08 Kasım 2009

ORHAN ŞALLIEL



Gerçekleştirdiği projelerle alanında “ilk”lere imza atan orkestra şefi Orhan Şallıel, bugüne kadar Bulutsuzluk Özlemi, İbrahim Tatlıses, Şebnem Ferah, Sertab Erener, Hüsnü Şenlendirici, Özcan Deniz ve daha birçok popüler sanatçı ile konserler verdi. Modern Folk Üçlüsü ile sahneyi paylaştığı konserde Timur Selçuk tarafından Avusturyalı ünlü şef Herbert Von Karajan’a benzetilerek ‘Tombul Karajan’ diye hitap ettiği şef, müziğe Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda başladı.
Konserlerinde eşlik ettiği sanatçıların farklı tarzları müzik çevrelerinde yadırganmasına rağmen, başarılı çalışmaları dilden dile yayılan Şallıel’in hayata farklı bir pencereden baktığını hissedebiliyorsunuz.
Arabesk ve alaturka müzik sanatçısı olan babası Rıfat Şallıel’in ısrarı sonucu, klasik müzik eğitimine başlayan Şallıel’in en büyük tutkusu piyano olmasına rağmen, müzik hayatı fagot eğitimiyle başlamış. Müziğe ilk başladığı yıllarda babasının “Bu benim oğlum olamaz. Bu kadar yeteneksiz bir adam nasıl benim oğlum olur” dediği Orhan Şallıel, çocukluk dönemini gülümseyerek anlattı. Uzun yıllardır başarılı çalışmalara imza atan Orhan Şallıel, günümüzün dünyadaki sayılı orkestra şeflerinden biri…
Son yıllarda hayatımıza girmiş en mühim orkestra şeflerinden biri Orhan Şallıel, Nisan 2009 tarihinde Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’nın yeni şefi olarak atandı. Antalya’nın kültür yaşamında önemli yeri olan Antalya Devlet Senfoni Orkestrası 2009-2010 sezonuna Orhan Şallıel’in projesi olan ‘Mevlana’ prodüksiyonuyla görkemli bir giriş yaptı. Metin hazırlıkları ve ön çalışmaları üç yıl süren projeyi “Bu daha önce dünyanın hiçbir yerinde denenmemiş bir format. Biliyorum ki Mevlana bize yardım edecek ve her şey iyi gidecek. Sonra da proje, dünyanın dört bir yanında sahnelenecek” diye özetleyen şefin en büyük isteği Mevlana projesinin dünyaya açılması…
Çocukluk yıllarından itibaren anılarıyla süslediği keyifli sohbetinde hiç bilinmeyen hatıralarını gün yüzüne çıkaran ünlü şef Orhan Şallıel’le keyifli sohbetimizde söz şimdi müzik dolu söyleşimiz de…
- Nasıl başladı müzik serüveniniz?
Babam bana “Türk müziği okuma, batı müziği oku” dedi. Bunun açıklamasını da “Ben hayatımı biliyorum. Türk müziği okursan ya radyo sanatçısı olacaksın ya da gazinolarda çalışacaksın. Piyasaya girmek zorundasın. Alaturkacının hayatı Türkiye’de zor. Batı müziği okursan dünya vatandaşı olursun” diyerek yaptı. Türk müziği dünyasını babam biliyordu. Gecesi gündüzü olmayan, aile hayatı oldukça zor olan, çocuklarının nasıl büyüdüğünü göremediği bir hayatı yaşamıştı.
- Müzisyen bir babanın yetenekli oğlu muydunuz, babanız sizi bu camiadan uzak tutmak istemedi?
Aslında çocukluğumdan beri ben ailenin en yeteneksiz insanıyım. Annem ev kadınıdır. Ablam ve kız kardeşim duydukları her hangi bir müziğin ikinci yarısında söylemeye başlarlardı. Bense ders çalışan akıllı bir öğrenciydim. Müzikle hiç ilgim yoktu. 12 Eylül öncesi “Bu çocuk konservatuvara gitsin, politikayla uğraşmasın” dediler. Babam bana, bir iki kez müzik dersi vermeye çalıştı, “Bu benim oğlum olamaz. Bu kadar yeteneksiz bir adam nasıl benim oğlum olur” derdi. Ama araba kullanmayı da öğretememişti o zamanlar… Akraba akrabaya öğretemez derler ya, sanırım bizim için söylenmişti. Ama ben de yetenekli değildim o zamanlar ya da kendimin farkında değildim.
- Siz çocuğunuzu mesleki anlamda yönlendirir misiniz?
