11 Şubat 2011

MUSTAFA HELVACI


Teknokent, teknopark, bilim parkı, araştırma parkı... Ne derseniz deyin, hepsinin amacı ortak... Yasalara baktığımızda, “Teknoloji Geliştirme Bölgesi” olarak geçiyor. Teknokent; teknoloji alanında rekabeti dengeleyen, araştırma-geliştirme faaliyetlerini destekleyen ve artıran, bilginin ve teknolojinin üniversite-şirketler-pazar arasında dolaşımını kolaylaştıran, teknolojiye yönelmek isteyen şirketlerin kurulmasını ve desteklenmesini sağlayan bir organizasyon…
Dünyaya baktığımızda teknokentlerin atası sayılan ABD kökenli Silikon Vadisi, birçok global büyük şirketin çıkış yeri ya da merkezi olmuş, en başarılı model olarak öne çıkmış. ABD, İngiltere, Fransa, Japonya, Çin, Kore, Hindistan, İsrail, Finlandiya gibi birçok ülkede üretim ve hizmet sektörleri ürettikleri katma değerin önemli bölümü teknoparklar bünyesinde yürütülen ar-ge çalışmalarına borçlu.
Teknokentler, firma için arazi sağlamanın yanında ona her türlü olanağı (kesintisiz elektrik, telekomünikasyon santralleri, resepsiyon ve güvenlik hizmetleri, idare ofisleri, lokantalar, banka şubeleri, toplantı merkezi, otopark, toplu ulaşım araçları, eğlence ve spor tesisleri) sağlıyor. Hizmet masrafları paylaşılacağından, teknokentler kiralık mekanlardan daha avantajlı oluyor.
Teknokentler şu an kimi eksiklerle yola devam etse de uluslararası çapta projelere imza atıyor. Bunlar arasında yapay elmastan kök hücreye, kendi kendini temizleyen yüzeylerden enerji kaybını azaltan malzemelere kadar pek çok çalışma bulunuyor. Bu bölgelerde yürütülen bazı projeler sonucu ülkemizde ortaya çıkan teknolojik ürünler şöyle; "Yapay elmas üretimi, doku mühendisliği yapı elemanları, görüntüleme teknolojisinde kullanılacak yeşil polimer üretimi, MR ile görüntüleme ve ameliyat teknolojisi, medikal uygulamalar için antibakteriyal polimerler, gelişmiş bebek kuvözleri, kıkırdak üretimi, kendi kendini ve havayı temizleyen yüzeyler, cilt dokusu üretimi, kanserli hücre tedavisi için radyofarmasotik ilaçlar, kök hücre üretimi, nano-kompozit malzemelerle otomobillerin hafifletilmesi ve yakıt tasarrufu, yenidoğan sarılık tedavisi için led fototerapi, görüntü teknolojileri..."
BİLL GATES, “İLK KİRACISI BEN OLURUM”
Yıllar önce ülkemize yurtdışından da teklifler vardı. Hatırlayanlar olacaktır; Bill Gates Türkiye’ye ilk gelişinde “Türkiye’de bir teknokent açıldığında ilk kiracısı ben olurum” demişti. Bunun üzerine dünyanın ikinci, Avrupa’nın en büyük teknokenti Fransa’daki Sophia Antipolis’in yöneticisi Alain Andre de İstanbul’da bir teknokent kurma teklifi yaptı.
1980’li yıllarda ilk çalışmalar ODTÜ’de başladı. 1996 yılında Sanayi ve Ticaret Bakanlığı teknoparklar yönetmeliğini yayınladı. Şu an Türkiye’de 23’ü faal olmak üzere 37 teknokent bulunuyor.
Görüldüğü gibi Türkiye’nin coğrafi konumundan ve genç nüfusundan yararlanmak isteyen büyük oluşumlar hep vardı. Bu gelişmelerle, Türkiye’nin 3 milyar dolar olan bilişim cirosu 8 milyar dolara çıkacaktı. Teknokentler 500 bin kişiyi iş sahibi yapacaktı… Bütün bu veriler ışığında, eğer istenen, teknoloji tüketen değil üreten bir ülke olmaksa, ar-ge çalışmaları hızlandırılmalı ve teknokentlere daha çok önem verilmelidir diye düşünüyorum.
HACETTEPE VE ODTÜ'YÜ BİLE GEÇTİLER
''Patent eşittir teknoloji'' fikrinden yola çıkarak, 2006 yılından bu yana faaliyet gösteren Antalya Teknokent kısa sürede büyük başarılara imza attı. Türkiye'nin en genç teknokentlerinden biri olan ve iki yıl önce patent konusunda Türkiye 20'incisi olan Teknokent bugün bu konuda İTÜ Teknokent'in ardından ikinci sıraya yükselmeyi başardı.
Akdeniz Üniversitesi bünyesindeki Teknokent'te firma sayısı 50'e çıkarken, yeni başvurular için de yer kalmadı. Başvurulara yer bulunamayınca araştırma yapmak isteyen bir firmaya kendi makam odasını tahsis eden Teknokent Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mustafa Helvacı, 4 yılda 28 patent alarak Türkiye ikincisi olduklarını belirtti. İş dünyası ile bilimi bir araya getirmek için çabaladıklarını kaydeden Helvacı, danışman hoca sayısının 354'e ulaştığını ve yapılan iki binada da yer kalmadığını söyledi. Helvacı üçüncü bina için çalışmalara başladıklarını da sözlerine ekleyerek, “Yazılım, enerji sektörü, tohum ıslahı, tarım ve nano-teknoloji üzerine çalışan firmaların ürettiği patent sayısı da 28'e ulaştı” diyor.
FABRİKA KURULACAK
Büyük çoğunluğu yazılım ve sağlık üzerine faaliyet gösteren şirketler arasında bulunan
Nanoen ise nano teknoloji alanında çalışma yapan tek firma durumunda…
Nano teknoloji alanında yaptığı çalışmalarla Türkiye'de en fazla patent üreten ikinci üniversite olmayı başaran Akdeniz Üniversitesi, bu alanda elde ettiği bilgi birikimini temizlik ürünleri sektörüne taşımaya hazırlanıyor.
Uygulandığı yüzeyleri suya, çizilmeye, bakteri oluşumuna karşı koruyan nano partikülleri ''Nanofob'' adıyla piyasaya sürmeye hazırlanan Akdeniz Üniversitesi, bu amaçla Türkiye'nin ilk üniversite fabrikasını kurmak için de gün sayıyor. Nanoen Arge Danışmanlık Şirketi'nin geliştirdiği 'Nanofob' adlı su itici özellikteki yüzey kaplamanın üretimine geçileceği, patenti alınan ürün için üniversite kampüsüne 5 bin metrekarelik kapalı alanı olan bir fabrika kurulacağını öğrendik. Fabrikanın aynı zamanda öğrencilere istihdam olanağı sağlayacağı da belirtiliyor. Geliştirilen ürünün insan sağlığına hiçbir zararının olmadığını belirten Teknokent Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mustafa Helvacı, “Yurtdışından gelen çözeltiler flor içeriyor. Flor sprey şeklinde uygulandığı için akciğerde ciddi sorunlara neden oluyor. Florun ozon tabakasına da etkisi olduğu için kullanılması tercih edilmeyen ürünlerdir. Nanoen Arge Danışmanlık Şirketi Kurucusu ve Sorumlusu Prof. Dr. Ertuğrul Arpaç ve ekibi flor içermeyen ürünü geliştirdiler. Üstelik ürüne bir de koku giderici özelliği eklediler. Böylece artık yemek ve sigara kokusu sinmeyecek” diyor.
Bu haftaki sohbetimizde anladık ki teknolojik ürün ihracatı oldukça önemli… Çünkü gelişmiş ülkelerin toplam ihracatının yüzde 20 ile 30'unu teknolojik ürünler oluşturuyor.
Akdeniz Üniversitesi Antalya Teknokent AŞ Genel Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mustafa Helvacı, “Türkiye bugün özellikle bilimsel faaliyetlerde ve araştırma-geliştirme faaliyetlerinde yakaladığı bu ivmeyi aksatmadan, bütün gücüyle yoluna devam etmelidir” diyerek söze başladığı keyifli sohbetimizde, teknolojik çalışmalar ve gelecekteki projelerle ilgili sorularımızı yanıtladı.
Hayranlıkla dinlediğimiz buluşlara imza atılan bilim üssündeki çalışmalarla gururlandık ve geleceğe dair umutlarımız güçlendi. Ülkemizde geç başlayan ama hızla ilerleyen teknoloji trenini Antalya Teknokent’le daha da ileriye taşımak dileğiyle emeği geçen tüm araştırmacı ve bilim adamlarını ülkemiz adına bir kez daha kutluyorum.
- Teknokentler, ülkemizde yeni duyulan bir kavram olsa da dünyadaki benzer çalışmalar ne zaman başlamış?
Teknokentlerin 100 yıllık bir geçmişi vardır. İlk teknokent 1950’li yıllarda kurulan Amerika’daki Silicon Valley olduğu bilinir. Üniversitelerde üretilen bilginin teknolojiye teknolojinin de ürüne dönüşmesi önemlidir. Bunun içinde teknokentlerin bilim adamları ile sanayiciyi buluşturan bir platform olduğunu söyleyebilirim. Teknokentlerde üniversitedeki hocalara, girişimcilere, yeni mezun olmuş öğrencilere, mühendislere birer ofis tahsis edilip, sermaye sağlanarak geliştirdikleri projelerin hayata geçirilmesi sağlanıyor. Dünya devi IBM ve Sony gibi markalar da teknokentlerden doğmuştur. Türkiye’de de ilk kez 1998 yılında ODTÜ’de teknokent kuruldu. Akdeniz Üniversitesi bünyesindeki ‘teknokent’imiz de kısa sürede Türkiye’de patent sayısı bakımından ikinci sıraya yerleşti. Hocalar ile sanayicileri bir araya getirerek Antalya’nın teknoloji alanında da hak ettiği yere gelmesini sağlamaya çalışıyor.
- Teknokent bünyesinde şuan kaç firma bulunuyor?
Antalya’daki teknokentin bünyesinde 50 şirket bulunuyor ve bu şirketlerin profilini de yazılım şirketleri, sağlık teknolojileri üzerine araştırma yapan şirketler, tarımsal ürün geliştirme, kimyasal atık içermeyen ürünlerin geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapan şirketler oluşturuyor. Teknokent içerisinde yer alan araştırmacı şirketlerin kurumlar vergisi, gelir vergisi, KDV ve sigortanın 3’te 1’i kadarından muaf tutulması özellikle işletmeler için çok faydalı avantajlar sağlıyor.
- Teknokent bünyesinde kurulduğu günden bugüne kadar ne gibi buluşlara imza atıldı?
Teknokentimizde geliştirilen 'uzaktan algılama' sistemi uydu teknolojileri kullanılarak arazi-parsel tanımlaması yapılmasını ve yetişen ürünün hangi aşamalardan geçilerek üretildiğinin ve pazarlandığının belgelendirilmesini sağlıyor. Bu proje çok yakında ticarileşecek. Diğer önemli proje ise güneş enerjisiyle seraların ısıtılıp, soğutulması… Bölgemizde halen seralar kömür gibi maddelerle ısıtılıyor. Bir firmamız sadece güneş enerjisini kullanarak sıfır emisyonla çevreci olarak bu sorunu çözecek projeyi piyasaya sürmek üzere...
- Üniversitemizin bulunduğu bölge itibarıyla tarımda tematik teknokent çalışmaları ne aşamada? Tarımda ve tarıma dayalı sanayide son gelişmeler nelerdir?
Türkiye'nin en büyük fide üretim firmalarından Grow Fide'de Teknokent'te AR-GE çalışması yapıyor. Anaç fideyi dünyaya sadece Japonlar satıyor. Yıllık üretim kapasiteleri 100 milyon fide olan, 100 dönümlük bir kapalı alana sahip, yaklaşık 600 kişi istihdam edilen Grow Fide'de Japonya'dan sonra ilk kez anaç fide üretecek. Türkiye, böylece Japonya'dan sonra anaç fide satan ikinci ülke oluyor. İlerleyen aylarda da Teknokent'te çok ilginç buluşlar ortaya çıkacak.
- Akdeniz Üniversitesi bu yıl hayat kurtaran buluşlara imza attı. Yılın buluşları denilen “Çevreci Çözelti” ve “Çizilmeye Dayanıklı Nano Cam Kaplama” ile ilgili son gelişmeler nelerdir?
“Çevreci Çözelti”yle kaplanacak yüzey ahşap, cam, deri ya da kumaş olabilir. Ürünün kullanılmasının ardından nano partiküller yüzeye 3 ay süreyle koruma sağlıyor. Teknokent bünyesinde kurulacak fabrikada bu ürünün seri üretimine başlayarak, ilk etapta ayda 10 bin litre üretim hedefliyoruz. Çikolata, limon ve çilek kokulu ''Nanofob'' adlı ürün 50 mililitreden 19 litreye kadar çeşitli boylarda üretilecek ve vatandaşlar kullanmak istedikleri yüzeyin genişliğine göre istedikleri boyda ürün satın alabilecekler. Ürünün market raflarında yerini bulabilmesi için 4691 sayılı Teknokentler Yasası'nı bekliyoruz. Bu yasa, teknokentlerle ilgili. Teknokentlere sağlanan avantajlar 2013 yılında bitiyordu. Şimdi 2023'e kadar uzatılmasını öngören bir yasa çıkıyor. Üretilen, patenti alınan, teknokentte geliştirilen prototipin teknokentte üretilmesi de bu yasada yer alıyor. Yasa çıkmak üzere. Her türlü hazırlığı yaptık. Yasa çıkar çıkmaz, ürünü piyasaya sürmek için harekete geçeceğiz. Nanofob'un yasa çıktıktan sonraki 4 ay içinde market raflarındaki yerini alacağını düşünüyoruz. ”Çizilmeye Dayanıklı Nano Cam Kaplama” da esnek özelliğiyle 90 derece kıvrılabiliyor. Ütü, tost makineleri gibi sert teflon yüzeylere uygulanabilen kaplamanın cam olmasına rağmen çatlama yapmaması ve kireçlenmeye de engel olması bir başka özelliği… Şu ana kadar ütülerde kullanılan kaplamalar, düğme ve fermuara geldiğinde çizilme yapıyordu. Ütülenen kumaşlar ve tekstil ürünleri de deterjan artıklarından etkileniyordu. Dayanıklı cam kaplamalı ürünün tabanı çizilmiyor, yüzeyde kireç tutulması da artık mümkün değil. Bir üniversite bünyesinde patentlenen teknolojinin, fabrika aracılığıyla ürüne dönüşmesi, Türkiye'de bir ilk. Bu kapsamda ilk kez bir üniversitenin fabrikası olacak. Amacımız teknokent olarak bir üniversitenin patenti ürüne dönüştürüp halkın yararına sunduğunu bilimadamlarımıza, öğrencilerimize göstermek.


Mustafa Helvacı kimdir?
1965 yılında Kayseri’de doğdu. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümünden 1989 yılında mezun olan Helvacı, aynı yıl Diyanet İşleri Başkanlığında Vakit Hesaplama Şube Müdürlüğünde “astronom” olarak göreve başladı. 1990- 1993 yılları arasında Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsünde yüksek lisansını tamamladı. 1994 yılında aynı bölümde doktora programına başladı. ABD Kentucky Üniversitesinde bilimsel inceleme ve araştırma yapmak üzere bu ülkeye gitti. Yrd. Doç. Dr. Mustafa Helvacı’nın, uluslararası saygın dergilerde yayımlanmış 10 adet bilimsel makalesi ve çok sayıda yurt içi konferans ve makalesi mevcutt.

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder