Kemer Belediyesi’ne girdiğiniz zaman, benim odam da dahil bütün kapılar açıktır.
- “Aşk Yağmuru” heykeli de sizin için küçük bir fırtına yarattı. Nedir bu işin aslı?
Netice de ben sanata da sanatçıya da saygılıyımdır. Ben 1994 yılında Kemer’de kilise yaptıracağım dediğim zaman Türkiye ayağa kalkmıştı. O zamanlar babamı bile arıyorlardı. ‘Oğlunuza sahip çıkın, başını derde sokacak’ diyorlardı. 4 yıl bu kilise için izin almakla uğraştık. İzinler hazır olduğunda da seçim oldu ve yeni gelen başkan bu projeyi bitirmedi.
Bu fikri ortaya atan birinin heykele karşı olması mümkün değildir. Aslında heykel konusunda aldığımız olumlu tepkiler daha fazlaydı. Göreve geldiğimizde ilk işimiz heykeli Çınarlı kavşağından kaldırmak oldu. Heykelin olduğu cadde Atatürk Bulvarı ve bizce uygun değildi. Atatürk Bulvarı’nda konuyla alakalı bir heykel daha şık olur diye düşündük ve bu heykel olayı medyatik bir hal aldı. Aslında fena da olmadı. Biz de bunu kullanarak Kemer’in reklamını yaptık. Ayrıca benim MHP’li oluşumun da etkisi oldu. Bunlar bir araya gelince Kemer’in çok iyi reklamını yaptığımızı düşünüyorum. Bu nedenle yapılan tüm eleştiriler için teşekkür ediyorum. Bugün bütün otellerde yüzde 60’a varan yerli turist doluluğu yaşanıyorsa, heykelin bize çok faydası olduğunu söyleyebiliriz. O dönemde haber değeri olması için “müstehcen” gibi kelimeler basının daha çok ilgisini çekti ve bizim heykel medyatik oldu.
İnsanlar merak ettiler ve geldiler. Bunun yanı sıra Kemer’de yaşayıp da bu heykelin kaldırılmasını istemeyen kimseye rastlamadım. Kemer’in göbeğinde böyle bir heykelin işi yok. Bu yüzden heykeli plaja yakın bir noktaya aldık. Çünkü orada insanlar zaten plaja giriyor, üstsüz de güneşlenebiliyorlar. Ama eski yeri çarşının içiydi ve bu heykel oraya uygun değildi. Kemer’in girişindeki tarihi kemeri ben yaptırmıştım. Üzerinde de Yunan tanrıçaları vardır. Gerici bir insan olsam onu da yaptırmazdım.
- Önümüzdeki dönemde Kemer’de neler değişecek? Ne gibi projeler var?
Kemer için çok çeşitli projelerimiz var. Kemer’in gidiş geliş yolunu ayırıyoruz. Otellerin üstünden, yeni açılan yerden geliş yolu, şu an otellerin arasından giden yolu da gidiş yolu olacak. 15 metre genişliğinde yaya yolları, bisiklet yolları yapıyoruz. Aslanbucak ve Kuzdere’de halkımızın gidebileceği, zaman geçirebileceği mekânlar oluşturacağız. Kemer’e portakal, nar ve çınar ağaçları dikeceğiz. Kemer’in parke taşlarını da komple değiştireceğiz. Futbol sahası, tenis sahaları gibi projelerimiz var. Ben de tenis oynuyorum ve tenis şampiyonalarını Kemer’e çekmek için 12 tane tenis kortu yapacağız. Turizmi 12 aya yaymak için ne gerekiyorsa yapacağız. Hala benim yaptırdığım yollar ve kaldırımlar duruyor. Kemer’in çehresini tamamen değiştireceğiz. Benim dönemimde yol yapımı öncesinde tüm resmi kurumlara yazı gönderdim. “Şu tarihte şu yolu yapıyorum. Altyapınızı ya bitirin ya da ben asfalt dökdükten sonra tekrar kazarsanız parasını biriminizden tahsil ederim” demiştim. Belediye binasının önü makam aracı dolmuştu. Bunun tarihte örneği yoktur. Biz genelde yol bitince gider kazar, alttan kablo geçiririz.
- Paşa lakabınız nerden geliyor?
Dedem çok koyu İsmet İnönü hayranıydı. Eğitimli biriydi. İnönü Cumhurbaşkanlığından sonra siyasete dönünce dedem çok kızmış. “Cumhurbaşkanlığından sonra siyasete girilmez” derdi. O dönem İnönü’ye o kadar kızmış ki “İnönü’den siyasete oldu maşa, benim oğlum oldu paşa” demiş. O günden sonra adım “Paşa” kaldı. Ama dedemin hayranlığını anlatamam. O yıllarda sadece radyo var tabiî ki. Radyoda İnönü’nün konuşmalarını dinler. Eğer kızmışsa resmini ters çevirirdi. Eğer çok kızmışsa sandığa kaldırırdı. Bir başka konuşmasını beğendiğinde hemen resmi sandıktan çıkarır yerine koyardı. O yıllarda İsmet İnönü sanki bizim evin bir başka üyesiydi. Beni herkes Paşa diye tanırdı. Başkanlık seçimlerinde bana gelip, “Biz sana oy vereceğiz ama senin resminin altında “Paşa” yazmıyor, Mustafa Gül yazıyor” diyenler oldu. O yüzden afişlere parantez içinde “Paşa” diye yazmıştık.

ÖZEL HAYATIM 18 YILLIK KONU
- Bir başka gündem maddesi de sizin özel hayatınızdı. Yazılanları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu işin aslı 18 yıl öncesine dayanıyor. Biz Neşe Hanım’la 1991 yılında tanıştık. Ben o zamanlar otelcilik yapıyordum. 1995 yılında Kemer’e yerleşti ve aynı evi paylaşmaya başladık. 1998 yılında eşimle olan evimi ayırdım. İsteyerek ve bilerek Neşe Hanım’la bir oğlumuz oldu. Ben belediye başkanıyken Neşe hanım benim yanımdaydı. Bütün her yere beraber katılırdık. Onun da soyadını değiştirdik. Gül yaptım. Oğluma babamın ismini verdim. 2004 seçimlerinde biz sokak sokak Neşe Hanım’la beraber oy istedik. Bunlar gizli şeyler değildir. Resmi olarak boşanma davam uzun yıllardır devam ediyor şu an Yargıtay’da. Kızlarımla da aram çok iyidir. Oğlumla onların da arası son derece iyidir.
- Peki açık açık sormak gerekirse, aynı anda iki eşiniz mi var?
İlk eşimle 11 yıl önce evlerimizi ayırdık. Neşe Hanım’la beraber yaşıyorum. Bu olayın tekrar yeniymiş gibi yazılması bir gazetecinin önceki başkanla dostluğundan yola çıkarak, sözde benim siyasi hayatımı bitirmeye yönelik yapılan bir saldırıdan başka bir şey değildir. 1999 yılından itibaren 6 ayda bir bu konu yazıldı. 2004 seçimlerinde benim oy alamayacağımı düşündüler ama seçimi zor kurtardılar. Benim hikayemi annem de babam da kızlarım da bütün Kemer halkı da bilir. Bütün her yere biz Neşe Hanım’la beraber gidiyoruz. Saklı gizli bir şey yok ki. Oğlum 11 yaşına geldi. Ama o gazete hala 3 yaşındaki fotoğrafını kullanıyor. Bu olayı yeniymiş gibi yazıyorlar. Ben başkanlıktan sonra ya da bir sene önce bu ilişkiyi yaşamadım. 18 sene oldu ve bunu bilmeyen kalmadı. Kültürsüz insanlar böyle haberlerle bir şey olacak sanıyorlar. Seçimden önce siz hakkımda yazılanları okusaydınız. O yazılanlar gerçek olsa muhtar azası bile seçilemezdim. Ama Kemerliler en güzel cevabı oylarıyla verdi. Ben aile kavramını bilen biriyim. Beni de bilen bilir. Bu gazetelerin bizden maddi talepleri oldu. Biz karşılamayınca da bu haberler yazıldı. Yorumu size bırakıyorum.
- Bu olaylar 10 yıl önce yazıldığında çocuklarınız küçüktü. Bu haberi şimdi nasıl karşıladılar?
Lise son sınıfa giden kızımla, oğlum çok etkilendiler. Bu haberde en büyük zararı sadece çocuklarım gördü. Kızım ve oğlum okul değiştirmek istedi. Üç gün boyunca ikisi de okullarına gitmek istemedi. Kızımın bu yazıları okuya okuya üzüntüden saçları döküldü. (Uzun bir sessizlik…) Şimdi burada söylüyorum. İnşallah benim çocuklarımın çektiğinden daha fazlasını o haberi yazanın çocukları çeksin. Benim çocuklarıma yazık değil mi? Onları üzmeye ne hakları var? On senedir bıkmadan yazıyorlar. Ben hiç kimseden bir şey saklamadım. Kızıma “Bu haberler on yıl önce de yazıldı. Sen o zaman yedi yaşındaydın” kimsenin bir şey sakladığı yok dediğimde “Baba okulumu değiştirir misin?” diye sordu. Bu yaşımdayım, burada dağlarda büyüdüm ama şimdi tenis oynamaya gidiyorum. Böyle bir güzellik var mı? Ertesi gün başlık atıyorlar. “Çapkın Başkan tenis oynuyor” diye, böyle bir terbiyesizlik olur mu? Ben çapkın bir insansam niye kimseyle görüntülenmedim.

YEMEK YAPMAKTAN VAZGEÇMEM
- Hayatta vazgeçemeyeceğiniz hobileriniz var mı?
Benim hayatta vazgeçemeyeceğim iki şey vardır. Biri araba kullanmak diğeri yemek yapmaktır. Keşke fırsatım olsa da her akşam yemek yapsam. Ama bir yıldır fırsat bulamadım. Yemek yapmayı da severim iyi de yemek yaparım. Benim annemde çok güzel yemek yapardı. Çocukluğumda Kemer’e deniz yoluyla gelenler hava bozardı gidemezlerdi. Otel, lokanta falan olmadığı için bizde kalırlardı. Ben çocukluğumda kardeşlerimle birlikte yüklükte uyuduğumu çok bilirim. Bizim evden misafir hiç eksik olmazdı. Tencere sürekli kaynardı.
- Nasıl bir çocukluğunuz oldu?
Ben Kemer’de İsmail Ağa’nın oğlu olarak doğdum ama çok girişken bir çocuktum. 7 yaşımdayken boyacı sandığım vardı. 8 yaşımda salatalık soyup satıyordum. 10 yaşındayken plajları temizliyordum. Kemer’de ilk ‘rent a car’ı ben açtım. 1978’de Kemer’in ilk barmeni benim, ilk butiği ben açtım. Kemer’de memurların haricinde ilk kravat takan genç bendim. Hep girişken bir çocuktum. Büyüdüğümde de değişmedim. Ben 11-12 yaşlarındayken üniversiteli çocuklar çadır kurmaya gelirlerdi. Kamp yaparlardı burada. Bizim de keçi sürümüz vardı. Dedemden bir tane keçi isterdim. Bir kasa da şarap alır gençlerin yanına giderdim. Bütün gece onları gözlemlerdim. Ne konuşuyorlar, ne yapıyorlar diye… Sonra o gençlerle çok iyi dost olduk tabi. Onların içinden milletvekili, doktor, avukat, bakan çıktı. Onlar da üniversite yıllarında kamplarına keçi getiren çocuğu hiç unutmadılar. Hayatım hep insanları gözlemlemekle geçti. Dostlukların tek anahtarı vardır o da değer vermektir.

Mustafa Gül Kimdir?

1961 yılında Kemer'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kemer'de, lise öğrenimini Antalya’da tamamladı. İş hayatına turizm işletmeciliği ile başladı ve halen devam ediyor. 1994-1999 döneminde CHP'den aday olup Kemer Belediye Başkanlığı görevini yaptı. 1995-1998 arası Güreş Federasyonu As Başkanlığı yaptı. Sivil toplum örgütlerinde kurucu başkanlık ve yöneticilik yaptı. Evli ve 3 çocuk babası. MHP Kemer Belediye Başkanı adayı olarak girdiği seçimi kazanarak tekrar Belediye Başkanı oldu
.

11 Mayıs 2009

ADNAN ŞEKER


Kemer turizminin, eğlence sektöründe en çarpıcı ismi Adnan Şeker… Yaz sezonuna, Miss Kemer Güzellik Yarışması ile giriş yapan ve yaz boyu iki yanında iki sarışın güzelle görmeye alıştığımız Adnan Şeker sayesinde, “Kemer Aura Club” hem Türkiye’de hem de Rusya’da gece hayatının vazgeçilmezleri arasına girdi. Kemer güzelleri yarışmasının hemen ardından sadece Rusya ve Ukrayna’daki yarışmaların birincilerinden oluşan, birbirinden güzel 15 kızı ağırlayan Adnan Şeker, 'Aura Cristal Crown 2008' güzellik yarışmasıyla da hem organizatör hem işletmeci kimliğini birleştirerek bölge tanıtımına ciddi katkılar sağlamakta…
İlk amacı Kemer Aura Club’ı tanıtmak olsa da yaz sezonunu birbirinden güzel yarışmacı kızlarla geçiren Adnan Şeker, Antalya’nın en kıskanılan işletmecisi unvanını da 2002 yılından beri koruyor.
Gece kulübünün reklamını yapmak için girdiği ilk güzellik yarışması organizasyonunun çok ses getirdiğini söyleyen Şeker, bu yarışmaları gelenekselleştirerek tanıtım ve reklamın en ucuz ve keyifli yolunu bulduğunu söyledi.
Yarışmacı kızlarla birebir kendi ilgilenen Şeker aynı zamanda yarışmacı seçimini ve final gecesi koreografisini de kendi yapıyor. Eğlenceli olduğu kadar zor yanlarının da olduğunu belirten Adnan Şeker, 20 tane güzel kızın sorumluluğunu almanın büyük özveri gerektirdiğinin de altını çizdi. Yarışma süresince vaktinin çoğunluğunu yarışmacı kızlarla ve onların menajerleriyle beraber geçiren Şeker, Türkiye’deki yarışma organizatörlerinin arasına ismini yazdırmak üzere…
Kış aylarında eğlenmek için çok az dışarı çıktığını ve genellikle vaktini evde geçirmekten hoşlandığını söyleyen Adnan Şeker, fırsat buldukça eğlenmek için Mısır’a ve Rusya’ya gitmeyi tercih ediyor.
Düzenlediği güzellik yarışmalarıyla bu yıl 26 ülkede Kemer’in adını duyuran Adnan Şeker, yıllardır sürdürdüğü bu başarısının sırrının güven ve istikrar olduğunun da altını çizdi.
Antalya yaz gecelerinin eğlence mekânı denilince ilk akla gelen yeri Kemer Aura Club işletmecisi Adnan Şeker’le Mısır ve Antalya’da düzenlediği 15 güzellik yarışmasıyla yakaladığı başarıyı ve Antalya gece hayatının nabzını tuttuğumuz sohbetimizde 2008 yazının değerlendirmesini yaptık ve 2009 yazı için planlarını konuştuk…

—Güzellik yarışması düzenlemek fikri nasıl ortaya çıktı?
Aslında benim amacım yarışma değildi. Ben Rusya’dan on tane manken getirip, defile yapmak istiyordum. Rusya’da bir gece kulübünde yapılan Türk mankenlerin olduğu
defileyi izledikten sonra baktım ki o kadar emek yarım saat sonra bitiyor. Basın fotoğraf çekmek istiyor ama defileden bir kişi bile yok yanınızda… Bu yarışmaların oluşması böylelikle başladı. Güzellik yarışmasında iki hafta kamp yapan güzeller hem basına bol bol fotoğraf veriyor hem de mekânın ve bölgenin en etkili tanıtımını yapıyorlar.
—Bu kadar güzel kızla bir arada olmak, özel hayatınızda zor beğenen biri olmanıza neden oldu mu?
Zor beğenen değil de, çabuk sıkılan biri oldum sanırım. Daha doğrusu hemen sevebilen biri oldum diyebilirim. Bu da dezavantajı olmuş olabilir bu işin… Yanımda bir sürü güzel kız görünüyor, bundan dolayı yanımda olmak isteyenlerinde sayısı artıyor. Eskiye göre daha çabuk sevebildiğimi söyleyebilirim. Ama aynı oranda da daha çabuk vazgeçildiği de bir gerçek… Bu güne kadar 15 yarışmada 300 güzel seçtim. Onların yatış saati, kalkış saati, sağa bakma, sola bakma yasakları tamamen benden geçiyor. Bu kadar güzel kızı kontrol altında tutmak hiçte kolay değil… Beni 20 tane yarışmacıyla bir arada gören arkadaşlarım “Evlenirsen bu işleri gizli yapmak zorunda kalacaksın” dediklerinde gülüyorum, çünkü 20 tane birbirinden güzel kızla nasıl saklanabilirim ki… Bazen kulüpte yalnız oturuyorum. Beni görenler önce bir şaşırıp “Niye yalnızsın?” diye soruyorlar.
—Bu yazın kapanış partisi için özel bir sürpriz düşünüyor musunuz?
200 kişi Rusya’dan gelecek ön rezervasyonum var. Bunların sadece 70 tanesi manken olacak. Herkesin elini ayağını çektiği bir dönemde bir mekâna girdiğinizi düşünün ve içerde 70 tane manken, 10 tane DJ olacak. İşte bu farklar Kemer Aura Club’ı farklı kılıyor. Reklam amaçlı başladığımız bu güzellik yarışması organizasyonu uluslararası bir boyut kazandı. Bu yıl 26 ülkenin güzelini ağırladık. Farklı projeler başarabilirseniz başarı da geliyor.
— Yarışmacıları seçerken neye dikkat ediyorsunuz?
Geldiği ülkeyle turizm bağlantılarımızın olması benim için ilk öncelik… Direk uçak seferlerinin olduğu ülkelerin kızlarını çağırıyorum ki ülkelerine döndüklerinde bizimde reklamımızı yapsınlar. Kalitesinden ödün vermeden ülkemizin tanıtımı için yapmış olduğumuz organizasyonumuz artık her kıtadan güzele ev sahipliği yapmaktadır. Bu yıl yarışmamıza katılan konuklarımız arasında Güney Afrika’dan, Brezilya’ya, Tanzanya’dan Sibirya’ya kadar uzanmaktadır. Bugün itibariyle 2 haftalık yarışma kampına giren güzellerimize ülkemizin ve bölgemizin tarihi ve turistik yerlerini gezilerle tanıtacağız
—Bu öncelikli kararınız yarışma sonucunu da etkiliyor mu? Daha çok iş yaptığımız ülkelerin kızlarının dereceye girmesi için müdahaleniz oluyor mu?
Bu güzel bir soru ama bu konuda hiç müdahale etmiyorum. Bu senenin Miss Kemer Güzellik Yarışması birincisi Brezilyalı bir kız oldu. İkincisi de Türk kızıydı. Bu kararı tamamen jüriye bırakıyorum. Ama Rus yâda Türk güzeli çıktığında daha çok alkış alıyor ve motivasyon açısından daha güçlü oluyor. Basından arkadaşlardan, sponsor firmalardan ve ülke menajerlerinden oluşan bir jürimiz oluyor ve karar onlara ait… Final gecesi gördüklerine dair seçim yapıyorlar. Basından arkadaşlar ilk günden itibaren işin içinde oluyorlar, bu organizasyonun asıl emekçisi onlar ve kızları daha yakından tanıyorlar. İşin açıkçası basını yanımıza almak bize reklam açısından da çok iyi getiriyor sağlıyor.
—Asıl amacınızın reklam yapmak olduğu söylediniz. Amacınıza ulaştınız mı?
Elbette, Özellikle Moskova’da ki sosyetenin durağı haline geldi Kemer. Oradaki ünlü kulüplerde tanıtımımız yapılıyor. Rusya’nın en ünlü gece kulübünde iki aydır tanıtım kliplerimiz gösteriliyor. Afişlerimiz asılı… Bu reklamı para verip yaptırmaya kalksanız çok büyük paralar harcamanız gerekli… Ama onlarla karşılıklı düzenlediğimiz partilerle bir nevi çözüm ortaklığı içindeyiz ve binlerce dolar değerindeki reklamımızı hiç para vermeden yaptırıyoruz. Sonuç olarak maliyetsiz reklam yapıyor olmak benim için yeterli…
—Güzellik yarışması organizasyonlarının size maddi bir getirisi oldu mu?
Şu ana kadar olması lazımdı ama olmadı. Son iki senedir sponsorluk anlaşmalarımız daha da büyüdü ve kolaylaştı. Ama bundan sonraki yıllarda maddi bir getiride bekliyorum açıkçası… Bu yıla kadar bizde firma olarak sponsor oluyorduk ama bu yıl bize gerek kalmadı. Sonuçta böyle bir organizasyonun yaklaşık bedeli 100 bin dolar civarında…
—Kemer Aura Club bu sene kaç kişiyi ağırladı?
Gecede 1000 kişinin geldiği bir kulüp ve yaklaşık olarak bu yıl 120 bin kişi eğlenmek için bizi tercih etti. Bu rakam 4 ay sezonu olan bir mekân için gerçekten çok başarılı bir rakam… Toplam 10 barımız var ve 130 kişilik bir personel hizmet veriyor. Bizim müşterilerimizin çoğunu yabancılar oluşturuyor ve onların da tek bir amacı var kaliteli ve güvenli bir mekânda eğlenmek…
—Yabancı ve yerli turistlerin eğlence anlayışı çok farklı mı?
Maalesef farklı… Yabancıların tek bir isteği var eğlenmek… Ama yerli misafirlerimiz için durum böyle değil… Ya gösteriş yapmak için ya da birileri ile bakışıp tanışarak yeni arkadaşlar edinmek için kulüpleri tercih ediyorlar. Sonuçta biz eğlencenin son durağıyız. Alkol duvarı belli bir saatten sonra aşılmış oluyor. Yabancı bir misafiri güvenlik dışarı çıkardığında sorun olmuyor ama yerli misafire aynı şey yapıldığında hem olay çıkaran hem telefon açıp birilerini aracı yapmak isteyen çok oluyor.
—Beldibi Aura da size ait bir mekân mı?
Kesinlikle hayır. Benim tek sahibi olduğum mekân Kemer Aura Club… Hatta Beldibi Aura’nın sahipleriyle isim hakkından dolayı davamız var ve halen devam ediyor. Hatta Kuşadası’nda bile Aura var. Bunlar bizim taklitlerimiz… Korsan Aura’lar da diyebiliriz. Tamamen emek hırsızlığıdır bu… Mekânın ismini buralara getirmek için yıllardır emek veriyorum. Tamamen gasp olayıdır bu yaşananlar…
—Yarışmacıları seçmek için çalıştığınız bir ajans var mı?
Miss Kemer International yarışmasının her şeyiyle ben ilgileniyorum. Kızları da ben seçiyorum. Bana gönderilen fotoğraflardan yaptığım seçimlerde bazen hiç fotoğrafına benzemeyen biri de gelebiliyor. O zaman o kızımızı yarışmaya alamayacağımı kendisine ya da ajansına söylüyorum. Ben bir çizgi oluşturdum ve bundan taviz vermeye de niyetim yok. Eğer profesyonel birini bulamazsam, koreografisini de ben çalıştırıyorum. Benim için yaş, kilo, boy, kızı gönderen ajansın referansları öncelikli belirleyici kriterler… Her yıl 5-6 yarışmacımız kendi ülkelerinin birinci seçilen kızları oluyor. Diğer yapılan birçok yarışmayla kıyaslarsak, bizim yarışmacı profilimiz bence oldukça yüksek. 25 ülkenin güzellerini iki hafta boyunca Kemer’de gezdiriyoruz. Bölge tanıtımında ciddi faydasını gördüğümüz bir çalışma…
-Kemer turizminin sizin gözlemlediğiniz en büyük sorunu nedir?
Ben bunu iki başlıkta söyleyebilirim. Öncelikle sahil şeridinde küçük küçük bir sürü otel var. Bunları birleştirip büyük birkaç otel yapsaydık daha iyi olacaktı. Birleşip başka yedi yıldızlı oteller yapmak yerine, küçük olsun benim olsun mantığıyla ilerlendiğinde gelen misafir kalitesini de etkiliyor. Bir diğeri Antalya’nın ortak sorunu olan sezonu uzatamamak ve kış turizmine geçememek… Bunun için zamana ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Sezonu Nisan ayında başlatıp Aralık ayına kadar sürdürebilsek birçok işletme kapanmayacak. Kış geldiğinde işletmeciler zarar etmemek için otelleri, eğlence merkezlerini kapatıyor hâlbuki iklim müsait… Ekim ayı geldiğinde sezonu kapatıyoruz ve ciddi bir potansiyelimizi Mısır’a kaptırıyoruz.
—Gece hayatının sayılı işletmecilerindensiniz. Bu başarının sırrı nedir?
Ben 20 senedir bu işin içindeyim. Bu işin sırrı doğru ekiple doğru projeler yapmak. Mekânın mimari çalışması, ekip arkadaşlarınız, yapılan organizasyonlar, getirilen DJ’ler çok iyi seçilmeli. Havayı iyi koklamalı doğru kararlar vermelisiniz. İstikrarlı ve güven veren bir işletme yaratabilirseniz başarılı oluyorsunuz. Ben hep farklı çalışmalara imza atmak için uğraşıyorum. İnsanların istekleri ve beklentileri her yıl değişiyor. Bu işte çok paralar kazanabileceğiniz gibi tam tersi çok ciddi kayıplarda yaşayabiliyorsunuz. Ben bunların her ikisini de yaşadım.
—Rusya ve Ukrayna’yı seçmenizin güzel kızları dışında özel bir sebebi var mı?
Rusya bizim için çok ciddi bir pazar ve Rus turistler Avrupalı turistlerden daha çok para bırakıyor. Zengin bir devlet var ve Rusya’daki eğlence anlayışı gerçekten çok kaliteli ve üst düzey… Eğer Rusya sosyetesine ulaşabilirseniz ki ben bunu başardım, çok ciddi fark yaratıyorsunuz. Şu an dünyada sivrilen ekonomi Rus ekonomisi… Maden ve petrol kaynaklarının yarattığı ekonomik gelir Amerika’yı bile ikinci sıraya atacak gibi gözüküyor. Eğlenmek için sadece Nice’e, Cannes’ a, Saint Tropez’e ve Kemer Aura’ya gelen bir potansiyel var, Rusya ve Ukrayna’da… Bu kişilere ulaşmamdaki en büyük aracı da “Cristal Crown Güzellik Yarışması” oldu. Hem Türkiye’de hem Mısır’da bu yarışmayı organize eden benim… Bir de Türkiye’de yaşanan olumsuzluklarda Avrupalı turistler hemen bavulunu alıp kaçıyor ama Ruslar öyle değil. Olaylara karşı soğukkanlı olup tatillerine devam ediyorlar. Avrupa’ya göre daha az etkileniyorlar. İletişim çağı öyle bir hale gelmiş ki bazı haberleri bizden önce Rusya’dan öğrendiğim oldu. Rusların kendi aralarında çok sıkı bir iletişim ağı mevcut…
—Eğlence sektörünü bu yaz sekteye uğratan ses desibeli sorunundan sizde etkilendiniz mi?
Sesi içeride tutan özel malzemeler kullanıyorduk zaten. Ayrıca ses ayarına da dikkat ettik. Açıkçası disko olan bir mekânda sesi kısmak zorunda olmak hiç kolay bir şey değil. Köpük partilerinin yasaklanması bizi kar partilerine yönlendirdi ama uçuşan karlar ortalığı çok kirlettiği için iptal ettik. Umarım önümüzdeki yaz öncesi bir komisyon olur ve işletmelerdeki ekipmanlara bir standart getirilir ve ne ses ne de köpük yüzünden sorun yaşanmaz. Biz bu yıl dekorasyonu tamamen değiştireceğiz. Seneye Aura’nın altın yılı olacak. Dekorasyon’da altının elegant görüntüsünü ve farklı havasını kullanacağımız Kemer Aura Club seneye yaza sürpriz bir giriş yapacak.

ADNAN ŞEKER KİMDİR?
1965 yılında Kemer doğumlu. İlköğrenimini Kemer’de, lise öğrenimini Antalya’da tamamlayan Adnan Şeker, yüksek öğrenimini İzmir’de Ziraat Mühendisi olarak tamamladı. 1987 yılında Kemer’de Şeker Otel ile turizm sektörüne giren başarılı işletmeci, 1989’da Kemer Flamingo Bar ile eğlence sektörüne geçiş yaptı. 1991 yılında Flamingo Beach Club ile gece hayatına farklılıklar getirmeye başlayan Şeker, 2002 yılında Kemer Aura Club’ı açtı. Düzenlediği 15 güzellik yarışmasıyla Antalya’nın en tanınan kulüp işletmecisi olan Adnan Şeker “Miss Kemer International” yarışmasının yaratıcısı ve organizatörü.