Çocukluğumdan beri en çok sevdiğim şey ansiklopedi ve dünya atlaslarını okumaktı. Her ülkeyi incelerdim. Çocukluğumda bu ülkelere gitmenin hayalini kurardım. Şu ana kadar Avusturalya kıtası ve Güney Amerika hariç her yere gittim. Farklı ülkelerde yaşadım ve eğitim görme şansım oldu. Oraların kültürlerini tanıma fırsatını da yakaladım. Çocuğum olsa kesinlikle evrensel bir işle ilgilenmesini isterim. Kesinlikle sanat, spor ya da bilim dallarında yönlendiririm. Geleceği gören bir babanın oğlu olduğum için çok şanslıyım. Babam beni klasik müziğe yönlendirerek, bana bütün dünyayı hediye etti. Dünya’ya baktığınızda benim çizgimde bir orkestra şefi çok azdır. Opera, bale ve senfonik orkestra yönetebilen, projelerin metnini yazan, beste yapan şef sayısı çok azdır. İyi bir ses, iyi bir sanatçıdan oluşan prodüksiyonlar bana çok zevk veriyor. İki farklı tarzı harmanladığınız zaman güzel bir tat vermesi gerekir. Eğer o tadı alırsam farklı denen projelerde olmak bana heyecan veriyor.
- Mevlana projesi nasıl oluştu. Tasavvuf musikisine özel bir ilginiz var mı?
Bu konuyla alakalı bugüne kadar hiç kimseye anlatmadığım bir şeyi sizinle paylaşayım. Yedi sekiz yaşlarımdayken bir rüya görmüştüm. Türbe gibi bir yerdeydim. Bir ateş yanıyordu ve sakallı bir yüz gördüm. “Bu dede kim?” dediğimde yanımdaki insanlardan biri “O Mevlana Hazretleri” dedi. Ben bu rüyayı zamanla unuttum. 2003 yılında Sevginin Yolu isimli bir kitap okudum ve o kitap bana gördüğüm rüyayı hatırlattı. Mevlana’nın hayatını araştırmaya başladım. Sonrasında bu projeyi hayal etmeye başladım. Bu projeyi ben müzikal olarak hayal etmiştim ama olmadı. 2007 yılından sonra Beşiktaş Kültür Merkezi’nde bu hayalimi paylaştım ve bir anda proje hayata geçti. İşlerimiz çok rast gitti ve bir anda su kendi yolunu bulur gibi Mevlana projesi ortaya çıktı. Ben yazdım demek istemiyorum ama Mevlana felsefesinde “Benden yazıldı” denir. Ben vesile oldum çıktı bu prodüksiyon…
- Biz sizleri sadece sahnede görüyoruz. Sahne arkasında çalışmalar nasıldır?
Sahneye çıkmak, yemeğin servis edildiği ana benzer. O ana kadar geçtiğiniz yollar vardır. Eğer klasik müzikle uğraşıyorsanız, çocukluğunuzdan itibaren yalnız bir hayatınız oluyor. Enstrümanınızla aranızda bir aşk oluyor ve yaşıtlarınız oynarken siz enstrüman çalışıyorsunuz. Çok ağır ve yalnız bir yolculuğun sonunda sahne arkasına gelirsiniz. Çok uzun günler ve saatlerden oluşan provalardan sonra perde açılır ve sizlerin gördüğü son aşamadır.
- Müzik üzerine eğitim alan birine ilk söyleyeceğiniz şey ne olurdu?
Bir çocuk daha saza değmeden önce, daha tanışma aşamasındayken hayalleri vardır. Bir çocuk müzikle tanıştığında “Oğlum ben senin eline öyle bir oyuncak veriyorum ki bu oyuncakla istediğin gibi oynayabilirsin. Hayatına dahil edebilirsin, hayatından çıkarabilirsin. Ekmeğini kazanabilirsin. İnanılmaz tatmin duyabilirsin, çok büyük mutsuzluk da yaşabilirisin. Bir metrekarenin içerisinde dünyanın en derin cehennemini de, en ulvi cennetini de yaşama şansı senin elinde, sen nasıl bakıyorsan öyle alırsın” derdim. Eğitim bu gözlüğü takabilirse, eğitim kurumları o madenleri işleyebilirse Türkiye’de inanılmaz yetenekli çocuklar var. Türkiye’den bir çok İdil Biret, Fazıl Say çıkabilir. Dünya sanatçısı olur ama bir Türktür. Üstelik mutlu Türkler olur.
- Popüler sanatçılarla olan çalışmalarınızda kriteriniz nedir?
Benim popüler sanatçılarla olan çalışmalarımda sanatçının sanatına bakarak yorum yapılmıyor bence. Mesela İbrahim Tatlıses’le yaptığım çalışmada sanatçının paparazzilere yansıyan haberlerine bakıyorlar. Bense İbrahim Tatlıses’in sadece sesine baktım. Benim için müziğe atılan imza önemli. Kişinin diğer özellikleri ve kişiliği benim kriterim değil. Ben sadece müzikal anlamda bakarım ve ortaya güzel bir karma çıkıyorsa benim için gerisinin bir önemi yoktur. Sanatçılar zaten karakterleri farklı olan insanlardır. Ben Hollanda’da yolda yürürken yanıma bir dilenci yaklaştı. Latin bir dilenci bütün dillerde para istedi, ben hayır dedikten sonra nerelisin diye sordu. Ben Türk’üm dediğimde başladı Mavi Mavi’yi söylemeye. Türkçe bilmiyor ama şarkıyı biliyor. İbrahim Tatlıses’in farklı olduğunu müzikle gerçekten ilgilenenler fark edebiliyor. Nota bilmeyen sanatçılar şarkıyı hissederek söylerler. Nota bilmeden virtüöz olan sanatçılar vardır dünyada. Bunlar sanat gözünün açıklığıyla ilgilidir. Dünyaca ünlü opera sanatçılarının içinde bile nota, solfej gibi teknik bilgi açısından enstrümancılar kadar bilgi sahibi olmayan sanatçılar var. Kişi o yere geldiyse bunun kumaşıyla alakası vardır. Akademik camia altyapının olması konusunda ısrar etse de genele baktığımızda bakış açısı geniş olanlar sanatçıyı olduğu gibi kabul edebiliyor.
- Beste çalışmalarınızı yaparken kurallarınız var mıdır?
Kemancı, İtirazım Var ve Neden Saçların Beyazlamış Arkadaş şarkılarıyla babam üç kez üst üste ödül almıştı. Babam şarkıları bittiğinde ilk anneme gelirdi. Çalışma odasından çıkardı. İlk anneme okurdu bestesini “Ne düşünüyorsun Sabriye, olmuş mu?” derdi. Annem veto ederdi “Bu böyle olmaz Rıfat” derdi veya kabul ederdi. Ama bu arada soğan doğramaya devam ederdi. Sanatın içinde sürekli konsantre olmaktan bir süre sonra objektifliğinizi kaybediyorsunuz. O yüzden de babam, en yakınındaki kişiye hayat arkadaşına sorardı. Biz büyüdük, sonraları bize de sormaya başladı ama asıl kararı veren annemdi. Bach da, Mozart da bestelerini yaparken birilerinden beslenmişlerdir. Ben de öyleyim. Her yerde çalışabilirim. Konunun dışındaki kişilerin fikirlerini mutlaka alırım. Bir süre sonra isteseniz de objektif olamıyorsunuz.
- Tecrübesiz yaşlarda mı yoksa yaş ilerledikçe mi daha üretken olunuyor?
Öncelikle eğitim alıyorsunuz. Yaklaşık 20 yıllık bir eğitimimiz var. Bu yıllarda sadece malzeme topluyorsunuz. Ufak turlar da atıyorsunuz ama yıllar malzeme toplamakla geçiyor. Zamanı geldiğinde biriktirdiklerinizi kullanmak istiyorsunuz. O zaman da diğer sanatlardan ve hayattan besleniyorsunuz. İnsan ilişkilerinden besleniyorsunuz. Yaş ilerledikçe üretkenlik artıyor ve en güzel çalışmanız daha yapmadığınız çalışmanız oluyor.
- Sahnedeki Orhan Şallıel’i nasıl tanımlarsınız?
Orkestra şefinin yanı sıra hem besteciyim hem de müzisyenim. Ben sahnede insanları değil enstrümanları görürüm. Benim için flüttür, kemandır. Çünkü vasiyette, Ayşe, Ali demez. Flüt, keman der. Bizlere bırakılan bestelere ben birer vasiyet olarak bakıyorum. Konu müzik olduğunda çok sert de olabilirim. Bazen gözümü kapatırım ama her şeyi duyuyorum. Ben en arka sıradaki fısıltıları bile duyarım. Bir anda yabancı bir ses olunca otomatikman duyuyorsunuz. Konser bittiğinde zaman ve mekan kavramını yitirmiş oluyorum. Birkaç saniye sonra kendime geliyorum. Kendi yolumu açmayı, başkalarının izlerini takip etmeye tercih ediyorum.

Orhan Şallıel Kimdir?

1968 yılında Adana’da doğdu. Babası Rıfat Şallıel’dir. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda fagot dalında öğrenimini tamamladıktan sonra 6 yıl İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nda fagot sanatçısı olarak çalışırken bir yandan da kompozisyon bölümünde İlhan Usmanbaş ve Erçivan Saydam’la bestecilik öğrenimi gördü. Aynı dönemde, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde Orhan Tanrıkulu, Renato Palumbo ve Robert Wagner’den şeflik dersleri aldı; bu alandaki çalışmalarını geliştirmek üzere Hollanda’ya gitti.3 yıl boyunca Hollanda’da Rotterdam ve Amsterdam konservatuvarlarında orkestra şefliği, kompozisyon ve caz piyanistliği okudu. Orkestra Şefliğinden diploma aldı. Hollanda’daki eğitimi sürerken kazandığı bursla Helsinki Sibelius Akademisi’ne gönderildi. Avusturya ve İtalya’da şeflik kurslarına katıldı. Yurda dönüşünde İstanbul Devlet Operası orkestrasını başarıyla yöneterek adını duyurdu. Tüm devlet senfoni orkestraları ile konserler verdi. Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde kendi eserini defalarca yönetti. miştir. 1998-2009 yıllları arasında Bursa Bölge Senfoni Orkestrası’nın şefi ve sanat yönetmenliğini üstlenmiş olan Orhan Şallıel 2009 Nisan ayında Antalya Devlet Senfoni Orkestrası'nın şefi ve sanat yönetmeni oldu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder